NEBE SURESİ

 

-1-

عَمَّ يَتَسَاءلُونَ

Amme yetesâelûn

Amme yetesaelune : neyi, lakin, fakat, soruyorlar, sual ediyorlar, arıyorlar

 

1- Neyi sorup arıyorlar?

 

-2-

عَنِ النَّبَإِ الْعَظِيمِ

Anin nebeil azîm

an en nebei : haber, bilgi, hakikatlerin bilgisi,
el azimi : varoluştaki karar sahibi, kararlı, yüce

 

2- Varoluştaki karar sahibi hakkında bilgiler mi?

 

-3-

الَّذِي هُمْ فِيهِ مُخْتَلِفُونَ

Ellezî hum fîhi muhtelifûn

Ellezi hum fiy hi : o kimseler, onun hakkında, içinde bulundukları durum
muhtelifune : ihtilaf hali, ayrılık, ikilik, birbirine uymayan

 

3- Ki onlar, O’nun hakkında birbirine uymayan düşünceler içindedirler.

 

-4-

كَلَّا سَيَعْلَمُونَ

Kellâ se ya’lemûn

Kellâ se yalemune : hayır, öyle değil, elbette, yakında bilecekler

 

4- Elbette hakikati arayan bilecektir.

 

-5-

ثُمَّ كَلَّا سَيَعْلَمُونَ

Summe kellâ se ya’lemûn

Summe kella : sonra, devamla, böylece, elbette
se yalemun : bilmeye devam edecektir, yakında bilecekler

 

5- Elbette arayan bilmeye devam edecektir

 

-6-

أَلَمْ نَجْعَلِ الْأَرْضَ مِهَادًا

E lem necalil arda mihâdâ

Elem necal : değil, kılmadık mı, yapmadık mı?
El arda : yeryüzü, yaşam yeri,
mihaden : döşemek, yaymak, düzenlemek, beşik, döşek,

 

6- Yeryüzünü düzenleyip bir yaşam yeri yapmadık mı?

 

-7-

وَالْجِبَالَ أَوْتَادًا

Vel cibâle evtâdâ

ve el cibâle : dağlar, büyüklük,
evdaten : kazık, çakılı, desteklenmiş, tutturan, denge, sebat,

 

7- Destekleyici dağları.

 

-8-

وَخَلَقْنَاكُمْ أَزْوَاجًا

Ve halaknâkum ezvâcâ

ve halaknâ-kum : sizi yarattık, halk ettik, var ettik,
ezvacen : eş, tür, sınıf, benzer, aynı yolda olan, çift olarak,

 

8- Ve sizi çiftler halinde yarattık.

 

-9-

وَجَعَلْنَا نَوْمَكُمْ سُبَاتًا

Ve cealnâ nevmekum subâtâ

ve cealnâ : yaptık, oluşturduk, ortaya koyduk, düzenlemek
nevme-kum : sizin uykunuz
subâten : dinlenme, uykuya geçme modu

 

9- Dinlenmeniz için uyku hâlini düzenledik.

 

-10-

وَجَعَلْنَا اللَّيْلَ لِبَاسًا

Ve cealnel leyle libâsâ

ve cealnâ : kıldık, yaptık, düzenledik, sunduk, meydana getirdik
el leyle : gece, karanlık,
libasen : örtü, kaplama,

 

10- Geceyi örtü yaptık.

 

-11-

وَجَعَلْنَا النَّهَارَ مَعَاشًا

Ve cealnen nehâre meâşâ

ve cealnâ : kıldık, yaptık, düzenledik
en nehâre : gündüz, aydınlık, ışık,
meâşen : maişet, yaşamak, gıda, rızık, geçim için çalışma,

 

11- Aydınlığı rızkınız için düzenledik.

