NÂZİÂT SÛRESİ
-1-
وَالنَّازِعَاتِ غَرْقًا
Ven nâziâti garkâ
Ve en naziati | : çekmek, çekip almak, soymak, gerçeğe ulaşmak, |
Garkan | : gark olmak, suretten sirete dalmak, bol bol vermek, |
1- Suretlerden sîretlere dalıp gerçeğe ulaşanlara.
-2-
وَالنَّاشِطَاتِ نَشْطًا
Ven nâşitâti neştâ
Ve en naşitati | : kolaylıkla çıkanlara, çekenlere, çözenlere, ulaşanlara |
neştan | : gönül hoşluğuyla, yumuşaklıkla, incelikle, itina, özenle |
2- İtinayla hakikatleri çözenlere.
-3-
وَالسَّابِحَاتِ سَبْحًا
Ves sâbihâti sebhâ
Ve el sabihati | : güzelce, latif, hoş, yüzmek, tetkik etmek, araştırmak, |
seban | : yüzmek, hayatın inceliklerini dolaşmak, |
3- Yaratılışın inceliklerini araştıranlara.
-4-
فَالسَّابِقَاتِ سَبْقًا
Fes sâbikâti sebkâ
Fe el sabikati | : ilerlemek, geçmek |
sebkan | : geçmek, yarışmak |
4- Hakikatleri anlamada ilerledikçe ilerleyenlere.
-5-
فَالْمُدَبِّرَاتِ أَمْرًا
Fel mudebbirâti emrâ
Fe el mudebbirati | : müdebbir, işin önü ardı, hakikatle hareket eden |
emren | : iş, emr, hüküm, işleyiş, varlıktaki işleyiş |
5- Varlıktaki işleyişi anlayıp o hâl üzere hareket edenlere.
-6-
يَوْمَ تَرْجُفُ الرَّاجِفَةُ
Yevme tercufur râcifeh
Yevme tercufu | : gün, zaman, sarsılma, sarsıntı, titremek, kendine gelmek |
Er racifetu | : titreyen, sarsılan, sarsacak, şiddetle sallayacak |
6- Her an gerçeklerle sarsılıp kendine gelenlere.
-7-
تَتْبَعُهَا الرَّادِفَةُ
Tetbeuher râdifeh
tetbeu-hâ | : takip etmek, ardından, devamlı |
er râdifetu | : ikincisini, ardından, arka arka gelen, devam eden, |
7- Devamlı hakikatleri takip edenlere.
-8-
قُلُوبٌ يَوْمَئِذٍ وَاجِفَةٌ
Kulûbun yevmeizin vâcifeh
Kulûbun yevme izin | : kalpler, idrakler, anlayış, gün, vakit, her an |
vâcifetun | : hızla atacak, titreyen, heyecan, |
8- Kalbleri her an hakikatlerle titreyenlere.
-9-
أَبْصَارُهَا خَاشِعَةٌ
Ebsâruhâ hâşiah
ebsâru-hâ | : görmek, görüp anlamak, bakış, basiret |
hâşiatun | : yüce bir aşk ile, saygı, boynunu eğme |
9- Yüce bir aşk ile hakikatleri görüp anlayanlara.
-10-
يَقُولُونَ أَئِنَّا لَمَرْدُودُونَ فِي الْحَافِرَةِ
Yekûlûne e innâ le merdûdûne fîl hâfireh
Yekûlûne e inna | : derler, söylerler, biz, |
Le merdudune | : red olunmuş kabul edilmemiş, geri döndürülmüş, çıkış, |
Fiy el hafireti | : içinde, ilk hale dönmek, asli hale, önceki hale, geldiği yer |
10- Derler ki: Biz asliyetimize döndürülecek miyiz?
-11-
أَئِذَا كُنَّا عِظَامًا نَّخِرَةً
E izâ kunnâ izâmen nahıreh
E iza kunna | : biz olduğunda, edildiğinde |
izâmen | : kemik, büyük kimseler, büyükler |
Nahireten | : çürümüş kemikler, savrulmuş dağılmış |
11- Bizim kemiklerimiz bile savrulup dağıldıktan sonra mı?
