ANNE BABADAN BULDUĞUMUZ İNANÇ

Annem babam Müslüman inancındaydı, ben de öyle oldum.
Annem babam Hıristiyan inancındaydı ben de öyle oldum.
Annem babam Musevi inancındaydı ben de öyle oldum.

Yetmedi:
Annem babam Sunnî idi, ben de Sunnî oldum.
Annem babam Aleviydi ya da Bektaşi idi, ya da Câferi idi, ben de öyle oldum.

Yetmedi:
Annem babam Hanefî, Malikî, Şafiî ya da Hanbelî idi, ben de öyle oldum.

Yetmedi:
Anne babamın; ibadeti, ibadethanesi, giysisi, kitabı neyse, benim de o oldu.

Yetmedi:
Anne babamın, tarikat’ı, cemâat’ı neyse, benim de o oldu.

Yani anne babam ne ise, ben öyle oldum.
Onlar da anne babasından ne gördüyse, öyle oldular.
Onlar da atalarının inancı üzere oldular.

Ve hepimiz, kendi inancımızı diğerlerinden üstün gördük.
Çünkü öyle öğrettiler.

Ve kendi inancımızda olanları iman sahibi, diğerlerini kâfir gördük.
Çünkü öyle öğrettiler.

Ve kendi inancımızda olanları cennete gidecek, diğerlerini cehenneme gidecek diye öğrendik.
Çünkü öyle öğrettiler.

Yani hepimiz “fâhişe” olduk.
A’râf Sûresi 28. ayette “Ve izâ faalû fâhişeten” belirtildiği gibi bir fâhşa durumuna düştük.

Yani kendimizi üstün gördük, benlik içine düştük, gurur içine düştük, haddi aştık, ben benim dedik, ille de benim inancım doğru dedik.

Hepimiz, zannımızda kendi var ettiğimiz Tanrı’ya inandık.
O Tanrıyla karşımızdaki kimseye hucum ettik.

Furkân Sûresi 43: “E raeyte menittehaze ilâhehu hevâh”
Meâli: “Hevasını Tanrı edineni gördün mü?”

Biz, bizi yaratanı tanımadık, ona hiç şahit olmadık.
Anne babamızın anlattığı Tanrı’ya inandık.

Evet, atalarımızın inanç yolu üzere olduk.

Kendi anne babamızdan bulduğumuz inancı doğru bildik, başkalarının inancını eğri gördük ve onlara saldırdık.

Bakara Sûresi 170- “Ve izâ kîle lehumuttebiû mâ enzelallâhu kâlû bel nettebiu mâ elfeynâ aleyhi âbâenâ e ve lev kâne âbâuhum lâ yakılûne şeyen ve la yehtedûn”

“Onlara Allah’ın sunduğu şeylere tâbi olun denildiği zaman, derler ki: Hayır, biz atalarımızı ne üzere bulduysak ona tâbi oluruz. Eğer ataları bir şeyi akıl etmiyorlar ve doğru yol üzere olmasalar da mı?”

Evet, Allah’ın varlıktan ayetlerle sunduğu hakikatlere değil, anne babamızdan gelen inanç üzere hareket ettik.
Hakikatler varlık kitabında satır satır yazılı idi, hiç oraya bakmadık.

Ne bulduk isek, onu doğru bildik.
Ne duyduk isek, onu doğru bildik.
Ne gördük isek, onu doğru sandık.

Mâide Sûresi 104: “Ve izâ kîle lehum teâlev ilâ mâ enzelallâhu ve iler resûlî kâlû hasbunâ mâ vecednâ aleyhi âbâenâ e ve lev kâne âbâuhum lâ ya’lemûne şeyen ve lâ yehtedûn”

Meâli: Onlara; Allah’ın size sunduğu hakikatlere ve resulün anlattıklarına gelin, denildiği zaman: Atalarımızı ne üzere bulduysak onlar bize yeter, dediler. Ataları hakikatlerden bir şey bilmiyor ve hakikatin yolunu bulanlardan olmasalar bile mi?

