MUMTEHİNE SÛRESİ
-1-
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا عَدُوِّي وَعَدُوَّكُمْ أَوْلِيَاء تُلْقُونَ إِلَيْهِم بِالْمَوَدَّةِ وَقَدْ كَفَرُوا بِمَا جَاءكُم مِّنَ الْحَقِّ يُخْرِجُونَ الرَّسُولَ وَإِيَّاكُمْ أَن تُؤْمِنُوا بِاللَّهِ رَبِّكُمْ إِن كُنتُمْ خَرَجْتُمْ جِهَادًا فِي سَبِيلِي وَابْتِغَاء مَرْضَاتِي تُسِرُّونَ إِلَيْهِم بِالْمَوَدَّةِ وَأَنَا أَعْلَمُ بِمَا أَخْفَيْتُمْ وَمَا أَعْلَنتُمْ وَمَن يَفْعَلْهُ مِنكُمْ فَقَدْ ضَلَّ سَوَاء السَّبِيلِ
Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tettehızû aduvvî ve aduvvekum evliyâe tulkûne ileyhim bil meveddeti ve kad keferû bi mâ câekum minel hakk yuhricûner resûle ve iyyâkum en tûminû billâhi rabbikum, in kuntum harectum cihâden fî sebîlî vebtigâe merdâtî tusirrûne ileyhim bil meveddeti ve ene alemu bi mâ ahfeytum ve mâ alentum ve men yefalhu minkum fe kad dalle sevâes sebîl
yâ eyyuhâ ellezine amenu | : ey iman edenler, |
lâ tettehizû aduvvi | : yok, yapmayın, edinmeyin, olmayın, düşman |
ve aduvve-kum evliyae | : düşmanlık, kin, nefret, siz, dostlar |
Tulkûne ilyehim | : meyletmeyin, onlara, o hallerde |
bi el meveddeti | : muhabbet ile, sevgi ile, etkilenme |
ve kad keferu | : ve oldu, hakikati görmemezlikten gelen |
bi mâ câe kum | : şey, ne, değil, gelen, sunulan, olan, siz |
min el hakkı yuhricen | : Hak, hakikat, açığa çıkaran, dışa, |
el resul | : hakikati gösteren, resul, |
ve iyyakum bi Allah | : sizler, Allah |
rabbikum en tuminu | : sizi vücudlandıran, Rabbiniz Allah’a inanın |
in kuntum harectum | : siz çıkarsanız, çıktınız, dışarı çıkmayın. |
Cihâden fiy sebili | : hakikatleri anlama anlatma yolundan |
ve ibtigâe martati | : maksat, gaye, talep, arzu, rıza, hoşnutluk |
Tusirrûne ileyhim | : sır, onlara, sırlarınızı gizleyin. |
bi el meveddeti | : muhabbet ile, sevgi ile, etkilenme |
ve ene alemu | : ben biliyorum, ilmiyle vareden benim |
bi mâ ahfeytum | : şey, ne, değil, bilinmeyen, gizlediğiniz, bilmediğiniz |
ve mâ alentum | : açığa vurmayın, ortada, meydanda |
ve men yefal hu min kum | : kim, yapar, onu, sizden |
Fe kad dalle | : artık, olur, sapmak, dalalet, yalanlarda kalmaz, |
sevâe es sebîli | : eşit, bir, doğru yol, orta yol, eşit gören, |
1- Ey iman edenler! Düşmanlık yapmayın ve siz düşmanlık hallerinde olanları dost edinmeyin. Onların hallerine muhabbet beslemeyin, etkilenip onlara meyletmeyin ve hakikatleri görmemezlikten gelip örtme hallerine uymayın. Resulün açığa çıkardığı hakikatlerin dışına çıkmayın. Sizi vücudlandıran Allah’a inanın. Hakikatleri anlama anlatma yolundan dışarı çıkmayın ve gayeniz hoşnutluk olsun. Sırlarınızı gizleyin. Sevgi üzere olun. Bilmediğiniz şeyleri, ben biliyorum demeyin ve her şeyi açığa vurmayın. Sizlerden bunları kim yaparsa, artık o hakikatlerden sapmaz, dosdoğru yoldadır.
