MURSELAT SURESİ

 

-1-

وَالْمُرْسَلَاتِ عُرْفًا

Vel murselâti urfâ

Ve el murselat : mesajlar, sunulan, gelen, geminin kıyıya yanaşması
urfa, arif : irfan, irfaniyet, anlamak, çözmek, bilmek,

 

1- Sunulan hakikatleri anlayanlara.

 

-2-

فَالْعَاصِفَاتِ عَصْفًا

Fel âsıfâti asfâ

Fe el âsıfâti : sonra, fırtına, şiddetle esenler, koşanlar
asfen : fırtına, şiddetli esmek, istekle koşmak, aşkla koşmak,

 

2- Hakikatleri anlamada aşk ile koştukça koşanlara.

 

-3-

وَالنَّاشِرَاتِ نَشْرًا

Vennâşirâti neşren

Ve en nâşirâti : yaymak, neşretmek, topraktan tohumun ortaya çıkışı
neşren : yaymak, dağılmak

 

3- Hakikatleri ortaya çıkardıkça çıkaranlara.

 

-4-

فَالْفَارِقَاتِ فَرْقًا

Fel fârikâti ferkâ

Fe el fârikâti : fark edenlere
ferkan : fark, fark ediş,

 

4- Fark ettikçe fark edenlere.

 

-5-

فَالْمُلْقِيَاتِ ذِكْرًا

Fel mulkıyâti zikrâ

Fe el mulkıyâti : sonra, mülk sahibi, ilham edenler, bırakanlar, ulaştıran
zikren : zikir, anmak, anlatmak

 

5- Sonra da hakikatleri anlatıp ulaştıranlara.

 

-6-

عُذْرًا أَوْ نُذْرًا

Uzren ev nuzrâ

uzren : mazeret, özür, bahane,
Ev nuzren : uyarı, uyarıcı, sakınılması gerekenden uyaran

 

6- Mazeretlere sığınmayıp, sakınılması gereken şeyleri uyarıp açıklayanlara.

 

-7-

إِنَّمَا تُوعَدُونَ لَوَاقِعٌ

İnnemâ tûadûne levâkı

İnne ma tuadune : muhakkak ki, doğrusu, şey, değil, ne, vaad, söz
Le vakıun : vuku bulan, gerçekleşen, olay, vakıa, varoluş, olmakta

 

7- Elbette varlığın oluşumu, size söz edilen hakikatlerden başka bir şey değildir.

 

-8-

فَإِذَا النُّجُومُ طُمِسَتْ

Fe izen nucûmu tumiset.

Fe iza en nucumu : olduğu zaman, yıldız, belirli vakit, kısım kısım var oluş,
tumiset : bulanması, sönmesi, kaybolması,

 

8- Kısım kısım varolanlar kaybolup gittiği zaman.

 

-9-

وَإِذَا السَّمَاء فُرِجَتْ

Ve izes semâu furicet.

ve izâ el semau : ulvi âlem, olduğu zaman
furicet : açılmak, yarılmak, hakikatlerin ortaya çıkması,

 

9- Ulvi Âlem açıldığı zaman.

 

-10-

وَإِذَا الْجِبَالُ نُسِفَتْ

Ve izel cibâlu nusifet.

ve izâ el cıbalu : olduğunda, dağlar, büyüklük halleri,
Nusifet : uçurulmak, şişmek, dağılmak, savrulmak,

 

10- Kendini büyük görme halleri dağılıp gittiği zaman.

 

-11-

وَإِذَا الرُّسُلُ أُقِّتَتْ

Ve izer rusulu ukkıtet.

ve izâ el resul : o zaman, olduğunda, resul, hakikatleri gösteren,
ukkıtet : toplandığı vakit, birleşmek, temizlemek, süpürmek,

 

11- Resulün söylediği hakikatlerde toplanıldığı zaman.

 

-12-

لِأَيِّ يَوْمٍ أُجِّلَتْ

Li eyyi yevmin uccilet.

Li eyyi yevmin : için, ne zaman, nasıl, hangi,  gün, zaman, o gün için
uccilet : ertelenme, gelecekteki, ileri bırakılma, ileri zaman

 

12- Hakikatleri anlama vakti neden ertelenir.

