ÖĞRETMEDİLER
Göklerde, kendimizin dışında bir Allah tarif ettiler.
Bize şah damarımızdan yakın olan, Allah’ın kendimizde olduğunu öğretmediler.
Allah’a inanmayı öğrettiler.
Allah’a şahit olmayı öğretmediler.
Hep Allah korkusunu öğrettiler.
Allah’ın sevgisini, merhametini öğretmediler.
Kur’ân’ın arapçasını okumayı öğrettiler.
Mânâsını anlamayı öğretmediler.
Oku sevap dediler, okuduğumuzdan sunulan mesajları anlamayı öğretmediler.
İnancı öğrettiler.
Şahit olmayı öğretmediler.
Dışarda bir şeytan öğrettiler.
Kendi zalimliğimizin şeytanlık olduğunu öğretmediler.
Benim dinim, onun dini diye öğrettiler.
Ayrımcılığı, kendi inancını üstün görmeyi öğrettiler.
Dini kendimize nisbet etmeyi öğrettiler.
Dinin hakikatini öğretmediler.
Dinin Allah’a ait olduğunu öğretmediler.
Kur’ân’a, din Allah’a aittir der, ama öğretmediler.
Mü’min Sûresi 14: “Lehu el din” “ Din O’nundur”
Mü’min Sûresi 65: “Lehu el din” “Din O’nundur”
Zümer Sûresi 11: “Lehu el din” “Din O’nundur”
Nahl Sûresi 52: “Ve lehu ed dinu vasıben” “Ve din daima O’nundur”
Sünnet diyerek, sünneti Hazreti Muhammed’in yaşantısını, hâl ve hareketleri diye öğretilir.
Sünnetullah nedir öğretmediler.
Fetih Sûresi 23: “Sunnetellâhilletî kad halet min kabl ve len tecide li sunnetillâhi tebdîlâ”
Meâli: “Allah’ın varlıktaki işleyiş yasaları geçmişten geleceğe devam eder gider ve Allah’ın varlıktaki işleyiş yasalarında asla bir değişiklik bulamazsınız.”
Hadis diyerek, Hazreti Muhammed’in sözlerini öğrettiler.
Allah’ın varlıktaki her an olmakta olan hadiselerine dönmeyi, o hadiseleri incelemeyi öğretmediler.
Allah’ın varlıktaki işleyiş boyutunu okumayı öğretmediler.
Şeriat diye, inancın emir ve yasakları diye öğrettiler.
Kur’ân’a göre şeriat’ın ne olduğunu öğretmediler.
Kur’ân’da Casiye Sûresi 18. âyette “Şeriat” kelimesi vardır.
Ayrıca Necm Sûresi 49. âyette aynı kökten gelen “Şir’a” kelimesi vardır.
Kur’ân göre şeriat; ilâhî yol, ilahî düzen, varlıktaki yüce düzene ait tüm işaretler, olarak kullanılmıştır.
Ama böyle öğretmediler.
İkrâ ”Oku” diye, matbaalarda basılı kitapları okumayı öğrettiler.
Varlıktaki işleyişi okumayı öğretmediler.
Okumak; varlığın oluşumunu, varlıktaki işleyişini, varlığın şekillenmesini, varlığı tutan ilâhî kudreti okumaktı, ama böyle öğretmediler.
İsrâ Sûresi 14: “Ikra kitâbek kefâ bi nefsik.”
Meâli: “Oku kendi vücûd kitabını, kendi vücûd kitabını okumak, hakikati anlamak için yeterlidir”
İkrâ, Kur’ân, kıraat, aynı kökten gelen kelimelerdir.
Kur’ân; “k r” “قرأ” karae kökünden gelir.
Kr; varlığın işleyişi, eylemi, hareketliliği, gibi anlamlara gelir.
Kur’ân okumak, varlığın var oluşunu, işleyişini okumaktı, ama öğretmediler.
Kur’ân diye matbaalarda basılan kitabı öğrettiler.
Görünen varlığın ve insanın kendi vücûdunun Kur’ân olduğunu öğretmediler.
Kur’ân okumak, kişinin kendini okumasıydı, ama böyle öğretmediler.
Yâ-Sîn Sûresi 69: ”Ve kurânun mubîn.”
Meâli: ”Ve tüm kâinat apaçık Kuran’dır.”
Âyet diye, Mushaf’ta yazılı yazıları öğrettiler.
Varlıktaki her niteliğin bir ayet olduğunu öğretmediler.
Câsiye Sûresi 3: “İnne fîs semâvâti vel ardı le âyâtin lil mûminîn.”
Meâli: “Muhakkak ki göklerde ve yerde ne varsa elbette müminler için ayettir.”
Yüzümüzü varlıktaki ayetlere döndürmediler, ayet diye Mushaf’taki yazılara döndürdüler.
Oysa varlıktaki her şey bir ayetti, ama böyle öğretmediler.
“Sûre” diye, Mûshâf-ı Şerîfte olan 114 sûre başlığını öğrettiler.
Bedenlerin bir sûre olduğunu öğretmediler.
Sûre, sûret, sur, siret, aynı kökten gelen kelimelerdir.
Sûr; çevreleyen, kuşatan, yüksek duvar demektir.
Bir şehrin etrafına çevreleyen duvarlara sûr denilmiştir.
İnsanın vücûdu da, sûrdur, sûrettir.
Cümle varlığın ten yönü sûrdur, sûrettir,
İşte, sûre kelimesi, sûr kelimesinden gelir.
