OKU KENDİNİ, OKU ÂLEMİ, SENİ VE VARLIĞI TUTAN GÜCÜ ANLA

Alâk Sûresi 1: İkra bismi rabbikellezî halaka.
Meâli: Seni vücudlandıranın delilleriyle, yaratılışı araştır anla.

Kendi vücudunu okunacak Kur’ân bil.
Her varlığı okunacak Kur’ân bil.
Kur’ân diye okuduğun Mushaf-ı Şerîf’i’de Kur’ân bil.
Ve üçünü birbirinden ayırmadan oku.
Birinde olan hakikatin diğerinde de olduğunu anla.
Varlığı ve kendi vücudunu canlı Kur’ân olarak oku.
Eğer kendi vücudunu ve varlığı canlı Kur’ân olarak okuyamazsan, bil ki Mushaf-ı Şerîf ölüdür.
Mushaf-ı Şerîf’in de canlanmasını istiyorsan, kendini ve varlığı oku.

Cümle kâinat bir Kur’ân’dır.
Her varlık bir ayettir.
Her varlık kendindeki sonsuz ayetlerle yani sonsuz işaretlerle hakikatleri sunar.

Onun için Yûsuf Sûresi 105. Ayette “Ve keeyyin min âyetin fîs semâvâti vel ardı yemurrûne aleyhâ ve hum anhâ muridûn” “Göklerde ve yerde nice ayetler vardır ki yanından gelip geçerler ve onlar onun farkına varmazlar.”

İnsan ayet denilince hemen, Mushaf-ı Şerîf’deki yazıları düşünmemelidir.
Ayet denilince, Yûsuf Sûresi 105. Ayette ki belirtildiği gibi her varlıktaki işaretleri, delilleri, hakikati gösteren izleri düşünmelidir.

İnsan, kâinatı okuyabilecek bir yetenekte yaratılmıştır.
Varoluşu ve Varedeni idrak edebilecek bir kabilîyette yaratılmıştır.
İnsan kendine verilen, aklı, tefekkürü, tercihi, şuuru, muhâkemeyi, görmemezlikten gelmemelidir.

Mushaf-ı Şerîf’de yaklaşık iki bine yakın ayet, akıl etmek ve düşünmek üzeredir.

Bizler varoluşu ve Varedeni anlamak için, “Nereden var oldu, nasıl var oldu, niçin var oldu” soruların cevabını her an aramalıyız.
Nereden var oldu sorusu bizi, varoluşun kaynağına,
Nasıl var oldu sorusu bizi, varlığın yaratılış inceliklerine,
Niçin var oldu sorusu bizi, varlığın görev ve amaçlarına, faydasına götürecektir.

İnsan kendini bilme yolunda her an tefekkür içinde olmalıdır.

Dünyanın derdine koşup durduk, kendimize dönüp kendimizi bilmeyi unuttuk.
Hep çıkar, menfaat ilişkileri içinde olduk, aslımızı anlamayı unuttuk.
Kendimizi büyük gördük, kibre düştük, acizliğimizi unuttuk.
Başkasına hor baktık, küçük gördük, onunda kul olduğunu unuttuk
Kendimizi tüm varlıktan yüce görüp, asıl yüce olanı unuttuk.

Bir ağaç, insan olmadan da yaşayabilir, ama insan ağaçlar olmadan, ağaçlardan sunulan oksijen olmadan, meyve olmadan yaşayamaz.
Hayvanlar, insan olmadan da yaşayabilir, ama insan hayvanlar olmadan yaşayamaz.
Toprak, su, hava, insan olmadan yaşamını devam ettirir, ama insan, toprak, su olmadan yaşayamaz.

Yaratılmış en aciz varlık insandır.
Ama insan, ona verilen akıl, şuurla, varoluşu ve Varedeni anlayabilir.
Yeter ki insan acizliğini unutmasın, yeter ki insan ona verilen aklı işletsin.
Yeter ki insan edep, ahlak içinde yaşasın, birbirine yardım etsin.

Nasıl ki tüm varlık insana yardım ediyorsa, ağaçlar oksijeni, meyvesi ile.

Hayvanlar sütü, eti, gübresi ile.

Toprak her türlü sebze, meyvesiyle.

Su, hava her an insana hizmet ediyorsa.

İnsan da asla bunları unutmadan yaşamalı ve çevresine yardım için koşmalı, derdi olana nasıl derman olabilirim diye aşk içinde gayret etmelidir.