 

-13-

لِيَوْمِ الْفَصْلِ

Li yevmil fasl

Li yevmi : için, gün, vakit, zaman,
el fasli : ayırma, fark etme, hak ile batılı ayırma,

 

13- Hakk ile batılı fark etmek için o vakit neden bırakılır.

 

-14-

وَمَا أَدْرَاكَ مَا يَوْمُ الْفَصْلِ

Ve mâ edrâke mâ yevmul fasl

ve mâ edrâ-ke : idrak ettin mi, anladın mı?
Mâ yevmu el faslı : şey, ne, değil, ara, fark etmek, ayırmak,

 

14- İdrak ettin mi hak ile batılı fark etmek nedir?

 

-15-

وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ

Veylun yevmeizin lil mukezzibîn

veylun : vah, yazık, vay haline
yevmeizin : gün, vakit, her zaman, her an
li el mukezzibîne : yalanlayanlara, yalanlarda kalanlar

 

15- Hakikatlere karşı her zaman yalanlarda kalanların yazık o hallerine.

 

-16-

أَلَمْ نُهْلِكِ الْأَوَّلِينَ

E lem nuhlikil evvelîn

E lem nuhliki : değil mi, helâk olmak, mahv olmak, yazık olmak,
el evvelîne : ilk öncekiler, evvelkiler, daha önce,  öncekiler

 

16- Daha önce o halde kalanlar helak olup gitmediler mi?

 

-17-

ثُمَّ نُتْبِعُهُمُ الْآخِرِينَ

Summe nutbiuhumul âhırîn

Summe nutbiu hum : sonra, tabi kılmak, izledi, yolundan gitti,
el âhırîne   son, sonları,

 

17- Daha sonra da o halde olanlar onların yolundan gittiler.

 

-18-

كَذَلِكَ نَفْعَلُ بِالْمُجْرِمِينَ

Kezâlike nef’alu bil mucrimîn

kezâlike : ayrıca, işte böyle
nefalu : yapmak, yapılacak, yapıp devam etmek
bi el mucrimîne : günahkârlar, suçlular, fenalarda kalmak, hata,

 

18- İşte böylece aynı hatalarda kalmaya devam ettiler.

 

-19-

وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ

Veylun yevmeizin lil mukezzibîn

veylun : vah, yazık, vay haline
yevmeizin : gün, vakit, her zaman, her an
li el mukezzibîne : yalanlayanlara, yalanlarda kalanlar

 

19- Hakikatlere karşı her zaman yalanlarda kalanların yazık o hallerine.

 

-20-

أَلَمْ نَخْلُقكُّم مِّن مَّاء مَّهِينٍ

E lem nahlukkum min mâin mehîn

e lem nahluk-kum : değil mi, sizi yaratmadık mı? var etmek, halk etmek
min mâin : su, ilim, meni, hücre,
mehinin : akıp giden, az şey, bir miktar, ufak, önemsiz,

 

20- Sizi ufak bir hücreden halk etmedik mi?

 

-21-

فَجَعَلْنَاهُ فِي قَرَارٍ مَّكِينٍ

Fe cealnâhu fî karârin mekîn

Fe ceal na hu : sonra, yaptı, yapıldı, yerleştirdi, biz, o,
Fiy kararin mekin : sağlam, meskenin içi, oturduğu yer, korunaklı yer,

 

21- Sonra da onu, korunaklı bir yere yerleştirmedik mi?

-22-

إِلَى قَدَرٍ مَّعْلُومٍ

İlâ kaderin ma’lûm

İlâ kaderin : bir ölçüyle
malumin : bilinen, belli olan,

 

22- Bilinen bir ölçü içinde.

 

-23-

فَقَدَرْنَا فَنِعْمَ الْقَادِرُونَ

Fe kadernâ fe nimel kâdirûn

Fe kader na : takdir, ölçü, planlamak, gerçekleşme, biz, var oluş,
Fe nime : sonra, artık, öyle ki, güzel, bolluk, ihsan, lütuf
El kadirune : güç, kudret,

 

23- İşte onu kudretimizi gösterir bir şekilde, güzellikler içinde biçimlendirdik.