 

-12-

وَبَنَيْنَا فَوْقَكُمْ سَبْعًا شِدَادًا

Ve beneynâ fevkakum seb’an şidâdâ

ve beneynâ : bina ettik, kurduk, bedenlendirdik, düzenledik,
fevka-kum : yukarı, yüksek derece, makam, üzerinizde, sıfatlar, siz,
seban : yedi, yücelikler, yüce deliller, yedi makam, tüm makam,
şidâden : kudretli, kuvvetli, sağlam, daha fazla, belirgin, görünür,

 

12- Sizin üzerinizde tüm yüce delilleri görünür bir halde sizi bedenlendirdik.

 

-13-

وَجَعَلْنَا سِرَاجًا وَهَّاجًا

Ve cealnâ sirâcen vehhâcâ

ve cealnâ : yaptık, kıldık, düzenledik, sunduk,
sirâcen : lamba, kandil, ışık veren, nur saçan, aydınlatan, şevk veren,
vehhâcen : parlayan, görkemli, ışıl ışıl, ışık veren, nurunu gösteren

 

13- Hakikati gösteren, nur saçan bir halde düzenledik.

 

-14-

وَأَنزَلْنَا مِنَ الْمُعْصِرَاتِ مَاء ثَجَّاجًا

Ve enzelnâ minel mu’sırâti mâen seccâcâ

ve enzelnâ : sunduk, verdik, indirdik
min el musırâti : bulutlardan, olgunlaşmış meyve, her şey,
mâen : su, rahmet, ilim,
seccâcen : bereketli, dökülen, bol

 

14- Bulutlardan bol rahmetler sunduk.

 

-15-

لِنُخْرِجَ بِهِ حَبًّا وَنَبَاتًا

Li nuhrice bihî habben ve nebâtâ

li nuhrice : çıkarmak
bi-hî habben : ondan tohumlar
Ve nebaten : nebat, bitki

 

15- Nebatlardan tohumlar çıkardık.

 

-16-

وَجَنَّاتٍ أَلْفَافًا

Ve cennâtin elfâfâ

ve cennâtin : bahçeler
elfâfen : sarmaş dolaş olmuş fidan, dallar, topluluklar

 

16- Bahçelerde sarmaş dolaş olmuş bitkiler.

 

-17-

إِنَّ يَوْمَ الْفَصْلِ كَانَ مِيقَاتًا

İnne yevmel faslı kâne mîkâtâ

İnne yevme : muhakkak, gün, vakit, zaman,
El faslı : ayrıntı, ara, ayrılma, bölüm, süre,
Kane mikaten : oldu, belirli zaman, yer, vakit, vakti sınırlı olan

 

17- Muhakkak ki onların belirli bir yaşam süreleri vardır.

 

-18-

يَوْمَ يُنفَخُ فِي الصُّورِ فَتَأْتُونَ أَفْوَاجًا

Yevme yunfehu fîs sûri fe te’tûne efvâcâ

Yevme yunfehu : gün, vakit, her an, üfleten, üfürülür,
fî el sûri : içinde, sur, suret, beden, resim, üflenilen,
fe tetûne : geleceksiniz, anlayacaksınız, bileceksiniz
efvâcen : topluluklar, alaylar, tüm varlığın birliği, tüm varlık,

 

18- İçinizde her an nefes aldırıp verdiren gücü anladığınız vakit, tüm varlığın birliğini bileceksiniz.

 

-19-

وَفُتِحَتِ السَّمَاء فَكَانَتْ أَبْوَابًا

Ve futihatis semâu fe kânet ebvâbâ

ve futihati : açıldı, ortaya çıktı, gerçekler belli oldu, fetih,
es semâu : sema, gökyüzü, ulvi âlem
fe kânet : böylece, olmuştur, açığa çıkmıştır, görünür,
ebvâben : kapılar, gerçekler, kısım, bahis, parça,

 

19- Ve Ulvi Âlem açıldığında, böylece bilmediğiniz gerçekler açığa çıkacaktır.

