MÜZZEMMİL SURESİ
-1-
يَا أَيُّهَا الْمُزَّمِّلُ
Yâ eyyuhel muzzemmil
yâ eyyuhâ | : ey, ey o kimse, birine seslenmek, |
el muzzemmil | : çekinen, örtünen, söylemekten çekinen, kaçınan, |
1- Ey bildiği hakikatleri söylemekten çekinen!
-2-
قُمِ اللَّيْلَ إِلَّا قَلِيلًا
Kumil leyle illâ kalîlâ
Kum | : kalk, aç, hareket et, geleni karşıla, başını kaldır, |
el leyle | : gece, cehalet, karanlık, gaflet, bilmeyen, görememek, |
İlla kalilen | : sadece, az, biraz, hafifçe, yavaş yavaş, anlaya anlaya |
2- Tevazu içinde geleni karşıla, cehaletin karanlığında olana yavaş yavaş hakikatleri anlat.
-3-
نِصْفَهُ أَوِ انقُصْ مِنْهُ قَلِيلًا
Nısfehû evinkus minhu kalîlâ
nisfe-hû | : yarısı, ortadan ayıran, yarılama, o yolda ilerleme, |
Ev ınkus | : ya da, eksiltme, bitirmek, biraz daha az, azaltmak |
Minhu | : ondan, hakikatlerden, |
kalilen | : biraz, az az, yavaş yavaş, anlaya anlaya |
3- O cehaleti bitirmek için yavaş yavaş hakikatlerle yol göster.
-4-
أَوْ زِدْ عَلَيْهِ وَرَتِّلِ الْقُرْآنَ تَرْتِيلًا
Ey zid aleyhi ve rettilil kur’âne tertîlâ
Ev zid aleyhi | : onu artışla, bilgini arttırarak, gayretli, çoğaltmak, ekle, |
ve rettili | : güzelce oku, seyrek, her kelimeyi anlayarak, dikkatlice |
El kurane | : kuran, varlık kitabı, okunan şey, kâinat kitabı, |
tertilen | : düşüne düşüne, yavaş yavaş, anlayarak okuma |
4- Kâinat kitabını düşüne düşüne, orada yazılan hakikatleri anlama içinde anlayışını arttırarak oku.
-5-
إِنَّا سَنُلْقِي عَلَيْكَ قَوْلًا ثَقِيلًا
İnnâ se nulkî aleyke kavlen sekîlâ
İnnâ se nulki | : muhakkak ki biz, ilka, nakil, ulaştırmak, sunmak |
Aleyke kavlen sekilen | : sana, güçlü söz, kelime, ağır, manalı, mana dolu |
5- Muhakkak ki Biz sana mana dolu sözler naklediyoruz.
-6-
إِنَّ نَاشِئَةَ اللَّيْلِ هِيَ أَشَدُّ وَطْءًا وَأَقْوَمُ قِيلًا
İnne nâşietel leyli hiye eşeddu vat’en ve akvemu kîlâ
İnne naşiete | : muhakkak, gelişmek, ermek, kamil olmak, uyanmak, kalkmak, |
el leyli | : gece, cehaletin karanlığı, |
hiye eşeddu | : o, kuvvetle, güçlü, gafletten güçlü uyanış, daha fazla, |
vaten | : tesirli, kalıcı, etkili, zor olan, |
ve akvemu | : daha doğru, en doğru |
kilen | : söyleyiş, söz, olandır, okuyuş, |
6- Muhakkak ki cehaletin karanlığından uyanmak kolay değildir. Doğru olan ise budur.
-7-
إِنَّ لَكَ فِي اَلنَّهَارِ سَبْحًا طَوِيلًا
İnne leke fîn nehâri sebhan tavîlâ
İnne leke | : muhakkak, doğrusu, sen, |
fiy en nehar | : içinde, gündüzün içinde, aydınlığın |
Sebhan | : dolaşmak, meşgul olmak, aramak, hareket etmek, |
tavilen | : uzun süre, uzun, devamlı, hep, |
7- Sen devamlı bir şekilde hakikatlerin aydınlığı içinde hareket et.