-2-
إِن يَثْقَفُوكُمْ يَكُونُوا لَكُمْ أَعْدَاء وَيَبْسُطُوا إِلَيْكُمْ أَيْدِيَهُمْ وَأَلْسِنَتَهُم بِالسُّوءِ وَوَدُّوا لَوْ تَكْفُرُونَ
İn yeskafûkum yekûnû lekum adâen ve yebsutû ileykum eydiyehum ve elsinetehum bis sûi ve veddû lev tekfurûn
İn yeskafû-kum | : eğer, yetişmek, ele geçirmek, uzanmak, etkilemek, siz |
Yekûnû lekum adaen | : olurlar, size, düşman, kin, nefret, |
ve yebsutû ileykum | : uzanırlar, uzatırlar, sizlere |
eydiye-hum | : onların elleri, hareketleri, güçleri, |
ve elsinete-hum | : onların dilleri, dilleri, sözleri, |
bi el sui | : kötü olan, |
ve veddu | : istek, temenni, |
lev tekfurun | : örten, reddedmek |
2- Eğer size düşmanlık içinde olurlar ve onlar sizlere elleriyle uzanırlar ve dilleriyle kötü sözler söylerlerse ve sizlerin hakikatleri reddetmenizi isterlerse, onlara uymayın.
-3-
لَن تَنفَعَكُمْ أَرْحَامُكُمْ وَلَا أَوْلَادُكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ يَفْصِلُ بَيْنَكُمْ وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
Len tenfeakum erhâmukum ve lâ evlâdukum, yevmel kıyâmeh yefsılu beynekum, vallâhu bi mâ tamelûne basîr
len tenfea-kum | : değil, yok, yarar, fayda sağlamaz, siz |
erhâmu-kum | : sizin akrabalarınız, yakınlarınız, |
Ve la evlâdu-kum | : yok, olmaz, evlat, çocuk, siz, |
yevme el kıyâmeti | : ölüm vakti, diriliş, hakikatin ortaya çıktığı vakit, |
Yafsilu beyne kum | : fasıl, ara, ayrı, ayıran, sizin aranızı |
ve allâhu bi ma tamelun | : Allah, şeyler, amel, yaptıklarınız, |
basır | : basiret, içindeki dışındaki işin sırrı sahibi, gösteren, |
3- Aranızı ayıran o ölüm vakti size geldiğinde, yakınlarınızın ve evlatlarınız size bir faydası olmaz. Allah yaptığınız şeylerden size her an hakikatleri gösterir.
-4-
قَدْ كَانَتْ لَكُمْ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ فِي إِبْرَاهِيمَ وَالَّذِينَ مَعَهُ إِذْ قَالُوا لِقَوْمِهِمْ إِنَّا بُرَاء مِنكُمْ وَمِمَّا تَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللَّهِ كَفَرْنَا بِكُمْ وَبَدَا بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةُ وَالْبَغْضَاء أَبَدًا حَتَّى تُؤْمِنُوا بِاللَّهِ وَحْدَهُ إِلَّا قَوْلَ إِبْرَاهِيمَ لِأَبِيهِ لَأَسْتَغْفِرَنَّ لَكَ وَمَا أَمْلِكُ لَكَ مِنَ اللَّهِ مِن شَيْءٍ رَّبَّنَا عَلَيْكَ تَوَكَّلْنَا وَإِلَيْكَ أَنَبْنَا وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ
Kad kânet lekum usvetun hasenetun fî ibrâhîme vellezîne meah iz kâlû li kavmihim innâ bureâu minkum ve mimmâ ta’budûne min dûnillâhi kefernâ bikum ve bedee beynenâ ve beynekumul adâvetu vel bagdâu ebeden hattâ tûminû billâhi vahdehû, illâ kavle ibrâhîme li ebîhi le estagfirenne leke ve mâ emliku leke minallâhi min şeyin, rabbenâ aleyke tevekkelnâ ve ileyke enebnâ ve ileykel masîr
Kad kanet lekum usvetun | : vardır, oldu, sizin için vardır, örnek, durum, |
Hasenetun fî ibrâhîme | : güzel, güzellik, İbrahim, |
ve ellezîne mea hu | : o kimse, onunla beraber olanlar, |
İz kalu li kavmi him | : dedi, ey insanlar, kendi kavimlerine |
İnnâ bureau min kum | : muhakkak, size hiçbir şey vermeyecek |
ve mimmâ tabudune | : o şeyden, kulluk, tapıyorsunuz |
min dûni allâhi | : Allah’tan başka, zanna dayalı şeyler, |
Kefer nâ bi kum | : hakikatleri görmemezlikten gelmek, biz, siz |
ve bedâ beyne na | : başladı bize karşı, bizim aramızda |
ve beyne kum | : sizin aranızda |
el adâvetu | : düşmanlık, husumet |