 

-20-

وَسُيِّرَتِ الْجِبَالُ فَكَانَتْ سَرَابًا

Ve suyyiretil cibâlu fe kânet serâbâ

ve suyyireti : yürütüldü, bitirildi.
el cibâlu : dağlar, büyüklük halleri, benlik,
fe kânet : böylece oldu
serâben : serap, hayal, şaşkınlık, kaybolup giden,

 

20- Ve büyüklük halleri bitecektir. Böylece suretler bir serap olacaktır.

 

-21-

إِنَّ جَهَنَّمَ كَانَتْ مِرْصَادًا

İnne cehenneme kânet mirsâdâ

İnne cehenneme : muhakkak ki, cehennem, cehaletin derin kuyusu
Kanet mirsaden : oldu, gözetleme yeri, hâli, o hallerle bakanlar

 

21- Cehaletin cehenneminde olanlar o hallerle bakıp dururlar.

 

-22-

لِلْطَّاغِينَ مَآبًا

Lit tâgîne meâbâ

li et tâgîne : için, azgın, isyan eden, sapkın, benlik içinde olan
meâben : meab, ilahlara sığınan, sığınılacak yer, bulundukları hal

 

22- Sığındıkları şey, haddi aşmak, benlik içinde olmaktır.

 

-23-

لَابِثِينَ فِيهَا أَحْقَابًا

Lâbisîne fîhâ ahkâbâ

lâbisîne : giyen, giymiş, suretlerde kalan, kalacak olanlar
fîy-hâ ahkaben : onun içinde, orada, uzun zaman, bir yaşam,

 

23- Uzun zaman suretlerde kalırlar, o hallerin içinde oyalanırlar.

 

-24-

لَّا يَذُوقُونَ فِيهَا بَرْدًا وَلَا شَرَابًا

Lâ yezûkûne fîhâ berden ve lâ şerâbâ

lâ yezûkûne : yok, tat, lezzet, fayda,
fî-hâ berden : orada, o halde, serinlik, soğukluk, zayıflık, rahatlık, ölü gibi,
Ve la şeraben : yok, hissetmek, içecek, ilim üzere olmak, öğrenmek

 

24- O hâlde olanlar hakikatlere karşı ölü gibidirler, hakikatlerden tat almazlar ve hakikatleri hissetmezler.

 

-25-

إِلَّا حَمِيمًا وَغَسَّاقًا

İllâ hamîmen ve gassâkâ

İllâ hamimen : ancak, sadece, kaynar su, kızgın, öfke, yakınlık, dostluk,
Ve gassakan : bedenlerinden çıkan irin pis koku, cehalet hali, küfrün hali

 

25- Sadece öfkeli hallerde ve kendi ürettikleri cehalet hallerinde olurlar

 

-26-

 جَزَاء وِفَاقًا

Cezâen vifâkâ

Cezâen : karşılık, ceza,
vifaken : münasip, uygun,

 

26- Kendilerine uygun karşılıkları budur.

 

-27-

إِنَّهُمْ كَانُوا لَا يَرْجُونَ حِسَابًا

İnnehum kânû lâ yercûne hısâbâ

İnnehum kanu : muhakkak ki, onlar, oldular, edildiler
lâ yercûne : yok, ümit etmek, arzu, umut, rica,
hısâben : hesap, arayıp sorgulama, amaç, maksat,

 

27- Muhakkak ki o hâlde olanların hakikatleri arayıp sorgulamada bir arzuları yoktur.

 

-28-

وَكَذَّبُوا بِآيَاتِنَا كِذَّابًا

Ve kezzebû bi âyâtinâ kizzâbâ

ve kezzebû : yalanlarda kalmak, yalanladılar
bi âyâti-nâ : ayet, işaret, delil, biz, ayetlerimiz
kizzâben : yalanlamak, reddetmek, tekzip ederek

 

28- Ve ayetlerimize karşı yalanlarda kaldılar, hakikatleri yalanladılar.