-8-
وَاذْكُرِ اسْمَ رَبِّكَ وَتَبَتَّلْ إِلَيْهِ تَبْتِيلًا
Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ
ve uzkur | : an, anla, zikret, |
isme | : adı, işaretleri, delilleri, |
rabbi ke | : seni vücudlandıran, Rabbinin adıyla, |
ve tebettel | : gönülden bağlan, her şeyinle ona dön, tertemiz |
İleyhi tebtilen | : ona, değişmek, kurtulmak, zanlardan bağını kesmek |
8- Seni vücudlandıranı sendeki tüm işaretleriyle anla ve kendine nisbet ettiğin zanlardan kurtul, tertemiz bir hâlde O’na dön.
-9-
رَبُّ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ فَاتَّخِذْهُ وَكِيلًا
Rabbul meşrıkı vel magribi lâ ilâhe illâ huve fettehızhu vekîlâ
Rabbu | : Rabb, vücudlandıran, var eden, |
el meşrıkı ve el magrip | : doğu ve batı |
Lâ ilahe illa huve | : ilah yoktur, vardır, ancak, o |
fe ittehiz-hu | : çekilme, gelinen yer, dönme, sığınmak, sarılmak, o, |
vekîlen | : vekil, her şeyde yetkili olan, koruyucu, koruyan, danışman |
9- Doğuda ve batıda ne varsa her şeyi vücudlandıran O’dur. O’ndan başka güç yoktur. Artık tüm her şeyde yetkili olan O’na sığın.
-10-
وَاصْبِرْ عَلَى مَا يَقُولُونَ وَاهْجُرْهُمْ هَجْرًا جَمِيلًا
Vasbir alâ mâ yekûlûne vehcurhum hecren cemîlâ
ve isbir | : sabret |
alâ mâ yekulune | : dedikleri şeylere, söylüyorlar, yapıyorlar |
ve uhcur-hum | : hariç, uzaklaş, ayrıl, onlar |
Hecran cemilen | : bir ayrılış, güzel, iyi, hoş |
10- Söylenen şeylere sabret ve onların yanından ayrılacağın zaman güzellikle ayrıl.
-11-
وَذَرْنِي وَالْمُكَذِّبِينَ أُولِي النَّعْمَةِ وَمَهِّلْهُمْ قَلِيلًا
Ve zernî vel mukezzibîne ulîn na’meti ve mehhilhum kalîlâ
ve zer-nî | : bırak, var olan, ben |
ve el mukezzibîne | : yalanlayanlar |
Uli en nameti | : sahip nimete, zarafet, lütuf, sıfatlar |
ve mehil-hum | : mehil, mühlet ver, süre tanı, onlar |
kalîlen | : az, biraz, belli bir zaman |
11- Beni anlayamayanları ve kendilerine verilen nimetleri yalanlayanları bırak. Onlara biraz mühlet ver.
-12-
إِنَّ لَدَيْنَا أَنكَالًا وَجَحِيمًا
İnne ledeynâ enkâlen ve cahîmâ
İnne ledeyna | : elbette, bize ait, var, elimizde, güç, katımızda, |
enkâlen | : bedeni zevklere, heveslerine bağlanan, fenalara |
ve cahîmen | : azmış olan, sıfatları kendine nispet etmenin cehaleti, |
12- Elbette fenalarına bağlanıp kalanlar, Bize ait hakikatleri anlayamazlar ve sıfatları kendine nisbet etmenin cehaletine düşerler.
-13-
وَطَعَامًا ذَا غُصَّةٍ وَعَذَابًا أَلِيمًا
Ve taâmen zâ gussatin ve azâben elîmâ
ve taâmen | : yemek, gıdalar, beslenmeleri, yararlanmaları, |
Zâ gussatin | : sahip, yumru, şişme, boğaza takılan, tasa, kirlilik, atıklar |
ve azâben elimen | : azap, sıkıntı, acı, elim, |
13- Ve onlar kendi ürettikleri cehaletin kirliliğinden beslenirler ve acı sıkıntılarda kalırlar.