ve el bagdau | : öfke, kin, husumet, buğz |
Ebeden hatta | : devamlı, sonsuz, hep o halde kalın, kadar, hatta, |
tuminû bi Allahi | : iman edin, Allah’a |
vahde hu | : bir tek, o |
İlla Kavle ibrahime | : ancak, İbrahim söyledi |
li ebî-hi | : babasına, |
le estagfirenne leke | : elbette, mağfiret, senin için bağışlanma |
ve mâ emliku leke | : değil, yok, malik, yapamam, gücüm yetmez, sana |
min allâhi min şeyin | : Allah’tan bir şey |
rabbenâ aleyke | : Rabbimiz, sana, |
tevekkel na | : tevekkül, varlığının sahibine teslim olmak, biz, |
ve ileyke enebna | : sana yöneldik |
ve ileyke el masîru | : varış, dönüş, dönülecek makam sanadır |
4- İbrahim’de ve onunla birlikte hareket edenlerde, sizin için güzel örnekler vardır. Hani onlar kavimlerine demişlerdi ki: Size elbette hiçbir şey vermeyecek olan, Allah’ı bırakıp ta zannınıza dayalı şeylere kulluk ediyorsunuz. Siz bizi dinlemiyor, hakikatleri görmemezlikten geliyorsunuz, sizin aranızda bize karşı düşmanlık ve nefret başladı. Siz, Allah’ın bir olduğuna iman edin, hatta hep o inançta durun. İbrahim babasına demişti ki: Elbette senin mağfiret bulmanı isterim, ama senin için Allah’tan bir şey istemeye gücüm yetmez. Biz: Rabbimiz! Varlığımızın sebebi olan sana teslim olduk ve sana yöneldik ve dönülecek makam sensin, deriz.
-5-
رَبَّنَا لَا تَجْعَلْنَا فِتْنَةً لِّلَّذِينَ كَفَرُوا وَاغْفِرْ لَنَا رَبَّنَا إِنَّكَ أَنتَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
Rabbenâ lâ tec’alnâ fitneten lillezîne keferû, vagfir lenâ rabbenâ inneke entel azîzul hakîm
rabbe-nâ | : Rabbimiz |
lâ tecal nâ | : bizi yapma, bırakma, koyma, |
fitneten | : ikilik, imtihan, deneme, fitne |
li ellezîne keferu | : hakikati görmemezlikten gelmenin |
ve igfir lena rabbe na | : mağfiret, temizlenmek, biz, rabbimiz |
inne ke | : muhakkak ki sen, |
Ente el aziz | : sen, tüm değerlerin yüce sahibi, |
el hakim | : her şeye hâkim olan, hüküm hikmet sahibisin |
5- Rabbimiz! Hakikatleri görmemezlikten gelenlerin o fitne hallerinde bizi bırakma. Rabbimiz! Bize mağfiret et. Muhakkak ki sen tüm değerlerin yüce sahibisin, tüm varlığa hâkim olansın, deriz.
-6-
لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِيهِمْ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَن كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَمَن يَتَوَلَّ فَإِنَّ اللَّهَ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَمِيدُ
Lekad kâne lekum fîhim usvetun hasenetun li men kâne yercûllâhe vel yevmel âhire ve men yetevelle fe innallâhe huvel ganiyyul hamîd
Lekad kane lekum fi him | : şüphesiz, oldu, vardır, sizin için onlarda |
Usvetun hasenetun | : örnek, misal, güzel, iyi, |
Li men kane | : için, kim, kimse, oldu, |
yercu Allah | : rucu, rica, arzu, aslı, anlamak, kavuşmak, Allah, |
ve el yevme el âhire | : gün, vakit, zaman, son, sonunda, |
ve men yetevelle | : kim yüz çevirme, geri eski bilişlerine dönen |
Fe inne allâhe | : muhakkak Allah |
Huve el ganiyyu | : o, değerlerin varlığın sahibi, zengin, |
el hamid | : hamd sahibi, tüm niteliklerin, tecellilerin sahibi |
6- Allah’ı anlamayı arzu eden kimseler için ve günlerinin son bulacağını bilenler için, şüphesiz onlarda güzel örnekler vardır. Kim hakikatlerden yüz çevirir, eski bilişlerine dönerse, onlar hakikatleri anlayamaz. Muhakkak ki Allah tüm değerlerin sahibidir, tüm tecellilerin sahibidir.
