İNFİTÂR SURESİ
-1-
إِذَا السَّمَاء انفَطَرَتْ
İzes semâunfetaret.
İzâ el semau | : eğer, olduğunda, ise, ulvi alem, sema, ulviyet |
infataret | : açılmak, yarılmak, hakikatleri ortaya çıktı, |
1- Ulvi Âlem açıldığında,
-2-
وَإِذَا الْكَوَاكِبُ انتَثَرَتْ
Ve izel kevâkibunteseret.
ve izâ | : eğer, ise, olduğu zaman |
el kevâkibu | : gezegenler, yıldızlar, halkıyat, halk |
inteseret | : dağınık, saçılmış, düştü, döküldü, ortaya çıktı, zahir |
2- Halk zahir olduğunda,
-3-
وَإِذَا الْبِحَارُ فُجِّرَتْ
Ve izel bihâru fucciret.
ve izâ | : olduğu zaman, ise |
el bihâru | : deniz, ilmin sonsuzluğu, bilgili kimse, alim, sonsuzluk |
fucciret | : patlamak, kabarmak, açılmak, her yeri sarmak, |
3- İlmin sonsuzluğu her yeri sardığında,
-4-
وَإِذَا الْقُبُورُ بُعْثِرَتْ
Ve izel kubûru busiret.
ve izâ | : olduğu zaman, ise, olduğunda |
el kubûru | : kabirler, mezarlar, beden, suret, |
busiret | : içine dışına çevirmek, dağınık, açığa çıktı, |
4- Bedenlerdeki hakikatler açığa çıktığında,
-5-
عَلِمَتْ نَفْسٌ مَّا قَدَّمَتْ وَأَخَّرَتْ
Alimet nefsun mâ kaddemet ve ahharet.
Alimet nefsun | : bilecek, öğrenecek, nefsler, kişiler, her kişi, herkes, |
Mâ kaddemet | : şey, ne, değil, takdim edilen, sunulan, verilen, yapılan, |
ve ahharet | : gecikmeli, gecikmiş, yapılmamış, geri bırakmış, |
5- Herkes neyi yapıp neyi yapmadığını bilir.
-6-
يَا أَيُّهَا الْإِنسَانُ مَا غَرَّكَ بِرَبِّكَ الْكَرِيمِ
Yâ eyyuhel insânu mâ garreke bi rabbikel kerîm
yâ eyyuhâ el insanu | : ey insan |
Mâ garre ke | : gaflette bulunmak, seni aldatan nedir |
bi rabbi-ke | : Rabbine karşı, seni vücudlandıran, |
el kerim | : değerli, üstün, asil, asliyet, sıfatlar, şeref, ikram, cömert |
6- Ey insan! Tüm sıfatlarıyla seni vücudlandırana karşı, seni gaflete sürükleyen neydi?
-7-
الَّذِي خَلَقَكَ فَسَوَّاكَ فَعَدَلَكَ
Ellezî halakake fe sevvâke fe adelek
Ellezî halaka ke | : ki o seni yarattı, halk etti, var etti, |
Fe sevva ke | : sonra, düzenledi, eşit, mutedil, beraber, sıfatlandırdı |
Fe adele ke | : adil kıldı, doğru, denk, eş, benzer, güzelce şekillendirme, |
7- Ki O seni halketti, seni güzelce sıfatlandırdı ve seni denk kıldı.
-8-
فِي أَيِّ صُورَةٍ مَّا شَاء رَكَّبَكَ
Fî eyyi sûretin mâ şâe rekkebek
fî eyyi sûretin | : hangi surette, görünüşte, dış görünüş, biçim, |
Mâ şae | : istemedi, dilemedi |
rekkebe-ke | : terkip, biçim, şekil vermek, birleştirme, özgür kıldı, |
8- Kendi şeklinizin dışında, herhangi bir görünüşü dilemedi.
-9-
كَلَّا بَلْ تُكَذِّبُونَ بِالدِّينِ
Kellâ bel tukezzibûne bid dîn
Kellâ bel tukezzibune | : hayır, bilakis, öyleyse, neden, yalanlıyorsunuz |
bi ed dîni | : dini, varlığın yaratılış yasaları, hükümleri, incelikleri, |
9- Öyleyse varlığın yaratılış yasalarını nasıl olur da yalanlarsınız?
-10-
وَإِنَّ عَلَيْكُمْ لَحَافِظِينَ
Ve inne aleykum le hâfızîn
Ve inne aleykum | : muhakkak, doğrusu, üzerinizde |
Le hâfızîne | : koruyan, muhafaza eden, koruyan, kaplayan, hafıza, |
10- Şüphesiz üzerinizde elbette koruyucu bir sistem vardır.
