MÛSÂ’NIN ASASI YILAN MI OLDU

 

Yıllarca firavunun sarayında olan ilmi bir münazarayı, bir yılanın diğer yılanları yutuşu olarak anlattılar.

 

Mûsâ asasını attı yılan oldu.

Sihirbazlar attı yılan oldu.

 

Mûsâ’nın yılanı diğer yılanları yuttu diye anlattılar.

Nedir Mûsâ’nın asası denilen şey?

Asa yılan mı oldu?

Sihirbazlar denilen kesim kimdir?

Mûsâ’nın Tuva vadisinde bıraktığı asa neydi?

Mûsâ’nın Tuva vadisinde aldığı asa neydi?

 

Mûsâ’nın taşa vurup 12 kaynak akıttığı asa neydi?

 

Mûsâ’nın Nil’e vurup 12 kanal açtığı asa neydi?

Hep bizlere anlatılan kıssada, Hazreti Mûsâ firavunun sarayında, firavunun din adamları denilen kesimle konuşurken değneğini bıraktı, değnek büyük bir yılan oldu, firavunun din adamlarının yılan olan değneklerini yuttu, diye anlatılır.

 

Bunun gerçeği ne olabilir.

Mûsâ’nın asası denilen nedir?

Kutsal Tuva vadisinde, Mûsâ’ya “Bırak o tuttuğunu, bunu al” denilen asa nedir?

Kutsal Tuva vadisinde, Mûsâ’nın bıraktığı asâ, bâtıl olan bilgileriydi, inanç boyutunda gelen ayrımcılık içeren kibir içeren bilgilerdi.

 

Mûsâ’ya, Allah’ın “Bu asayı al” dediği asa ise, ilme dayalı, kişiyi şahitliğe götürecek olan bilgilerdi.

Mûsâ’nın bıraktığı asa, tâgut inancıydı.

 

Mûsâ’nın aldığı asa, Mûsâ’yı hakikatlere şahit ettirecek olan “İlm-i Ledûn” idi.

 

Tâgut inancı:

Bâtıl bilgilerle hareket etmek, asılsız şeyleri aslı varmış sanmak,

Batıl olan şeylere inanmak,

Zanlarımızı ilah edinmek,

Çıkarlarımızı ilah edinmek,

Aslını bilmediğimiz şeylere göre hareket etmek,

Hevâmıza göre hayal ettiğimiz ilâhlara inanmak,

Allah’ı bırakıp başkasına yücelik vermek, ondan medet ummak,

Her yeri ihatan eden bir Tanrı’ya değil, göklerde bir yerde olan bir Tanrı’ya inanmak, 

Kendini yüce görmek, başkasına hor bakmak,

Yargılayıcı bilgilerle hareket etmek,

İşte eğer bizler; aslı olmayan, batıl olan, kendi zanlarımıza göre var ettiğimiz ilahlara inanıyorsak bu “tâgût” inancıdır.

 

İşte eğer bizler; ibadetlerimizi çıkara dayalı yapıyorsak, bu “tâgût” inancıdır.

 

Eğer bizler; kadınların % 90 cehennemliktir, cennette erkeğe onlarca bakire, dul verilecektir diye anlatılan, aslı olmayan şeylere inanıyorsak, bu “tâgût” inancına bağlıyız demektir.

 

İşte bizler; dini terimlerin aslını bilmeden inanıyorsak ve ona göre hareket ediyorsak, bu “tâgût” inancıdır.

 

Tâgût inancında inançlar kavgası vardır. Cemaat, tarikat, mezhep bölünmeleri vardır.

Tâgût inancında Tanrı’lar kavgası, çıkarlar kavgası vardır.

İlm-i Ledûn:

 

Kişiyi hakikatlere erdirecek olan, Allah’a ait olan ilim boyutudur.

 

Kişinin gönlü ve aklı tertemiz tâgut inancından kurtulmalı ki, ona “İlm-i Ledûn” sunulsun ve kişi “Levh-i Mâhfûz” boyutundan okumaya başlasın.

