ABESE SURESİ
-1-
عَبَسَ وَتَوَلَّى
Abese ve tevellâ.
abese | : huzursuz oldu, yüzünü ekşitti, gereksiz gördü, boş gördü |
ve tevellâ | : başını çevirdi, çekildi, döndü |
1- Huzursuz oldu ve başını çevirdi.
-2-
أَن جَاءهُ الْأَعْمَى
En câehul a’mâ.
en câe-hu | : onun gelmesi, geldi gelince, gelen |
el amâ | : ama, körlük, hakikati göremeyen, anlayamayan |
2- Hakikatleri göremeyen birinin ona gelmesiyle.
-3-
وَمَا يُدْرِيكَ لَعَلَّهُ يَزَّكَّى
Ve mâ yudrîke leallehu yezzekkâ.
Ve mâ yudrî-ke | : sen bilemesin, belli olmaz, asla bilemezsiz |
lealle-hu | : beklide o |
yezzekkâ | : temizlenmek, ödüllendirilmek, aradığını bulma |
3- Sen bilemeyebilirsin, belki de o aradığını bulacak.
-4-
أَوْ يَذَّكَّرُ فَتَنفَعَهُ الذِّكْرَى
Ev yezzekkeru fe tenfeahuz zikrâ.
Ev yezzekkeru | : ya da, düşünecek, anlayacak, anacak, |
Fe tenfea hu | : yararlanacak, faydalanacak, anlayacak, |
Ez zikra | : zikir, öğüt, anmak, anlamak, anlatmak |
4- Anlattığından faydalanacak, düşünerek anlayacak.
-5-
أَمَّا مَنِ اسْتَغْنَى
Emmâ menistagnâ.
Emmâ men istigna | : fakat, kim, ihtiyacı olmayan, muhtaç olmayan, müstağni |
5- Fakat hakikatin öğütlerine ihtiyaç duymayan kimseye gelince,
-6-
فَأَنتَ لَهُ تَصَدَّى
Fe ente lehu tesaddâ.
Fe ente | : oysa, işte sen, o halde, sonra, sen |
Lehu tesadda | : ona yöneliyorsun, onunla ilgileniyorsun |
6- işte sen onunla ilgileniyorsun.
-7-
وَمَا عَلَيْكَ أَلَّا يَزَّكَّى
Ve mâ aleyke ellâ yezzekkâ.
Ve ma aleyka | : sen değilsin, sorumlu değilsin |
Ella yezekka | : olmayan, değil, ödül, karşılık, bir şey aramayan |
7- Bir arayışta olmayandan sen sorumlu değilsin.
-8-
وَأَمَّا مَن جَاءكَ يَسْعَى
Ve emmâ men câeke yesâ
ve emmâ men cae ke | : fakat, oysa, halbuki, gelen kimse, geliyor. |
yesâ | : istiyor, arıyor, koşuyor, anlamak istiyor |
8- Hâlbuki bir arayışta olan sana geliyor.
-9-
وَهُوَ يَخْشَى
Ve huve yahşâ.
ve huve yahşa | : o, saygılı, sevgi, çekinme |
9- Ve onda bir saygı var.
-10-
فَأَنتَ عَنْهُ تَلَهَّى
Fe ente anhu telehhâ.
Fe ente | : oysa sen |
An hu telehha | : rahatsız, dikkat etmek, ince davranmak, özenli |
10- Oysa sen ona dikkat etmiyorsun.
-11-
كَلَّا إِنَّهَا تَذْكِرَةٌ
Kellâ innehâ tezkirah
Kellâ inne ha | : hayır, bilakis muhakkak o, hakikatlerin sözleri |
tezkiratun | : hatırlatma, nasihat, öğüt vermek, yol gösterme, bilet |
11- Bilakis hakikatlerin sözleri hakikatleri arayanlara bir öğüttür.
-12-
فَمَن شَاء ذَكَرَهُ
Fe men şâe zekerah
Fe men şea | : artık, bundan sonra, kim ister, istiyor |
Zekere hu | : zikir, öğüt, anmak, hu, hak, |
12- Bundan sonra isteyen kimse o hakikatlerden öğüt alır.
-13-
فِي صُحُفٍ مُّكَرَّمَةٍ
Fî suhufin mukerrameh
Fi suhufun | : içinde, sahifeleri, ders, yazılı olan, |
mukerrametin | : aziz, kutsal, kerim, şerefli, üstün olan |
13- O hakikatler tüm varlığın sayfalarında kutsal bir halde bulunur.
-14-
مَّرْفُوعَةٍ مُّطَهَّرَةٍ
Merfûatin mutahherah
merfûatin | : yüce, yüksek, yükseltilmiş, yüceltilmiş olan |
mutahheratin | : tertemiz olan, saf, |
14- Tertemiz sayfalarda yüce gerçekler vardır.
