A’RÂF SÛRESİ A’râf

 

1- Elif, Lâm, Mîm, Sâd

2- Tüm varlık sana bir kitap olarak sunuldu. Ondaki hakikatler hakkında gönlünde bir sıkıntı olmasın. O hakikatler, açıklayıp uyarman içindir, müminler için de bir öğüttür.

3- Rabbinizden size sunulan şeylere tâbi olun. O’ndan başka evliya edinmeyin. Hakikatleri ne kadar da az araştırıyorsunuz.

4- Nice beldelerde yaşayanlar Bizi anlayamayıp kendilerine yazık ettiler. Onlar cehaletin karanlığında kalıp, Bizi anlamamakla çevrelerine zarar verdiler, ya da onlar aydınlanma yolunda gaflete düştüler.

5- Sonra da onlar hakikatlerin çağrısına uymadılar. Onlar Bizi anlamamanın sıkıntılı hallerinde kalınca: Doğrusu biz zalimlerden olduk, dediler.

6- O kimselerin Bizi sorup anlamaları için hakikatleri gösterenler onlara geldi. Elbette hakikatleri gösterenler de Bizi anlamak için sormuşlar, araştırmışlardı.

7- İşte, elbette Bizi anlamak için arayışta olanlara; biz bilenlerden değiliz diyenlere, o hakikatlerin bilgisi sunulur.

8- Her an hakikatleri inceleme içinde olup, sonra da o hakikatleri bir ölçü içinde anlamada yoğunlaşan kimseler, elbette işte onlar başarılı olurlar.

9- Hakikatleri anlamadaki ölçüde bir zayıflık içinde olup, kendilerinde olan ayetlerimize karşı haksızlık eden kimseler; işte onlar başarılı olamazlar.

10- Gerçek olan şu ki; Biz size yeryüzünü yaşam yeri yaptık, size orada imkânlar sunduk. Nimetlerin sahibini bilip teslim etmede ne kadar da yavaş davranıyorsunuz.

11- Gerçek olan şu ki; sizi halkettik, sonra da sûretlendirdik. Âdem’e; tüm varlıktaki gücü anla, bir teslimiyet içinde ol dediğimizde, böylece o bir teslimiyet içinde oldu. Ancak, varlığın dış yüzünde kalıp iç yüzünü göremeyen, tüm varlıktaki gücü anlayamayan ise, teslim olanlardan olmaz.

12- Bildirildi: Tüm varlıktaki işleyişin sahibine teslim olmaktan seni alıkoyan nedir? Varlığın dış yüzünde kalıp iç yüzünü göremeyen; benlik içinde kalır, yakıp yıkıcı hallerinden dolayı yaratılışı anlayamaz, kendini diğer yaratılanlardan üstün görür ve o yaratılanları bir sûret görür ve sîretini göremez.

13- O halde olana bildirilir: Sen, kibirlilik içindeyken hakikatleri anlamaktan uzaklaştın. Artık sen kendini hakikatlerin dışında bıraktın, doğrusu sen kaybedenlerden oldun.

14- O halde olan: Her an ortaya çıkan varlığın hakikatini anlamam için bana mühlet ver, der.

15- Bildirildi: Doğrusu sen o hakikati anlamayı hep tehir ettin durdun.

16- O halde olan dedi ki: Bundan sonra bana uyanlar hakikatlerden uzaklaşırlar, elbette kendi fena halleri, dosdoğru senin yolunda olmaya engel olan şeydir.

17- Sonra elbette onların fena halleri; önlerinde, arkalarında, sağlarında, sollarında, her yerde olan hakikatleri görmeye engel olur. Onların çoğu nimetlerin sahibini bilip teslim edenlerden olamazlar.

18- Bildirildi: Küçük görme, hakikatlerden uzaklaşma hallerinden dolayı hakikatleri anlayamadın. Elbette senin hallerine uyan kimselerin hepsi cehaletin cehenneminde kalırlar.

19- Ey Âdem! Sen ve eşin, yaşadığınız yerde huzur içinde olun. İstediğiniz her yerde, hakikatlerden yararlanın. Varlığınızın geldiği öze olan o yakınlığı yok etmeyin, o özü kendinize nisbet etmeyin. Yoksa zalimlerden olursunuz.

20- Böylece onların şeytani halleri; onlarda gizli olan, onların fenalarının onlarda açığa çıkması için; Rabbiniz o aslınızın geldiği yeri, kuvvet sahibi olursunuz ya da sonsuzluk içinde olursunuz diye sizlere yasak etti, diyerek kendilerine vesvese verdi.

21- Onlar; kendi benliklerinden gelen şeytani hallerinin vesvesesini, elbette bize gelen bir öğüttür, diyerek kendilerini inandırdılar.

22- Böylece onlar, benlik hallerine uydular. Özlerine, benim, dediklerinden dolayı onların fena halleri açığa çıktı ve onların üzerlerindeki cennet hakikatinin ışığı sönmeye başladı. Onlara Rabbi nida etti: O özünüze, benim, demeniz sizlere yasak edilmedi mi? Sizlere, o kötü halleriniz sizin apaçık düşmanınızdır, diye belirtildi.

23- Dediler ki: Rabbimiz! Biz nefsimize zulmettik. Eğer senin mağfiretini anlayamazsak ve rahmetini anlayamazsak, elbette biz kaybedenlerden oluruz.

24- Bildirdik: Siz hakikatlerden uzaklaşarak birbirinizin düşmanı oldunuz. Yeryüzünde sizler için kararlı olma vardır ve bir zamana kadar faydalanma vardır.

25- Bildirdik: Yeryüzünde açığa çıkarsınız ve orada yaşarsınız ve orada ölürsünüz.

26- Ey Âdemoğulları! Size, fenalarınızı örtecek hakikat bilgileri ve değerli makamlar sunduk. Fenalardan sakınıp, Allah’a ortak koşmama hâlinde olmanız, işte bu sizin için daha hayırlıdır. İşte her şey Allah’ın delilleridir. Umulur ki onlar; varoluşun hakikatlerine ulaşırlar, o hakikatlerle bu âleme bakarlar.

27- Ey Âdemoğulları! Şeytani haller, atalarınızı hakikatlerden uzaklaştırıp, fena halleriyle onları huzur içinde olmaktan çıkardığı gibi, sakın sizi de ikiliğe düşürmesin. Siz, her yerde öyle hallerde olanları görürsünüz, onlar bir idraksizlik içinde olanlardır. Doğrusu iman etmeyen kimseler; şeytani hallerini dost edinenlerdir, sunduğumuz hakikatleri anlayamayanlardır.

