İSLAMIN 5 ŞARTI DİYE BİLİNEN İBADETLERİN MÂNÂ CİHETİ
İslamın 5 şartı diye bilinen ibadetlerde şekil üzere mi kalıyoruz, yoksa hakikat cihetlerine ulaşıyor muyuz?
Allah’a şekil üzere mi, yoksa mânâ üzere mi kulluk ediyoruz.
İbadetlerimizi kendi çıkarımız üzere mi yapıyoruz, yoksa mânâlarını hissedip kemâlat üzere mi yapıyoruz?
Kulluğumuzu kâlp üzere mi, yoksa şekil üzere mi yapıyoruz?
İbadetlerimizi daha çok adete göre mi yapıyoruz,yoksa mânâsına ulaşarak mı yapıyoruz?
İbadetlerimizi aileden öğrendiğimiz şekliyle mi yapıyoruz,yoksa gerçek anlamlarına ulaşıp öyle mi uyguluyoruz?
Hacc Sûresi 11: “ala harf ın” “عَلَى حَرْفٍ”
ala harf ın: karakter, şekil, şekil üzere, yan, ucu, kenarı, üslup
“Ve minen nâsi men yabudullâhe alâ harf fe in asâbehu hayrunıtmeenne bih ve in asâbethu fitnetuninkalebe alâ vechihî hasired dunyâ vel âhıreh zâlike huvel husrânul mubîn”
Meâli: İnsanlardan bazı kimseler Allah’a şekil üzere kulluk ederler. Kendine bir hayr isabet etse onunla memnun olur ve bir müşkil isabet etse yüzü başka bir hâle dönüşüverir. O, dünyada hüsrandadır ve böylece o sonunda da apaçık hüsrandadır.
Ayeti incelediğimizde şu hakikati açıkça anlıyoruz ki:
Şekil üzere ibadet edenler, kendi nefsi çıkarları için ibadete yöneliyorlar.
Başlarına iyi bir şey geldiklerinde memnun oluyorlar.
Bir sıkıntıya maruz kaldıklarında:
İsyan ediyorlar,
Moralleri bozuluyor, yüzleri asılıyor,
Hüsrana düşüyorlar, ümitsizlik, karamsarlık içinde kalıyorlar.
İbadetlerin mânâlarına ulaşan kişiler, bir sıkıntıya maruz kalsalar bile, onlar:
Bir teslimiyet içinde oluyorlar.
Bir sabır içinde oluyorlar.
Gönüllerinde isyan değil, tevekkül oluyor.
Gönüllerinde Allah aşkı olduğundan dolayı, başlarına gelenden gerekli dersi çıkarıyorlar.
Asla ümitsizlik içinde olmuyorlar.
Allah’a güveniyorlar.
Ölümden korkmuyorlar.
Kimseye zerre kadar zarar vermiyorlar.
Onlar biliyorlar ki, bir varlığa zarar vermek Hakk’a zarar vermektir.
Onlar ibadetlerini kendi çıkarları için değil, ibadetlerin mânâsına ulaşmak ve bunu yaşamına geçirmek için yapıyorlar.
İbadetlerin şekilsel ve mânâsal yönlerini incelersek:
Bazı örnekler vermek gerekirse;
ABDEST’İN, ŞEKLİ VE MÂNÂSAL BOYUTLARI
Şekil boyutu:
Suyla vücudun dışını yıkamak.
Suyla vücudun bazı organların dışını yıkamak.
Mânâ boyutu:
Allah’ın ilmiyle, gönlü tüm kirli haller meydana getiren bâtıl bilgilerden, kötülük düşüncelerinden temizlemek.
Bu bâtıl bilgiler; aslı olmayan bilgiler, duyduğumuz ama şahit olmadığımız bilgiler. Allah adına, din adına, resûl nebî adına anlatılan aslı olmayan uydurmalar.