-12-
قَالُوا تِلْكَ إِذًا كَرَّةٌ خَاسِرَةٌ
Kâlû tilke izen kerretun hâsireh
Kâlû tilke | : dediler, bu, şu, o |
izen | : eğer, o zaman, halinde, takdirde, gibimi |
Kerretun | : tekrar, dönüş, sabah akşam, kuvvet, kudret, maksat, |
hasiretun | : kayıp, kaybetmek, varlığından geçmek, bitmek, kavuşmak |
12- Dediler ki: O halde bu dönüş varlığından geçmektir.
-13-
فَإِنَّمَا هِيَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌ
Fe innemâ hiye zecretun vâhıdet
Fe innema hıye | : ancak, sadece, işte, o |
zecretun | : sevk etmek, göndermek, bir güç ile hareket, azarlama |
vâhıdetun | : birlik, bir olan, tek olan |
13- İşte tüm varlığın bir güç ile hareket etmesi O’nun tekliğinin göstergesidir.
-14-
فَإِذَا هُم بِالسَّاهِرَةِ
Fe izâ hum bis sâhiret
Fe iza hum | : artık, işte, bundan sonra, olduğunda, onlar |
Bi el sahiret | : dikkatli, uyanık, gözleri açık hale gelme, yeryüzü, çöl, |
14- Bu hakikatleri anlayanlar uyanmışlardır.
-15-
هَلْ أتَاكَ حَدِيثُ مُوسَى
Hel etâke hadîsu mûsâ.
Hel eta ke | : sana gelmedi mi? geldi değil mi? |
Hadisu musa | : hikayesi, kıssası, sözleri, olay, haberleri, Musa |
15- Musa’nın başından geçen olayların bilgileri sana geldi değil mi?
-16-
إِذْ نَادَاهُ رَبُّهُ بِالْوَادِ الْمُقَدَّسِ طُوًى
İz nâdâhu rabbuhu bil vâdil mukaddesi tuvâ
İz nada hu | : o zaman, nida etti, seslenmek, o |
rabb hu | : rabbi, efendi, vücudlandıran, o |
Bi el vadi | : vadi, yol, yer, tarz, usül, yol ile, |
el mukaddesi | : mukaddes, kutsal, temiz, pak, değerli, ulvi hakikatler |
tuva | : tuva, birlik yolu, övülmüş, sena, değerli, toplanmak, |
16- O, mukaddes bir yol olan birlik yolu üzere olduğunda Rabbinin nidasını işitti.
-17-
اذْهَبْ إِلَى فِرْعَوْنَ إِنَّهُ طَغَى
İzheb ilâ firavne inne hu tagâ.
izheb | : git, göndermek, giydirmek, atlamak, |
ilâ firavne | : firavuna, kibirli, zorba |
İnne hu taga | : muhakkak, o, azgınlık, haddi aşan, büyüklük, kibirlilik |
17- Firavuna git, muhakkak ki o kibirlilik içinde olandır.
-18-
فَقُلْ هَل لَّكَ إِلَى أَن تَزَكَّى
Fe kul hel leke ilâ en tezekkâ.
Fe kul hel leke | : Sonra, böylece, ona de, öylemi, söyleyebilirim, sana, |
ila en tezakka | : tertemiz olmak, halis, feyizlenmek, aydınlanmak |
18- Sonra ona de ki: Aydınlanıp temizlenmenin yolunu sana söyleyebilirim.
-19-
وَأَهْدِيَكَ إِلَى رَبِّكَ فَتَخْشَى
Ve ehdiyeke ilâ rabbike fe tahşâ.
ve ehdiye-ke | : huda, rehber, kılavuz, yol gösteren, |
ilâ rabbi-ke | : ancak, sadece, Rabbin |
Fe tahşa | : böylece, alçak gönüllü, tevazulu, saygılı |
19- Rehberin ancak Rabbin olsun. O’na karşı saygılı ol.
-20-
فَأَرَاهُ الْآيَةَ الْكُبْرَى
Fe erâhul âyetel kubrâ.