 

-29-

وَكُلَّ شَيْءٍ أَحْصَيْنَاهُ كِتَابًا

Ve kulle şeyin ahsaynâhu kitâbâ

ve kule şeyin : her şeyi, bütün her şey,
Ahsaynâ hu : saydık döktük, sunduk, güzellik içinde, gösterdik,
kitaben : kitapta, varlık kitabı,

 

29- Bütün her şeyin hakikatlerini varlık kitabında saydık döktük.

 

-30-

فَذُوقُوا فَلَن نَّزِيدَكُمْ إِلَّا عَذَابًا

Fe zûkû felen nezîdekum illâ azâbâ

Fe zuku : bundan sonra, haydi, artık, tadın, hissetmek, zevk, öfke
Fe len nezide kum : artış yok, değil, artış, çoğalmak, siz,
İlla azaben : ancak, sadece, sıkıntı, azap

 

30- Bundan sonra cehaletin hissiyatında olanların ancak sıkıntılarından başka bir şeyi artmaz.

 

-31-

إِنَّ لِلْمُتَّقِينَ مَفَازًا

İnne lil muttekîne mefâzâ

İnne li el muttakine : muhakkak, muttakiler için, fenalardan sakınan,
mefazen : korunma, mutluluk, kurtuluş, feyz

 

31- Muhakkak ki fena hallerden sakınanlar için feyz vardır.

 

-32-

حَدَائِقَ وَأَعْنَابًا

Hadâika ve anâbe

hadâika : bostan, bahçe, ortaya çıkmış güzellikler, hakikatler, tecelliler,
ve anâben : üzüm bağı, üzümleri tutan bağ, tüm varlığı tutan Zât,

 

32- Tecellileri ve tüm varlığı tutan Zâtı anlamak vardır.

 

-33-

وَكَوَاعِبَ أَتْرَابًا

Ve kevâıbe etrâbâ

ve kevâıbe : tomurcuk, taneler, göz alıcı güzellikler, tecelli etmiş,
etrâben : eşit, aynı, benzer, denk, bir, birlik içinde olmak şuuru

 

33- Göz alıcı güzellikler ve birlik şuuru vardır.

 

-34-

وَكَأْسًا دِهَاقًا

Ve kesen dihâkâ

ve kesen : kadeh, bardak, cam, gönül,
dihâkan : dolu, mutlu olmuş, huzur bulmuş, anlamış gönül

 

34- Hakikatleri anlamış gönüller vardır.

 

-35-

لَّا يَسْمَعُونَ فِيهَا لَغْوًا وَلَا كِذَّابًا

Lâ yesmeûne fîhâ lagven ve lâ kizzâbâ

lâ yesmeûne : yok, işitmek, işitmezler, duymazlar
fîy-hâ lagven : orada, o halde olan, boş söz, faydasız, hata,
Ve la kizzaben : yok, yalan, yalanlarda kalmak

 

35- O halde olanlarda boş söz duyma yoktur ve yalan yoktur.

 

-36-

جَزَاء مِّن رَّبِّكَ عَطَاء حِسَابًا

Cezâen min rabbike atâen hısâbâ

cezâen : karşılık, ceza,
min rabbi-ke : Rabbinden
atâen : bir lütuf, bağış, ihsan, hakikatlerin lütfu,
hısâben : hesap, yaptıklarının karşılığı, araştırmak, incelemek,

 

36- Hakikatleri araştırmanın karşılığı olarak Rabbinin lütufları vardır.

 

-37-

رَبِّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا الرحْمَنِ لَا يَمْلِكُونَ مِنْهُ خِطَابًا

Rabbis semâvâti vel ardı ve mâ beynehumer rahmâni lâ yemlikûne minhu hitâbâ

rabbi : Rabb, vücudlandıran, var eden,
el semâvâti ve ardı : sema, gökler, ulvi alem ve dünya, yeryüzü
ve mâ beyne huma : onlarda olan şeyler, arasında bulunanlar,
er rahmâni : rahmetiyle tüm varlığı saran, nuru ile saran,
lâ yemlikûne : yok, malik, sahip, var değildir,
minhu hitaben : ondan, söz sahibi, seslenen, hitap,

 

37- Gökleri ve yeri ve onlarda olan her şeyi vücudlandıran, bütün varlığı nuruyla saran O’dur. Tüm varlıktan O’ndan başka hitab edip duran yoktur.