28- Bir benlik içinde haddi aşanlar derler ki: Biz atalarımızı da bu yolda bulduk ve bu bize Allah’ın hükümleridir. De ki: Benlik içinde olmak, haddi aşmak, kesinlikle Allah’ın hükümleri değildir. Sizler, Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylüyorsunuz.

29- De ki: Rabbimin hükümlerinde adalet vardır. Siz yüzünüzü; bütün her yerde O’na ait olan hakikatlere teslimiyet içinde döndürün, varlığın yaratılış yasalarını O’na mahsus kılarak O’na yönelin, siz varedildiğiniz gibi O’na dönün.

30- Onlardan bir gurubu Hakk’a yöneldiler ve onlardan bir gurubu kendi üzerlerindeki hakikatleri bırakıp kendi anlayışlarına saptılar. Onlar, Allah’a ait hakikatleri bırakıp, şeytani hallerini dost edindiler ve onlar zannettiler ki Hakk’a yöneldiler.

31- Ey Âdemoğlu! Kendinizdeki ve bütün her yerdeki Hakk’a ait olan sıfatları anlayın, O’na teslimiyet içinde olun. İlim ile beslenin ve iyice öğrenin ve taşkınlık yapmayın. Doğrusu o taşkınlık içinde olanlarda sevgi yoktur.

32- De ki: Kutsal olan sıfatlar kimindir? Ki o Allah’ındır. O kullarını açığa çıkarandır ve rızıkları tertemiz verendir. O iman eden kimseler için anlat: Ölünceye kadar yaşamlarında gönülden hareket etsinler. İşte insanların bilmeleri için, delilleriyle hakikatleri ayrı ayrı açıklıyoruz.

33- De ki: Kutsal olan, ancak sizi vücudlandırandır. Gizli ya da açıkça benlik içinde olmak ve fenalarda olmak ve hakikatleri bırakıp, hasetlikler, zulüm içinde olmak, Allah’a ortak koşmaktır. O’na ait apaçık sunulan bir delile ulaşmadan, Allah hakkında bilmediğiniz şeyi söylemeyin.

34- Bütün insanların belirli bir zamanı vardır. Onlara ecel geldiğinde, artık onu bir an bile erteleme yoktur ve öne alma yoktur.

35- Ey Âdemoğulları! Sizlerden olan hakikatleri gösterenlerin, size kıssalarla açıklayıp anlattığı ayetleri kim anlarsa, fenalardan sakınır Allah’a ortak koşmazsa ve ıslah olursa, artık onlara korku yoktur ve onlara mahzun olmak da yoktur.

36- Ayetlerimize karşı yalanlarda kalanlar ve kibirli hallerde olanlar, işte onlar yakıp yıkıcı hallere sahiptirler, onlar devamlı o hallerde hareket ederler.

37- Öyleyse Allah hakkında bir şey uyduran ve o yalanları aktaran, ya da onun ayetlerini yalanlayandan daha zalim kimdir? İşte onlar, kitaptaki hakikatler hakkında gerçeklere ulaşamadılar, hatta onlara gelen Resullerdeki sevgiyi onlar anlayamadılar. Onlara bildirildi: Allah’ı bırakıp zanna dayalı yöneldiğiniz şeyler nerede? Onlara bildirildi: Hakikatlerimizden saptınız. Onlar; kendilerinde her an varolanı anlayamadılar, onlar hakikatleri görmemezlikten gelip örttüler.

38- Bildirildi: Sizlerden önceki gelip geçen, bildiğiniz ya da bilmediğiniz topluluklardan, Allah’ı idrak edemeyip rahmetten uzaklaşan kişiler gibi, yakıp yıkıcı hallere dahil oldunuz. O topluluklar gibi o hallere büründünüz. Hatta o topluluklar gibi hiç durmadan o hallere devam ettiniz. Onlardan sonrakiler, onlardan öncekiler için derler ki: Rabbimiz! İşte onlara uyduğumuzdan dolayı biz hakikatlerin dışına saptık, böylece onlar gibi sıkıntılarda kaldık, hakikatleri anlamada zayıf kaldık, ateşte kaldık. Bildirildi: Hakikatleri anlamada herkes gibi zayıf kaldınız ve siz bilemediniz.

39- Onlardan öncekiler, onlardan sonrakiler için derler ki: Sizler de bizler gibi Hakk’ın niteliklerini anlayan olmadınız, bundan dolayı yapmış olduğunuz şeyler sebebiyle o sıkıntılı hallerde kaldınız.

40- Doğrusu o hallerde kalanlar, ayetlerimize karşı yalanlarda kaldılar ve kibirlendiler. Onlar Ulvî Âlem’in hakikatlerine ulaşamadılar ve huzura dahil olamadılar. Hatta etraflarını çeviren varlığı işitme içinde olup, güzelliklere geçemediler. İşte fenalarda kalanların karşılığı budur.

41- Onlar, üzerlerinde olan nimetlerle döşenmiş hakikatleri göremeyip cehaletin sıkıntılarında kaldılar. İşte zalimlerin karşılığı budur.

42- İman edenler ve dosdoğru hakk yolunda çalışanlar ise, kendilerinde Bizi anlamanın sorumluluğunu ihmal etmezler. Ancak kapasiteleri nisbetince hareket ederler. İşte onlar huzur ehlidir, onlar devamlı o hâl ile hareket ederler.

43- Bizi anladıklarından dolayı onların gönüllerinden; kin, öfke gibi şeyler çekip çıkarılmıştır. Makamlarında bir ilim üzeredirler. Derler ki: Tüm niteliklerin sahibi Allah’tır, ki O’dur hakikatler için bize yol gösteren ve Allah’ın bizdeki hidayeti olmasaydı biz yol bulan olamazdık ve doğrusu hakikatleri gösterenler, bizi vücudlandıranın hakikatlerini sundular. Onlara: Hakk yolunda yaptığınız çalışmalar sebebiyle bulduğunuz huzur işte budur, diye bildirilir.

44- Huzur ehli, ateş ehline seslenir: Gerçeklerle ilgili Rabbimizin vaat ettiği şeyleri biz bulduk, gerçeklerle ilgili Rabbinizin vaat ettiği şeyleri siz de buldunuz mu? Derler ki: Evet. Onların aralarında yetkili olan bildirir: Zalimler Allah’ı idrak edemeyip rahmetten uzaklaşanlardır.