-7-
عَسَى اللَّهُ أَن يَجْعَلَ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَ الَّذِينَ عَادَيْتُم مِّنْهُم مَّوَدَّةً وَاللَّهُ قَدِيرٌ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Asâllâhu en yec’ale beynekum ve beynellezîne âdeytum minhum meveddeh vallâhu kadîr vallâhu gafûrun rahîm
asâ allâhu | : umulur ki, beklenir ki, Allah |
en yecale beyne kum | : kılması, yapması, anlaması, aranızda, kimseler, |
Ve beyne ellezîne âdeytum | : arasında, o kimseler, düşman |
Minhum meveddeten | : onlardan, muhabbet, sevgi, etkilenme, dostluk |
ve allâhu kadirun | : Allah, kudret, her şeydeki kudret |
ve allâhu gafurun | : Allah, bağışlayandır, mağfiret eden, |
rahim | : rahim olan varlığı özünden vareden, |
7- Umulur ki aralarında düşmanlık halinde olan o kimseler; Allah’ı anlayan kimseler gibi sevgi üzere olurlar ve Allah’ın bütün her şeydeki kudret olduğunu ve Allah’ın mağfiret eden olduğunu, varlığı özünden vareden olduğunu anlarlar.
-8-
لَا يَنْهَاكُمُ اللَّهُ عَنِ الَّذِينَ لَمْ يُقَاتِلُوكُمْ فِي الدِّينِ وَلَمْ يُخْرِجُوكُم مِّن دِيَارِكُمْ أَن تَبَرُّوهُمْ وَتُقْسِطُوا إِلَيْهِمْ إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُقْسِطِينَ
Lâ yenhâkumullâhu anillezîne lem yukâtilûkum fîd dîni ve lem yuhricûkum min diyârikum en teberrûhum ve tuksitû ileyhim, innallâhe yuhıbbul muksitîn
lâ yenhâ kum Allahu | : sizi nehyetmez, yasaklamaz, siz, Allah |
an ellezîne | : o kimselerden, onlardan |
lem yukâtilû-kum | : değil, olmaz, kavga, dövüş, mücadele, savaş, siz, |
fî ed dîni | : dinde, din hakkında |
ve lem yuhricû-kum | : sizi çıkarmadılar |
min diyâri-kum | : diyarlarınızdan, yurtlarınızdan |
en teberrû-hum | : onlara iyilik yapmanız |
ve tuksitû ileyhim | : adaletli davranmanız, onlara |
İnne allahe yuhibbi | : muhakkak, Allah, sevgi, aşk, sever, |
El muksitine | : adaletli olmak, adil davranmak, |
8- Allah hakkında, din hakkında sizinle kavga etmeyen ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik yapmanız ve adil bir şekilde davranmanız size yasak değildir. Muhakkak ki adaletli davrananlarda Allah sevgisi vardır.