 

-38-

يَوْمَ يَقُومُ الرُّوحُ وَالْمَلَائِكَةُ صَفًّا لَّا يَتَكَلَّمُونَ إِلَّا مَنْ أَذِنَ لَهُ الرحْمَنُ وَقَالَ صَوَابًا

Yevme yekûmur rûhu vel melâiketu saffâ lâ yetekellemûne illâ men ezine lehur rahmânu ve kâle sevâbâ

Yevme yekunu : o gün, vakit, her an, zaman, hazırdır, vardır,
el rûhu : ruh, tüm varlığın var oluş kaynağı, hayatın kaynağı,
ve el melâiketu : melekler, kuvve, kuvvet sahibi, güç, her varlıktaki güç,
saffan : saf saf olarak, sıralı, dizi dizi, her yer, her varlık,
lâ yetekellemûne : yok, kelime, konuşamaz, bilemez
İllâ men ezine lehu : ancak, sadece, başkası, kim, izin, yetkili olan, o,
el rahmânu : tüm varlığı rahmetiyle saran, nuruyla saran,
ve kâle sevaben : dedi, söyledi, doğru olan, hak üzere olanlar, hayırlı,

 

38- Bütün her şey her an O’nun Ruhundandır ve her varlıktaki güç O’dur. Her şeyde yetkili olanı, tüm halkı nuruyla saranı anlayan ve hayr üzere olan kimse, hakikatlerden başka bir şey konuşamaz.

 

-39-

ذَلِكَ الْيَوْمُ الْحَقُّ فَمَن شَاء اتَّخَذَ إِلَى رَبِّهِ مَآبًا

Zâlikel yevmul hakk femen şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ

Zâlike el yevmu : işte bu, bunlar, gün, her an, vakit, zaman,
el hakk : hakikat, gerçek, doğru olan,
Fe men şea : artık, bundan sonra, kim, kimse, isterse, isteyen,
ittehaze : çekilmek, tanımak, sarılmak, hakikatlere sarılmak,
ilâ rabbi-hî : sadece, ancak, Rabbinin, vücudlandıran, onu,
meâben : sığınak, geri dönülecek olan yer, gerçek yer,

 

39- İşte bunları anlayan her zaman hakikatler üzere olur. Bundan sonra kim isterse sadece Rabbinin hakikatlerine sarılır, sadece O’na döner.

 

-40-

إِنَّا أَنذَرْنَاكُمْ عَذَابًا قَرِيبًا يَوْمَ يَنظُرُ الْمَرْءُ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُ وَيَقُولُ الْكَافِرُ يَا لَيْتَنِي كُنتُ تُرَابًا

İnnâ enzernâkum azâben karîbân yevme yenzurul meru mâ kaddemet yedâhu ve yekûlul kâfiru yâ leytenî kuntu turâbâ

İnnâ enzerna kum : muhakkak ki, doğrusu, haberdar etmek, uyardık,
Azâben kariben : azab, sıkıntı, yakınlık, gelecek
Yevme yenzuru : o gün, her zaman,  bakacak
el meru : kişi, er kişi,
ma kaddemet : takdim ettiği şey
yedâ-hu : elleri, gücü, o, kendi elleri
ve yekulu : derler, söyler,
el kâfiru : örten, hakikatleri görmemezlikten gelen
yâ leyte-nî : keşke ben
Kuntu turaben : olmak, olsaydım, toprak, toz,

 

40- Muhakkak ki gelecek sıkıntılara karşı sizi uyardık. Bir kişi kendi elleriyle ne yaptıysa, her zaman onun karşılığını görür. Hakikatleri görmemezlikten gelip örtenler, keşke ben toprak olsaydım, der.