 

-24-

وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ

Veylun yevmeizin lil mukezzibîn

veylun : vah, yazık, vay haline
yevmeizin : gün, vakit, her zaman, her an
li el mukezzibîne : yalanlayanlara, yalanlarda kalanlar

 

24- Hakikatlere karşı her zaman yalanlarda kalanların yazık o hallerine.

 

-25-

أَلَمْ نَجْعَلِ الْأَرْضَ كِفَاتًا

E lem nec’alil arda kifâtâ

e lem necal : yapmadık mı, yerleştirmedik mi, kılmadık mı?
el arda : arz, yeryüzü, yer, toprak,
kifâten : eklemek, katmak, toplanma yeri, birlik, eş, denk,

 

25- Yeryüzünü birlik beraberlik yeri kılmadık mı?

 

-26-

أَحْيَاء وَأَمْوَاتًا

Ahyâen ve emvâtâ

ahyâen : hayy olanlara, dirilere, canlılar, hareketli, doğan,
ve emvâten : ölüm, hareketsiz, ölenler,

 

26- Doğuşu ve ölümü sunduk.

 

-27-

وَجَعَلْنَا فِيهَا رَوَاسِيَ شَامِخَاتٍ وَأَسْقَيْنَاكُم مَّاء فُرَاتًا

Ve cealnâ fîhâ revâsiye şâmihâtin ve eskaynâkum mâen furâtâ

ve cealnâ : ve kıldık, yaptık, yerleştirdik
fî-hâ revasiye : orada dağlar
şâmihâtin : yüksek
ve eskaynâ-kum : size verilen, sunulan
Mâen furaten : tatlı su

 

27- Orada yüksek dağlar kıldık ve size tatlı sular sunduk

 

-28-

وَيْلٌ يوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ

Veylun yevmeizin lil mukezzibîn

veylun : vah, yazık, vay haline
yevmeizin : gün, vakit, her zaman, her an
li el mukezzibîne : yalanlayanlara, yalanlarda kalanlar

 

28- Hakikatlere karşı her zaman yalanlarda kalanların yazık o hallerine.

 

-29-

انطَلِقُوا إِلَى مَا كُنتُم بِهِ تُكَذِّبُونَ

İntalikû ilâ mâ kuntum bihî tukezzibûn

intalikû : kapatma, yola çıkma, gitmek, mahsup,
İlâ ma kuntum : şey, ne, değil, kendinizi, kendini yok saymak
Bi hi tukezzibûne : yalanladılar, yalan söyleyerek

 

29- Yalanlarda kalarak kendinizi bilemediniz, hakikatlere kendinizi kapattınız.

 

-30-

انطَلِقُوا إِلَى ظِلٍّ ذِي ثَلَاثِ شُعَبٍ

İntalikû ilâ zıllin zî selâsi şuâb

İntalikû ila zıllin : gölge ile kapatma, gafletle kapatma
zi : sahip, işi yapan, zatında olan, kendindeki hakikat,
selasi : üç, farklı, bölümler, dallar, çeşit
şuabin : teke bağlı bölümler, gövdeye bağlı dallar, şubeler, kol

 

30- Varlığın çeşitliliğini bir bütünlük içinde tutan zatı anlamayı kendi gafletinizle kapattınız.

 

-31-

لَا ظَلِيلٍ وَلَا يُغْنِي مِنَ اللَّهَبِ

Lâ zalîlin ve lâ yugnî minel leheb

lâ zalîlin : yok, hiçbir gölge, gaflet
ve lâ yugnî : yok, zengin, huzurlu olmaz, gani olmaz, faydasız, yarar,
min el lehebi : ateşli haller, yakıp yakıcı haller

 

31- Gaflet halinizi yok edemediniz ve yakıp yakıcı hallerinizden dolayı hakikatleri anlayamadınız.

 

-32-

إِنَّهَا تَرْمِي بِشَرَرٍ كَالْقَصْرِ

İnnehâ termî bi şerarin kel kasr

İnnehâ termi : muhakkak ki amaç, hedef, amaçlanan
bi şerarin : kıvılcımlar, kıvılcım, parlayan, tecelli
ke el kasri : gibi, saray, köşk, ulvi sistem,  beka mülkü,

 

32- Muhakkak ki amaç, tecellilerin geldiği Beka mülkünü anlamaktır.

