MÜDDESSİR SURESİ
-1-
يَا أَيُّهَا الْمُدَّثِّرُ
Yâ eyyuhel muddessir
yâ eyyuhâ | : ey |
el muddessiru | : örtünen, bildiklerini saklayan, söyleyemeyen, hakikatleri gizleyen |
1- Ey bildiği hakikatleri saklayıp söyleyemeyen!
-2-
قُمْ فَأَنذِرْ
Kum fe enzir
kum | : kalk, aç, hareket et, geleni karşıla, başını kaldır, |
Fe enzir | : sonra, artık, açıkla, açıklayarak uyar |
2- Tevazu içinde geleni karşıla, sonra hakikatleri açıklayıp uyar.
-3-
وَرَبَّكَ فَكَبِّرْ
Ve rabbeke fe kebbir.
ve rabbe-ke | : Rabbin, seni vücudlandıran, |
Fe kebbir | : yücelt, azamet, ulviliği, yücelik, |
3- Rabbinin yüce tecellilerinden bahset.
-4-
وَثِيَابَكَ فَطَهِّرْ
Ve siyâbeke fe tahhir
ve siyâbe-ke | : elbise, hallerin, vücut hakikatleri, bildikleri, doğruluk, sen |
Fe tahhir | : arındırmak, temiz, tertemiz, |
4- Tertemiz hallerle hareket et.
-5-
وَالرُّجْزَ فَاهْجُرْ
Verrucze fehcur.
ve el rucze | : pislik, fena haller, azap, şiddet, öfke, hiddet, gazap, |
fe uhcur | : artık, bırak, ayrılmak, uzaklaş, uzak dur |
5- Ve fena hallerden uzak dur.
-6-
وَلَا تَمْنُن تَسْتَكْثِرُ
Ve lâ temnun testeksir
ve lâ temnun | : yok, isteksiz olarak, gönülsüz değil |
testeksiru | : karşılık bekleme, sınar gibi, tartar gibi destek verir gibi |
6- Gönülsüz davranma, karşılık bekleme.
-7-
وَلِرَبِّكَ فَاصْبِرْ
Ve li rabbike fasbir.
ve li rabbike | : rabbin için sabret |
fe asbir | : artık, böylece, bundan sonra, sabret, sabırlı ol |
7- Rabbinin hakikatlerini anlatmak için sabırlı ol.
-8-
فَإِذَا نُقِرَ فِي النَّاقُورِ
Fe izâ nukıre fîn nâkû
Fe iza nukıre | : artık, öyle ki, tanınması, üflenen boru, güçlü ses, |
Fiy el nakuri | : içinde, vurmak, didiklemek, üflenen boru, nefes alma, güçlü ses |
8- Öyle ki, içinizde nefes aldırıp verdiren o gücü tanıtıncaya kadar.
-9-
فَذَلِكَ يَوْمَئِذٍ يَوْمٌ عَسِيرٌ
Fe zâlike yevme izin yevmun asîrun
Fe zalike yevme izin | : artık, işte, bu, şu, o gün, gün, vakit, her an, yetkili, |
Yevme asirun | : gün, süreç, vakit, ağır, müşkül, karmakarışık, öz su, |
9- Her an her yerde yetkili olanı anlatmak zor bir süreçtir.
-10-
عَلَى الْكَافِرِينَ غَيْرُ يَسِيرٍ
Alel kâfirîne gayru yesîr
alâ el kâfirîne | : için, göre, örtenler, hakikati görmemezlikten gelip örten, |
Gayru yesirin | : değil, başka, kolay değil |
10- Hakikatleri görmemezlikten gelip örtenlere hakikatleri anlatmak kolay değildir.
-11-
ذَرْنِي وَمَنْ خَلَقْتُ وَحِيدًا
Zernî ve men halaktu vahîdâ
Zer ni | : altın, akçe, değer, çoğaltma, serpilmiş, ekilmiş, var oluş, benim |
ve men | : kim, kimse, kişi, her şey, var olan, ne varsa |
halaktu | : yarattım, halkettim, var ettim, |
vahiden | : tek, bir, yalnız, benzersiz, |
11- Var olan Benim ve halkettiğim ne varsa tekliğimi gösterir.