45- O kimselerin halleri, Allah yolunda hakikatleri anlamaya engeldir ve hakikatleri çarpıtmaya meyillidirler ve onlar sonunda hakikatleri görmemezlikten gelirler.

46- Onların aralarında perde vardır. Bir ariflik içinde yüksek makamlarda olanların hepsinin yüzlerinde ise bir irfaniyet vardır. Huzur ehli olanlar, henüz o irfaniyete dahil olmayanlara; barış sizin üzerinize olsun, diye seslenir. Onlar bir arzu içindedirler.

47- Onların bakışları ateş ehline kayıverince: Rabbimiz! Bizi, zalim kimselerle birlikte hareket ettirme, derler.

48- Yüksek makamların özelliklerine sahip olanlar, kişileri simalarından tanırlar. Onlara seslenirler ve derler ki: Sizler değerlerin sahibi değilsiniz, sizler birliğin sahibi değilsiniz ve siz bir kibirlilik içinde olmayın.

49- Allah’ı anlamıyorken anlamak isteyip, sizin gibi hakikatler için söz verip sözlerine uyan o kimselere: Bir rahmet ile huzura dahil olun, size korku yoktur ve size mahzun olmak yoktur, denir.

50- Ateş ehli olanlar, huzur ehli olanlara seslenirler: Sizin irfaniyet bulduğunuz ilimden ya da Allah hakkında fayda bulduğunuz şeylerden bize de aktarın, derler. Huzur ehli olanlar derler ki: Hakikatleri görmemezlikten gelip örtenler, doğrusu kendi üzerlerinde olan Allah’ın kutsal hakikatlerini anlayamazlar.

51- Onların din diye edindikleri; nefsanî beklenti, hakikatleri önemsememe, oyalanmadan ibarettir. Onlar dünya hayatına aldandılar. Böylece onlar vakitlerini Bizi unutarak geçirdiler. Bizi anlamayı unuttukları gibi, onlara gelecek olan o ölüm vaktini de unuttular ve ayetlerimizi anlayanlardan olmadılar, inkâr ettiler.

52- Doğrusu onlara, tüm varlığı bir kitap olarak sunduk. İnanan kimselerden olmaları için, yol gösterici ve rahmet olan, içinde ilim barındıran hakikatleri, onda ayrıntılı bir şekilde açıkladık.

53- Her an onlara açıklanmış olarak gelen, tüm varlık kitabındaki o açıklamalara bakıp ta görmezler mi? Hakk’ı unutan kimseler derler ki: Daha önce de Rabbimizin hakikatlerini söyleyen Resuller gelmişti. Bundan sonra da birliği anlamamızı sağlayacak olan, birliğe yol gösterecek olan, ya da bizi reddetmeden kurtaracak olan olacak mı? Nefslerini tanımada hüsrana uğrayanlar gibi yaptık, biz de başka şeylerle uğraştık. İşte uydurmalardan başka şeylerde olmayanlar hakikatlerden uzaklaşırlar.

54- Muhakkak ki sizi vücudlandıran Allah’tır. O halkedendir. Gökleri ve yeri bir intizam, bir güzellik içinde varedendir, bütün her yeri sarandır. Birbirini takip eden gece ve gündüz, güneş ve ay ve yıldızlar O’nun işleyişle hareket eder gider. Halketmek O’na ait değil midir? Allah; bütün varlığı vücudlandıran, bütün varlıktaki işleyişin sahibi, bütün varlığı Zâtıyla tutandır.

55- Sizi vücudlandırana tevazu içinde ve içtenlikle yönelin. Muhakkak ki o haddi aşanlarda sevgi yoktur.

56- Yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayın. Oradaki hakikatler ile ıslah olun ve O’na bir saygı içinde ve arzuyla yönelin. Muhakkak ki iyiliklerde, güzelliklerde olanlar Allah’ın rahmetine daha yakındırlar.

57- Ki O’dur; yağmurdan önce müjdeci olarak rüzgârı gönderen, yağmur yüklü bulutları yol aldıran, onu ölü beldelere sevk eden, sonra da ondan su çıkaran. Böylece oradan her türlü ürünler çıkartılır. İşte böylece tohumlar çıkar. Umulur ki siz varlığın varoluş hakikatlerine ulaşır, o hakikatlerle bu âleme bakarsınız.

58- Her şeyde yetkili olan Rabbini anlayanların, o temizlenmiş vücutlarından bir irfaniyet ortaya çıkar. Kötülüklerde olan o kimselerden ise, faydasızlıktan başka bir şey ortaya çıkmaz. İşte böylece nimetlerin sahibini bilip teslim edenlerden olmanız için, hakikatleri delillerle ayrıntılı bir şekilde açıklarız.

59- Doğrusu Nûh, kavmine Bizi anlatmak için açığa çıktı. Dedi ki: Ey kavmim! Allah’ın kulu olduğunuzu anlayın, sizin için ondan başka ilah yoktur. Ben büyük bir günün sıkıntısında kalmanızdan korkarım.

60- Onun kavminin ileri gelenleri: Biz seni apaçık bir dalâlet içinde görüyoruz, dediler.

61- Dedi ki: Ey kavmim! Ben bir dalâlet içinde değilim ve lâkin ben, tüm varlığı vücudlandıranı anlatmaya çalışıyorum.

62- Sizin Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri bilmeniz için öğüt veriyorum ve her varlığın Rabbimin risâleti olduğunu sizlere tebliğ ediyorum.

63- Sizi vücudlandıranı anlattığı, size hakikatleri açıklayıp uyardığı ve fenalardan sakının, Allah’a ortak koşmayın dediği için ve rahmet bulmanız ve umulur ki siz merhamet sahibi olursunuz dediği için, içinizden bir kimsenin size gelmesine şaşırdınız mı?

64- Böylece onu yalanladılar. Fakat o Bizde necat buldu ve onunla birlikte olan kimseler hakikatlere yol aldılar. Ayetlerimize karşı yalanlarda kalan kimseler ise kendi cehaletlerinde boğuldular. Doğrusu onlar hakikatleri göremeyen kimselerden oldular.

65- Âd kavmine de kardeşleri Hûd geldi. Dedi ki: Ey kavmim! Allah’ın kulu olduğunuzu anlayın, sizin için ondan başka ilah yoktur. Hâlâ fenalardan sakınmaz mısınız?

66- Onun kavminden, hakikatleri görmemezlikten gelen kimselerden ileri gelenleri dediler ki: Biz seni gerçekten bir utanmazlık içinde görüyoruz ve biz senin elbette yalancılardan olduğunu zannediyoruz.