-9-
إِنَّمَا يَنْهَاكُمُ اللَّهُ عَنِ الَّذِينَ قَاتَلُوكُمْ فِي الدِّينِ وَأَخْرَجُوكُم مِّن دِيَارِكُمْ وَظَاهَرُوا عَلَى إِخْرَاجِكُمْ أَن تَوَلَّوْهُمْ وَمَن يَتَوَلَّهُمْ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ
İnnemâ yenhâkumullâhu anillezîne kâtelûkum fîd dîni ve ahrecûkum min diyârikum ve zâherû alâ ıhrâcikum en tevellevhum ve men yetevellehum fe ulâike humuz zâlimûn
İnnema yenhâkum allâhu | : nehyeder, yasaklar, doğru değildir, siz, Allah |
ani ellezîne | : onlardan, o kimselerden |
kâtelû-kum | : kavga, dövüş, savaş, yazık etmek, siz, |
fi ed dini | : din hakkında, varoluş yasaları, |
ve ahrecû-kum | : sizi çıkaranlara, |
min diyâri-kum | : sizin yurdunuzdan, diyarınızdan, evlerinizden, |
ve zâherû | : destek, arka çıktılar, yardım, |
ala ihraci kum | : sizin çıkarılmanıza |
en tevellev-hum | : onlara dönmeniz, dost olmanız, yönelme. |
Ve men yetevelle-hum | : kim, geri dönerse, cehalet bilişlerine dönmek |
Fe ulaike hum ez zalimun | : işte onlar, zalim olanlar. |
9- Allah hakkında, din hakkında, sizinle kavga eden kimselere ve sizi yurdunuzdan çıkaranlara doğru yönelip, onları dost edinmeniz size uygun değildir. Kim hakikatleri bırakır, eski cehalet bildiklerine dönerse, işte onlar zalimlerdir.
-10-
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا جَاءكُمُ الْمُؤْمِنَاتُ مُهَاجِرَاتٍ فَامْتَحِنُوهُنَّ اللَّهُ أَعْلَمُ بِإِيمَانِهِنَّ فَإِنْ عَلِمْتُمُوهُنَّ مُؤْمِنَاتٍ فَلَا تَرْجِعُوهُنَّ إِلَى الْكُفَّارِ لَا هُنَّ حِلٌّ لَّهُمْ وَلَا هُمْ يَحِلُّونَ لَهُنَّ وَآتُوهُم مَّا أَنفَقُوا وَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ أَن تَنكِحُوهُنَّ إِذَا آتَيْتُمُوهُنَّ أُجُورَهُنَّ وَلَا تُمْسِكُوا بِعِصَمِ الْكَوَافِرِ وَاسْأَلُوا مَا أَنفَقْتُمْ وَلْيَسْأَلُوا مَا أَنفَقُوا ذَلِكُمْ حُكْمُ اللَّهِ يَحْكُمُ بَيْنَكُمْ وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ
Yâ eyyuhellezîne âmenû izâ câekumul mû’minâtu muhâcirâtin femtehınû hunn allâhu a’lemu bi îmânihinn fe in alimtimû hunne mû’minâtin fe lâ terciû hunne ilel kuffâr lâ hunne hıllun lehum ve lâ hum yehıllûne le hunn ve âtûhum mâ enfekû, ve lâ cunâha aleykum en tenkıhû hunne izâ âteytumû hunne ucûrehunn ve lâ tumsikû bi isamil kevâfiri ves’elû mâ enfaktum vel yes’elû mâ enfekû, zâlikum hukmullâh yahkumu beynekum, vallâhu alîmun hakîm
yâ eyyuhâ ellezine amenu | : ey iman edenler, inananlar |
İzâ cea kum | : o zaman, gelmek, sunulduğunda, siz, |
el muminatu | : müminlik yolunda olan, inanma yolunda olan |
muhâcirâtin | : göç eden, yerinden ayrılan, bir yerden bir yere giden |
fe imtehinû hunne | : imtihan, deneme, dikkatlice düşünmek, onları |
Allâhu alemu | : Allah ilmiyle var edendir, ilmin sahibi |
bi îmânihinne | : onların inançlarına göre |
Fe in alimtim | : artık eğer bilirlerse, anlarlarsa |
Hunne muminâtin | : müminlik yolunda olanları, |
fe la terciu | : artık, bundan sonra, geri döndürmeyin |
Hunne ilâ el kuffâri | : hakikati görmeyip örtenlerden olanları |