-12-
وَجَعَلْتُ لَهُ مَالًا مَّمْدُودًا
Ve ce’altu lehu mâlen memdûdâ
ve cealtu | : edinmek, yapıldı, kıldım, yaptım, düzenledim, verildi |
Lehu malen | : ona, o her şey, mal, mülk, varlık, servet, her varlık, |
memduden | : uzatılmış, yığılma, yayılmış, üremek, çoğaltılmış |
12- Yayılıp giden her varlığı düzenledim.
-13-
وَبَنِينَ شُهُودًا
Ve benîne şuhûdâ
ve benîne | : evlatlar, oğullar, erkek çocuklar, akıllı, temkinli, |
şuhûden | : tanıklar, şahitler, göz önünde, yanında, sahip olmak |
13- Sahip olduğunuz evlatlar verildi.
-14-
وَمَهَّدتُّ لَهُ تَمْهِيدًا
Ve mehhedtu lehu temhîdâ
ve mehhedtu | : bolluk, kaplama, döşeli, yaygı, rahatlık, nimetler verdim |
Lehu temhiden | : ona, hazırladınız, düzeltme, iskan etme, hazırlama |
14- Ona geniş nimetler verdim.
-15-
ثُمَّ يَطْمَعُ أَنْ أَزِيدَ
Summe yatmau en ezîd
Summe yatmau | : sonra, imrenmek, hevesle, harisce, aç gözlü, istekle |
En ezide | : daha fazla, tamah, istemek, daha çok |
15- Sonra da o daha fazla istedi.
-16-
كَلَّا إِنَّهُ كَانَ لِآيَاتِنَا عَنِيدًا
Kellâ, innehu kâne li âyâtinâ anîdâ
Kellâ inne hu kane | : hayır, asla, doğrusu, o, bu oldu, |
Li ayatina | : için, işaret, ayetler, deliller, |
aniden | : inatla, kabul etmeme, reddetme, |
16- Doğrusu o ayetlerimizi kabul etmeyenlerden oldu.
-17-
سَأُرْهِقُهُ صَعُودًا
Se urhikuhu saûdâ
se-urhiku-hu | : ağırlık, zahmetli, güç, yokuşa sürme, anlamanın güçlüğü |
saûden | : yukarı, üst, aşama, kadar, sarp yokuş, zorluk |
17- Manasını anlamak ona zahmetli geldi.
-18-
إِنَّهُ فَكَّرَ وَقَدَّرَ
İnnehu fekkere ve kadder
Inne-hu fekkere | : muhakkak ki, elbette, o, düşündü, tefekkür, fikir üretti |
ve kaddere | : ölçtü, değerlendirdi, takdir, kader yazdı |
18- Elbette o düşündü ve değerlendirdi.
-19-
فَقُتِلَ كَيْفَ قَدَّرَ
Fe kutile keyfe kadder
Fe kıtile | : mahvolmak, kendine yazık etmek, kahretmek, öldürme |
Keyfe kaddere | : nasıl, ölçtü, değerlendirdi, kader yazdı |
19- Nasıl değerlendirdiyse, kendine yazık etti.
-20-
ثُمَّ قُتِلَ كَيْفَ قَدَّرَ
Summe kutile keyfe kadder
Summe kutile | : sonra, kendine yazık etmek, mahvolmak |
Keyfe kaddere | : nasıl ölçtü, değerlendirdi, kader yazdı |
20- Sonra yine nasıl değerlendirdiyse, kendine yazık etti.
-21-
ثُمَّ نَظَرَ
Summe nazar
Summe nazara | : sonra, baktı, nazar etti, düşünmek, anlamak için bakmak |
21- Sonra anlamak için baktı.
-22-
ثُمَّ عَبَسَ وَبَسَرَ
Summe abese ve beser
Summe abese | : sonra, huzursuz oldu, abes gördü, yüz çevirdi |
Ve besere | : ham, koruk, yüzünü ekşitti, huzursuz olmak |
22- Yüzünü ekşitti ve huzursuz oldu.
-23-
ثُمَّ أَدْبَرَ وَاسْتَكْبَرَ
Summe edbere vestekber
Summe ebdera | : sonra, arkasına döndü, eski cehalet bilişlerine döndü |
ve istekbera | : kibirlendi, kendini beğenme, büyüklendi |
23- Sonra eski cehalet bildiklerine döndü ve kibirlendi.
-24-
فَقَالَ إِنْ هَذَا إِلَّا سِحْرٌ يُؤْثَرُ
Fe kâle in hâzâ illâ sihrun yu’ser
Fe kale in haza | : o zaman, sonunda, bu olsa dedi |
İlla sihrun yuseru | : sadece, büyü, sihir, aldatma, etkilemek, tesirli, nakledilen |
24- Bu nakledilenler sadece aldatmadır, dedi.