-14-
يَوْمَ تَرْجُفُ الْأَرْضُ وَالْجِبَالُ وَكَانَتِ الْجِبَالُ كَثِيبًا مَّهِيلًا
Yevme tercuful ardu vel cibâlu ve kânetil cibâlu kesîben mehîlâ
Yevme tercufu | : gün, her an, sarsılma, sallanma, titreme, kalbin atması |
el ardu | : yeryüzü, toprak, beden, yeryüzünde büyüklük taslayan |
ve el cibalu | : dağlar, büyüklük, yücelik haline olan, |
ve kâneti el cibalu | : oldu, dağlar, büyüklük, kibir |
kesîben | : kumul, kum yığını |
mehîlen | : dağılmış, kayıp giden, dağılıp giden |
14- Yeryüzünde büyüklük taslayanların ve kendini yücelik içinde görenlerin de kalbini her an attıran O’dur. O büyüklük hâllerinde olanların bildikleri kum yığını gibi dağılır gider
-15-
إِنَّا أَرْسَلْنَا إِلَيْكُمْ رَسُولًا شَاهِدًا عَلَيْكُمْ كَمَا أَرْسَلْنَا إِلَى فِرْعَوْنَ رَسُولًا
İnnâ erselnâ ileykum resûlen şâhiden aleykum kemâ erselnâ ilâ fir’avne resûlâ
İnnâ ersal na | : muhakkak ki biz, gönderdik, sunduk, açığa çıkma, biz, |
İleykum resulen | : size, resul, hakikatleri gösteren, |
şâhiden aleykum | : şahit olarak, bilen, tanıyan, size |
Kemâ ersalna | : gibi, açığa çıkmak, sunmak, göndermek, biz, |
ilâ firavne | : firavuna, kibirli olana, |
resulen | : hakikatleri gösteren, |
15- Firavuna hakikatlerimizi gösteren, Bizi anlatan biri açığa çıktığı gibi, elbette size de bildiklerini anlatan, size de hakikatlerimizi gösterenler açığa çıktı.
-16-
فَعَصَى فِرْعَوْنُ الرَّسُولَ فَأَخَذْنَاهُ أَخْذًا وَبِيلًا
Fe asâ fir’avnur resûle fe ehaznâhu ahzen vebîlâ
Fe asa firavnu | : fakat, öyle ki, asi, karşı çıkan, firavun |
el resûle | : resul, hakikatleri gösteren, |
Fe ehaz na hu | : böylece, aldı götürdü, sürdü, sarıldı, bizi |
Ahzen | : tutmak, alıkoymak, sarılmak, azap etmek, esir alma |
vebilen | : akıbeti korkunç, kötü, yakalayış, ağır, vahim |
16- Fakat firavun hakikatleri gösterene karşı çıktı. Böylece o Bizi anlayamadı, kibirli hâllerine sarıldı, akıbeti kötü oldu.
-17-
فَكَيْفَ تَتَّقُونَ إِن كَفَرْتُمْ يَوْمًا يَجْعَلُ الْوِلْدَانَ شِيبًا
Fe keyfe tettekûne in kefertum yevmen yec’alul vildâne şîbâ
Fe keyfe tettekune | : o zaman, nasıl korunacaksınız |
İn kefertum | : eğer örterseniz, hakikatleri görmeyen, |
Yevmen yecalu | : her an, o zaman, o gün, yapar |
el vildâne | : çocuklar, kullar, köleler, masum, yeni doğan |
şiben | : ihtiyarlatan, çökerten, iniş, saçları ağarmış, bozulan, |
17- Eğer hakikatleri görmemezlikten gelirseniz, o zaman o masum hâlleri bile bozan o hâllerden nasıl korunacaksınız.
-18-
السَّمَاء مُنفَطِرٌ بِهِ كَانَ وَعْدُهُ مَفْعُولًا
Es semâu munfatırun bih kâne vaduhu mef’ûlâ
el semâu | : ulvi alem, ulviyet, sema, gök, |
munfatirun | : açıldı, yarıldı, ayrıldı, ortaya çıktı, hakikati ortaya çıktı, |
bihi kane | : bu, onun, onun sebebiyle, oldu, |
vadu hu | : sözü, vaadi, ortaya çıktı, var olan, erişti, o, hak, |
mefulen | : etki, yapmıştır, işlenmiş, yapılmış, failin eseri, |
18- Ulvi Âlem’in hakikati açığa çıktığında, fail olanın tüm varlığı açığa çıkaran olduğu anlaşılır.