-15-
بِأَيْدِي سَفَرَةٍ
Bi eydî seferah
Bi eydi seferatin | : bir el, güç, kâtip, yazıcı, arabulucu, yolcu, sürüp giden, |
15- Sürüp giden bir gücü gösterir.
-16-
كِرَامٍ بَرَرَةٍ
Kirâmin berarah
kirâmin | : yüce, koruyan, şerefli, üstün, değerli, yüce olanı anlamak, |
beraratin | : iyilik sahibi, ahdine sadık, erdemli insan, fenalardan sakınan |
16- Fenalardan sakınan, hakikatlere bağlı olan insan, yüce olanı anlar.
-17-
قُتِلَ الْإِنسَانُ مَا أَكْفَرَهُ
Kutilel insânu mâ ekfera hu
kutile | : kendine yazık eder, mahvolur, kahreder, öldürmek |
el insânu | : insan |
Mâ ekfere | : şey, ne, değil, örten, görmemezlikten gelen, |
hu | : Hakk, o |
17- Hakk’ı görmemezlikten gelen insan ise kendine yazık eder.
-18-
مِنْ أَيِّ شَيْءٍ خَلَقَهُ
Min eyyi şeyin halakahu
Min eyyi şeyin | : Herhangi bir şey, herhangi birinin, hangi şeyden |
Halaka hu | : yaratan, onun yaratılışı, |
18- O nasıl bir şekilde halkedildi.
-19-
مِن نُّطْفَةٍ خَلَقَهُ فَقَدَّرَهُ
Min nutfeh halakahu fe kadderahu
Min nutfetin | : nutfe, damla, temiz, duru, öz, sperm ile yumurta |
Halaka hu | : yaratıldı, var edildi, halk edildi, oluşturulması |
Fe kaddera hu | : ölçü, genetik bilgisi, plan, düzenlemek, takdir, o, hak |
19- O bir özden halkedildi, böylece o bir ölçüyle sıfatlandırıldı.
-20-
ثُمَّ السَّبِيلَ يَسَّرَهُ
Summes sebîle yesserahu
Summe el sebili | : sonra, yol, hakikatin yolu, hak yolu |
Yessera hu | : kolaylık, hızlı, gitmek, varlık, akıp giden, hu, o, hak |
20- Sonra da ona akıp giden bir yaşam yolu verildi.
-21-
ثُمَّ أَمَاتَهُ فَأَقْبَرَهُ
Summe emâtehu fe akberah
Summe emata hu | : sonra onun ölümlü |
Fe akbera hu | : vücut kabri, |
21- Sonra o vücud kabrinde ölümlü kılındı.
-22-
ثُمَّ إِذَا شَاء أَنشَرَهُ
Summe izâ şâe enşerah
Summe iza şae | : sonra, ardından, olduğunda, ise, istek, arzu |
Enşere hu | : diriltti, yaydı, dağıtma, ortaya çıkardı, var etti, o, hak, |
22- Sonra o hakikatleri anlamada istekli olursa o onu varedeni anlayacaktır.
-23-
كَلَّا لَمَّا يَقْضِ مَا أَمَرَهُ
Kellâ lemmâ yakdı mâ emerah
Kellâ lemma yakdı | : hayır, lakin, eledi, yok saydı, görmedi, yapmak, anlayamadı |
Ma emera hu | : değil, şey, ne, işleyiş, hüküm, o, hak, |
23- Fakat o kendindeki işleyişi anlayamadı.
-24-
فَلْيَنظُرِ الْإِنسَانُ إِلَى طَعَامِهِ
Felyanzuril insânu ilâ taâmih
fe li yanzuri | : işte baksın, bakıp görsün, değerlendirmek, incelemek |
el insânu | : insan |
ilâ taâmi-hî | : gıda, taamına, yemeğine, fayda, yarar, |
24- İnsan o fayda bulduğu şeylere bakıp görsün.
-25-
أَنَّا صَبَبْنَا الْمَاء صَبًّا
Ennâ sabebnel mâe sabbâ
Ennâ sabebna | : nasıl, akıttık, donatılmak, vermek, biz, |
El mae sabba | : rahmet, su, akıtmak, sunmak, göndermek, nitelikler, |
25- Bol bir rahmetle, niteliklerle onu nasıl donattığımıza baksın.
-26-
ثُمَّ شَقَقْنَا الْأَرْضَ شَقًّا
Summe şekaknel arda şakkâ
Summe şakakna | : sonra, yarılma, açığa çıkma, sunulma, oturduğu yer |
El arda şakkan | : yeryüzü, toprak, yarılması, açığa çıkması, |
26- Sonra topraktan her şeyin nasıl ortaya çıktığına.
-27-
فَأَنبَتْنَا فِيهَا حَبًّا
Fe enbetnâ fîhâ habbâ
Fe enbetna | : böylece, sonrada, nebatlar, |
Fi ha habben | : içinde taneler, tohum, aşk |
27- Sonra da nebatlar, içinde tohumlar.