-11-
كِرَامًا كَاتِبِينَ
Kirâmen kâtibîn
kirâmen | : onurlu, saygın, şerefli, üstün, değerli, kerem sahibi, |
kâtibîne | : yazıcı, katip, kaydedici, beyinlerde kaydedici sistem, |
11- Beyinlerinizde kaydedici bir sistem vardır.
-12-
يَعْلَمُونَ مَا تَفْعَلُونَ
Ya’lemûne mâ tef’alûn
yalemûne | : bilin, bilmek, bilgiyledir. |
Mâ tefalune | : şey, ne, değil, yaptığınız, işlemek, |
12- Yaptığınız şeyleri bilin.
-13-
إِنَّ الْأَبْرَارَ لَفِي نَعِيمٍ
İnnel ebrâre lefî naîm
İnne el ebrare | : doğru, adil, hakkaniyetli, hayırlı olan, dürüst, sadık, |
Le fiy naimi | : Huzur, neşe, letafet, güzellik, hakikatleri bilmenin huzuru |
13- Muhakkak ki dürüst olanlar, sadık olanlar, elbette tüm tecellilerin Hakk’tan olduğunu bilmenin huzuru içindedirler.
-14-
وَإِنَّ الْفُجَّارَ لَفِي جَحِيمٍ
Ve innel fuccâre lefî cahîm
Ve enne el fuccare | : günah, fenalarda olan, hak dan dönen, hakikatten dönen |
le fî cahimin | : sıfatları kendine nisbet edenler, cehaletin yakıcılığı |
14- Ve sıfatları kendine nisbet etmenin cehaletinde olanlar ise, hakikatlerden sapanlardır.
-15-
يَصْلَوْنَهَا يَوْمَ الدِّينِ
Yaslevnehâ yevmed dîn
yaslevne-hâ | : yaslanmak, bulunmak, atılmak, o halde olmak, |
Yevme ed dini | : gün, her an, varlığın yaratılış yasaları, din, |
15- Her an varlığa yaratılış yasalarıyla sahip olanı anlamada, cehalet hâllerinde bulunurlar.
-16-
وَمَا هُمْ عَنْهَا بِغَائِبِينَ
Ve mâ hum anhâ bi gâibîn
Ve ma hum anha | : ne, şey, değil, onlar, ondan, hakiketlerden, |
An ha bi gaibine | : bilinmeyen, yok, kayıp, bilen değil, |
16- Ve onlar hakikatleri bilenler değillerdir.
-17-
وَمَا أَدْرَاكَ مَا يَوْمُ الدِّينِ
Ve mâ edrâke mâ yevmud dîn
Ve ma edra ke | : idrak ettin mi, anladın mı? |
Yevme ed dini | : vakit, zaman, her an, yaratılış yasaları |
17- İdrak ettin mi, her an varlığa yaratılış yasalarıyla sahip olanı?
-18-
ثُمَّ مَا أَدْرَاكَ مَا يَوْمُ الدِّينِ
Summe mâ edrâke mâ yevmud dîn
Summe ma edra ke | : sonra, yine, ardından, daha sonra, idrak ettin mi? |
Mâ yevmu | : ne, şey, değil, nedir, gün, vakit, an, |
ed dini | : varlığın yaratılış yasaları, |
18- Sonra, her an varlığa yaratılış yasalarıyla sahip olanı idrak etmeye devam ettin mi?
-19-
يَوْمَ لَا تَمْلِكُ نَفْسٌ لِّنَفْسٍ شَيْئًا وَالْأَمْرُ يَوْمَئِذٍ لِلَّهِ
Yevme lâ temliku nefsun li nefsin şeyâ vel emru yevmeizin lillâh
Yevme | : gün, vakit, zaman, her an, |
la temliku | : yok, sahibi, mülk sahibi, mâlik, işleyişte güç sahibi, |
Nefsun | : nefs, kişi, beden, vücud, asıl, zatı, özü, kendisi, mayası, |
li nefsin | : nefsinde, vücudunda, asıl, zatı, öz varlık, kendisi, mayası, |
şeyen | : şey, eşya, bir varlık, nesne, bir şeyi, |
ve el emru | : işler, işleyiş, hüküm, emr, |
yevme izin li Allah | : gün, vakit, zaman, an, yetkili, Allah, |
19- Vücudlarınızın ve vücudlarınızdaki hiçbir şeyin, hiçbir zaman sahibi değilsiniz ve bütün varlığın işleyişinde her an yetkili olan Allah’tır.