 

Mûsâ’ya “İlim ifade etmeyen şeyleri bırak, hurafelerle hareket etme, kibirsel alanı terk et” diye bildirildi

 

Sakın “İlim ifade etmeyen şeylerle hareket etme” diye bildirildi.

 

İsrâ Sûresi 36: “Ve lâ takfu mâ leyse leke bihî ilm.”

 

Meâli: “Bir ilim ifade etmeyen şeylerin ardına düşmeyin.”

 

Varlığın, Fiziksel, Kimyasal, Biyolojik ve Matematiksel boyutu, varoluşu anlamanın ilimsel boyutudur.

 

İlim ifade etmeyen şeyler, hurâfeler boyutudur, aslı olmayan şeyler boyutudur, yâni “tâgut” boyutudur.

 

İlim muhakkak ki, ispata götürür.

Tâgut alanı ise, korkulara, hurafelere götürür.

 

Onun için Kur’ân, ilim üzere olmayı tavsiye eder.

 

Hacc Sûresi: “İlim olmadan, Allah hakkında konuşan kimseler, şeytana hallere kapılır giderler.”

 

İşte Hazreti Mûsâ’nın, Tuva dağında bıraktığı asa, tâgut alanı idi.

Allah’ın al bu asayı dediği ve Mûsâ’nın aldığı asa, İlm-i Ledün idi.

 

Mûsâ’ya “İlm-i Ledün üzere hareket et” denildi.

“Yönünü, varlığın var oluşunun ilimsel boyutuna döndür, oradaki ilimle hakikatlere ulaş” diye bildirildi.

 

Ve Hazreti Mûsâ öyle yaptı, Allah hakikatine ilim ile erişti.

 

Hurafeleri terk etti, ilim ile yetişti.

 

Firavunun sarayında, firavunun din adamları denilen kesimle, eriştiği ilim ile mücadele etti.

Sihirbazlar denilen kesim, firavunun din adamları denilen kesimdi.

 

Firavunun din adamları, tâgut alanından gelen bilgileri ortaya koydu.

 

Hazreti Mûsâ ise, ilimden edindiği, şahitlik yolunu açacak olan bilgileri ortaya koydu.

 

Hazreti Mûsâ’nın ortaya koyduğu ilimsel bilgiler, tâgut alanından gelen bilgileri sildi süpürdü, yok etti, yuttu.

 

Yoksa, yılan yılanı yuttu değil.

 

Bizlere anlatılan ve Kur’ân’da Tâ-Hâ Sûresinde geçen olay gerçekten yaşanmış mıdır?

 

Yoksa orada anlatılmak istenen hakikat başka mıdır?

 

Orada sunulan ilâhi mesajları yakalayamadık mı?

 

Hazreti Mûsâ, firavunun sarayına varıyor.

Firavun kendi sihirbazlarını topluyor.

Onlar değneklerini yere atıyorlar.

Değnekleri yılan oluyor.

Mûsâ da değneğini atıyor.

Mûsâ’nın değneği daha büyük yılan oluyor ve sihirbazlarının yılanlarını yutuyor.

 

Böyle anlatılması ne kadar doğru olabilir?

 

Allah Mûsâ’ya, firavuna ayetlerimle git, yani delillerimle git, diyor.

Allah’ın delilleri büyük bir yılan mı?

 

Böyle bir meâl çevrimi, hakikatleri ne kadar hissettiriyor olabilir?

 

Peki gerçek nedir?

 

A’râf Sûresinde anlatılan kıssanın altında yatan hakikat ne olabilir?

A’râf Sûresi 106: “Kâle in kunte cite bi âyetin feti bihâ in kunte mines sâdikîn”

Bir meâl: “Firavun: ‘Bir mucize getirdiysen ortaya koy bakalım, doğru sözlülerden isen bunu yaparsın’ dedi.”

Diğer bir meâl: “Firavun dedi, eğer sen delillerle geldiysen, eğer doğru sözlülerden isen, haydi onları bize sun, dedi.”

