ÖĞRETMEN SON NEFESİNE KADAR ÖĞRENCİDİR
Bilmekten murad, kendini bilmektir.
Öğretmekten murad, kendini bilmeyi öğretmektir.
Tüm öğretmenlerimizin ellerinden öperim.
Hayat yolunda, ilk öğretmenlerimiz olan anne babalarımızın ve büyüklerimizin ellerinden öperim.
Yağmur demeden, çamur demeden, yaz demeden, kış demeden, öğrencileri için koşan öğretmenlerin ellerinden öpüyorum.
Öncelikle öğrenmek için koşan, ilmin derinliğini anladıkça “bir ömür boyu öğrenci olmak gerekir” şuuruna ulaşan o cân öğretmenlerin ellerinden öpüyorum.
Hasta olduğumuzda ilgilenen, kustuğumuzda temizleyen, önlüğümüzü düzelten, moral veren, güç aşılayan, ilim öğrenmenin kapısını açan, düşünmeyi, araştırmayı öğreten, yardım etmeyi, hizmet etmeyi, iyi bir kişi olmayı tavsiye eden, çok çalışmamızı öğütleyen o cân öğretmenlerimizin ellerinden öpüyorum.
Öğrenci, öğrenmek isteyendir.
Öğretmen; öğrenmek isteyene nasıl öğrenebileceğini öğretendir.
Çünkü öğretmen nasıl öğrenilecek onu öğrenmiştir, ilimden eğitim görmeyi biliyordur.
Onlar; öğrenmeyi, düşünmeyi, araştırmayı, analitik analiz yapmayı, ilimden fenden ayrılmamayı öğretirler ve kendileri de buna uyarlar.
Öğretmen de son nefesine kadar ilim kapısında bir öğrencidir
Fizik öğretmeni bizi fizik ilmiyle, kimya öğretmeni bizi kimya ilmiyle tanıştırır.
Ve diğer alanlarda da bu böyledir.
Ve bizlere öğrenme inceliklerini öğretir.
Beşeri alan ve mânevi alan öğreticileri vardır.
Beşeri alanda olan öğretmenler; bir meslek öğrenmek için öğrenci yetiştirirler ve bunun karşılığı olarak ücret alırlar, karınlarını doyururlar ve ailelerini geçindirirler.
Mânevi alanda ise öğretmenler ise bizi, “var oluş nedir ve var eden kimdir” tefekkürüyle tanıştırırlar, onlar asla bir karşılık almazlar.
Öğretmen Türkçe bir kelimedir ve “öğ” kelimesinden gelir.
“ög” kelimesi “akıl, zihin” anlamına geldiği söylenir.
Öğretmen, aklını zihnini kullanan ve aklını zihnini kullanmayı öğreten kişi demektir.
Öğüt kelimesi de buradan gelir.
Akıl vermek, yol göstermek.
Öğ, anne olarak ta kullanılır.
Öğe, bilgin kişi anlamında kullanılır.
Öğrenmek için öncelikle kişi hazır olmalıdır.
Aklen ve gönül itibariyle hazır olmayan kişiye ilim tebliğ edilmez.
İlmin bilgileri ancak ve ancak hazır olan kişilere sunulur.
Emaneti ehline vermekten murad, öğretmenlik, mürşitlik vazifesidir.
Hâce yani Hoca’nın, bizdeki karşılığı “öğretmen” demektir.
Hâce kelimesinin kökeni Farsça dense de, İbrânice’ye kadar uzanır.
Hâc, Hâcı, Hâcer, Hicr, Hicret, Hoca, aynı kökten gelen kelimelerdir.
Hâc: Kendi aslına olan yolculuk.
Hâcı: Kendi hakikatini arayan kişi.
Hâcer: Kendi edindiği putları yontan, kıran kişi.
Hicr: Taşları yontan, taşlaşmış duyguları, bâtıl bilgileri, tüm kötülük veren düşünleri yontmak, kırmak, eritmek, varlığından geçmek.
Hicret: Ten şehrinden cân şehrine makâm-makâm yolculuk yapmak.
Hoca: Kendi hakikatini arayan kişilere yardım eden, bilgi veren kişi.
Hoca’nın bizim dilimizdeki karşılığı “öğretmen”dir.
Beşeri alanda ve manevi alanda öğretmenler vardır.
Bazen de hem beşeri alanda hem de manevi alanda gayret gösteren öğretmenler vardır.
