TEDBİR TEDBİR TEDBİR
Dünyanın hayran olduğu bilim adamı bizim ülkemizde çıkmış.
Depreme dayanıklı eserler meydana getirmiş.
Gerekli tedbirleri almış.
Eserlerini ona göre yapmış.
Ama biz bunun farkına varamamışız.
Japonlar gelmiş o değeri anlamış.
Ama biz nasıl bir değer taşıdığımızı bilememişiz.
Japonlar kendi ülkelerinde yaptıkları binalarını, o değerli bilim adamından esinlenerek yapmışlar.
Ama bizler o bilim adamını ülkemizin çocuklarına tanıtamamışız.
Onun, eserlerini yaparken nasıl bir ilmi yol takip ettiğini anlamamışız.
Bizler, ilimden irfandan uzaklaşmışız.
Hep şahsi çıkarlar peşinde koşmuşuz.
İlme dayalı olmayan binalar yapmışız.
Ve bir depremde binlerce binamız yıkılmış ve acı sıkıntılar içinde kalmışız.
İlimden ayrılan her toplum acılar çekmeye mahkûmdur.
Kaderi anlayamayan her toplum acılar çeker.
Kaderi tedbirden, tedbiri kaderden ayıramayız.
Gerekli tedbiri almayan her toplum sıkıntılara düşer.
Şu günlerde toplumumuz büyük acılar çekiyor.
Depremde binalar altında kalan vatandaşlarımız için canımız yanıyor.
Her evde olan Kur’ân’ı anlamak için okumamışız.
Kur’ân’ın ilme dayalı muhteşem mesajlarını anlamak için okumamışız.
İsrâ Sûresi 36: “Ve lâ takfu mâ leyse leke bihî ilm.”
Meâli: “Bir ilim ifade etmeyen şeylerin ardına düşmeyin.”
İlimden koptuk.
Yeryüzünün oluşumun ilmini okumadık.
İlim ifade etmeyen şeylerin peşine düştük.
Zengin olma, para kazanma, lüks içinde yaşama peşine düştük.
Çocuklarımıza zengin olmayı, şöhret olmayı, para kazanmayı aşıladık.
İlimle hareket etmeyi, adaletli olmayı, ahlaklı olmayı, hak yememeyi, hakikatleri takip etmeyi aşılamadık.
Mücadele Sûresi 15: “İnnehum sâe mâ kânû yamelûn.”
Meâli: “Doğrusu onların yaptıkları şeyler ne kötüdür.”
Ne kötü evler yaptık, bir depremde binlerce binamız yıkılıp gitti ve nice canlarımızı kaybettik.
Allah’ın ilmi hakikatlerini görmezden geldik.
Hakikatleri örttük, çıkara göre davrandık.
Binaları ilme dayalı yapmadık.
Depreme dayanıklı yapmadık.
Gerekli tedbirleri almadık.
Kur’ân’ı anlamadık, sadece sevap için, cennet için Arapça okuduk, okuyup tefekkür etmedik, ondan gelen muhteşem mesajları yakalayamadık.
Nisâ Sûresi 71: “Yâ eyyuhâllezîne âmenû huzû hızrakum.”
Meâli: “Ey iman edenler! Tedbirinizi alın.”
Kısa yoldan zengin olma derdine düştük, para gözümüzü kararttı, binalarımızı çürük yaptık.
Bir depremde foyamız açığa çıktı.
22 Aralık 2023 de Tv de çıkan Japon bilim adamı: “Biz binalarımızı Mimar Sinan’ın kullandığı tekniğe göre yaptık” dedi.
Tv de programı sunan sunucu çok şaşırdı, “Yaa, öylemi” dedi.
Ne kadar acı değil mi?
Japonlar ülkemize geliyor, binalar nasıl yapılır, Mimar Sinan’dan öğreniyor.
Biz kendi değerimizi yok sayıyoruz.
Mimar Sinan kimdir bilmiyoruz, onu tanıtmak için okullara dersler koymuyoruz.
Bu bölüm alıntıdır:
Tüm dünya, mimar Isozaki’ye hayran. Isozaki ise Mimar Sinan’a hayran…
Sadece çağdaş Japon mimarisinin en önemli ismi olmakla kalmayıp postmodernist uygulamalarıyla dünya mimarlarının ‘‘guru’’su olarak da sayılan Japon mimar Arata İsozaki, Mimar Sinan’ın 1555-57 yıllarında inşa ettiği Süleymaniye Camii’indeki mimari çözümlemelerini tek kelimeyle tanımlıyor: Muhteşem!…
‘‘Dünya mimarlık tarihini çok yakından tanıyan bir mimar olarak Sinan’ın bu eserini tek kelimeyle muhteşem bir mimari yapıt olarak görüyorum’’ diyen Isozaki, Sinan’a ve Süleymaniye Camii’ne olan hayranlığını şöyle dile getiriyor:
‘‘Bu kadar büyük bir yapıyı, bu kadar iyi bir denge içinde kurmayı nasıl başarmış? Bu dengeyi kurma yolunu 16’ncı yüzyılda keşfetmesi, o yüzyıl için çok büyük bir başarı. Bu yapıt, Sinan’ın zamanın çok önünde olduğunu ortaya koyuyor.’’
