ÂDİYÂT SURESİ
-1-
وَالْعَادِيَاتِ ضَبْحًا
Vel âdiyâti dabhâ
Ve el âdiyâti | : antika, geçmiş, koşanlar, hızla koşan, eski bilişler, kıymetsiz şeyler |
dabhan | : nefes nefese, koşmak, ilerlemek, kopup gitmek, |
1- Eski cehalet bildiklerinden kopup hakikatlere koşanlara.
-2-
فَالْمُورِيَاتِ قَدْحًا
Fel mûriyâti kadhâ
fe el mûriyâti | : kıvılcım saçanlar, ışıldayan, riyâti: özgürlük |
kadhan | : cam, fincan, saydam, arkası görünen, hızla çarpan, parlayan |
2- Parlayıp ışıldayanlara.
-3-
فَالْمُغِيرَاتِ صُبْحًا
Fel mugîrâti subhâ
Fe el mugîrâti | : çeviren, değiştirenler, dönüştürenler, süratle gitmek, |
subhan | : sabah vakti, uyanış vakti, Allah’a ait hakikatleri anlamak |
3- Hakikatler yolunda süratle ilerleyenlere.
-4-
فَأَثَرْنَ بِهِ نَقْعًا
Fe eserne bihî nak’â
Fe eserne | : etkisi, alamet, güç, tesir, harekete geçmek, |
bihi naka | : onunla, o hakikatler, haykırmak, temiz, pak, toz, emmek |
4- Sonra da o hakikatleri anlayıp, tertemiz hallerle hareket edenlere.
-5-
فَوَسَطْنَ بِهِ جَمْعًا
Fe vesatne bihî cem’â
Fe vasatne | : sonra, böylece, merkez, orta, ara, denge, seçkin, |
bihi ceman | : onunla, o hakikatlerle, toplanma, birlik, tüm varlık, |
5- Böylece bir birlik üzere o hakikatlerle bir merkezde duranlara.
-6-
إِنَّ الْإِنسَانَ لِرَبِّهِ لَكَنُودٌ
İnnel insâne li rabbihî le kenûd.
İnne el insane | : muhakkak, doğrusu, insan |
li rabbi-hi | : için, rabbi, vücudlandıran, o, |
le kenudun | : elbette, nankörlük, değerini bilmeyen, kopuk, kesmek |
6- Doğrusu insan; kendini vücudlandıranı anlayamayıp, elbette hakikatlerden kopuk idi.
-7-
وَإِنَّهُ عَلَى ذَلِكَ لَشَهِيدٌ
Ve innehu alâ zâlike le şehîd
ve inne-hu ala zalike | : muhakkak, doğrusu, o, işte bu, bu nedenle |
Le şehid | : elbette, şehit, şahit, bilip görmek, has olmak |
7- Doğrusu o, işte bundan dolayı elbette bilip görenlerden değildi.
-8-
وَإِنَّهُ لِحُبِّ الْخَيْرِ لَشَدِيدٌ
Ve innehu li hubbil hayri le şedîd
ve inne-hu | : şüphesiz, doğrusu, o, |
li hubbi | : aşk içinde, sevgi, muhabbet, |
el hayri | : mal, varlık, hayırlı olan, iyi olan, iyilik, hayra ait, |
le şedid | : elbette, daha fazla, güçlü, şiddetli, |
8- Şüphesiz o, iyi hallerle bir aşk içinde hareket ettiğinde, elbette hakikatleri güçlü bir şekilde anlayacaktır.
-9-
أَفَلَا يَعْلَمُ إِذَا بُعْثِرَ مَا فِي الْقُبُورِ
E fe lâ yalemu izâ busiramâ fîl kubûr
e fele lâ yalemu | : bilmeyecek, onlar bilmezler mi? |
İzâ bisira | : eğer, olduğu zaman, bulunan, aramak, araştırmak, dağılmak |
Ma fî el kubûri | : kabirlerde, mezarlarda, suret bedenlerinde olan şey, hakikatler |
9- Eğer araştırırlarsa bedenlerinde varolan hakikatleri bilmezler mi?
-10-
وَحُصِّلَ مَا فِي الصُّدُورِ
Ve hussıle mâ fîs sudûr
ve hussıle | : elde edilen, bir şeye sahip olmak, açığa çıkan, netice, |
ma fiy el sudûri | : gönüller, göğüslerde |
10- Gönüllerde o hakikatler açığa çıkmaz mı?
-11-
إِنَّ رَبَّهُم بِهِمْ يَوْمَئِذٍ لَّخَبِيرٌ
İnne rabbehum bihim yevme izin le habîr
inne rabbe hum | : muhakkak, şüphesiz, rabbi, vücudlandıran, onlar |
bihim yevme izin | : onlardan, kendilerinden, gün, vakit, her an, her vakit, |
Le habîrun | : elbette, uzman, bildiren, haber eden, |
11- Muhakkak ki onları vücudlandıran, kendilerinden onlara her an hakikatleri bildirir.