İLM-İ LEDÜN KİTABINDAN BİR BÖLÜM

64: “Kâle zâlike mâ kunnâ nebgı ferteddâ alâ âsârihimâ kasasâ”

Meâli: “Dedi ki: İşte bizim aradığımız hakikatler buydu. Böylece onlar, nakledilen sözleri dinlediler, kendilerine tesir eden kendi bildiklerinden döndüler.”

Mûsâ’nın gönlüne uyan Hızır’ın anlattıkları idi.
Mûsâ aradığını bulmuştu, sorularının cevabının olduğu yere erişmişti.

Firavunun sarayında öğrendiklerini ve Hızır’dan duyduklarını kıyaslamış ve anlamıştı ki gönlüne uygun gelen yer Hızır’ın sofrasıydı.

O sofra Mâide sofrasıydı.

Mâide sofrası, Hakk’ın sofrasıdır.
O sofrada hakikatler sunulur, lütuflar sunulur.

Aklı ve gönlü temiz olanlar, o sofradan rızıklanırlar.
Nalınlarını ve asâsını terk edenler o sofraya buyur edilirler.

O sofra mânâ ilmidir, ilm-i ledün sırlarının olduğu yerdir.

Her kişi kendine ne uygun ise mutlak orası ile buluşur.
Kişinin mizacı neyse oraya karışır.
Kişinin gönlünde ne filizleniyorsa, kişi oraya doğru meyleder.

Mûsâ, Hızır’ı dinlediğinde gönlü bambaşka bir hâle dönüştü, âdeta coştu, ırmak oldu aktı, bir deryaya karıştı.

Heyecan tüm bedeni sardı, dünya denen boyutu unuttu, tarifsiz bir duyguya kapıldı.

Gönül bir kuş misali uçtu, renk renk açmış gül bahçesine kondu.
Sözler güllere dönüşmüştü, kokuları daha farklı idi.

Her yeri saran o koku neydi öyle, bu koku dünya kokusu değildi, tarifi de mümkün değildi.
Ulvî âlemin kokusu böyle bir şey miydi?

Bedeni unutturan, kaygıları bitiren, dünyaya gözleri kapattıran, bambaşka bir âlemin kapılarını açtıran o duygu neydi öyle?

İki deniz buluşmuştu.
Mûsâ’nın gönlü akan bir ırmak olmuş, denizini bulmuştu.

Mûsâ onun için ”İşte bizim aradığımız hakikatler buydu” dedi.
“Bizi Allah hakikatine erdirecek olan ilmi bilgiler buydu” dedi.

Yol arkadaşı, Mûsâ’nın sarhoşluğunu görmüştü.
Hızır ile yol alacak gönül Mûsâ idi.

Çünkü Hızır’ı yargılamamıştı, onda eksik aramamıştı, kendi bildikleriyle onu tartmamıştı.
Mûsâ’nın gönlü anlatılanlara tastamam uymuş, Mûsâ teslim olmuştu.

Mûsâ can kulağıyla dinlemişti.
Hızır’ı dinleyen elbette Hakk’ı dinleyendi.
Cân kulağıyla dinleyen elbet duyacaktı.

İnsan dinlemeli, cân kulağıyla dinlemeli.
Önyargısız dinlemeli, yargılamadan dinlemeli, eksik aramadan dinlemeli.

İlm-i ledün, dinleyene açılır.
İlm-i ledün, samimi olana nasip olur.
İlm-i ledün, deryasına kavuşan damlaya sunulur
İlm-i ledün, Hakk aşkıyla yanan gönüllere akar.