Fe era hu | : sonra, böylece, gösterdi, anlattı, hu, o, |
El ayete | : ayetler, işaretler, alamet, delil, |
el kubra | : büyüklük, yüce, azamet, meliklik, |
20- Böylece ona tüm kâinatın yüce sahibinin delillerini gösterdi.
-21-
فَكَذَّبَ وَعَصَى
Fe kezzebe ve asâ.
Fe kezzebe | : fakat, yalanladı, yalanda kaldı |
ve asa | : isyan etti, karşı çıktı |
21- Fakat o yalanladı ve karşı çıktı.
-22-
ثُمَّ أَدْبَرَ يَسْعَى
Summe edbere yes’â.
Summe edbere | : sonra, arkası, arka taraf, geçmiş bilgileri, kendi bağları |
Yesa | : istedi, aradı, amaçladı, yöneldi, sığındı, arzuladı |
22- Sonra da eski bildiklerine yöneldi.
-23-
فَحَشَرَ فَنَادَى
Fehaşere fe nâdâ.
Fe haşere | : sonra, toplandı, kalabalık, |
Fe nada | : sonra seslendi |
23- Böylece halkını topladı, sonra da seslendi.
-24-
فَقَالَ أَنَا رَبُّكُمُ الْأَعْلَى
Fe kâle ene rabbukumul a’lâ.
Fe kale | : sonra, böylece, dedi |
Ene rabbu kum | : ben, rabbinizim, sizin, |
El ala | : yüce, büyük, ulu |
24- Dedi ki: Ben, sizin rabbinizim, yüce olanım.
-25-
فَأَخَذَهُ اللَّهُ نَكَالَ الْآخِرَةِ وَالْأُولَى
Fe ehazehullâhu nekâlel âhıreti vel ûlâ.
Fe ehaze-hu | : aldı, çekti, nisbet etti, sarıldı, götürdü, sürdü, o, hak, |
Allah | : Allah. |
Nekale | : ders, ibret, nakil, kötü |
El ahıret ve el ûlâ | : sonrakilere, sonra ve ilk, önce, öncekilere, |
25- Ve o kendine Allah’lık nisbet etti. Bu hâl öncekilere ve sonrakilere bir ders oldu.
-26-
إِنَّ فِي ذَلِكَ لَعِبْرَةً لِّمَن يَخْشَى
İnne fî zâlike le ıbreten li men yahşâ.
İnne fiy zalike | : muhakkak ki, bunun içinde, bu anlatılanlarda |
Le ibreten | : ibret, dersler, önceki yaşanandan ders çıkarmak |
Li men | : kimseler için, |
yahşa | : saygılı olan, fenalardan sakınan, huşu, titreyen, sakınan |
26- Muhakkak ki işte bu anlatılan hakikatlerde, fenalardan sakınıp bir saygı içinde olan kimseler için ibretler vardır.
-27-
أَأَنتُمْ أَشَدُّ خَلْقًا أَمِ السَّمَاء بَنَاهَا
E entum eşeddu halkan emis semâ, benâhâ
E entum eşeddu | : sizler, daha fazla, en ince ayrıntı, güçlü, zor, geniş |
Halkan | : halkiyet, halk, yaratma, oluşturma, düzenlenme |
Em el semau | : veya, ya da, yoksa, gökyüzü, sema, ulvi alem |
Bena ha | : yapı, kurdu, düzenledi, bina etti. |
27- Sizin yaratılışınızda en ince ayrıntılar yok mu? Ya da göklerin düzenlenmesinde?
-28-
رَفَعَ سَمْكَهَا فَسَوَّاهَا
Refea semkehâ fe sevvâhâ.
refea | : yücelik, yükseklik, huzur, kaldırmak, açığa çıktı, |
semke-hâ | : yüksek bina, her yönüyle geniş yüksek olan, vücudlandırma, o |
fe sevvâ-hâ | : adil, adaletli, dosdoğru, dizayn, düzenleme, eşitlik, birlik, o |
28- Varolan her şey bir yücelik içinde vücudlandırıldı, dosdoğru düzenlendi.