-25-
إِنْ هَذَا إِلَّا قَوْلُ الْبَشَرِ
İn hâzâ illâ kavlul beşer
İn haza illa | : eğer, olsa, başka bir şey değil |
Kavlu el beşer | : beşer, insan sözüdür |
25- Bu bir beşer sözünden başka bir şey değildir, dedi.
-26-
سَأُصْلِيهِ سَقَرَ
Se uslîhi sekar
se uslî-hi | : geldi, karşılaştı, atıldı, kaldı, |
sekara | : şaşırmış, yanlış değerlendirmiş, eski haline düşmüş |
26- Böylece o şaşırmış bir hâlde kaldı.
-27-
وَمَا أَدْرَاكَ مَا سَقَرُ
Ve mâ edrâke mâ sekar
ve mâ edrâ-ke | : idrak ettin mi? Anladın mı? |
Mâ sekaru | : sekar, şaşırmışlık, yanlış değerlendirme, |
27- İdrak ettin mi şaşırmışlığı?
-28-
لَا تُبْقِي وَلَا تَذَرُ
Lâ tubkî ve lâ tezer
lâ tubkî | : yok, bırakmaz, terk edemez, baki, |
ve lâ tezeru | : yıkıcı olmak, ayırmak, dağılmak, bölmek, ikilikte kalmak |
28- Eski bildiklerini terk edememe ve ikilikte kalma hâllerini.
-29-
لَوَّاحَةٌ لِّلْبَشَرِ
Levvâhatun lil beşer
levvâhatun | : susuz kalmak, yakıcı, bozucu, düzeni bozmak, şiddet, levha yapmak |
li el beşeri | : beşer, insan için, insanın |
29- İnsanlar için düzeni bozan o hâlleri.
-30-
عَلَيْهَا تِسْعَةَ عَشَرَ
Aleyhâ tisate aşer
aleyhâ | : o, onu, tarafından, bu, üzerinde, kendinde, onda, |
tisate | : kapasitesi, gücü, dokuz, yüceliği, tüm halleri, |
aşare | : kısım, bölüm, nitelikler, on, tamam olmak, on etmek |
30- Kendindeki yüce nitelikleri anlamaya engel olan o hâlleri anladın mı?
-31-
وَمَا جَعَلْنَا أَصْحَابَ النَّارِ إِلَّا مَلَائِكَةً وَمَا جَعَلْنَا عِدَّتَهُمْ إِلَّا فِتْنَةً لِّلَّذِينَ كَفَرُوا لِيَسْتَيْقِنَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ وَيَزْدَادَ الَّذِينَ آمَنُوا إِيمَانًا وَلَا يَرْتَابَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ وَالْمُؤْمِنُونَ وَلِيَقُولَ الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ وَالْكَافِرُونَ مَاذَا أَرَادَ اللَّهُ بِهَذَا مَثَلًا كَذَلِكَ يُضِلُّ اللَّهُ مَن يَشَاء وَيَهْدِي مَن يَشَاء وَمَا يَعْلَمُ جُنُودَ رَبِّكَ إِلَّا هُوَ وَمَا هِيَ إِلَّا ذِكْرَى لِلْبَشَرِ
Ve mâ cealnâ ashâben nâri illâ melâiketen ve mâ cealnâ ıddetehum illâ fitneten lillezîne keferû li yesteykın ellezîne ûtûl kitâbe ve yezdâd ellezîne âmenû îmânen ve lâ yertâb ellezîne ûtûl kitâbe vel muminûne ve li yekûlellezîne fî kulûbihim maradun vel kâfirûne mâzâ erâdallâhu bi hâzâ meselâ, kezâlike yudıllullâhu men yeşâu ve yehdî men yeşâ ve mâ ya’lemu cunûde rabbike illâ hû ve mâ hiye illâ zikrâ lil beşer
ve mâ cealnâ | : ve biz kılmadık, yapmadık, düzenlemedik |
ashâben en nâri | : ateş, sahipleri, nur, yakıcılık, yakıp yıkıcı |
İllâ melaiketen | : ancak, başka, güzel huylu, iyi olan, tertemiz, |
ve mâ cealnâ | : ve biz kılmadık, yapmadık, |
ıddete-hum | : geri dönenler, vaat edenler, onların sayısı |
İllâ fitneten | : fitne den başka, isyan, fesat, ayrılık, bölücü, |
li ellezîne keferu | : örtenler, onlar için, olanlar için |
Li yesteykıne | : belirlemek, anlamak, araştırmak, yakın sahibi olsunlar |
