SADAKALLAHU’L-AZÎM NE DEMEKTİR?
Âl-i İmrân Sûresi 95: ” صَدَقَ اللّهُ” ” Sadakallah”
Eskiden kâmil kişiler; sohbet konuşmalarının sonunda, okunan Kur’ân’dan ayet ya da sûre sonrası “sadakallâhu’l-azîm” derlermiş.
Sadak, sadaka, sadakat, sıddık, saddak, sadık, aynı kökten gelen kelimelerdir.
Doğru olan, gerçek olan, hakikati yansıtan, hakikate bağlı olan, doğru bilgi, aslına bağlı olan gibi anlamlar taşır.
Sadakallâhu’l-azîm: Doğrusu yüce olan Allah’tadır, gerçek Allah’tadır, anlamlarına gelir.
Kâmil kimseler, sohbetin sonunda, “sadakallâhu’l-azîm” demekle:
Bu sohbette aktardığımız bilgilerde hatalar, eksikler elbette vardır.
Biz tespit edebildiğimiz kadarıyla, bilebildiğimiz kadarıyla, anladığımız kadarıyla, sizlere bilgi aktardık.
Bu aktarılanların hakikat-i yani doğrusu, tüm varlıkta ilmiyle yüce olan Allah’tadır.
Bizlerde hata vardır, Allah’ta yoktur, demek isterlermiş.
Yâni demek isterlermiş ki; konuştuğumuz sözlerde hatalar vardır, her sözü doğru bilmeyin, doğru değil de demeyin, siz hakikate şâhit oluncaya kadar araştırın.
Evet, konuşurken her zaman tenezzüllü olmalıyız, dikkat içinde, özen içinde konuşmalıyız.
Unutmamalıyız ki, ilim sonsuzdur, aktarılanlar sadece bilgidir, mutlak doğruyu layıkıyla bilmek mümkün değildir.
Doğru kişinin şahit olduğudur.
Okunan ezanda, günde 20 kez, “Eşhedü” kelimesi geçer.
Yani bizlere demek istenir ki” hakikate şahit ol, şahit olmadan konuşma”
Konuşurken her zaman açık kapı bırakmalıyız.
Asla va asla karşımızdaki kişi ya da kişilere, kesin doğru bu, algısıyla konuşmamalıyız.
Bizim tespit edebildiğimiz, anlayabildimiz, yorumlayabildiğimiz, şimdilik budur, sizler daha ince hakikatlere ulaşabilirsiniz hissiyatını vermeliyiz.
Bakara Sûresi 32: …”bizim ilmimiz yoktur, biz ancak senin ilmine tâbiyiz. Muhakkak ki sen ilmin sahibisin, tüm varlığa hâkim olansın”
İlim Allah’a aittir.
Allah’ın ilmi tüm varlıkta satır-satır yazılıdır.
Kişinin bu ilme şahit olup aktardığı ise bilgidir.
Bilgilerde hata olur, ama ilimde olmaz.
Onun için kişi konuşurken, bilgilerde hatalar olabilir algısını her zaman vermeye özen göstermeliyiz.
Konuşurken bilmişlik iddiasıyla asla konuşmamalıyız.
Asla ve asla tartışma, kavga durumu meydana getirmemeliyiz.
En’âm Sûresi 68- Ayetlerimiz hakkında bir kavga hâlinde olan kimseleri gördüğünde, artık onlardan uzak dur.
Ben bunu biliyorum, siz bilmiyorsunuz kibrine asla düşmemeliyiz.
Mu’min 56- Bir delil olmaksızın, Allah’ın ayetleri hakkında tartışmaya giren kimseler ise, onların gönüllerinde kibir vardır
Konuşurken; karşımızdaki kişi ya da kişilere; ne bilgili kişi algısı asla vermemeliyiz. Bu bilgilerin daha derinine siz ulaşabilirsiniz, hissiyatını her zaman vermek için konuşmalıyız..
Sesimizi yükseltmemeliyiz.
Lokman Sûresi 19:
“..sesini fazla çıkarma.”
Sesini yükselten kişi, ilmin derinliğini gönlün de hissetmekten, hissettirmekten çok, kendi bilmişliğinin hâli içindedir.
Sesini yüksekten kişi, kendi bildiğinin iddiasıyla tartışmalar içine girebilir.
Ve kırıcı, aşağılayıcı, hor görücü, durumuna düşebilir.
Evet, konuşurken hiç unutmamalıyız ki, bildiğimiz ve aktardığımız bilgiler mutlak doğru değildir.
Daha doğrusu, her zaman ilmin derinliklerinde vardır.
Sadakallâhu’l-azîm