 

-33-

كَأَنَّهُ جِمَالَتٌ صُفْرٌ

Ke ennehu cimâletun sufr

keenne-hu : gibi, benzer, sanki, beğendiğiniz, o
cimâletun : topluluklar, güzellik, birlik oluşturma, sarı erkek deve
sufrun : sıfır, sarı, bakır, tunç, başlangıç noktası, yeri

 

33- Tüm güzelliklerin başlangıç yeri orasıdır.

 

-34-

وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ

Veylun yevmeizin lil mukezzibîn

veylun : vah, yazık, vay haline
yevmeizin : gün, vakit, her zaman, her an
li el mukezzibîne : yalanlayanlara, yalanlarda kalanlar

 

34- Hakikatlere karşı her zaman yalanlarda kalanların yazık o hallerine.

 

-35-

هَذَا يَوْمُ لَا يَنطِقُونَ

Hâzâ yevmu lâ yentıkûn

Hâzâ yevmu : bu, şu, o, gün, vakit, zaman,
lâ yentıkûne : konuşamayacaklar, konuşma yok, olmaz,

 

35- Bunları anlayamayanların hiçbir zaman hakikatleri konuşmaları yoktur.

 

-36-

وَلَا يُؤْذَنُ لَهُمْ فَيَعْتَذِرُونَ

Ve lâ yu’zenu lehum fe ya’tezirûn

ve lâ yuzenu lehum : yok, yetki, izin, onlar
Fe ya tezirune : sonra, artık, öyle, özür dilemek, hata,

 

36- Onların yetkileri de yoktur. Öyle ki onlar hatalarını görmezler de.

 

-37-

وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ

Veylun yevmeizin lil mukezzibîn

veylun : vah, yazık, vay haline
yevmeizin : gün, vakit, her zaman, her an
li el mukezzibîne : yalanlayanlara, yalanlarda kalanlar

 

37- Hakikatlere karşı her zaman yalanlarda kalanların yazık o hallerine.

 

-38-

هَذَا يَوْمُ الْفَصْلِ جَمَعْنَاكُمْ وَالْأَوَّلِينَ

Hâzâ yevmul fasl cemanâkum vel evvelîn

Hâzâ yevmu : işte, bu, gün, vakit, zaman, her zaman,
el fasl : ayırma, hak ile batılı fark etme
cema nâ kum : birlik, toplamak, bir arada tutmak, cem etmek, biz, siz,
ve el evvelîne : evvelkileri, öncekileri

 

38- Her zaman Hakk ile batılı anlamana içinde olun. Sizi ve öncekileri birlik içinde tuttuğumuzu anlayın.

 

-39-

فَإِن كَانَ لَكُمْ كَيْدٌ فَكِيدُونِ

Fe in kâne lekum keydun fe kîdûn

Fe in kane : eğer, ise, fakat, oldu
Lekum keydun : sizin tuzak, kötülük, hile
Fe kiduni : hile, tuzak, kötülük

 

39- Eğer siz kötü haller içinde olursanız, kendinize kötülük etmiş olursunuz.

 

-40-

وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ

Veylun yevmeizin lil mukezzibîn

veylun : vah, yazık, vay haline
yevmeizin : gün, vakit, her zaman, her an
li el mukezzibîne : yalanlayanlara, yalanlarda kalanlar

 

40- Hakikatlere karşı her zaman yalanlarda kalanların yazık o hallerine.

 

-41-

إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي ظِلَالٍ وَعُيُونٍ

İnnel muttekîne fî zılâlin ve uyûn

İnne el muttekine : muhakkak ki, muttaki, fenalardan sakınan, dosdoğru olan
fî zılâlin : için, korunan, huzur bulan, gölge yapan, sahip çıkan, rahat
ve uyûnin : gözler, ayniyet, benzer, gözetilmek, pınar, aslı, bir olan

 

41- Muhakkak ki o fenalardan sakınanlar, hakikatlere ulaşmanın rahatlığındadırlar ve birlik üzeredirler.