-28-
وَعِنَبًا وَقَضْبًا
Ve ineben ve kadbâ
ve ineben | : üzümler, bağlar |
ve kadben | : sebzeler, yoncalar |
28- Üzümler ve sebzeler
-29-
وَزَيْتُونًا وَنَخْلًا
Ve zeytûnen ve nahlâ
ve zeytûnen | : zeytin |
ve nahlen | : hurma |
29- Zeytinler ve hurmalar
-30-
وَحَدَائِقَ غُلْبًا
Ve hadâika gulbâ
ve hadâika | : bahçeler |
gulben | : yoğun, sık sık, verimli, kalabalık, çokluk, |
30- ve yoğun bahçeler
-31-
وَفَاكِهَةً وَأَبًّا
Ve fâkiheten ve ebbâ
ve fâkiheten | : meyveler, kemalat, zeki, anlayışlı, bilen kimse |
ve ebben | : yemler, yemlikler, meralar, |
31- Meyveler ve meralar
-32-
مَّتَاعًا لَّكُمْ وَلِأَنْعَامِكُمْ
Metâan lekum ve li enâmikum.
metâan | : yarar, yararlanmak, meta olarak |
lekum | : sizin için |
ve li enami kum | : ve hayvanlarınız için |
32- Siz ve hayvanlarınızın yararlanması için.
-33-
فَإِذَا جَاءتِ الصَّاخَّةُ
Fe izâ câetis sahhâh
Fe iza ceati | : fakat, sonra, olduğunda, gelmek, |
El sahhatu | : şiddetli ses, sağır eden ses, dinlemek, kulak vermek, |
33- Ta ki ölüm vakti gelinceye kadar.
-34-
يَوْمَ يَفِرُّ الْمَرْءُ مِنْ أَخِيهِ
Yevme yefirrul meru min ehîh
yevme | : o gün, vakit, zaman, |
yefirru | : kaçar, uzaklaşır, firar, dönüp bakamaz, |
el meru | : biri, kişi, insan |
min ahî-hi | : kardeşinden |
34- O vakit, kişi kardeşinden bile uzaklaşır.
-35-
وَأُمِّهِ وَأَبِيهِ
Ve ummihî ve ebîh
ve ummi-hî | : annesi |
ve ebî-hi | : babası |
35- Annesinden ve babasından
-36-
وَصَاحِبَتِهِ وَبَنِيهِ
Ve sâhıbetihî ve benîh
ve sâhıbeti-hî | : sahibi, hanımı, eşi |
ve benî- hi | : oğlu, çocukları |
36- Eşinden ve çocuklarından
-37-
لِكُلِّ امْرِئٍ مِّنْهُمْ يَوْمَئِذٍ شَأْنٌ يُغْنِيهِ
Li kullimriin minhum yevmeizin şenun yugnîh
li kulli imriin | : için, herkes için |
min hum yevme izin | : onların, o vakit, o gün onların |
şenun | : hal, iş derdi |
yugnî-hi | : yeterince, kâfi, yeterli, zengin, varlık, |
37- O vakit, herkes kendi varlığının derdinde olacaktır.
-38-
وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ مُّسْفِرَةٌ
Vucûhun yevmeizin musfirat
vucûhun | : yüzler, gerçekler, |
yevme izin | : vakit, izin günü, o gün |
musfiratun | : aslına bakar, nurlu, ışıl ışıl, aydınlık |
38- O vakit, yüzler vardır hakikatleri anlamanın aydınlığını taşırlar.
-39-
ضَاحِكَةٌ مُّسْتَبْشِرَةٌ
Dâhıketun mustebşirah
dâhıketun | : gülen, huzurlu |
mustebşiratun | : neşeli, mutlu, |
39- Huzurludur, mutludur.
-40-
وَوُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ عَلَيْهَا غَبَرَةٌ
Ve vucûhun yevmeizin aleyhâ gaberah
ve vucûhun yevme izin | : yüzler vardır, o gün, o vakit, |
Aleyhâ gaberatun | : onlar, bitkin tükenmiş, yorulmuş, tozlu topraklı |
40- Ve o vakit, yüzler vardır bitkin tükenmiş.
-41-
تَرْهَقُهَا قَتَرَةٌ
Terhekuhâ katerah
terheku-hâ | : onu kaplar, sarılmış |
kateratun | : borçlu, kara, karanlık, cehaletin karanlığı, günahlar |
41- Cehaletin karanlığıyla sarılmış.
-42-
أُوْلَئِكَ هُمُ الْكَفَرَةُ الْفَجَرَةُ
Ulâike humul keferetul fecerah
Ulâike hum | : işte onlar |
el keferetu | : örtenler, hakikati görmemezlikten gelenler |
el feceratu | : facir, günahkâr, haktan sapan, fenalarda kalan, |
42- İşte onlar, hakikatleri görmemezlikten gelip, fena hallerde kalanlardır.