KUR’ÂN’DA FÂHİŞE KAVRAMI
Toplumda “fâhişe” denildiği zaman, insanların akıllarına hemen kadın gelir.
Fâhişelik kavramı kadına yapıştırılır.
Toplumda fâhişelik kavramı, kadınların erkeklerle para karşılığı ilişkiye girmesi diye bilinir.
Oysa Kur’ân’da bu kavram toplumun kullandığı anlamda değildir.
Fahişe kavramı, kadın ile ilgili değildir.
Fâhişe, kadına takılan bir lakap değildir.
Fâhişeden maksat, kadın değildir.
Fâhişe; ahlâksız, hayâsız, erkeklerle bilmem ne yapan kadın demek değildir.
Fahiş kelimesi de buradan gelir.
Bir mal ederinden fazla satıldığı zaman, “Bunun fiatı çok fahiş” denilir.
Kur’ân’da “fâhşa” kelimesi 30 âyette geçer.
Fâhşa kelimesi; haddi aşmak demektir.
Haddini bil, haddini aşma, hadsizlik yapma kavramı da buradan gelir.
Haddi aşmak; ölçüyü kaçırmak, sınırı geçmek, kendine nispet çıkarmak, Allah’a ait olanı kendine nispet etmek demektir.
Kur’ân’a göre fâhşa-fâhişe-fuhş kelimesi şu anlamlara gelir:
Haddini aşmak, benlik içinde olmak, kibre düşmek…
Gururlanmak, “Allah var ben de varım” demek…
“Ben benim, sen sensin” demek, bedenlerin sahibinin Allah olduğunu unutmak…
Kendi çıkarı için zalimlik yapmak…
Aşırı gitmek, ölçüyü kaçırmak, sınırı geçmek…
Fenâ hallerde kalmak, dünyaya bağlanmak, Allah’ı unutmak…
Allah’ın ulvîyetinin yanında yokluğunu bilmemek, kendine vücûd nispet etmek…
Allah’a teslimiyet içinde olmamak, kendi egosuna teslim olmak…
Kur’ân’a göre her kim; Allah’ın ulvîyetinin yanında kendine benlik isnat ediyorsa, vücûdun sahibini kendi sanıyorsa, o kişi fâhşa-fâhişe durumuna düşmüş demektir.
Bedenlerin ardında bedenlerin sahibini göremeyen, benlik içine düşen fâhşa durumuna düşmüş demektir.
Her kim haddi aşıp, vücûdu ve vücûddaki sıfatları kendine nispet ediyorsa, o kişi haddi aşmıştır, fâhişe durumuna düşmüştür.
Kur’ân’da, fahşa-fahişelik durumuna düştüğümüzde, bu düştüğümüz gafletten nasıl kurtulacağımız bildiriliyor.
Ankebût Sûresi 45: “İnnes salâte tenhâ anil fahşâi vel munker.”
Meâli: “Muhakkak ki her an Hakk’a bağlılık şuuru ile hareket etmek; haddi aşmışlığı, aşırılığı, kendine varlık isnat etmeyi, tüm fenaları engeller.”
Âyeti incelediğimiz zaman anlıyoruz ki, Allah’a şahit olup, O’na her an teslimiyet içinde olmak, fâhşa durumuna düşmeyi ve kötü haller içinde olmayı engeller.
İnsan kendi vücûdunu sahibini bilmeli “benim vücûdum” dememelidir.
Vücûd Allah’a aittir, insana emanet edilmiştir.
İnsan o emanete iyi bakmalıdır.
İnsan, kendi var etmediği, kendi şekillendirmediği, doğumu ve ölümü kendi planlamadığı bir vücûdu, kendine nispet etmemelidir.
İnsan, vücûddaki işleyişte ve sıfatlarda asla muktedir olan değildir.
İnsan, vücûdda olan kâlbin atmasında, kanın dolaşmasında, hücrelerin çalışmasında, sindirim, boşaltım gibi olan faaliyetlerde asla muktedir olan değildir.
Göz kapağının açılıp kapanması bile insanın elinde olan bir şey değildir.
Vücûdda fâil olan, mevsuf olan, mevcûd olan olan ancak Allah’tır.
Vücûdun sahibi Allah’tır, Allah bunu vücûdda olan işleyişinde ve sıfatlarında her an gösterir.