Lâ hunne hillun lehum | : onlara yok, tutma, çözmek, bırakın, serbest bırak, |
ve lâ hum yahillune lehunne | : ve onlar yok, değildir onlar çözmek, bırakmak, |
ve âtû-hum ma enfeku | : ve onlara verin, infak ettiklerinizden, verdikleriniz |
ve lâ cunaha aleykum | : ve yoktur günah size |
en tenkihû hunne | : onları nikâhlamanız, onlar bağlanma için, tutma |
İza âteytumû hunne | : olduğu zaman, vermek, gelmek, sunmak, onlara |
Ucûre hunne | : ecir, karşılık, ücret, onlar |
ve lâ tumsikû bi isami | : uygun değil, tutunduğu ip düğüm, bağlanma |
el kevâfiri | : kâfirleri, hakikati görmeyip örten, reddeden, |
Ve iselu Ma enfaktum | : sorun, ne infak ettiniz, verdiniz |
ve li yeselû ma enfeku | : söyleyin, infak etmediler, vermediler |
Zalikum hukmu allâhi | : işte bu, Allah’ın hükmü |
Yahkumu beyne kum | : sizin aranızda hükmeder, yönetir |
ve allâhu alimun hakim | : Allah, ilmiyle hâkim olan, |
10- Ey iman edenler! Kendi anlayışlarından çıkıp, inanma yoluna girenler size geldiği zaman, onların inançlarına göre Allah’ın ilmiyle onları dikkatlice düşünmeye sevk edin. Bundan sonra eğer anlayanlardan olurlarsa, müminlik yolunda olanları artık geri döndürmeyin. Hakikatleri görmeyip örtenlerden olurlarsa, onları tutmayın, serbest bırakın. Yok, onlar gitmek istemezlerse, onlara da size verilenlerden verin ve bunda size bir günah yoktur. Onlar hakikatlere bağlanmak için geldiği zaman, onlara karşılıklarını verin. Hakikatleri görmemezlikten gelip reddedenlerin bağlanması uygun değildir. İnfak için ne yaptıklarını sorun ve infak etmediklerini söyleyin. İşte bu sizin aranızdaki Allah’ın hükmüdür ve Allah ilmiyle tüm varlığa hâkim olandır.
-11-
وَإِن فَاتَكُمْ شَيْءٌ مِّنْ أَزْوَاجِكُمْ إِلَى الْكُفَّارِ فَعَاقَبْتُمْ فَآتُوا الَّذِينَ ذَهَبَتْ أَزْوَاجُهُم مِّثْلَ مَا أَنفَقُوا وَاتَّقُوا اللَّهَ الَّذِي أَنتُم بِهِ مُؤْمِنُونَ
Ve in fâtekum şey’un min ezvâcikum ilel kuffâri fe âkabtum fe âtûllezîne zehebet ezvâcuhum misle mâ enfekû, vettekûllâhellezî entum bihî mû’minûn
ve in fate kum şeyun | : eğer, gider, kaçmak, fark etmemiş, siz, bir şey |
min ezvâci-kum | : birlikte olan, eş, sınıf, tür, arkadaş, aynı yolda olan |
ilâ el kuffâri | : hakikati görmemezlikten gelenler, reddeden, |
Fe âkab tum | : cezalandırma, üzüntü, sıkıntı, suçlama, siz, |
Fe atu ellezîne zehebet | : sonra, getirmek, o kimseler, gitmek, uymak, |
ezvâcu-hum | : birlikte, aynı yolda olan, eş, sınıf, tür, onlar |
Misle ma enfeku | : misli, benzeri, gibi, aynısı, infak etmediler |
ve ittekû allâhe | : takva, sakınmak ortak koşmamak, Allah |
Ellezî entum bihi müminune | : müminlerden olun, |
11- Sizinle aynı yolda olan kimse; hakikatleri göremez, bir şey anlayamayıp sizi bırakır giderse, sonra da sizi sıkıntıya sokarsa, artık o; onunla aynı yolda olan diğer kimselere uyar, onlar gibi infak etmez. Sizler fenalara düşmekten sakının Allah’a ortak koşmayın, müminlerden olun.
