İNANÇ DÜNYASINDA KADIN

HİNDİSTAN’DA DUL KALMAK

“Din diye inandığımız inançta, kadın erkek eşit değilse, kadın erkek ile aynı haklara sahip değilse, kadın insan olarak görülmüyorsa, o inanç şeytani alana aittir.”

Hindistan’da dul kalmak

Hindu inancında, dul kalan kadına çok hor bakılır, toplumdan dışlanır.

Dul kadına uğursuz olarak bakılır.
“Öyle uğursuz ki kocasını öldürdü” diye inanılır.

Hindistan’da “Dullar kenti” denilen Vrindavan şehrinde toplum, kadınları kendilerinden ayırır.

Vrindavan’daki dul kalan kadınların bir kısmına devlet bakar.
Bu bakım, bir kap sıcak yemek ve yatacak yerden oluşur.

Bir kısmı ise, yemeklerden arda kalanlarla beslenir.
Yani toplumun yemek artığı denilen şeylerle beslenir.

Devletin yardımını alabilmek için kadınlar, tapınaklarda 3 saat boyunca durmaksızın “Bhajan” denilen ilahiler okumak zorundadırlar.

Kadın dul kaldığı an, yani kocası öldüğünde; Aileleri ve öz evlatları tarafından terk edilirler.

Ailelerinin katıldığı dini törenlere katılamazlar.

Kız kardeşi evlendiğinde, düğün günü, diğer dul kardeş onunla görüşemez, görüşmesi uğursuzluktur.

Kendilerine ait maddi kaynakları olmaz, kocasına ait olan mallar ona verilmez.

Olası tecavüzlerde, cinsel tacizlerde korunmazlar.

Bir örnek vermek gerekirse:

Bir köyde muhtarının emri üzerine 20 yaşındaki genç bir kadına, 12 kişi tecavüz etmiştir.

Toplum dul kalan kadına: “Parya, sürgün, mazlum, illet, kurban” gibi lakaplar takar.

Dul kalan kadına illet olarak bakılır.
Dul kadın süslü elbiseler giyemez, takılar takamaz, kolay kolay onunla kimse evlenmez.

Yemek yerken yere oturup yer ve eliyle yer.

Hinduizm inancına göre dul kadın; uğursuzluk, fakirlik, kötü şans getirmektedir ve günahkârdır.

Dul bir kadınla görüşmek, dul kadına değmek bile uğursuzluk getirir diye inanılır.

Hindistan’da görülen “Sati ritüeli”, dul kalan kadınların kocasıyla birlikte yakıldığı bir Hint geleneğidir.

Hinduizm inancında dul kalan kadın, daha önceki yaşamında, eski günahlarından dolayı başına gelen bir ceza olarak görülür.

Hinduizm inancında, reenkarnasyon inancı vardır.
O inançta, ruhların ölümsüz olduğuna inanılır.
Dul kalan kadının ruhunun, diğer hayatta daha üst bir kastın bedeninde yer alabilmesi için, kadının Sati geleneğini uygulamasına bağlıdır.

Dul kalan kadın, kendi vücudunu, ölen kocasıyla beraber ölüme sunmazsa, o kadının ruhu, öldükten sonra daha alt bir kastın bedeninde, yani bir hayvan bedeninde yer alacak veya sonraki hayatında dünyaya kadın olarak gelecektir.

Geleneksel Hinduizm inancına göre de, dünyaya tekrar kadın olarak gelmek, büyük bir lanet olarak görülmektedir.

Sati geleneği, Hindistan 1947’de bağımsız olduktan sonra yasaklanmıştır.
Günümüzde Sati geleneği, Hindistan’ın bazı kırsal kesimlerinde nadir de olsa hâlâ görülmektedir.

Hindu inancında bekar kadınlar da insan yerine konmaz, erkeklerle eşit haklara sahip değillerdir.
Hinduizm’e göre kadınlar, doğuştan kötü huylara sahiptir.
Kötülük kadından çıkar diye inanılır.