-19-
إِنَّ هَذِهِ تَذْكِرَةٌ فَمَن شَاء اتَّخَذَ إِلَى رَبِّهِ سَبِيلًا
İnne hâzihî tezkirah fe men şâettehaze ilâ rabbihî sebîlâ
İnne hazihu | : muhakkak bu, elbette bunlar, |
tezkiretun | : öğüt, hatırlatma, hakikatleri hatırlatmak, |
Fe men şae | : artık, bundan sonra, kim, kimse, ister, isteyen, |
ittehaze | : çekilmek, dönmek, sığınmak, sarılmak, hakta hak olmak |
ilâ rabbi-hî | : Rabbine, kendini vücudlandırana, |
sebîlen | : bir yol, yöntem, hakikatin yolu, ilmin yolu |
19- Elbette bunlar hakikatleri anlamanız için bir öğüttür. Bundan sonra kim isterse, kendini vücudlandıranın yoluna sarılır.
-20-
إِنَّ رَبَّكَ يَعْلَمُ أَنَّكَ تَقُومُ أَدْنَى مِن ثُلُثَيِ اللَّيْلِ وَنِصْفَهُ وَثُلُثَهُ وَطَائِفَةٌ مِّنَ الَّذِينَ مَعَكَ وَاللَّهُ يُقَدِّرُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ عَلِمَ أَن لَّن تُحْصُوهُ فَتَابَ عَلَيْكُمْ فَاقْرَؤُوا مَا تَيَسَّرَ مِنَ الْقُرْآنِ عَلِمَ أَن سَيَكُونُ مِنكُم مَّرْضَى وَآخَرُونَ يَضْرِبُونَ فِي الْأَرْضِ يَبْتَغُونَ مِن فَضْلِ اللَّهِ وَآخَرُونَ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَاقْرَؤُوا مَا تَيَسَّرَ مِنْهُ وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَأَقْرِضُوا اللَّهَ قَرْضًا حَسَنًا وَمَا تُقَدِّمُوا لِأَنفُسِكُم مِّنْ خَيْرٍ تَجِدُوهُ عِندَ اللَّهِ هُوَ خَيْرًا وَأَعْظَمَ أَجْرًا وَاسْتَغْفِرُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
İnne rabbeke ya’lemu enneke tekûmu ednâ min suluseyil leyli ve nısfehu ve sulusehu ve tâifetun minellezîne meak vallâhu yukaddirul leyle ven nehâr alime en len tuhsûhu fe tâbe aleykum, fakreû mâ teyessere minel kur’ân alime en seyekûnu minkum merdâ ve âharûne yadribûne fîl’ardı yebtegûne min fadlillâhi ve âharûne yukâtilûne fî sebîlillâhi fakreû mâ teyessere minhu ve ekîmus salâte ve âtûz zekâte ve akridullâhe kardan hasenâ ve mâ tukaddimû li enfusikum min hayrin tecidûhu indallâhi huve hayren ve a’zame ecrâ vestagfirûllâh, innellâhe gafûrun rahîm
İnne rabbe ke | : muhakkak, rabbin, seni vücudlandıran, |
Yalemu | : ilmin sahibi, bilen, ilmiyle var eden, |
enne-ke | : doğrusu sen, sendeki, sen o halde olmalısın, |
tekûmu | : her zaman, kalkmak, anlamak, dirilik, olmak, ikame |
ednâ | : daha az, yakın, daha yakın olmak, |
min suluseyi | : üçte ikisi, fenayı efal, fenayı sıfat, çoğu, bir kısım |
el leyli | : karanlık, gece, cehaletin karanlığı, gaflet, |
ve nısfe-hu | : onun yarısı, ortası, fenayı sıfat, |
ve suluse-hu | : onun üçte biri, üçüncü, fenayı zat, bir kısım, |
ve tâifetun | : bir topluluk, takım, kabile, bölük, dizi, aralık, sana uyanlar |
min ellezîne | : kim, onlar, kimler, onlar, |
mea-ke | : beraber, birlikte, sen, seninle |
ve allâhu yukaddiru | : takdir eder, gücü, ölçü, kudretini anlayın, Allah |
el leyle ve en nehar | : gece ve gündüz |
alime | : bilen, bilginin sahibi, ilim öğrenmek, bilim, ilmin sahibi, |
en len tuhsû-hu | : bu olmaz, tahsil, hesap, sahibini tanımamazlık, |