Evet, atalarımız ne sunduysa onu doğru diye kabul ettik.
Atalarımız ne üzere bulduysak onu doğru kabul ettik.

Hiç düşünmedik.
Hiç araştırmadık.
Hiç hakikatine şahit olmadık.

A’râf Sûresi 28: “Ve izâ faalû fâhişeten kâlû vecednâ aleyhâ âbâenâ vallâhu emerenâ bihâ kul innallâhe lâ yemuru bil fahşâ e tekûlûne alâllâhi mâ lâ talemûn”

Meâli:Bir benlik içinde haddi aşanlar derler ki: Biz atalarımızı da bu yolda bulduk ve bu bize Allah’ın hükümleridir. De ki: Benlik içinde olmak, haddi aşmak, kesinlikle Allah’ın hükümleri değildir. Sizler Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylüyorsunuz.

Fâhişe olduk.
Yani haddi aştık, benlik içine düştük
Atalarımızdan gelen inançla yargıladık, bizim gibi inanmayanı, kâfir gördük, cehennemlik gördük.

Düştüğümüz kibri hiç görmedik.
Ayrımcılığımızın öfkesine hiç bakmadık.
Allah hakkında şahit olmadığımız şeyleri söyledik de söyledik.

A’râf Sûresi 70: “Kâlû e citenâ li nabudallâhe vahdehu ve nezere mâ kâne yabudu âbâunâ fetinâ bi mâ teidunâ in kunte mines sâdıkîn”

Meâli: Dediler ki: Sen bize, tek Allah’a kul olmamız ve atalarımızın kulluk ettiği şeyleri bırakmamızı mı söylemeye geldin? Eğer sen doğruyu söylüyorsan, öyleyse bize söylediğin şeyleri getir, ispat et.

Evet, Allah bir dedik ama hiç şahit olmadık.
Çünkü anne babam, Allah bir diye öğretti, ben de öyle dedim.
Allah’a kul oluyoruz diye, kendi zannımıza, inancımıza, öfkemize, ayrımcılığımıza kul olduk.
Ama görmedik, düşünmedik, hakikatini araştırmadık.
Hiç anlamadık, hiç fark etmedik.

Hûd Sûresi 109- “Fe lâ teku fî miryetin mimmâ yabudu hâulâ mâ yabudûne illâ kemâ yabudu âbâuhum min kabl”…

“Bundan sonra onların taptıkları şeyler hakkında içinde şüphe kalmasın. Onlar önceden atalarının taptığı gibi sadece öyle tapıyorlar.”..

Annemden babamdan öğrendiğim gibi ibadet ettim.
Onları taklit ettim.
Yaptığım ibadet değilmiş, tapınmakmış.
Hiç anlamadım, hiç düşünmedim, hiç hakikatini araştırmadım.

Evet.
Kur’ân’ın defalarca işaret ettiği gibi, hep atalarımın inancı üzere hareket ettim.

Yaptığımın, inandığımın hakikatine hiç ulaşmadım.
Allah’a kendimde ve varlıkta hiç şahit olmadım.
O’nun sonsuz ayetlerini yani sonsuz işaretlerini kendimde ve varlıkta hiç görmedim, şahit olmadım.

Ve dedim ki:
Ben Müslüman’ım.
Ben Hıristiyan’ım.
Ben Mûsevî’yim.

Ve dedim ki:
Benim inancım doğru, onların doğru değil.
Benim ibadetim doğru, onların doğru değil.
Benim gideceğim yer cennet, onların ki cehennem.

Evet, atalarımdan böyle öğrendim.
Böyle dedim.
Böyle yaptım.

Ve hâlâ da demeye, yapmaya, yargılamaya, ille de benim ki doğru diye inanmaya devam ediyorum.