İşte kişi, vücûda benim deyip, haddi aşmamalıdır, yani fâhişe durumuna düşmemelidir.
Ahzâb Sûresi 30: “Min kunne bi fahişet” “Ben benim deyip kendini üstün gören.”
A’râf Sûresi 28: “Ve izâ faalû fâhişeten” “Bir benlik içinde haddi aşanlar.”
Nisâ Sûresi 22: “Kane fâhışeten” “Benlik içinde olan.”
İşte Kur’ân’ı incelediğimiz zaman anlıyoruz ki, her kim Allah’ın ûlviyetinin yanında kendine benlik nispet ediyorsa, o kişi fâhşa-fahişe durumuna düşmüştür.
Yine bu düştüğümüz durumdan kurtulmanın yolu, Ankebût Sûresi 45. âyette çok güzel bildirilmiştir.
Salât şuuruna erişmek, her an Allah’a bağlılık içinde olmak, O’ndan asla ayrı olmadığını bilmektir.
Salât, namaz diye de çevrilir, namaz farsça bir kelimedir.
Kişi namazda Allah’a yönelir, onunla birlik içinde olduğunun şuuruna ulaşır.
Ve kişi her anını namazda imiş gibi geçirir, sosyal yaşantıda, ikili ilişkilerde her an namazdaymış, yani Allah’ın huzurundaymış gibi hareket eder.
İşte bu durum kişiyi, fâhşa-fâhişelikten ve kötü hallere düşmekten korur.
Salât kelimesinin Türkçe karşılığı; bağlılık içinde olmak, birlik içinde olmak, her an iletişim içinde olmak demektir.
İnsan, her an Allah’a bağlı olduğunu, O’nunla bir olduğunu asla unutmamalıdır
İnsan, kendine vücûduna dönmeli, o vücûdun nasıl oluştuğunu, nasıl bir kaynaktan geldiğini düşünmelidir.
İnsan kendi vücûdunu var etmedi ve kendi vücûdunda her an olan işleyişin sahibi de değildir.
Kâf Sûresi 16: “Ve nahnu akrebu ileyhi min hablil verîd.”
Meâli: “Ve Biz ona şahdamarından daha yakınız.”
İşte insan, bu yakınlığı idrak edebilmesi için salât şuuruna erişmelidir.
Salât şuuruna erişen, hep o şuurla hareket eden, fâhşa-fahişelik durumuna düşmeyecektir, yani haddi aşmayacaktır, Allah’ın ulviyetinin yanında kendine varlık isnat etmeyecektir.
İşte Kur’ân’ı incelediğimiz zaman, fâhişe kavramının toplumda kullanıldığı gibi olmadığını görüyoruz.
Toplumda, fâhişe kavramını bayan kardeşlerimize yapıştırarak, en büyük fâhişeliği yaptık, fark edemedik.
Kadını hep aşağıladık, fâhişe, orospu, kahpe, dedik.
Bu kelimelerin asli anlamlarını hep saptırdık ve kadınlara yapıştırdık.
Oysa:
Fâhişe: Haddi aşmışlık, benlik, gurur, kibir, içinde olmak, Allah’ın ulviyetinin yanında kendine varlık nispet etmek demekti, ama bizler kadın kardeşlerimize yapıştırdık.
Orospu, Farsça “ruspî” sözünden gelir. “Ak yüzlü” “parlak akıl” demektir.
Diğer bir anlamı da; değişik planlar yapan, kurgulayan, hemen akıl eden, problem çözen, ikna eden, başka bir çare bulan, gibi anlamlara gelir.
Ama bizler kadın kardeşlerimize yapıştırdık.
Kahpe: Arapça, “ḳḥb-kahba” kökünden gelir, dönen, dönek, yolundan sapan, vazgeçen, gibi anlamlara gelir.
Bu kavramı da kadın kardeşlerimize yapıştırdık.
Kavramları asli anlamlarına göre kullanmamak ta haddi aşmaktır, yani fâhişe durumuna düşmektir.
Lütfen dilimizden akan kavramların asli anlamlarını bilerek kullanalım.
Lütfen, Kur’ân’a saygı duyalım.
Lütfen, Kur’ân’ı anlamak için okuyalım.