Ellezîne utu el kitabe | : o kimseler, sunulan varlık kitabı, hakikatlerin sözleri, |
ve yezdâde | : artırır, artar |
Ellezîne amenu imanen | : o kimseler, iman etti, inananların inançları |
ve lâ yertâbe | : şüphe etmesin, etmeyenler, şüpheli değil |
Ellezîne utu el kitabe | : o kimseler, sunulan varlık kitabı, hakikatlerin sözleri, |
ve el muminûne | : müminler, inansınlar |
ve li yekule | : için, der, söyler |
Ellezîne fiy kulubihim | : o kimseler, kalblerinde, |
maradun | : hastalık, maraz, cehalet hastalığı |
ve el kâfirûne | : hakikati görmemezlikten gelenler, örtenler, |
Mâzâ ereda Allahu | : neyi murat etti, neyi isteği, dilemek, Allah |
bi hâzâ meselen | : bu mesele, örnek, misal, konu |
Kezâlike yudilli | : böylece, dalalette, sapkınlıkta, sapmayı |
Allâhu men yeşau | : Allah tan kim ister, isteyen kimse, |
ve yehdî men yeşau | : kim hidayeti ister, anlamayı, kılavuz, rehber |
ve mâ yalemu | : bilmez, layıkıyla kimse bilemez |
cunûde | : güçleri, askerler, tüm varlık, varlık, alay, koruyuculuk |
rabbi-ke | : Rabbin, kendini vücudlandıranı, |
İllâ huve ma hiye | : ancak, sadece, o, değil, şey, ne, o |
İllâ zikra li el beşer | : ancak insan için bir zikir, hatırlatma, uyarma |
31- Biz onları iyilerden olmanın dışında, yakıp yıkıcı hâllerde düzenlemedik. Fitnecilerden olsunlar, geri dönenlerden olsunlar diye düzenlemedik. Varlığın bir kitap olarak sunulduğunu bilsinler, hakikatleri araştırıp anlasınlar. Hakikatleri anladıklarında iman edenlerin inancı artar. Mümin olanlar, varlık kitabındaki hakikatlerden şüphe etmezler. Hakikati görmemezlikten gelenler, kalblerinde cehalet hastalığı olanlar, bu misallerle Allah neyi diledi, derler. İşte bundan sonra, isteyen kimse Allah’ın hakikatlerinden kendi cehaletine sapar ve isteyen kimse de Allah’a yol bulur. Kendini vücudlandıranı ve tüm varlığın hakikatini layıkıyla kimse bilemez. Sadece O vardır, O’ndan başka bir şey yoktur. Bu insanlar için sadece bir hatırlatmadır.
-32-
كَلَّا وَالْقَمَرِ
Kellâ vel kamer
Kellâ | : asla, ant olsun, öyle değil, noksansız olan, doğru olan, |
ve el kameri | : aya, sıfatlara, noksansızlık, gerçekler, uyanıklık |
32- Ant olsun gerçeklere.
-33-
وَاللَّيْلِ إِذْ أَدْبَرَ
Vel leyli iz edber
ve el leyli | : gece, karanlık, gaflet, |
iz edbera | : geçip giden, kaybolup giden |
33- Kaybolup giden cehaletin karanlığına.
-34-
وَالصُّبْحِ إِذَا أَسْفَرَ
Ves subhı izâ esfer
ve el subhi | : sabaha, aydınlığa |
izâ esfere | : aydınlanan, ağarmaya başladığı zaman, sonuçlanan |
34- Aydınlanmanın başladığı o zamana.
-35-
إِنَّهَا لَإِحْدَى الْكُبَرِ
İnnehâ le ıhdel kuber
inne-hâ le ihda | : muhakkak o, bir, tek, huzura gelme, ortaya çıkar |
El kuber | : büyümek, ulvilik, büyüklük, yaşlılık, bela, musibet |
35- Muhakkak ki O, elbette yüceliğiyle tek olandır.
-36-
نَذِيرًا لِّلْبَشَرِ
Nezîren lil beşer
nezîren | : uyarmak, hakikatleri açıklamak, |
Li el beşeri | : insanlar için |
36- Bu insanlar için hakikatleri açıklayıp uyarmaktır.
