ÂRİF

28 Mayıs sabahı oyumu kullandım.

Arkadaşımla sabah kahvaltısı yapmak için eskiden iş yerim, şimdilerde dostların buluşma yeri olarak kullandığım laboratuvara doğru yürüdüm.

Gelirken iki gazete aldım, parasını ödedim.

Laboratuvara vardığımda arkadaşım Reşat kahvaltıyı hazırlamıştı.

Gazete okumak için davrandığımda bir gazeteden iki tane aldığımı fark ettim

Arkadaşımla kahvaltı yaptık.

Arkadaşıma fazla aldığım gazeteyi hemen 50 metre ileride gazeteciye geri götürmesini rica ettim.

Arkadaşım unuttu, dışarı çıktı ve tekrar geldi.

O ara ben gerçek hayattan alınma bir belgesel seyrediyordum.
Belgesel bitti, arkadaşım da uzanmıştı uyuyup kaldı.

“Kuşların Dili” kitabımın yazımına devam etmek için heyecanla bilgisayarımı açtım.

Ama aklım fazla alınan gazetede idi.

Onu götürmeliydim, yoksa aklım orada kalır, kendimi yazdığım kitabıma veremezdim.

Gazeteyi götürmek için dışarı çıktım.
Gazeteci 50 metre ileride idi.

Gazeteciye yaklaştım, gazetecinin karşısında bir fırın vardı.

Fırının önünde bir baba oğlunu azarlıyordu.

Motoru vardı, oğluna kızgın bir sesle; “bin dediğimde bineceksin, in dediğimde ineceksin tamam mı Ârif, tamam mı” diye bir kaç oğluna bağırdı.

Çocuk hiç kırılmadı, gayet sakindi, gönlü kıpır kıpırdı.
Adeta geleceğin Ârif insanlarından olacağını yansıtan bir frekansı vardı.

Babasına; “buradan nereye gideceğiz baba” dedi.
Belli ki Ârif babasının onu motorla gezdirmesini istiyordu.
Çocuk 6-7 yaşların da idi.

Benim gönlüm üzülmüştü, bir çocuğa bağırılmasına üzülmüştüm.
Kâlbim burkulmuştu.
Ama ne hikmetse Ârif hiç kırılmamıştı, neşe içinde idi.

Fırının karşısındaki gazeteciye fazla aldığım gazeteyi bıraktım.
Tekrar fırına doğru yürüdüm.
Baktım motor orada idi.
Baba ve oğlunu aradım.
Baktım fırında idiler.

Ârif’i gördüm, baba fırından yiyecek bir şeyler alırken, Ârif hâlâ kıpır kıpırdı.

Dışarıda motorun başında bekledim.

Karşıdan karşıya geçecek biri imiş gibi bekliyordum.
Ayaklarım gidemedi.
İlle de Ârif’le tanışacaktım, ona sarılacaktım, başını okşayacaktım.

Ne de olsa çocuğun adı Ârif idi
Baba ve oğlu fırından çıktılar
Motorlarının yanına geldiler.

Ben de tam motorun yanında olduğumdan dolayı; “Ârif güzel Ârif” diye seslendim, Ârif’e sarıldım, başını okşadım.

“Ârif senin adın Ârif, her şeyi sormalısın ve öğrenmelisin, sen geleceğin Ârif’i olacaksın” dedim.

Ârif o çoçuksu masum sesiyle bana; “beni dedemden dolayı tanıyorsun değil mi?” dedi.

Ben de; “evet evet dedim.”

Anladım ki dedesinin adı da Ârif idi.

Baba ve oğul motorlarına binerken, yine seslenmeye devam ettim.

“Ârif her şeyi sor tamam mı, sormadan öğrenilmez, bilmek için sormalısın, tamam mı Ârif” dedim.

Ârif o masum sesiyle, geleceğin Ârif’i olacağını gösteren enerjisiyle; “tamam” dedi.

Baba hiç seslenmedi.

Dönüp gelirken gönlüm müthiş dalgalandı ve gözlerim dolu dolu laboratuvarıma doğru yürüdüm.

Anladım ki arkadaşım gazeteyi unutmamıştı, akış ona unutturmuştu.

Benim gitmem gerekiyordu, bir şeyi yaşamam gerekiyordu.

Ârif’i tanımam gerekiyordu.

Ona sarılmam onunla konuşmam gerekiyordu.

Siz siz olun her şeyin bir hikmet taşıdığını unutmayın.