-29-
وَأَغْطَشَ لَيْلَهَا وَأَخْرَجَ ضُحَاهَا
Ve agtaşe leylehâ ve ahrece duhâhâ.
ve agtaşe | : kararttı, karanlık, zayıf görüş, |
leyle-hâ | : gece, karanlık, gaflet, o |
ve ahrece | : çıkardı, ortaya çıkmak, görünmek, |
duhâ-hâ | : güneş, kuşluk vakti, aydınlığın yayılması, |
29- Gecede karanlık vardır ve geceden aydınlığa geçişte her şey görünür.
-30-
وَالْأَرْضَ بَعْدَ ذَلِكَ دَحَاهَا
Vel arda ba’de zâlike dehâhâ.
ve el arda bade | : arz, yeryüzü, toprak, bundan sonra, böylece |
Zalike deha ha | : bu, işte, sonra, döşedi, yaydı, kapsamak, derece, ileri görüş |
30- Ve yeryüzü yayılıp döşendi.
-31-
أَخْرَجَ مِنْهَا مَاءهَا وَمَرْعَاهَا
Ahrece minhâ mâehâ ve mer’âhâ.
Ahrece min ha | : oradan, ondan çıkardı |
Mae-hâ | : onun suyunu |
mera-hâ | : merasını, otlağını, çayırlık, boş yer, yeşil alan, |
31- Oradan çıkan suyu ve merası vardır.
-32-
وَالْجِبَالَ أَرْسَاهَا
Vel cibâle ersâhâ.
ve el cibâle | : dağlar, yüce olan, |
ersa ha | : yerleştirdi, konan, yükselmiş |
32- Ve yükselmiş dağlar.
-33-
مَتَاعًا لَّكُمْ وَلِأَنْعَامِكُمْ
Metâan lekum ve li en âmikum
Metâan lekum | : yararlanmak, faydalanmak, sizler |
Ve li enami kum | : hayvanlarınız için |
33- Sizler ve hayvanlarınız için oradan faydalanmak vardır.
-34-
فَإِذَا جَاءتِ الطَّامَّةُ الْكُبْرَى
Fe izâ câetit tammetul kubrâ.
fe izâ ceat | : sonra, ta ki, böylece, geldiği zaman |
Et tammetu el kübra | : büyük felaket, afet, olağan üstü hal, ölüm vakti |
34- Ta ki o ölüm vakti gelinceye kadar.
-35-
يَوْمَ يَتَذَكَّرُ الْإِنسَانُ مَا سَعَى
Yevme yetezekkerul insânu mâ seâ
Yevme | : gün, her an, vakit, zaman, |
yetezekkeru | : derin düşünür, hakikatleri anlayıp o hâl ile hareket etmek |
el insân | : insan, |
ma sea | : aramak, çalışmak, güç, iktidar, hakikatlerin arayışı |
35- İnsan hakikatleri anlamak için derin düşünmeli ve vaktini hakikatlerin arayışında geçirmeli.
-36-
وَبُرِّزَتِ الْجَحِيمُ لِمَن يَرَى
Ve burrizetil cahîmu li men yerâ
ve burrizeti | : bariz olmuştur, ortaya çıktı, açıkça, net, aşikar, |
el cahimu | : sıfatları kendine nisbet etmek, varlık isnat eden, üstün gören |
Li men yara | : için, kim, kimse, düşünen, gören, anlayan |
36- Ve düşünüp anlayan kimseler, sıfatları kendine nisbet etmenin cehaletini apaçık anlamışlardır.
-37-
فَأَمَّا مَن طَغَى
Fe emmâ men tagâ.
Fe emma | : bundan sonra, amma, fakat |
Men taga | : kim sınırı aştı, haddi aştı, taşkınlık etti |
37- Bundan sonra kim; haddi aşıp kendini ilahlaştırmışsa
-38-
وَآثَرَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا
Ve âserel hayâted dunyâ.
ve âsere | : seçti, etki, etkilendi, köle, esir olmak, |
el hayâte ed dünya | : dünya hayatı, yaşamı |
38- ve dünya hayatına esir olmuşsa,
-39-
فَإِنَّ الْجَحِيمَ هِيَ الْمَأْوَى
Fe innel cahîme hiyel me’vâ.