-37-
لِمَن شَاء مِنكُمْ أَن يَتَقَدَّمَ أَوْ يَتَأَخَّرَ
Li men şâe minkum en yetekaddeme ev yeteahhar
Li men şea | : için, kim, kimse, ister, diler |
Min kum | : sizden, |
en yetekaddeme | : öne geçmek, ileri gitmek |
Ev yeteahhare | : veya gecikmek, geri kalmak, ertelemek |
37- Sizden isteyen kimse hakikatleri anlar ileri gider ya da hakikatleri anlamaz geri kalır.
-38-
كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ رَهِينَةٌ
Kullu nefsin bimâ kesebet rehîneh
Kullu nefisin | : her, bütün, nefisler, herkes |
Bima kesebet | : kazandıkları, edindikleri, anladıkları |
rehinetun | : bırakmak, rehin, bir şey karşılığı tutulmak, bağlanmak, |
38- Herkes kendi anlayışlarına bağlıdır.
-39-
إِلَّا أَصْحَابَ الْيَمِينِ
İllâ ashâbel yemîn
İllâ | : ancak, sadece, |
Ashabe el yemini | : sahip, yemin, sağlamlık, doğruluk, hak, kasem, söz |
39- Doğruluğun kemalâtına sahip olanlar başka.
-40-
فِي جَنَّاتٍ يَتَسَاءلُونَ
Fî cennât, yetesâelûn
Fiy cennâtin | : için, cennetler, bahçedekiler, huzura kavuşmuş olanlar |
yetesâelûne | : sorarlar, araştırırlar, |
40- Huzur içinde olanlar sorarlar.
-41-
عَنِ الْمُجْرِمِينَ
Anil mucrimîn
An el mucrimine | : den günah işleyenler, gaflette olanlar, suçlular için |
41- Fena hallerde kalanlara.
-42-
مَا سَلَكَكُمْ فِي سَقَرَ
Mâ selekekum fî sekar
Mâ seleke kum | : ne, şey, değil, yol, sevk eden, sürükleyen, halde, siz |
Fiy sekara | : şaşırmışlık, ikilikte kalmışlık, hak ile batıl arasında kalan |
42- Sizi Hakk ile batıl arasında şaşırmışlık hâlinde bırakan neydi.
-43-
قَالُوا لَمْ نَكُ مِنَ الْمُصَلِّينَ
Kâlû lem neku minel musallîn
Kâlû lem neku | : dediler, biz olmadık, olamadık, |
Min el musalline | : selamette, kurtulmuş, hakikate teslim olmuş |
43- Dediler ki: Biz hakikatleri anlayıp teslim olanlardan olamadık.
-44-
وَلَمْ نَكُ نُطْعِمُ الْمِسْكِينَ
Ve lem neku nut’ımul miskîn
ve lem neku | : biz olmadık |
nut’imu | : doyuranlardan, besleyenlerden, faydalandıran |
el miskîne | : miskinlik, çaresizlik, hakikati anlamada çaresiz kalan, |
44- Ve biz hakikatleri anlamada çaresizlik içindeyken hakikatlerden faydalanamadık.
-45-
وَكُنَّا نَخُوضُ مَعَ الْخَائِضِينَ
Ve kunnâ nehûdu maal hâidîn
ve kunnâ | : ve biz olduk |
nahûdu | : kavga, savaşan, batıl olan şeyler, |
Mea el haidine | : uğraşanlardan, meşgul olanlardan |
45- Ve biz batıl olan şeylerle meşgul olanlardan olduk.
-46-
وَكُنَّا نُكَذِّبُ بِيَوْمِ الدِّينِ
Ve kunnâ nukezzibu bi yevmid dîn
ve kunnâ | : biz olduk |
nukezzibu | : yalanlayanlardan, yalanlayıp görmezden gelen, |
bi yevmi ed dini | : an, gün, her zaman, varlığın yaratılış yasaları, |
46- Ve biz her zaman varlığın yaratılış yasalarını yalanlayıp görmemezlikten geldik.
-47-
حَتَّى أَتَانَا الْيَقِينُ
Hattâ etânel yakîn
Hattâ eta na | : hatta bize geldi, geldiği halde, sunulduğu halde |
El yakinu | : yakınlık, aynılık, kesinlik, belirlilik, işaretler, |
47- Hatta bize o yakınlığın hakikatleri sunulduğu hâlde.