Klasik Osmanlı mimarisinin en büyük eserlerinden biri olan caminin yapımına 60 yaşındayken başladığı halde bu eseri ‘‘kalfalık’’ eseri sayacak kadar mütevazı olan Sinan’a dünya mimarlık tarihinde hak ettiği yerin verilmediğinden yakınan Isozaki, ‘‘Batı’nın Sinan’ın mimari tarih içindeki önemini ihmal ettiğini düşünüyorum. Bence Sinan’ın başarıları sadece Batı mimari tarihinde sıkışmış olarak değil, daha geniş bir perspektif içinde yer almalı’’ dedi.
1950–60 arası bir tarihte inşaat mühendisi, mimar ve jeofizikçilerden oluşan bir Japon heyeti Türkiye’ye gelmiş.
Heyet İmar ve İskân Bakanlığı’ndan izin alarak ülkemizdeki tarihi yapıları incelemeye başlamış.
Ayasofya’yı, Yerebatan Sarnıcını filan gezdikten sonra sıra Sinan’ın kalfalık eseri Süleymaniye Camisiyle Sinan’ın öğrencisi Mimar Davut Ağa’nın eseri Sultanahmet Camisi’ne gelmiş.
Japonlar bu camiler üzerinde günlerce inceleme yapmışlar.
Her geçen gün şaşkınlıkları daha da artıyormuş.
Çünkü Japonlar daha ilk incelemede camilerin gevşek bir zemin üzerine inşa edildiğini anlamışlar.
Ama bunca yıl, bu camilerde bir çatlak dahi olmamasına akıl sır erdirememişler.
Bunun üzerine Türkiye programının gerisini tamamen iptal edip, bu iki cami üzerine yoğunlaşmışlar.
Araştırmalarının sonucunda herhangi bir sarsıntı sırasında bu iki caminin sabitlenmediğini aksine yerinde oynayarak yıkılmaktan kurtulabildiği ortaya çıkmış.
Minareleri incelediklerinde ise şaşkınlıkları ikiye katlanmış.
Minarelerin çok daha gelişmiş bir raylı sistem mekanizması üzerine oturtulduğunu ve her yöne yaklaşık 5 derece yatabildiğini görmüşler.
Daha derin araştırma yapmak için Edirneye, Sinan’ın ustalık eseri Selimiye Camisine gitmişler.
Oradaki olağanüstü sistemleri görünce iyice şaşırmışlar.
Selimiyenin tüm sırlarını aylarını harcayarak çözmüşler.
Japonyaya döndüklerinde ise Sinan’ın sırlarını uygulamaya sokarak şehirlerini Sinan’ın kullandığı sistemlerle kurup muazzam gökdelenler dikmişler.
Yani şu an gelişmiş ülkelerin gökdelen yapımında kullanıldıkları çoğu sistem, yüzyıllar önce Sinan’ın geliştirdiği mekanizmalarmış.
Bir gün Selimiye Camiine girenler, kubbenin altlında bir Japonun ayaklarını kıbleye doğru uzatmış sırtüstü yattığını görmüşler.
Tabii hemen Japonu, “Burası kutsal bir yer. Bu şekilde yatmak bizim inançlarımıza göre saygısızlıktır. Lütfen oturun veya ayakta durun” diyerek uyarmışlar.
Ancak, Japon trans vaziyetteymiş, gözlerini kubbeden ayırmadan şöyle sayıklıyormuş: “Bu imkânsız. Ben yılların mühendisiyim. Bu kubbe var olamaz. Hayal görüyorum. Bu kubbenin orada o şekilde durması fizik ve matematik kurallarına aykırı. Bu imkânsız, orada hiçbir şey yok, orada hiçbir şey yok…”
Selimiye camisinin zemini gevşek toprakmış.
Bu nedenle minarelerinin yakın zamanda yıkılacağı fark edilmiş.
Uluslararası bir grup bilim adamı toplanmışlar.
Nasıl kurtarırız bu tarihi minareleri diye kafa kafaya vermişler.
Sonuçta en son teknoloji olan metal kelepçelerle minarelerin temellerini sabitlemenin en iyi çözüm olduğuna karar vermişler.
Minarelerin temellerini açınca, koymayı düşündükleri kelepçelerin aynısıyla karşılaşmışlar.
Mimar Sinan kaç yüzyıl önce ayni şeyi düşünmüş meğerse.
Mimar Sinan’ın Selimiye Camiinin kubbesini o genişliğe oturtmak için 13 bilinmeyenli bir denklemi matematiğin bilinen 4 ana işleminden farklı beşinci bir işlem bularak çözdüğü söylenir.
Ayrıca minarelerin şerefelerine çıkanların yolda birbirlerini görmemeleri ise büyük bir dehanın ürünüdür.
Almanlar ayni sistemi meclislerinin önündeki dev kürede kullanmışlar. Mimar Sinan bu sistemi 2 metre çapındaki minarelere yüzyıllar önce monte edebilecek bir dehadır.