67- Dedi ki: Ey kavmim! Ben bir utanmazlık içinde değilim ve lâkin ben, tüm varlığı vücudlandıranı anlatmaya çalışıyorum.

68- Her varlığın Rabbimin risâleti olduğunu sizlere tebliğ ediyorum ve ben sizlere hakikatlerden emin olarak öğüt veriyorum.

69- Sizi vücudlandıranı anlattığı ve size hakikatleri açıklayıp uyardığı için, içinizden bir kimsenin size gelmesine şaşırdınız mı? Hatırlayın ki Nûh kavminin ardından sizler varedildiniz ve gelişen, çoğalan bir yaratılış içinde varedildiniz. Bundan böyle Allah’ın nimetlerini hatırlayın. Umulur ki siz özünüzü anlarsınız.

70- Dediler ki: Sen bize, tek Allah’a kul olmamız ve atalarımızın kulluk ettiği şeyleri bırakmamızı mı söylemeye geldin? Eğer sen doğruyu söylüyorsan, öyleyse bize söylediğin şeyleri getir, ispat et.

71- Dedi ki: Sizi vücudlandıranın tecellileri sizin üzerinizde açığa çıkmıştır. Siz; cehalet kirliliği ve hiddet halleriyle, siz ve atalarınızın değişik isimlerle isimlendirdiğiniz, Allah’ın hiçbir delil sunmadığı şeyler hakkında, bana karşı mücadele mi ediyorsunuz? Bundan sonra gözlemleyin bekleyin, ben de sizinle birlikte gözlüyorum bekliyorum.

72- Böylece o Bizde necat buldu ve onunla birlikte olan kimseler de rahmetimize ulaştılar.

Ayetlerimize karşı yalanlarda kalan kimseler ise, geldikleri asliyetleri olan Bizi anlamayı terk ettiler ve onlar müminlerden olamadılar.

73- Semûd kavmine de onların kardeşi olan Sâlih dedi ki: Ey kavmim! Allah’ın kulu olduğunuzu anlayın, sizin için ondan başka ilah yoktur. Sizi vücudlandıranın apaçık delilleri size geldi. İşte bu Allah’ın varettiği bir devedir, sizin için bunda deliller vardır. Artık onun beslenmesi için Allah’ın arzına salıverin ve ona kötülükle temas etmeyin, sonra sizleri acı sıkıntılar sarıverir.

74- Hatırlayın ki Âd kavminin ardından sizleri varetti ve yeryüzünde sizleri yerleştirdi, ormanlarından köşkler ve dağları yontarak evler edindiniz. Artık Allah’ın nimetlerini hatırlayın ve yeryüzünde ikilik çıkarmayın, bozgunculuk yapmayın.

75- Onun kavminin kibirli olan kimselerden ileri gelenleri, ona inanan zayıf mazlum kimselere dediler ki: Siz, Sâlih’in Rabbi tarafından gönderildiğini gerçekten biliyor musunuz? Onlar da dediler ki: Biz onun hakikatleri anlattığına inanıyoruz.

76- Kibirlilik içinde bulunan o kimseler dediler ki: Biz, sizin inandığınız o kimsenin sunduğu hakikatleri görmüyoruz, kabul etmiyoruz.

77- Sonra da deveyi kestiler. Onlar Rabbinin işleyişi hakkında haddi aştılar ve dediler ki: Ey Sâlih! Eğer hakikatleri gösteren olduğunu söylüyorsan, bize söylediğin şeyleri göster.

78- Ve onlar cehaletlerine sarıldılar, hakikatlerle sarsılmadılar. Böylece onlar bulundukları yerde kaybedenlerden oldular.

79- Böylece Sâlih onların o hallerinden yüz çevirdi ve dedi ki: Ey kavmim! Şu bir gerçek ki, size Rabbimin hakikatlerinin bilgisini tebliğ ettim ve sizlere nasihat ettim ve lâkin nasihat edenlere karşı sizin içinizde sevgi yok.

80- Lût, kavmine demişti ki: Sizler âlemlerin bir olan sahibine karşı, sizden önceki topluluklarda olmayan; hayâsızlık, haddi aşmışlık, benlikler içinde mi oluyorsunuz?

81- Doğrusu siz, kadınlardan başka şehvetle erkeklere de geliyorsunuz. Bilakis siz haddi aşan kimselersiniz.

82- Onun kavminin bir cevabı olmadı. Sadece, onları bulunduğunuz yerden çıkarın, doğrusu onlar kendilerini temiz tutan insanlardan dediler.

83- Böylece o ve onunla birlikte işleyişin hakikatine sahip olanlar Bizde necat buldular. Diğerleri de kendi cehaletlerinde kalanlardan oldular.

84- Kendi cehaletlerinde kalanlar, kendi üzerlerindeki Bizim rahmetimizi rahmetleri saydılar. Fenalarda kalanların âkıbetlerinin nasıl olduğunu artık bak gör.

85- Medyen’e kardeşleri Şuayb geldi. Dedi ki: Ey kavmim! Allah’ın kulu olduğunuzu anlayın, sizin için ondan başka ilah yoktur. Sizi vücudlandıranın apaçık delilleri sizin üzerinizdedir. Bundan böyle sevgiyle davranın, ölçülü olun ve dengeli olun ve insanların mallarını değersiz kılmayın. Yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayın, sonra oradaki hakikatler ile ıslah olun, eğer inanırsanız işte bu sizin için daha hayırlıdır.

86- Söz verip hep dosdoğru yol üzere olana engel olmayın. Hakikatlere inanan kimsenin eksiğini arayıp, Allah yolunda olanlara engel olmayın ve hatırlayın ki siz zayıf olanlardandınız, sonra da siz güçlendiniz. Bozgunculuk yapan, ikilik çıkaranların âkıbetleri nasıl olur bakın görün.

87- Sizlerden bir kısmınız gösterdiğim hakikatlere inanır ve bir kısmınız inanmazsa, artık aramızda Allah’ın hükümleri ortaya çıkıncaya kadar sabredenlerden olun. O, hüküm ve hikmetiyle hayırlı olandır.

88- Onun kavminin kibirli olan kimselerinden ileri gelenleri dediler ki: Ey Şuayb! Seninle birlikte iman edenleri bulunduğumuz yerden elbette çıkaracağız ya da tekrar bizim inanç ve adetlerimize dönerseniz başka. O da dedi ki: Peki ya biz istemiyorsak?