-12-
يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ إِذَا جَاءكَ الْمُؤْمِنَاتُ يُبَايِعْنَكَ عَلَى أَن لَّا يُشْرِكْنَ بِاللَّهِ شَيْئًا وَلَا يَسْرِقْنَ وَلَا يَزْنِينَ وَلَا يَقْتُلْنَ أَوْلَادَهُنَّ وَلَا يَأْتِينَ بِبُهْتَانٍ يَفْتَرِينَهُ بَيْنَ أَيْدِيهِنَّ وَأَرْجُلِهِنَّ وَلَا يَعْصِينَكَ فِي مَعْرُوفٍ فَبَايِعْهُنَّ وَاسْتَغْفِرْ لَهُنَّ اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Yâ eyyuhen nebiyyu izâ câekel mu’minâtu yubâyi’neke alâ en lâ yuşrikne billâhi şey’en ve lâ yesrikne ve lâ yeznîne ve lâ yaktulne evlâdehunne ve lâ ye’tîne bi buhtânin yefterînehu beyne eydîhinne ve erculihinne ve lâ yasîneke fî marûfin fe bâyıhunne vestagfirlehunnallâh innallâhe gafûrun rahîm
yâ eyyuhâ en nebiyyu | : ey haber getiren, hakikatleri bildiren, |
izâ câe ke | : size geldiği zaman, sunulduğunda, |
el muminatu | : inanma, müminlik yolunda olanlar |
yubâyıne-ke | : biat etsinler, teveccüh, uysunlar, odaklanma, sen, |
Ala en lâ yuşrikne | : karşı, üzere, sonra, ortak koşmasınlar |
bi allâhi şeyen | : Allah’a bir şeyi |
ve lâ yesrıkne | : yok, hırsızlık yapmasınlar, çalmak |
ve lâ yeznîne | : yok, zanilik, zan, çıkarına keyfine göre davranan, |
ve lâ yaktulne | : yok etme, yazık etmek, öldürmesinler, |
evlade hunne | : evlatlarını, irfaniyet, masumluk, |
ve lâ yetîne bi buhtanin | : yapmasınlar, iftira, yalanlarda olma |
yefterîne-hu | : iftira eder, uydurmak, |
Beyne eydihinne | : arasında, güçleri, sana uymak, birbirlerine |
ve erculihinne | : ayakları, yolunda yürürler, hakikatlerin yolunda olsunlar |
ve lâ yasîne-ke | : yok, asi, isyan, sana asi olmasınlar |
fî marûfin | : ariflik içinde, iyilik içinde olsunlar |
Fe bâyıhunne | : böylece, artık, sonra, biat, bağlılığını bildirmek, |
ve istagfir lehunne Allahe | : mağfiret, temizlenmek, onları, Allah |
inne allâhe gafurun | : muhakkak ki Allah, mağfiret sahibi, temizleyen |
rahim | : rahim olan, varlığı özünden var eden, |
12- Ey hakikatleri bildiren! İnanma yolunda olanlar sana biat etmek için geldikleri zaman; Allah’a bir şeyi ortak koşmasınlar, çalmasınlar, keyfi çıkarlarına uymasınlar, masumluklarını yok etmesinler, yalanlarda olmasınlar, birbirlerine iftira etmesinler, hakikatlerin yolunda yürüsünler ve sana asi olmasınlar, iyilik içinde olsunlar. Böyle olurlarsa, onların biat etmesine izin ver. Onlar Allah’ın mağfiretini anlasınlar. Muhakkak ki Allah mağfiret edendir, varlığı özünden varedendir.
-13-
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَوَلَّوْا قَوْمًا غَضِبَ اللَّهُ عَلَيْهِمْ قَدْ يَئِسُوا مِنَ الْآخِرَةِ كَمَا يَئِسَ الْكُفَّارُ مِنْ أَصْحَابِ الْقُبُورِ
Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tetevellev kavmen gadıballâhu aleyhim kad yeisû minel âhireti kemâ yeisel kuffâru min ashâbil kubûr
yâ eyyuhâ ellezine amenu | : ey iman edenler |
lâ tetevellev | : yok, dönmeyin, uymayın, o hallere uymayın, |
kavmen gadibe | : kimse, topluluk, gadap, öfke, hiddet, kavga eden, |
Allâhu aleyhim | : Allah, onlara, kendilerinde |
Kad yeisu | : oldu, ümitsiz, karamsar, |
min el âhireti | : sonlarından, |
Kemâ yeise | : gibi, ümidini kesme, umutsuzluk, yeise düşme |
el kuffare | : hakikati görmemelikten gelenler, örtenler, |
min ashâbi el kubûri | : sahip, kabirdekiler, ölüler gibi, idraksizlik içinde, |
13- Ey iman edenler! Allah’ın hakikatlerini anlamayıp öfkeli hallerde kalan kimselerin, bir umutsuzluk içinde olup, sonlarından da umutsuz olanların ve bir idraksizlik içinde olup, hakikatleri görmemezlikten gelenlerin o hallerine uymayın.