 

-42-

وَفَوَاكِهَ مِمَّا يَشْتَهُونَ

Ve fevâkihe mimmâ yeştehûn

ve fevâkihe : dinlenme, rahat, huzur, bekleme, meyveler, fakih, bilgiler
Mimmâ yeştehune : ki, gibi, olan, istek, istedikleri, arzu etmek,

 

42- Ve anlamayı istedikleri hakikatlerin bilgilerine ulaşmışlardır.

 

-43-

كُلُوا وَاشْرَبُوا هَنِيئًا بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ

Kulû veşrebû henîen bimâ kuntum ta’melûn

kulû : yiyin, beslenmek, yararlanmak
ve işrebû : için, içmek, fayda bulmak,
henîen : afiyet, tebrik, sıhhat, mutlu olmak,
bi-mâ kuntum tamelun : çalışmalarınız karşılığı

 

43- Hakikatlerden yararlanırlar ve çalışmaların karşılığı olarak mutluluk içindedirler.

 

-44-

إِنَّا كَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنينَ

İnnâ kezâlike neczîl muhsinîn

İnnâ kezalike : muhakkak ki, biz işte böyle
neczî : karşılık, mükafat, ödül
el muhsinîne : iyilik eden, bağışta bulunan, iyi hallerde olan,

 

44- Muhakkak ki iyi hallerde olanların karşılıkları işte böyledir.

 

-45-

وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ

Veylun yevmeizin lil mukezzibîn

veylun : vah, yazık, vay haline
yevmeizin : gün, vakit, her zaman, her an
li el mukezzibîne : yalanlayanlara, yalanlarda kalanlar

 

45- Hakikatlere karşı her zaman yalanlarda kalanların yazık o hallerine.

 

-46-

كُلُوا وَتَمَتَّعُوا قَلِيلًا إِنَّكُم مُّجْرِمُونَ

Kulû ve temetteû kalîlen innekum mucrimûn

kulû : yiyin, faydalanmak, eğlenmek
ve temetteû : zevk almak, keyfi hareket, metalanmak, menfaat
kalîlen : azda olsa, zaman geçirmek, biraz
inne-kum : muhakkak ki, siz
mucrimûne : cürüm, günah, suç işleyenler, fenalarda, kötülük,

 

46- Muhakkak ki sizden kötülükler içinde olanlar, kendi menfaatleri için ve eğlenmek için zamanlarını geçirirler.

 

-47-

وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ

Veylun yevmeizin lil mukezzibîn

veylun : vah, yazık, vay haline
yevmeizin : gün, vakit, her zaman, her an
li el mukezzibîne : yalanlayanlara, yalanlarda kalanlar

 

47- Hakikatlere karşı her zaman yalanlarda kalanların yazık o hallerine.

 

-48-

وَإِذَا قِيلَ لَهُمُ ارْكَعُوا لَا يَرْكَعُونَ

Ve izâ kîle lehumurkeû lâ yerkeûn

ve izâ kîle lehum : onlara denildiği zaman,
irkeû : rükû edin, nitelikler, sıfatları anlayıp teslim olmak,
lâ yerkeûne : yok, olmazlar, rükû, nitelikler, sıfatlar,

 

48- Onlara sıfatları anlayıp teslim olun denildiği zaman, sıfatları anlayıp teslim olmazlar.

 

-49-

وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ

Veylun yevmeizin lil mukezzibîn

veylun : vah, yazık, vay haline
yevmeizin : gün, vakit, her zaman, her an
li el mukezzibîne : yalanlayanlara, yalanlarda kalanlar

 

49- Hakikatlere karşı her zaman yalanlarda kalanların yazık o hallerine.

 

-50-

فَبِأَيِّ حَدِيثٍ بَعْدَهُ يُؤْمِنُونَ

Fe bi eyyi hadîsin ba’dehu yu’minûn

Fe bi eyyi hadisin : artık, öyle ki, hangi söze
bade-hu : bundan sonra,
yuminûne : inanırlar, inanacaklar

 

50- Artık bundan sonra hangi söze inanacaklar.