89- Biz Allah’ta necat bulduktan sonra, sizin inanç ve adetlerinize dönersek, Allah hakkında uydurmalar yapan ve o yalanları aktaranlara uymuş oluruz. Artık bizim o hallere geri dönmemiz olmaz. Rabbimiz Allah’tır, sadece O’dur irade sahibi olan. Rabbimiz bütün her şeyi de ilmiyle ihata edendir. Tüm varlığımızla Allah’a teslim olduk. Rabbimiz! Bizimle, kavmimiz arasındaki hakikatleri açığa çıkar, sensin hayırla açığa çıkaran.

90- Onun kavminden olan, hakikatleri görmemezlikten gelen kimselerden ileri gelenleri dediler ki: Eğer siz Şuayb’e uyarsanız, muhakkak ki sizler kaybedenlerden olursunuz.

91- Ve onlar cehaletlerine sarıldılar, hakikatlerle sarsılmadılar. Böylece onlar bulundukları yerde kaybedenlerden oldular.

92- Şuayb’ın sunduğu hakikatleri yalanlayan o kimseler, orada hakikatleri önemsememezlik içinde oldular. Şuayb’ın sunduğu hakikatleri yalanlayanlar, kaybedenlerden oldular.

93- Böylece Şuayb, onların o hallerinden yüz çevirdi ve dedi ki: Ey kavmim! Şu bir gerçek ki, size Rabbimin hakikatlerinin bilgisini tebliğ ettim ve sizlere nasihat ettim. Artık hakikatleri görmemezlikten gelen kimseler hakikatleri nasıl önemseyebilirler.

94- Bulundukları yerde Bizi anlatan biri açığa çıkmasın ki; oranın halkı sıkıntılar içinde, zayıflıklar içinde ve zorluklar içinde olmasın. Umulur ki onlar hakikatlerle korunurlar.

95- Böylece onlar Bizi anladıklarında, fenalıkların yerini güzelliklerle değiştirirler, böylece rahatlarlar ve derler ki: Atalarımız da hem zorluklar ve hem mutluluklar içinde oldu. İşte onlar Bizi unuttuklarında, eski halleri onları sarıverir ve onlar, kendilerini ve çevrelerini tanıma yolunda olmazlar.

96- Eğer onlar bulundukları yerlerde hakikatlerin bilgisine sahip olup iman etselerdi ve fenalardan sakınıp ortak koşanlardan olmasalardı, elbette onlar göklerin ve yerin hakikatlerinden feyiz alırlar, her şeyin ortaya çıkışının Bize ait olduğunu anlarlardı. Fakat onlar yalanlarda kaldılar. Böylece onlar yaptıkları şeyler sebebiyle Bizi anlayamadılar, cehalet hallerine sarıldılar.

97- Yoksa onlar; bir gaflet içindeyken Bizi anlayacaklarını, sıkıntılardan kurtulup, onlara sunulan hakikatlerden makamlarında bilgi sahibi olacaklarından emin mi oldular? Onlar bir gaflet içindedirler.

98- Yoksa onlar; gafletten hakikatleri göremiyorken Bizi anlayacaklarını, sıkıntılardan kurtulup, onlara sunulan hakikatlerden makamlarında bilgi sahibi olacaklarından emin mi oldular? Onlar hakikatleri önemsememe içindedirler.

99- Yoksa onlar, Allah’ı anlamada aldanmayacaklarından emin mi oldular? Bundan böyle hakikatleri anlamada hüsrana uğrayan kimseler, Allah’ı anlamada aldanmayacaklarından emin olamazlar.

100- Eğer onlar; fenalarından geçip Bizi anlamayı isteselerdi, kendilerinde olan tecellilerimizi anlarlardı. Eğer onlar Bizi anlasalardı, yeryüzünde onların varisleri olan kimselere yol göstermezler miydi? Fakat onların kalbleri bizi anlamaya kapalıdır ve onlarda hakikatleri işitme yoktur.

101- İşte o bulundukları yerlerde, hakikatleri anlamada bir nakıslık içinde olanların haberlerini sana bildiriyoruz ve doğrusu onlara apaçık delillerle hakikatleri gösterenler geldi. Fakat onlar, daha öncekilerin yalanlarında kaldıklarından iman edenlerden olamadılar. İşte bundan dolayı, hakikatleri görmemezlikten gelip örtenlerin kalbleri Allah’ı anlamaya kapalıdır.

102- Onların çoğu; Bizi anlayanlardan olamadılar, vefalı olamadılar ve onların çoğu elbette hakikatleri bırakıp kendi anlayışlarına çıkanlar olduklarından dolayı, Bizi anlayamadılar.

103- Onlardan sonra da Mûsâ, delillerimizle firavuna ve onun din adamlarına Bizi anlatmak için ortaya çıktı. Fakat ona zulmettiler. İkilik çıkaranların âkıbetlerinin nasıl olduğunu gör.

104- Mûsâ dedi ki: Ey firavun! Ben, tüm varlığı vücudlandıranı anlatmak için geldim.

105- Sizi vücudlandıranın sizdeki apaçık delillerini göstermek için geldim. Gerçek olan, Allah’ın hakikatlerinden başka bir şey söylemememdir. Artık İsrailoğullarını benimle gönder.

106- Firavun dedi ki: Eğer sen delillerle geldiysen, eğer doğru sözlülerden isen, haydi onları bize sun.

107- Böylece o bilip taşıdıklarını sundu, böylece hakikatleri apaçık delillerle bir irfan içinde ortaya döktü.

108- Bakıp ta seyredenler için o hakikatleri tertemiz bir halde anlattı, tüm varlığı hareket ettiren O gücün hakikatlerini ortaya koydu.

109- Firavun kavminin din adamları dediler ki: Doğrusu bunun bildikleri etkileyicidir.

110- Sizi; bulunduğunuz yerden, bildiğiniz şeylerden dışarı çıkarmak istiyor, ne dersiniz bu konuda?

111- Dediler ki: Onu ve kardeşini beklet ve şehirlere toplayıcılar gönder.

112- Bütün üst düzey olan etkileyici bilginleri sana getirsinler.

113- Böylece üst düzeyde etkili olanlar firavuna geldiklerinde dediler ki: Biz galiplerden olduğumuzda elbette karşılık bekleriz.

114- Firavun dedi ki: Evet, muhakkak ki siz elbette yakınlarımdan biri olacaksınız.

115- Dediler ki: Ya Mûsâ! Önce sen mi bildiklerini ortaya koyacaksın yoksa biz mi koyalım?

116- Dedi ki: Siz ortaya koyun. Böylece etkili olanların ortaya koyduğu şeylerden insanlar etkilendiler ve onları sarstılar ve büyük bir etki ortaya koydular.