İnsanın ten boyutunu incelemesi, sûre okumasıdır, oysa böyle öğretmediler.
Hayvan kesmeyi “Kurban” diye öğrettiler.
Kurbiyet hakikatini öğretmediler.
Allah’a yakın olmanın şuurunu öğretmediler.
Hac diye Mekke’deki kâbeyi gitmeyi öğrettiler.
Kendi vücûdumuza gitmeyi öğretmediler.
Beytullah diye, Allah’ın evi diyerek, Mekke’deki kâbeyi öğrettiler.
Şah damarımızdan yakın olan Allah’ın evinin insan vücûdu olduğunu öğretmediler.
Namaz diye, bedensel boyutu öğrettiler.
Mânâsını öğretmediler.
Her yerde Allah’ın vechîni görmeyi öğretmediler.
Benlikten, gururdan, kibirden, kurtaran namazı öğretmediler.
Tevazu, edep, şefkat, merhamet getiren namazı öğretmediler.
Zekât diye, malın kırkta birini vermeyi öğrettiler.
Zekât’ın, zekâ kelime kökünden geldiğini öğretmediler.
Zekât’ın, aklını, gönlünü temizlemek olduğunu öğretmediler.
A’lâ Sûresi 14: “Kad efleha men tezekkâ.”
“Cehalet hallerinden temizlenen kimse ise kurtuluşa erer.”
Nûr Sûresi 21: “Ve lakin Allah yuzekki men yeşâu.”
“İsteyen kimse Allah’ın hakikatleriyle temizlenir.”
Zekât; temizlenmek, arınmak, zekâ sahibi olmak, düşünmek, zekânı işletmek, zeki olmak ve sonuçta aslı olmayan zulüm getiren tüm bilgilerden temizlenmekti.
Oysa böyle öğretmediler.
Sadakayı, para vermek olarak öğrettiler.
Sadakat, doğruluk, sadık olmak diye öğretmediler.
Âl-i İmrân Sûresi 95: ” صَدَقَ اللّهُ” ” Sadakallah”
Meâli: Doğruluk, Allah’tadır.
Fitre’yi, ihtiyaç sahiplerine sadaka vermek diye öğrettiler.
Oysa Fitre, yaratılışa yönünü dönmek, yaratılışın hakikatine şahit olmaktı.
Ama böyle öğretmediler.
Fıtır, İfṭâr, Fatır, aynı kökten gelen kelimelerdir.
Fıtır; açılmak, doğuş, vücûda gelmek, yarmak, yaratılış, ruhdan geliş, gibi anlamlara gelir.
Yani Fıtır; yaratanın yaratma sırrıdır, yani yaratılış sırrıdır.
Rûm Sûresi 30: “Dîn hanîfâ fıtrat Allâh.”
Talâk, kelimesin, karını boşamak diye öğrettiler.
Oysa talâk, tüm batıl duygu ve düşüncelerini, aslı olmayan bilgi ve görüşlerini bırakmak, boşamaktı.
Ama böyle öğretmediler.
Talâk kelimesinden gelen, “Telakki” kelimesinin hakikatini öğretmediler.
Oysa “Talâk” Telakki”: Hakikate uymayan, kendi şahsi görüş ve bilgilerini bırakmak, zalimliğe kapı açacak her duygu ve düşünceyi boşamaktı, ama böyle öğretmediler.
Kadını dövmeyi öğrettiler ve bunun Kur’an’ın emri olduğunu söylediler.
Kadının bir insan olduğunu öğretmediler.
Darabe kelimesi, dövmek değildi.
Allah’ın hakikatleri karşısında kişinin sarsılması idi.
Hakikatlerin, delillerle vurgulanması idi.
Ama böyle öğretmediler.
İslâm’ı, abdest almak, namaz kılmak, oruç tutmak, kelimeyi şahadet getirmek diye öğrettiler.
İslâm’ın, Allah’a şahit olup, ahlak, edep, selamet içinde yaşamak olduğunu, çevresine huzur sunduğunu, güvenilir insan olmak olduğunu öğretmediler.
İslâm’ın, Müslüman’lığın, lafzını öğrettiler.
Ama mânâsını öğretmediler.
İnsan diye, beşeri bedenlerden oluşan et parçasını tarif ettiler.
Bedenlerin içindeki “İns” hakikatini öğretmediler.
İnsan makamına ermeyi öğretmediler.
Varlıkla olan bağımızı öğretmediler.
Tüm varlığın birbiriyle kardeş olduğunu öğretmediler.
Varlığa iyi davranmayı öğretmediler.
Edep, ahlak, samimiyet, dürüstlük, yardım severlik, düşünmek, araştırmak, gibi duyguları hissetmeyi öğretmediler.
Tevhîd hakikatini öğretmediler.
Ey Din ile ilgilenen kardeşim!
Kur’ân’î kelimelerinin, aslının ne olduğunu lütfen iyice araştır.
Sakın lafızda kalma, her şeyin mânâsına ermeye çalış.
Eşyanın hakikatine ermeye çalış.
Lütfen, duyduğun kelimelerin asli anlamlarının, zamanla değiştirilmiş olabileceğini bir düşün ve araştır.
Hiç kimsenin aktardığı bilgilere hemen inanma.
Bu yazılanlara da hemen inanma.
Sadece, düşün, araştır, şahit ol, her şeyin hakikatine ulaş.
2022 yılı ikiliklerin yok olduğu, birliğin tecelli ettiği, hakikatlerin açığa çıktığı bir yıl olsun İnşallah