Yeni Delhi şehrinin psikologlarından Vasantha Patri, dul kadınlar için:
“Fiziksel olarak hayatta olsa da, artık onlar bir ölüdür” der.

Dünya’da, 2010 yılında yapılan, araştırmaya göre dul kadın sayısı 400 milyon civarındadır.
Tespitlere gire 100 milyon dul kadın, fiziksel tacize uğramıştır.

Yeni Delhi’de dul kadınlar üzerine düzenlenen bir Güney Asya konferansına katılan Pakistanlı avukat ve Afganistan Kadın Mülteciler Derneği Başkanı Rükşende Naz diyor ki:
“Hindistan’da da, Pakistan’da da dul kadınların gördüğü baskılar aynı. Kocası ölen bir kadın, artık pek insani muamele göremiyor. Dul kadınların erkeklerle yan yana oturmasına bile müsaade edilmez. Eğer bir çalışma hayatı varsa, ona şüpheyle bakılır.”

2018 yılında çevrilen, “İğne, İplik, Aşk” filmi bu konuyu işler.

1 milyar 200 milyon nüfusu olan Hindistan’da yaklaşık 400 milyon kişi açlık sınırında yaşamaktadır
Milyonlarca erkek, kadın ve çocuk sokaklarda yaşamaktadır.

Ne acıki, Türkiye’de de cemaat ve tarikatlarda, genelde kadın erkekle eşit sayılmaz.
Kadın insan yerine konmaz.

Cemaat ve tarikatlarda genelde şöyle söylemlere rastlanılır.

124.000 bin peygamber geldi, hepsi erkek, hiç kadın yoktu.
Kadından imam olmaz.
Kadın yarımdır.
Kadının ruhu yoktur.
Erkek 4 kadın alabilir.
İstediği kadar cariye alabilir.
Yeri geldiğinde kadın dövülebilir.
Cennette erkeğe istediği kadar kadın verilecek.
Cennete erkeğe bakireler, dullar, memeleri yeni çıkmış kızlar verilecek.

Cehennemin % 90 ı kadınlardan oluşacak.
Kadın fitnedir.
Kadın şeytandır.
Kadın şeytan suretinde gelir ve şeytan suretinde gider.
Kadınların şerrinden Allah’a sığınmak gerekir.

Bunların hiç biri, Hazreti Muhammed’in öğretilerinde ve hayatında yoktur.

Hazreti Muhammed:
Kadın erkek eşittir.
Kadın da insandır.
Onlarda sosyal hayatta olmalıdırlar.
Eğitim görmelidirler.
Kız çocuklarını zorla evlendirmeyin, onların da eşlerini seçme hakkı olsun.
Cennet anaların ayağı altındadır.
Gibi muhteşem sözleri insanlığa sunmuştur.

O günün toplumu, kadına değer vermezken, kadını kullanılan bir eşya yerine koyarken, Hazreti Muhammed asla böyle düşünmüyor, kadının insan olduğunu hatırlatıyordu.
Ve “Cennet anaların ayağı altındadır.” diyordu.

Ve maalesef, dünya inanç topluluklarında kadına bakış açıcı hâlâ iç açıcı değildir.

Hazreti Muhammed’in kadına bakış açısını, bugün bile inanç topluluklarında maalesef göremiyoruz.

Ülkemizde hâlâ, cemaat ve tarikatların çoğunda, kadın insan yerine konulmuyor, kadın erkek eşit görülmüyor, cehennemin çoğu kadınlardan oluşacak, kadın fitnedir, diye inanılıyor

Şimdi kendimize soralım:

Ben Hazreti Muhammed gibi mi düşünüyorum?
Yoksa Mekke’li müşrikler gibi mi düşünüyorum?

Benim kadına bakış açım nasıl?
İnandığım dini inançta, kadına bakış açısı nasıldır?