117- Mûsâ, hakikatlerimizden bildiklerini taşıdıklarını açıkladı. Böylece onların uydurdukları, aslı olmayan şeyler kaybolup gitti.

118- Böylece gerçekler ortaya çıktı ve onların bildikleri, yaptıkları şeyler asılsız boş çıktı.

119- Böylece orada başarıya ulaşıldı ve köklü bir değişim içinde kabullenme oldu.

120- Böylece üst düzeydekiler geldiler teslim oldular.

121- Dediler ki: Biz âlemlerin Rabbine iman ettik.

122- Mûsâ ve Hârûn’un Rabbine.

123- Firavun dedi ki: Benim iznim olmadan mı ona inandınız? Muhakkak o sizi bir aldatma içinde elbette aldattı. Şehirden halkını çıkarmak için böyle davrandı. Artık yakında bileceksiniz.

124- Elbette sizlerin ellerinizi ve ayaklarınızı ayrı ayrı kestireceğim, sonra elbette hepinizi astıracağım.

125- Dediler ki: Biz ancak bizi vücudlandırana döndük bağlandık.

126- Senin bize kızmaya hakkın yok, çağırdın biz geldik. Ancak bizi vücudlandıranın işaretlerinin bizde olduğunu anladık, iman ettik. Rabbimiz! Bize rahmet ver, sabır ver ve bizi sevgi içinde barıştan yana olanlardan eyle.

127- Firavunun kavminin din adamları dediler ki: Sen, Mûsâ ve onun kavmini, yeryüzünde bozgunculuk yapmaları ve seni terk etmeleri ve senin ilahlarını reddetmeleri için mi bırakacaksın? Dedi ki: Biz onların oğullarını yok ederiz ve kadınlarını bırakırız ve biz onlardan üstünüz, onlardan güçlüyüz.

128- Mûsâ, kavmine dedi ki: Allah’a arzuyla yönelin ve sabredin. Muhakkak ki yeryüzünde bütün her şeyin varisi Allah’tır. Kim O’nun kulu olduğunu anlarsa, sonunda fenalardan sakınır, ortak koşanlardan olmaz.

129- Dediler ki: Sen bize gelmeden önce de ve sen bize geldikten sonra da bize eziyet edildi.

Dedi ki: Umulur ki sizi vücudlandıranı bilirsiniz, size düşmanlık edenleri helâk edersiniz ve yeryüzünde sizin ardınızdan, artık bakıp gören, nasıl amel edeceğini bilenler gelir.

130- Doğrusu kibirlilik içinde olanlar yıllarca Bizi anlayamayıp kibirlerine sarıldılar ve hakikatlerin bilgisinde nakıslık içinde kaldılar. Umulur ki onlar; varlığın varoluş hakikatlerine ulaşırlar, o hakikatlerle bu âleme bakarlar.

131- Onlara bir iyilik gelse, bu bizden derler ve onlara bir kötülük gelse, Mûsâ’yı ve onunla birlikte olanları uğursuz sayarlar. Asıl onlar Allah’ın hakikatleri hakkında; kendileri bir büyüklük, bir uğursuzluk içinde değiller midir? Fakat onların çoğu bilemiyorlar.

132- Dediler ki: Sen bizi etkilemek için ne kadar delil getirsen de, artık biz sana güvenecek değiliz.

133- Böylece onlara sunduğumuz hakikatleri anlayamadılar ve bir taşkınlık içinde, bir yağmalama içinde, başkasının sırtından geçinme içinde, cehaletin kirliliği içinde ve kan dökücülük içinde kaldılar. Ayetlerimizi kısım kısım açıkladığımız halde, yine de bir kibirlilik içinde kaldılar ve onlar fenalarda kalan kimselerden oldular.

134- Böylece onlarda büyük sıkıntılar ortaya çıkınca, dediler ki: Ya Mûsâ! Bu yaptığımız şeyler sebebiyle, bizim için Rabbine dua et, senin yanında söz verelim ve biz bu sıkıntılardan kurtulalım, mutlaka sana inanacağız ve İsrailoğullarını seninle birlikte göndereceğiz.

135- Onlardaki sıkıntıların, ancak Bizi anlamakla ortadan kalkacağını anladıktan belli bir müddet sonra onlar sözlerinden döndüler.

136- Böylece onlar, Bizi anlayamayıp rahmetten uzaklaştılar. Böylece onlar, ayetlerimize karşı yalanlarda kaldıklarından dolayı, kendi cehaletlerinin içinde boğulup gittiler ve hakikatlerden gâfil oldular.

137- Bir zayıflık, bir güçsüzlük halinde olan o kimseler ise; her şeyin Bize ait olduğunu anladılar, yeryüzünün doğusunda ve batısında her yerde Bizim kutsallığımızda oldular. İsrailoğulları sabrettiklerinden dolayı Rabbinin kelimelerini anlamayı güzelce tamamladılar. Firavun ve kavmi ise, Bizi anlama yolunda bir şey yapamadılar ve körelip gittiler ve makamların yüceliğini anlayamadılar.

138- İsrailoğulları bir ilmin sonsuzluğunda Bizi anlamaya koyuldular. Daha sonra onlar sûretlere yönelir hâle geldiler. Dediler ki: Ya Mûsâ! Bize de onların ilahları gibi ilahlar yap. Dedi ki: Doğrusu sizler cahilliğe meyleden bir kavimsiniz.

139- Doğrusu onlar hakikatlerden hoşlanmayıp yüz çevirenlerdir ve onların yaptıkları şeyler asılsız boş şeylerdir.

140- Dedi ki: O sizin üzerinizde tüm sıfatlarını lütfetmişken, Allah’tan başka bir ilah mı arayayım size?

141- Siz firavun ailesine karşı Bizde necat bulmuştunuz. O sizlere kötü sıkıntılar veriyor, oğullarınızı öldürüyor ve kadınlarınızı bırakıyordu. Bunlarda sizin için çok dikkatli düşünmeler vardır.

142- Mûsâ tecellilerimizi anlamak için, karanlıktan geçip belli bir ahenk içinde kaldı ve o Bizi anlamayı kısım kısım tamamladı. Böylece o Rabbini anlamak için Rabbine döndü, belirlenen o makamları tamamladı. Mûsâ, kardeşi Hârûn’a: Kavmim içinde benim yerime geç ve onları ıslah etmeye devam et ve sakın ikilik çıkaranlara uyma, dedi.