İncelendiği zaman görülecektir ki cümlede, “âyet” kelimesi geçer.

Âyet; işaret, delil, iz, demektir.

Cümlede “mücize” diye bir kelime yoktur.

Firavunun dediği, “Delillerini ortaya koy” sözüdür.

A’râf Sûresi 107:

فَأَلْقَى عَصَاهُ فَإِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ مُّبِينٌ

Fe elkâ asâhu fe izâ hiye subânun mubîn

Fe elka : Böylece, attı, bıraktı, sundu,  
asa hu : Bildiği taşıdığı, asası, dayanağı, o 
Fe iza hiye : Böylece, onu, o,
seaben mubin : Akıtmak, sel yolu, ejderha, apaçık delillerle anlatmak,  

Meâli: Böylece o bilip taşıdıklarını sundu, böylece hakikatleri apaçık delillerle bir irfan içinde anlattı.

A’râf Sûresi 108:

وَنَزَعَ يَدَهُ فَإِذَا هِيَ بَيْضَاء لِلنَّاظِرِينَ

Ve nezea yedehu fe izâ hiye beydâu lin nâzırîn

Ve nezea : Çekip çıkardı, ortaya koydu, çekti,
Yede hu : El, güç, hareket, hakikatler, hareketlilik, o
Fe iza hiye beydau : Böylece, o, olduğun da, tertemiz, bembeyaz,
Li en nazırine : Bakanlar için, seyredenler için,

Meâli: Bakıp ta seyredenler için o hakikatleri tertemiz bir halde anlattı, tüm varlığı hareket ettiren O gücün hakikatlerini ortaya koydu. 

Bir meâl (107-108): “Mûsâ, asasını yere atar atmaz apaçık bir yılan (ejderha) oluverdi; elini çıkardı, bakanlar bembeyaz olduğunu gördüler.”

 

Diğer bir meâl: 107: “Böylece o bilip taşıdıklarını sundu, böylece hakikatleri apaçık delillerle bir irfan içinde anlattı.”

108: “Ve bakıp ta seyredenler için o hakikatleri tertemiz bir halde anlattı, tüm varlığı hareket ettiren o gücün hakikatlerini ortaya koydu.”

Hazreti Mûsâ, firavunun din adamları denilen kesimle, ilm-i bir münazara yaptı, hakikatleri ilmi olarak delilleriyle bir bir ortaya koydu.

Firavunun din adamları, kendi ayrımcılık ifade bildiklerini ortaya koydular, tabii ki hurafeler alanı, ilme dayalı bilgiler karşısında yıkılır giderdi ve öyle de oldu.

 

Anlıyoruz ki; ortaya konulan şeyler, bildiğimiz anlamda ağaçtan yapılan asalar değildi.

 

Ortaya konulan, ilme dayalı bilgiler ya da hurafeye dayalı bilgilerdi.

 

Evet, anlıyoruz ki, yılan yılanı yutmadı.

 

İlme dayalı bilgiler, hurafelere dayalı bilgileri yuttu, yok etti.

 

İşte, Hazreti Mûsâ’nın, kutsal Tuva vadisinde bıraktı asa, batıl alandan gelen yani tâgut alanından gelen bilgilerdi.

 

İşte, Hazreti Mûsâ’nın, kutsal Tuva vadisinde aldığı asa, “İlm-i Ledün” bilgileri idi.

İşte Hazreti Mûsâ’nın asasını taşa vurup 12 pınar akması, taşlaşmış gönlünü ilim ile parçalaması, 12 şuhut ile hakikatlere şahit olması idi.

 

İşte, Hazreti Mûsâ’nın asasını nile vurup 12 kanal açılması, 12 boyut ile, 12 şuhut boyutu ile tenden câna erişmesi idi.

 

Gel kardeşim!

Kur’ân’da sunulan hakikatleri ilme dayalı anlayalım.

Başka anlamlara kaydırmayalım.

Başka anlamlara kaydıranlara inanmayalım.

İlmi değerlerini arayalım.

Kur’ân’ı layıkıyla okuyalım, anlayalım.