-48-
فَمَا تَنفَعُهُمْ شَفَاعَةُ الشَّافِعِينَ
Fe mâ tenfeuhum şefâatuş şâfiîn
Fe mâ tenfeu-hum | : onlara yarar sağlamaz, faydalanamaz |
şefâatu | : tek olan, teklik hali, şefaat, teklikte olan, himayede olan |
eş şâfiîne | : şefaat edenler, tekliği sunan, teklik sahibi |
48- Artık onlar şefaat edenin şefaatinden faydalanamazlar.
-49-
فَمَا لَهُمْ عَنِ التَّذْكِرَةِ مُعْرِضِينَ
Fe mâ lehum anit tezkireti murıdîn
Fe ma lehum | : böylece, ne oluyor onlar, onlar değil |
An el tezkireti | : anlamak, katılmak için, düşünmek için, öğüt için |
murıdine | : gelmiyorlar, talebe olmuyorlar, isteyen, arzulayan |
49- Neden onlar hakikatleri anlamayı arzu edenlerden olmuyorlar?
-50-
كَأَنَّهُمْ حُمُرٌ مُّسْتَنفِرَةٌ
Ke ennehum humurun mustenfireth
keenne-hum | : sanki, onlar, onlar olsaydı, |
humurun | : sarhoşluk veren şey, eşek, hayvan, aklı örten şey |
mustenfiretun | : kaçma, ürkmüş olan, ayaklanma, |
50- Sanki onlar ürkmüş hayvanlar gibi kaçıyorlar.
-51-
فَرَّتْ مِن قَسْوَرَةٍ
Ferret min kasvereh
ferret | : kaçtı, kaçar |
min kasveretin | : aslandan, zorlu, zorba, üstün, ezici |
51- Aslandan kaçar gibi.
-52-
بَلْ يُرِيدُ كُلُّ امْرِئٍ مِّنْهُمْ أَن يُؤْتَى صُحُفًا مُّنَشَّرَةً
Bel yurîdu kullumriin minhum en yu’tâ suhufen muneşşereh
Bel yuridi | : hayır ister, hatta istiyor ki, |
Kullu imriin | : hepsi, bütün hükümler, emirler, işler, her kişi olacak |
min-hum en yuta | : onlardan, onlara, getirmesi, olmak, |
Suhufen muneşşereten | : yayılmış sayfalar, neşredilmiş, dağıtılmış |
52- Hatta onlar istiyorlar ki, bütün hükümler dağıtılmış sayfalar olarak getirilsin.
-53-
كَلَّا بَل لَا يَخَافُونَ الْآخِرَةَ
Kellâ, bel lâ yuhâfûnel âhıreh
Kellâ bel la yuhafune | : doğrusu, bilakis, korkmuyorlar, çekinmiyorlar |
El ahireten | : sonlarından, sonları, ahiret |
53- Doğrusu onlar sonları için korkmuyorlar.
-54-
كَلَّا إِنَّهُ تَذْكِرَةٌ
Kellâ innehu tezkireh
Kellâ inne hu | : doğrusu, hayır, asla, bilakis, muhakkak ki bu |
tezkiretun | : dahil olmak için, katılmak için, düşünmek için, öğüt için |
54- Muhakkak ki bu düşünenler için bir öğüttür.
-55-
فَمَن شَاء ذَكَرَهُ
Fe men şâe zekereh
Fe men şea | : artık, bundan sonra, kim, kimse, ister, diler, arzu eder |
Zekere hu | : zikir, anmak, hatırlamak, hu, o, hak |
55- Bundan sonra kim isterse o hakikatlerden öğüt alır.
-56-
وَمَا يَذْكُرُونَ إِلَّا أَن يَشَاء اللَّهُ هُوَ أَهْلُ التَّقْوَى وَأَهْلُ الْمَغْفِرَةِ
Ve mâ yezkurûne illâ en yeşâallâh, huve ehlut takvâ ve ehlul magfireh
ve mâ yezkurûne | : değil, şey, ne, zikredemez, anlayamaz, öğüt almaz, |
İllâ en yeşae Allah | : başka, ancak, isteyen, arzu eden, Allah |
Huve ehlu takva | : o, ehli, sahibi, takva sahibi, fenalara düşmekten sakınma |
ve ehlu el mağfireti | : sahip, ehil, mağfiret, bağışlama, affedici olan |
56- Ancak Allah’ı anlamayı arzu eden, o takvaya sahip olan ve affedici olandan başkası öğüt almaz.