143- Mûsâ belirli bir zaman içinde Bizi anlamak için gayret gösterdiğinde ve Rabbinin o kelimelerini anladığında, dedi ki: Rabbim! Göster kendini göreyim seni. Bildirdik: Beni asla göremezsin ve lâkin varlıktaki tüm yüceliklere bak, böylece bir istikrar içinde bütün mekânları gözlemlersen, artık yakında Beni tanıyacaksın. Böylece o Rabbinin yüceliğini tüm tecellileriyle her yerde gördüğünde, o tüm niteliklerinin O’na ait olduğunu anladı ve Mûsâ kendinden geçti teslim oldu. Böylece kendini anladığında, dedi ki: Sana döndüm, sen noksan sıfatlardan münezzehsin ve ben her şeyin senden başladığına emin oldum.

144- Bildirildi: Ya Mûsâ! Sen Beni anlayanlardan oldun. Sen insanlara hakikatlerin bilgilerini aktar ve benim kelâmım üzere hareket et. Bundan böyle sana sunulan şeylere sahip çık ve sıfatların sahibini bilip teslim edenlerden ol.

145- Bütün varlık sayfalarında hakikatleri yazdık ve bütün varlıkta hakikatleri en ince ayrıntısına kadar açıkladık ve kuvvetimizle onu sardık ve bütün her yerden seslenmekteyiz. Sen kavmine işleyişi anlat ve o hakikatlere en güzel bir halde sahip çıksınlar. Siz fâsıklık hallerinde kalmanın ne olduğunu anlayacaksınız.

146- Kibirli olan kimseler ayetlerimizi anlamaktan uzaktırlar, yeryüzünde hakikatlerden başka şeylere yönelirler. Eğer onlara, tüm deliller gösterilse de ona inanmazlar ve eğer onlara, kemalât yolu gösterilse o yolda olmazlar. Onlara kemalât yolunun dışında bir yol göstersen o yolda olurlar. İşte bu, ayetlerimize karşı onların yalanlarda kalmalarından dolayıdır ve hakikatlere karşı gaflet içindedirler

147- Ayetlerimize ve Tevhîd’e karşı o kimseler yalanlarda kaldılar. Sonunda onların amelleri boşa çıktı. Hakikat yolunda çalışmayanlar hiç karşılık bulabilirler mi?

148- Mûsâ’nın kavmi, ondan sonra bir benlik içinde gösterişli hallere sarıldılar. O cehalet hallerindeki sûretlere dönüp, tapınmalarda kaldılar. O tapındıklarının kelâmının olmadığını onlar görmezler mi? Onlar o yolda, hakikate yol gösteremeyene sarıldılar ve zalimlerden oldular.

149- Onlar ne yaptıklarının farkına vardıklarında, kendilerinin hakikatlerin dışına çıktıklarını gördüler. Dediler ki: Eğer biz, Rabbimizin rahmetini ve bize mağfiretini anlayamazsak, elbette bizler kaybedenlerden oluruz.

150- Mûsâ, kavmine kaygılı, içerlemiş bir halde döndü. Dedi ki: Benim bıraktığım hakikatlere karşı ne kötü bir şey yaptınız. Rabbinizin hükümlerini anlamada neden acele ettiniz? Mûsâ, hakikatlerin levhalarını ortaya koydu ve kardeşinin başından tuttu, onu kendine doğru çekti. Kardeşi dedi ki: Anamın oğlu! Doğrusu kavmim beni zayıf, güçsüz bırakmaya çalıştı ve az kalsın beni öldüreceklerdi. Artık onların adetlerine uyup onları mutlu etme ve zalim kimselerle birlikte olup beni ezme.

151- Mûsâ dedi ki: Rabbim! Bana ve kardeşime mağfiret eyle ve bizi rahmetine nâil eyle, sen özünden varettiğin varlığı rahmetinle saransın.

152- Doğrusu, cehalet hallerinden gelen tapınma hallerine dönen o kimseler; Rabbini anlamada hiddet hallerinde kalırlar, dünya hayatında bir zillet içinde olurlar. İşte uydurmalarda kalanların karşılığı budur.

153- Kötü amellerde olan kimseler; sonra yaptıklarından pişman olup dönerler ve iman ederlerse, muhakkak ki Rabbin her zaman elbette mağfiret edendir, rahîm olandır.

154- Mûsâ’nın öfkesi geçince levhaları aldı. O nüshaların içinde yol gösterme ve Rabbine karşı saygılı olan kimseler için rahmetler vardı.

155- Onun kavminden, Bizi anlama yolunda yetmiş kişi Mûsâ’ya eşlik etti. Böylece onlar hakikatlerle sarsıldılar. Öncekilerden hakikatlere uymayanlar için dedi ki: Rabbim! Eğer onlar isteselerdi seni anlayıp kendilerine yazık etmezlerdi. Aklını işletmeyenlerin yaptıkları şeylere uyanlardan olursam, seni anlamayıp kendimize yazık etmez miyiz? Biz de onlar gibi olmaz mıyız? Dikkatlice düşünceyi veren ancak sensin. Seni anlamayı isteyen kimseye yol gösterensin. O hakikatlerin yolundan sapan kimselere de sen her an yol gösterensin. Sen bizim sahibimizsin. Bize mağfiret edensin ve bize merhamet edensin ve sen mağfiretinle hayırlar verensin.

156- Bize yaşamımızda ve sonunda hasenatlar ver, biz şüphesiz sana yöneldik. Bildirdik: Kim hakikatleri anlamamayı isterse o sıkıntılarda kalır. Rahmetim bütün her şeyi kuşatmıştır. Fenalardan sakınan, ortak koşmayan kimseler, her şeyde varolan levhaların Bize ait olduğunu bilirler ve temizlenme içinde olup kendilerindekini paylaşırlar ve o kimseler kendilerindeki işaretlerimize inanırlar.

157- O kimseler, annesinden doğduğu saflıkta olan Resul ve Nebilere uyarlar. Onlar yasaları ve huzur veren bilgileri kendilerinde bulurlar. Onlar arif olmayı tavsiye ederler ve inkârı kötülüğü men ederler ve onlar tertemiz olma yolunda olurlar ve kötü hallerde olmayı uygun bulmazlar ve onlar zorluklara dayanıklıdırlar ve onlar kendilerinde olan hakikatlere bağlıdırlar. O kimseler Hakk’a iman edenlerdir ve onlar saygılıdırlar ve onlar yardım edenlerdir. O kimseler ve o kimselerle birlikte hareket edenler, sunulan hakikatlerle aydınlanmaya tâbi olurlar. İşte onlar felâh bulanlardır.