Bir tohumun içine en gelişmiş mikroskopla baksak, orada ne filizi, ne dalı, ne yaprağı, ne çiçeği göremeyiz.
Bunlara şahit olmamız için, tohumdan açığa çıkan ağaca bakmalıyız, ağacı tanımalıyız.
Tohumdan ağaç açığa çıkar ve ağaç tüm aslîyetini, yine yeni bir tohumda gizler.

Yani bu âlem Bakara Sûresi 156 da belirtildiği gibi” innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn” aslından gelip aslına dönen bir sistemin içinde sürer gider.

İşte Allah denilen, görmediğimiz bilmediğimiz o güç, aslında görülen varlığın kendinde gizlidir.
Hadîd Sûresi 3. ayeti bu hakikati belirtir. “Huvel evvelu vel âhiru vez zâhiru vel bâtın ve huve bi kulli şeyin alîm”
Meâli: “Evvel ve sonsuz olan, zâhir olan ve bâtın O’dur ve O bütün her şeydeki ilmin sahibidir”

İşte Allah’ı bilmek için, görünen varlığı, varlıktaki ilme dayalı olarak, aşk, samimiyet, sadakat, teslimiyet içinde okumalıyız.
İnsan kendi hakikatini bilmek için kendine dönmeli, kendini okumalıdır.
İnsan kendini okuduğunda, kendi varoluşunu anladığından her bir varlığından da varoluşunu anlayacaktır.

Kendimizi ve görünen bu varlığı inkâr edemeyiz, ama ispatta edemeyiz.
Lâkin kendimizi ve görünen bu varlığı anlamak için, kendimizi ve varlığı bir aşk, samimiyet, sadakat, teslimiyet içinde okuyup incelediğimizde birçok sorunun cevabına ulaşabiliriz.

Bilmeliyiz ki aradığımız tüm soruların cevabı kendimizdedir.

Resûl, Nebî dediğimiz o kâmil insanlar bizlere hep ”Kendini bil” meyi öğretmişlerdir.
Gökte bir tanrıyı değil, bizlere şah damarımızdan yakın olan, her an bize nefes alıp verdiren, kanımızı dolaştıran, kalbimizi, tüm vücut hücrelerimizi çalıştıran ve tüm nitelikleriyle her an bizde olan bir gücü anlamamızı öğütlemişlerdir.

Yani Kur’ân’ın “İkra” diye başlayan ayetinin anlamı üzere olmamızı öğütlemişlerdir.

Hazreti Muhammed’e bir bedevi gelir sorar ”Ya Muhammed! Allah nedir, nerededir, ben onu nasıl bilirim”.
O güzel insan da şunu söylemiştir” “Men arefe nefsehu” yani “Kendini bil
Evet asıl olan kendini bilmektir.

İşte Mushaf-ı Şerîf, kendini bilme yolunda tecelli etmiştir.

İnsan her anını tefekkür içinde geçirmelidir.
Aldığı nefesin kıymetini bilmelidir.
Bilmelidir ki; bedenini kendi var etmemiştir, hiç bir varlığı var etmemiştir.
Kendini ve her bir varlığı Varedeni tanımalı ve edep içinde yaşamalıdır.
Komşusu sıkıntı içinde olan kişi evinde huzur içinde uyuyamaz, ilâhî adalet buna izin vermez.

Nasıl ki insan vücudunda bir hücre bile rahatsız olduğunda, tüm vücud bunu hissediyorsa, insan da; dünyada bir kişi sıkıntı içinde olsa, bunu hissedebilmelidir.
Eğer kişi vücudundaki varlık ile olan kanallarını açabilirse bunu anlayacaktır.

Kişi, kendi bedenindeki ilâhî kanalları; benlik, öfke, hiddet, kavga, menfaat, yalan, kibir, gibi fena duygularla kapatıyor fakat bunu farkına varmıyor.

İnsan kendini tanımalı ve hayr üzere olmalıdır.
İnsana verilen akıl, tefekkür, tezekkür, firaset, şuur, gibi duygularla insan kendini ve kâinatı okuyabilir, tüm sırlara ulaşabilir.
Yeter ki kibir haline düşmesin, içinden kötülük geçirmesin, hiç kimseye kötülük yapmasın.

İnsan, eğer kendindeki özü anlarsa İnsan olacaktır.
İnsan olan, edep sahibi olandır.
İnsan olan son nefesine kadar çevresine yardımcı olandır, sıkıntısı olana yardım için koşandır.