Mânevi alanda olan öğretmenlere, Mürşid-i Kâmil deriz.
Bu kişiler kesinlikle bir ücret, karşılık almazlar, zerre kadar makâm, mevki beklentileri yoktur, zerre kadar karşılık beklemezler, beklentileri yoktur.
Onların tek amacı vardır, Allah’ın hakikatleri anlamak ve gücü yettiğince anlamak isteyenlere anlatmak
Onlar bir tevazû, edep içinde hakikat yolundadırlar.
Onlar öncelikle öğrencidirler.
Kâinat mektebinde son nefeslerine kadar öğrencidirler.
Onlar Hazreti İbrâhim’in silsilesinden gelen talebelerdir, Kureyş silsilesidir.
Onlar son nefeslerine kadar tâlebe’dirler.
Allah’ın sonsuz ilminden beslenirler.
Kendi aslını anlamak isteyenlere bilgi verirler.
Bu bilgiler ilme dayalı bilgilerdir.
Bu bilgileri yüklenen talebe, o bilgilerle kendi vücud kitabını okumaya başlar ve Allah hakikatini kavrama yoluna girer.
Bakara Sûresi 124- “İbrâhîm, Rabbinin tecellilerini anlamak için gayret göstermişti. Sonra da onları anlamayı tamamladı. Sen insanlara hakikatlerimi anlatmak için öğretmenlik yap, diye bildirildi.” “Benim neslimden gelenler de öyle olsunlar, dedi. Zalimler hakikatlere ulaşamazlar, diye bildirildi.”
Mürşid-i Kâmil dediğimiz o gönül erlerine, irşât, hidâyet, şefâat etme yetkisi verilmemiştir.
İrşat, şefâat, hidâyet ancak Allah’a mahsustur.
Onlar sadece tebliğ ederler, yani bilgi verirler.
Onlar son nefeslerine kadar önce öğrenci, sonra öğretmendirler.
Hakikat yolunda öğrenci de öğretmen de, Hakk’ın ilmine tâliptirler, Hakk kapısında dilencidirler.
Kureyş Sûresi:
Hazreti İbrâhim’in ilkeleri üzere hareket edenler hakikatleri amaç edinmişlerdir. Onlar, yaz ve kış hiç durmadan hakikatler için yolculuk ederler. Öyle ki onlar, gönüllerinde kendilerini vücudlandırana karşı daima bir kulluk içindedirler. Onlar hakikatleri anlamada zayıflık içinde olanlara yardım ederler ve onlar korkular içinde olanlara güven verirler.
Mânevi alanda kitap, canlı kitap olan kişinin vücud kitabı ve varlık kitabıdır.
Beşeri alanda ise mesleki kitaplar vardır.
Bu kitaplar yardımcı kitaplardır.
Kişilerin yazdığı kitaplar yardımcı kaynaklardır, canlı kitap olan varlık kitabı ise ana kaynaktır.
Kişilerin yazdığı kitaplar elbette önemlidir, ama ana kaynak olan ilimden öğrenmediğimiz müddetçe, eminlik vasfına nâil olamayız.
Bizlere öğretmenlik yapan annemizin babamızın, çevremizdeki kişilerin, okullarda öğretmenlerimizin bizlerin üzerindeki emeği hiç unutulmaz.
Hele ilkokul öğretmenlerimiz hiç unutulmaz, isimlerini bile unutmayız.
Çünkü bizlere en masum zamanımızda kucak açtılar.
İnsanlar, karınlarını doyurmak için meslek öğrenirler ve birde mânevi alan olan var oluş ve var eden ile ilgili öğrenmeye adım atarlar.
Manevi alan dediğimiz, varlığın geldiği ve oluştuğu boyuttur.
Yani tecelliler, rûh, nûr boyutudur.
Mürşit diye gittiğimiz öğretici, yani öğretmen Allah hakikatine şahit olmuş kişidir.
Müminlik makamına erişmiş kişidir.
Yani Allah’tan ve onun makamlarından emin olmuş kişidir.
Öğrenciyi de ilk saniyede kendine döndürür, aradığı tüm soruların cevabının onun kendi vücudunda olduğunu bildirir.
Öğrenci edep ehli olduğunda ona ilim kapısı açılır, ilâhî lütuflarla tanışır.
Zalimlikte olan kişinin hakikatle arasındaki perde kendi yaptıklarıdır.