Fe tâbe aleykum | : böylece tabi olursunuz. Bundan sonra yönelin, tabi olun |
fe ikraû | : artık, o halde, okuyun, idrak edin |
Mâ teyessere | : kolayca, kolay geleni, size uygun olanı, zorlaştırmayın |
min el kurânî | : Kurandan, okunan şey, tüm kâinat kitabı, |
alime | : alim, bilen, bilginin sahibi, bilip öğrenen. |
en se-yekûnu | : yakında olacak |
min-kum marda | : sizden hasta, şüphe hastalığı, marazlı, cehalet hastalığı |
ve âharûne | : diğerleri, o halde olanlar, cehaletin hallerinde |
yadribûne | : dolaşırlar |
fî el ardı | : yeryüzünde |
yebtegûne | : isterler, ararlar, baksınlar |
min fadli allâhi | : fazlından, aşama, safha, erdem, fazilet, lütuf, Allah |
ve âharûne | : başka, diğerleri, diğer bir kısmı |
yukâtilûne | : mücadele ederler, gayret ederler. |
fî sebîli allâhi | : hakikatlerin yolu, Allah’ın yolunda |
fe ikraû | : artık, o halde okuyun |
Mâ teyessere | : kolay gelen şeyi, zorlaştırmadan, kolaylıkla |
min-hu | : ondan |
ve ekîmû es salâte | : her an salât üzere olmak, her an hakka bağlılık şuurunda |
ve âtû ez zekâte | : verin, temizlenmek, kendindekini vermek, zeka, |
ve akridu | : ödeyin, verin, teslim edin, |
allâhe | : Allah |
kardan | : kredi, borç, varlığını teslim etmek, |
hasenen | : güzelce, iyi olan, |
Ve ma tukaddimû | : ekleme, gönderme, takdim edeceğiniz şey, sunma |
li enfusi-kum | : nefsleriniz için, kendiniz için |
min hayrin | : iyilik, hayırdan, hayır olarak |
tecidû-hu | : onu bulursunuz |
inde allâhi | : Allah’ın indinde, katında, yanında, ona ait, |
Huve hayren | : o hayırlı, güzel olan, |
ve azame ecren | : daha büyük, yüce karşılık, mükâfat, ecir |
ve istagfirû allâhe | : mağfiret, temizlenmek, Allah |
inne allâhe | : muhakkak ki Allah |
gafûrun | : bağışlayan, mağfiret eden, temizleyen |
rahîmun | : rahîm olan, varlığı özünden var eden |
20- Muhakkak ki ilmin sahibi seni vücudlandırandır. Doğrusu sen; cehaletin karanlığından kısım kısım, sonra çoğundan, sonra tüm cehalet hallerinden kurtulup, hakikatlere yakın olmalısın. Seninle birlikte olan kimseler, bütün her şeyin varoluşunda takdir sahibinin Allah olduğunu anlasınlar. Gece ve gündüz hakikatleri bilmeye çalışın, varlığınızın sahibini tanımamazlık yapmayın. Bundan sonra dönüp hakikatlere yönelin. Artık her varlığı bir kitap bilin. Zorlaştırmayın. Hep anlamaya çalışın. Elbette hakikatleri bileceksiniz. Sizden şüphe hastalığı olanlar ve cehaletin hâllerinde olanlar, yeryüzünü dolaşsınlar, Allah’ın lütuflarına baksınlar. Allah yolunda hakikatleri anlayanlar gibi gayret göstersinler. Bundan sonra zorlaştırmayın. Hep anlamaya çalışın. Her an Hakk’a bağlılık şuuruyla hareket edin ve temizlenme içinde olup kendinizde olanı paylaşın. Varlığınız sahibi olan Allah’a varlığınızı güzelce teslim edin. Takdim edeceğiniz her şey kendinizin hayrı içindir. O hayırlı olan şeyler ve yüce karşılıklar Allah’ın katındandır. Allah’ın mağfiretini anlayın. Muhakkak Allah mağfiret edendir, tüm varlığı özünden var edendir.