KİBRE DÜŞTÜĞÜN AN SENİ VÜCÛDLANDIRANI HATIRLA

 

Başka birini ya da bir varlığı küçük mü gördün:

Bil ki seni vücûdlandıran onu da vücûdlandırdı. 
Bil ki seni var eden onu da var etti.
Bil ki senin de onun da kalbini attıran, vücûdunu çalıştıran aynı yaratıcı.
Bil ki sen nasıl biz özden var oldunsa, o da aynı özden var oldu. 
Bil ki sen ondan o senden yüce değil.
Bil ki senin vücûdunun içinde olmakta olan işleyiş, sıfatlar, vücûdunu tutmakta olan Zât aynısıyla küçük gördüğünde de var.
Bil ki sen soluduğun havadan, içtiğin sudan, beslendiğin topraktan ve ateşten üstün değilsin.
Bil ki sen, havaya, suya, toprağa, ateşe muhtaçsın, onlar ise sana muhtaç değil.

Fussilet Sûresi 38: Fe in istekberû fellezîne inde rabbi ke yusebbihûne lehu bil leyli ven nehâri ve hum lâ yesemûn.

Meâli: Eğer küçük görmek gibi bir hâle düşersen; hemen seni vücudlandırana ait olan o hakikatleri hatırla. Gece ve gündüz O’nun efâl, sıfat, Zâtının tecellilerini idrak et ve onları hiç yorulmadan anlamaya çalış.

Hace Bayramı Veli:

Kim bildi ef´âlini,
Ol bildi sıfâtını,
Anda gördü zâtını,
Sen seni bil, sen seni.

Yunus Emre:

İlim ilim bilmektir 
İlim kendin bilmektir 
Sen kendini bilmezsin 
Ya nice okumaktır

Okumaktan murat ne 
Kişi Hak’kı bilmektir 
Çün okudun bilmezsin 
Ha bir kuru emektir

Kişi kendini “Oku”duğunda ve sonuçta kendini bildiğinde, kendini de varlığı da var edeni yani “Hakk”ı bilecektir.

Kişinin kibirden kurtulması için kendini bilmesi ve her varlığı tutan Zâta şahit olması gerekir.

Eğer kişi kendini ve varlığı ayrı görürse, kendine benlik isnat edecektir. 
Bu benlik onu kibre yani kendini yüce görmeye götürecektir.

Kibri incelediğimizde anlıyoruz ki kibir, kişinin kendini bağımsız bir birey olarak görme düşüncesinden ortaya çıkıyor.

Kendini bağımsız gören yani varlıkla olan bağını göremeyip kendini varlıktan ayrı gören bir düşünceyle kibir oluşuyor.

Kibir halini meydana getiren bu düşünce ise, daha çok aile ve toplum öğretileriyle şekilleniyor ve gelişiyor ve varlıkla olan bağlar tamamen kopup ”ben benim” “sen sensin” düşüncesi ortaya çıkıyor.

Ve sonuçta; kendini, kendi yolunu, inancını, milletini, ailesini, mesleğini, makamını, konumunu, diğerlerinden bağımsız düşünüp bir egonun içinde düşülüyor.

Ve sonuçta kibir zarar vermeye dönüşüyor.

Kibir; kendini üstün-yüce görüp, başkalarını küçük görme hastalığıdır.

Kibir, her varlıkta”Ekber” olanı göremeyip, kendine”Ekberiyet” isnat etmektir.

Kibir kendini yüce görmekle başlayan bir esarettir.

Kişinin kendindeki şeytani alanlar olan; hasetlik, fesatlık, gurur, küçük görme, zalimlik, dedikodu, kıskançlık, riya, inat, bilmişlik, kendini büyük görme, gibi tüm duyguların asıl kaynağı”kibir”dir.