Kötülük düşünceleri ise; fesatlık, hasetlik, gurur, kibir, benlik, hâkir görmek, kendini yüce görmek, dedikodu, iftira atmak, yalan söylemek, zarar vermek, hakk yemek gibi, aklımızda olan tüm bu kötü düşünceleri temizlemek.
Yani asıl olan vücudun dışını yıkamak değil, içindeki tüm kötü düşünceleri ve halleri yıkamaktır.
Vücudun içi yıkanmadığı müddetçe, hâl ve davranışlar edep üzere adalet üzere olmaz.
İşte abdest; vücudun içini de dışını da yıkadığımız zaman abdest olur.
NAMAZ’IN, ŞEKLİ VE MÂNÂSAL BOYUTLARI
Şekli boyutu:
Bildiğimiz namazı beden ile yapmak,
Şekil üzere yapmak,
Ayakta durmayı kıyam, eğilmeyi rükû, başımızı yere koymayı secde diye bilmek.
Mânâ boyutu:
Farsca’da “Namaz” kelimesinin, Kur’ân’da Arapça karşılığı olan, “Sâlat” kelimesinin mânâsına ulaşmak.
Sâlat’ın her an Allah’a bağlılık içinde olduğunu anlamak ve ona göre yaşamak.
Yerlerde göklerde tüm varlıkta; kıyam, rükû, secde boyutunun mânâsına ulaşmak.
Kıyamın şekli boyutu ayakta durmak, ama mânâ boyutu cümle varlığı ayakta tutanın Allah olduğunu anlamak, her varlıkta Hay olanın Allah olduğunu anlamak.
Rükûnun şekil boyutu eğilmek, ama mânâ boyutu cümle varlıktaki niteliklerin Allah’a ait olduğuna şahit olmak.
Secdenin şekli boyutu başını yere koymak, ama mânâ boyutu cümle varlığın Allah secde halinde olduğuna şahit olmak.
R’ad Sûresi 15- Ve lillâhi yescudu men fis semâvâti vel ardı tavan ve kerhen ve zilâluhum bil guduvvi vel âsâl
Meâli: Göklerde ve yerde olan ne varsa, istese de ve istemese de ve onların gölgeleri dahil, sabah, akşam hiç durmadan Allah’a secde ederler.
Evet anlıyoruz ki Namaz bir beden hareketi değil, gönlünde her an Allah’a bağlılık içinde yaşamaktır.
Salât’ı yalnızca bedensel namaz olarak düşünürsek, kelimenin Kur’ân’i anlamını örtmüş oluruz.
Salât, Allah’a bağlılık şuuruyla hareket etmek demektir.
Eğer kişi salât’ın mânâsını hayatına geçirirse, kimseye zerre kadar zarar veremez.
Kur’ân’da Salât’ın birçok mânâ içeren boyutları vardır.
Salât (Bakara 43 ve bir çok sûrede 43)
Salâtı ikâme (Nisâ Sûresi 103. Bakara 110)
Salâtı vustâ (Bakara Sûresi 238)
Salâtı dâimûn (Mearic Sûresi 23)
Salâtı sâhûn (Maun Sûresi)
Kada salât (Nisâ Sûresi 103)
Salâtı hafizun(Meâric Sûresi 34)
Tayr salât (Nur Sûresi 41)
Musalli (Bakara 25, Maun Sûresi)
Sallî (A’lî İmrân 39)
Salâh (Nahl Sûresi 119)
Salavat (Bakara 238)
ORUÇ’UN, ŞEKLİ VE MÂNÂSAL BOYUTLARI
Şekli boyutu:
Genelde, Ramazan ayında belli bir zaman dilimi içerisinde; yiyecek, içecek, cinsellikten sakınmaktır.
Oruç Farsça bir kelime olup, Ramazan ayında tutulan Oruç’la anılmıştır.
Mânâ boyutu:
Kur’ân’da صوم savm ve صيام sıyam olarak geçer.