Zalimlik içinde olduğu müddetçe o kişi Hakk kapısında öğrenci olamaz.
Dini bilgiler alan kişi, aldığı bilgilerle Allah hakikatinin idrakine varamıyorsa, bilgilerin boyutlarını önce kendinde sonra âlemde bulamıyorsa, o bilgiler ya bâtıl bilgilerdir, ya da o kişi yüklendiği öğretilerin anlamını bilmiyordur, ya da o kişi gönlünü dünyaya bağlamış esaret halindedir, zalimlik içindedir.
İşte Kur’ân böyle durumda olmayı eşek ile misal gösterir.
Cum’a Sûresi 5- “Öğretileri yüklenen, fakat yüklendiği şeyin anlamını bilmeyen kimsenin durumu; ne taşıdığını bilmeyen eşeğin durumu gibidir.”..
Burada eşeğe hakaret yoktur, eşeğin sırtına kitap yüklesek, eşek o kitapları bir yerden bir yere götürse, kitapların içeriğinin farkında değildir.
Ki onun vazifesi yükü taşımaktır.
Kişinin vazifesi ise taşıdığı yükün anlamına ermektir.
Kişi taşıdığı öğretilerin anlamına ulaşmamışsa, işte o eşek misali ile anlatılmıştır.
Aldığımız bilgiler bizi kaynağına götürmelidir,
Eğer aldığımız bilgilerle kaynağına ulaşamıyorsak, ya o bilgiler bâtıl bilgilerdir, ya da bizim gönlümüz kirlidir.
Alâk Sûresi bizlere neyi öğrenmemizi ve nereden öğrenmemizi çok güzel açıklar.
1- Seni vücudlandıranın delilleriyle, yaratılışı araştır anla.
2- Bir bağ ile bir özdendir insanın yaratılışı.
3- Yaratılışı araştır anla. Seni vücudlandıran tüm sıfatların da kaynağıdır.
4- Ki O kalemle öğreten-dir.
5- Bilmediği şeyi insana öğretendir.
Öğrenmekten maksat; kişinin kendi vücud kitabını okumalı, düşünmeli,anlamalıdır.
Vücud nasıl yaratıldı, nasıl çalışır, nitelikleri nedir, nereye gitmektedir hep düşünmelidir.
Âl-i İmrân Sûresi 166:..”Müminler her an öğrenme, öğretme içindedirler.”
Öğretmen olan kişi ancak ve ancak müminlik makamına ermiş kişidir.
Neml Sûresi 16:..”Bize Tevhîd ilminin lisanı öğretildi ve bütün her şeyden seslenenin, işleyenin kim olduğu bildirildi.”..
Rahman Sûresi 4- “İnsana ilmiyle hakikatleri öğretendir.”
İnsana cümle varlıktan hakikatleri sunan ve öğreten Allah’tır.
Allah bize nasıl öğretir. bunu çok iyi düşünmeliyiz ve anlamalıyız.
Bu öğreticilikte ilim cihetini düşünmeliyiz.
Bakara Sûresi 282:..” Allah’ın tüm varlıktan size her an öğrettiğini unutmayın ve bütün her şeydeki ilmin sahibinin Allah olduğunu bilin.
Mâide Sûresi 4: …Siz bir şey bilmiyor iken, size öğretildiği gibi, sizin de bilmeyenlere öğretmeniz helaldir. Allah size bilmediğiniz şeyleri öğretti. Bundan sonra bir ilim ile beslendiğiniz o hakikatlere sahip çıkın ve her varlıkta olan Allah’ın işaretlerini anlayın”..
Öğrenen kişi, öğrenmek isteyen kişiye yardım etmelidir, onun için koşmalıdır.
Kehf Sûresi 66- “Mûsâ ona dedi ki: Sana öğretilen şeylerden bana da öğretmen, benim de kemalât bulmam için sana tâbi olabilir miyim?”
Hakikat yolunda iki öğretmen boyutu vardır.
Birincisi, İbrâhim makamında öğrenim görmek.
Diğeri Muhammed boyutunda keyfiyet bulmak.
İbrâhim makamı, fenâ boyutudur, yani dünya, vücud boyutudur, yani bedendeki tecelliler boyutudur,
Muhammed boyutu bekâ boyutudur.
Hayat okulunda son nefeslerine kadar öğrencilik vasfı içinde olanların, öğrenmek isteyenlere nasıl öğrenebileceğini öğretenlerin ellerinden öpüyorum.