Kişi, kibre düştüğü an, karşısındaki kişiyi ya da varlığı küçük görmeye, gereksiz görmeye başlıyor. 
Ve kendince hep onun eksik yanlarını görmeye başlıyor.
Ve onunla ilgili hor görmeler, dedikodu yapıp çekiştirmeler birbirini takip ediyor.
Kibirli olan kişi, muhakkak ki karşısında ki kişide kendince mutlaka bir eksiklik buluyor ve onu kötülemeye başlıyor ve toplumu zehirliyor.

İşte kibirden kurtulmanın yolu, hepimizi var eden Allah hakikatini layıkıyla anlamamızdır.
Hepimizde ve her varlıkta olan Allah’a ait olan işleyişi, sıfatları vücûdları tutan zât tecellilerini idrak etmektir.

Kibre düştüğümüz an, hemen kendimize; “senin ve karşındaki kişinin vücûdunu var eden aynı Allah’tır” şuurunu hatırlatmamız gerekir.

Bu şuura ulaşmamız için ise”Tesbih etmek” hakikatine ulaşmalıyız.

Allah’ı tesbih etmek demek; Allah’ı Allah’a ait olan niteliklerle anlamak ve anmak demektir.

Tesbih; sebh kökünden gelir.
Sebh: Suda yüzmek, su içinde olmak, dolaşmak, kendi varlığından uzaklaşmak, yani kendine varlık isnat etmek gafletinden uzaklaşmak, gibi anlamlara gelir.

Yüzmek den maksat, kâinatta her varlığın Allah’a ait olan bir deryanın içinde bulunması demektir.
Cümle varlık, her an Allah’a ait olan bir sistemin içinde yüzmektedir, bulunmaktadır.
Her varlığı her an Allah tutmakta, o varlıkta her an tecelli etmektedir.
Her varlıkta olan; işleyiş yani fiil, nitelikler yani sıfatlar, vücûdları tutan ilâhî güç yani Zât, bizzat Allah’ın kendisidir.

İşte Hace Bayramı Veli:

Kim bildi efâlini,
O bildi sıfâtını,
Anda gördü Zâtını,
Sen seni bil, sen seni….şiirini yazmıştır.

Kişi kendindeki efâli yani işleyişi, kendindeki sıfatları ve kendi vücûdunu tutan Zâtı idrak ederse, kendi varlığının sahibini bilir ve teslim olur.

Kendini bildiğinde, cümle varlığında kendi gibi bir varlık olduğunu ve kendisinin hiç bir varlıktan üstün olmadığını anlar ve kibirden kurtulur.

Yunus Emre sultanın dediği gibi; ilimden murad kendini bilmektir.
Çünkü kendini bilen Hakk’ı bilir.

Kendini bilen bilir ki, her an kendi vücûdunda olan ve varlıkta olan işleyişi bizzat yapan Allah’tır. 
Bilir ki; kişi kendi kalbini attıramaz, nefes alıp veremez. kanını dolaştıramaz, beynini, gözlerini çalıştıramaz vs.

İşte kişi, bunların hepsini yapanı anladığında, ekber olanın Allah olduğunu anlar ve kibirden kurtulur.

Kendini bilen her kişi Allah hakikatini bilir.

Kendi aslını bilen kişi, halleri ve yaşamıyla çevresine hep faydalı olur, asla zarar içinde olmaz.

Çevresine zararlı olan kişi kendi aslını ve varlığın aslını bilmekten uzaktır.

Enfâl Sûresi 42: Sizler dünya çıkarlarına meylederseniz, Hakk’a olan yakınlık idrakinden uzaklaşırsınız ve o yolculukta sizler fenalarda kalırsınız. Eğer siz sözlerinize uymazsanız, elbette belli bir süre içinde ikiliğe düşersiniz. Ortaya çıkan her şey Allah’ın işleyişidir, O fâil olandır. Apaçık deliller üzere olan kimse, kendi varlığından geçerek O’nun varlığında yokluğunu bilir ve apaçık deliller üzere olan kimse, diriliğin O’nun diriliği olduğunu bilir. Muhakkak ki Allah elbette işittirendir, ilmin sahibidir.