Savm, savmak
Sıyam, savdıklarından sakınmak demektir.
Savm: Tüm kötü halleri, içindeki kötü düşünleri içinden savmak, yani uzaklaştırmak.
Sıyam: Uzaklaştırdığı bu hallerden sakınmak, bir daha yaklaşmamak.
Ey kardeş!
Orucunu tut, ama gel mânâsına da uy.
Yemekten içmekten sakındığın gibi,
Gel, tüm kötü hallerden de sakın.
Gel, birilerin kalbini kırmaktan da sakın.
Gel, birinin hakkını yemekten de sakın.
Gel, dedikodu yapma, çekiştirmekten de sakın.
Gel, kişileri hor görmekten de sakın.
Gel, dilini tutarak, kötü konuşmaktan da sakın.
Gel, makam- mevki, şan-şöhret derdinden de sakın.
Gel, bir canlıya zarar vermekten de sakın.
Gel, anne babaya üf bile demekten de sakın.
Gel, iftira, yalandan da sakın.
Gel, siyasal alanda rakibine hakaret etmekten, iftira etmekten, onu aşağılamaktan da sakın.
Gel, insanların ırzına, namusuna göz dikmekten de sakın.
Ve gel, Allah’a ait olan nitelikleri kendine nispet etmekten de sakın.
Gel, sahibinin Allah olduğunu anla ve ben de varım, demekten de sakın.
HACC’IN, ŞEKLİ VE MÂNÂSAL BOYUTLARI
Şekli boyutu: Mekke’de bulunan kâbeye bedenen gitmektir.
Mânâ boyutu: Şah damarından yakın olan Allah’ı kendi vücud evinde bulmak, tüm varlığınla O’na teslim olmaktır.
Kâf Sûresi 16: “nahnu akrebu ileyhi min hablil verîdi” “Biz ona şahdamarından daha yakınız. ”
Beytullah’ın Mekke’de ki kâbe değil, insanın kendi vücudu olduğunu anlamaktır.
Cümle kâinatı beytullah bilmektir.
ZEKÂT’IN, ŞEKLİ VE MÂNÂSAL BOYUTLARI
Şekli boyutu: Sahip olunan mal ve paranın kırkta birinin her yıl sadaka olarak dağıtılması, diye bilinir.
Mânâ boyutu:
Zekat: Zekâ kelimesinden türemiştir.
İşte Zekât; akılda olan batıl bilgileri, Zekâ ile temizlemek anlamına gelir.
A’lâ Sûresi 14 buna çok güzel işaret eder:
“Kad efleha men tezekkâ.” “Cehalet hallerinden temizlenen kimse ise kurtuluşa erer.”
KELİME-İ ŞEHADET’İN, ŞEKLİ VE MANA BOYUTU
Şekli boyutu: Dilimizle“Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulühü” demektir.
Bu yalnızca bir sözden ibarettir.
Nasıl ki bir kimse diliyle lafzı olarak; ben doktorum dese, tıp eğitimi almadan doktor olamayacağı gibi. diliyle Kelime-i Şehadet getirse bile kalben idrak etmediği, kalp diliyle söylemediği müddetçe bir anlamı yoktur.
Mânâ boyutu:
Allah’a ve O’nun birliğine kendinde ve cümle varlıkta şahit olmaktır.
O’nun Nûrundan Nûru olan, Muhammed’e, kendinde ve cümle varlıkta şahit olmaktır.
İşte şekilde kalmak; bir eğitimden, bir ilimden, bir idrakten, bir şahitlikten geçmeden, ben doktorum, ben mühendisim, ben aşçıyım vs demeye benzer.
Bu kişinin kendini kandırmasından başka bir şey değildir.
Mânâya ulaşmak ise; bir aşk içinde, bir sadakat içinde, bir edep içinde, bir ilim irfan içinde şahit olarak hakikate ulaşmanın adıdır.
Allah mânâya ulaşmayı nasip etsin.