Fe inne el cahim | : o zaman muhakkak cahim, kendini farklı gören |
Hiye el meva | : o, onun, sığınak yeri, barınak, mekan, |
39- işte muhakkak ki onun sığındığı yer, kendine varlık isnat etmenin cehaletidir.
-40-
وَأَمَّا مَنْ خَافَ مَقَامَ رَبِّهِ وَنَهَى النَّفْسَ عَنِ الْهَوَى
Ve emmâ men hâfe makâme rabbihî ve nehennefse anil hevâ.
ve emmâ men hafe | : fakat, kim çekindi, korktu, kendine isnattan sakındı |
makâme | : makam, mesken, mülkiyet, durmak, kalmak |
rabbi-hî | : Rabbinin |
ve nehâ | : yasakladı, uzaklaştı |
en nefse anil heva | : nefsinin, kendisinin, kendi hevasından |
40- Ve kim; Rabbine ait olan makamları kendine isnat etmekten sakınır ve kendi hevalarından uzaklaşırsa,
-41-
فَإِنَّ الْجَنَّةَ هِيَ الْمَأْوَى
Fe innel cennete hiyel me’vâ.
Fe inne cennete | : işte, sonra, böylece, muhakkak, cennet, huzur |
Hiye el meva | : sığınağı, barınağı |
41- işte muhakkak ki onun sığınağı huzurdur.
-42-
يَسْأَلُونَكَ عَنِ السَّاعَةِ أَيَّانَ مُرْسَاهَا
Yes’elûneke anis sâati eyyâne mursâhâ.
yeselûne-ke | : sana soruyorlar |
an el sâati | : saat, o zaman, zamandan, kıyamet, yaşamın sonu |
eyyâne | : ne zaman |
mursâ-hâ | : durdurulmak, gelip çatmak, son, yürürlüğe girmek, |
42- O saatin ne zaman gelip çatacağını sana soruyorlar.
-43-
فِيمَ أَنتَ مِن ذِكْرَاهَا
Fîme ente min zikrâhâ.
fîyme ente | : içinde, sende, senin içinde |
min zikrâ-hâ | : onun zikrinden, bilgi, anmak, hatırlamak, |
43- Senin o konu hakkında bir bilgin yoktur.
-44-
إِلَى رَبِّكَ مُنتَهَاهَا
İlâ rabbike muntehâhâ.
ilâ rabbi-ke | : Rabbine, seni vücudlandıran, |
muntehâ-hâ | : son, son derece, uç, onun sonu, nihayeti, varacağı yer, |
44- Her şeyin sonu Rabbinedir ancak.
-45-
إِنَّمَا أَنتَ مُنذِرُ مَن يَخْشَاهَا
İnnemâ ente munziru men yahşâhâ
İnnemâ ente | : sadece, ancak, sen, |
munziru | : uyarıcı, tebliğ eden, açıklayan |
Men yahşa ha | : kim, titreyen, saygılı olan fenalardan sakınan |
45- Sen ancak saygılı olan, fenalardan sakınan kimseye hakikatleri açıklayıp uyarabilirsin.
-46-
كَأَنَّهُمْ يَوْمَ يَرَوْنَهَا لَمْ يَلْبَثُوا إِلَّا عَشِيَّةً أَوْ ضُحَاهَا
Ke ennehum yevme yerevnehâ lem yelbesû illâ aşiyyeten ev duhâhâ.
keenne-hum | : sanki, gibi, onlar, |
yevme | : gün, o vakit, o ölüm vakti, zaman, üzerinde olsaydı |
yerevne-hâ | : görecekler, anlayacaklar, sanırlar, düşünürler, onu |
lem yelbesû | : kalmadılar, bulunmak, o hâlde yaşamak, |
İllâ aşiyyeten | : ancak, sadece, akşam, öğleden sonra, |
Ev duha ha | : veya, ya da, kuşluk, aydınlığın yayıldığı vakit, sabah, |
46- Onlara o ölüm vakti geldiğinde, sadece sabahtan akşama kadar yaşadıklarını sanırlar.