158- De ki: Ey insanlar! Ben sizlere Allah’ın hakikatlerini gösteren biriyim. Göklerin ve yerin hükümranı O’dur, O’ndan başka güç yoktur. Hayat verendir ve ölümü sunandır. Artık Allah’a inanın. Annelerinden doğduğu saflıkta Allah’a inanan o Resûle ve Nebîye uyun ve o ilâhî sözlere uyun ve O’na tâbi olun. Umulur ki siz hakikatlere ulaşırsınız.

159- Mûsâ’nın kavminden hakka yol gösteren ve adaletli davranan topluluklar da vardı.

160- Mûsâ; ulaştığı Bizim hakikatlerimizi, onlara on iki delil ile anlattı, toplulukların aynı kökten geldiğini bildirdi. Kavmi o hakikatlerden bilmediklerini anlamak istediğinde, bildiklerini taşıdıklarını sağlam bir delille vurguladı. Böylece onlara, on iki delil ile her varlığın aynı özden geldiğini anlattı. Her insan kendindeki meşrebe göre bilenlerden olur. Onların üzerlerindeki o tertemiz nur Bizim gölgemizdir ve o nurun hissiyatını onlara sunduk ve kanaat verdik. Size verdiğimiz rızıklardan tertemiz yararlanın. Biz zulmeden değiliz ve lâkin onlar kendilerine zulmediyorlar.

161- Onlara: Bulunduğunuz beldelerde oturun ve istediğiniz her yerden hakikatler için faydalanın. Yanılgılarınızı anlayın ve dönün ve hatalarınızı anladığınızda sizdeki mağfiretimizi anlayın, hakikatlerin geldiği kapıya dâhil olup teslim olun, iyi hallerde olanlar hakikatlerimize daha fazla ulaşırlar, diye bildirildi.

162- Fakat onlardan zalim olan kimseler, onlara söylenen hakikatlerin sözlerini başka bir anlayışa sebep olan sözlerle değiştirdiler. Böylece onlara sunduğumuz kendilerindeki hakikatleri anlamadılar, yapmış oldukları zalimlikler sebebiyle, Ulvîyeti anlamada şiddetli sıkıntılarda kaldılar.

163- Onlar bulundukları yerlerde hakikatleri anlamak için sorup araştırsınlar. O sunulanları bilenlerden olsunlar. Bıraktıkları şeyler içine dönüp sözlerini unutmasınlar, onlara sunulan hakikatlere kendileri engel olmasınlar. Onlar her zaman yasaklara uysunlar, devamlı ilerlemede olsunlar. Onlar her zaman o hallerini bırakmazlarsa, onlar hakikatleri anlayamazlar. İşte onlar ikiliğe düştükleri şeyleri dikkatlice düşünüp anlasınlar.

164- Onlardan bir topluluk demişti ki: Allah’a karşı kendilerine yazık eden ve cehaletlerinden dolayı, kendilerini daha fazla sıkıntılarla sıkıntılara sokan topluluklara neden öğüt veriyorsunuz? Dediler ki: Sizi de, onları da vücudlandırana karşı yaptıkları hataları anlasınlar ve belki onlar da fenalardan sakınıp Allah’a ortak koşanlardan olmazlar, diye öğüt veriyoruz.

165- Böylece unuttukları hakikatler onlara hatırlatıldığında, fenalıklardan uzak duran o kimseler Bizde necat bulurlar. Zararlar, sıkıntılar veren o zalimler ise, hakikatleri bırakıp kendi anlayışlarına saptıklarından dolayı Bizi anlayamayıp o hallerinde kalırlar.

166- Fakat onlara yasak edilen fenalarda kalmaya ısrar edince, bulunduğunuz hâl; hayvaniyetten daha aşağıdır denildi.

167- Seni vücudlandıran, elbette bütün her şeyin varoluşunda yetkili olandır. Fenalarda kalmaya ısrar edenlerin üzerlerinde olan o haller, ölünceye kadar onlarda ortaya çıkar. Onlar kötü halleriyle zararlı olan kimselerdir. Muhakkak ki Rabbin güçlükleri seri bir şekilde giderendir. Muhakkak ki O mağfiretin sahibidir, tüm varlığı özünden varedendir.

168- Onlara hakikatlerimiz delillerle anlatıldı. Bulundukları yerlerde o kimselerden bazıları iyi amellerde oldular ve onlardan bazıları başka yollara saptılar. Onlardan, Bizi dikkatlice düşünüp anlayanlar, güzel davranışlar içinde oldular. Fena hallerde olanlar ise; umulur ki onlar da hakikatleri anlayıp, o hallerinden dönerler.

169- Böylece onların ardından, kitabın varisi olduklarını söyleyenler geldiler. Onlar; dünya çıkarlarına, gösterişlere yakın durdular ve biz bağışlanırız diye söylediler. Onlara dünya çıkarı, gösterişi sunulsa bir o kadarını da isterler. Onlardan; Allah’ın kitabına sarılmaları, Allah’ın hakikatlerin dışında bir şey söylememeleri ve onun içindeki şeylerden ders almaları hakkında söz alınmıştı. Fenalardan sakınan ortak koşmayanlar için, sonunda ulaştıkları o makamlar daha hayırlıdır. Hâlâ düşünmez misiniz?

170- Hakikatlere sımsıkı sarılan o kimseler, her an Hakk’a bağlılık şuuru ile hareket ederler. Muhakkak ki iyi çalışmalarda olan o kimselerin karşılıklarını zayi etmeyiz.

171- Ve onlar makamlarında, sanki bir gölgenin çekilmesi gibi bir yücelik içinde Bize çekildiler ve onlar kendilerinin gerçeğini düşündüler. Size sunduğumuz hakikatlere kuvvetle sarılın ve o hakikatleri unutmayın. Umulur ki siz fenalardan sakınır, ortak koşanlardan olmazsınız.

172- Rabbin, Âdemoğullarının vücudlarındaki genlerinden onların nesillerini açığa çıkardı. Onların kendi üzerlerindeki tecellileri onlara şahit göstererek, onların kendilerinden onlara her an seslenir: Sizi vücudlandıran Ben değil miyim? Hakikatlere şahit olanlar: Evet, biz ölünceye kadar tecellilerin senden olduğunu söyleriz, doğrusu biz hakikatlerden gâfil bir haldeydik, derler.

173- Artık bir gaflete düşersek, daha önceden atalarımızın şirk koştuğu sözleri söyleriz ve biz onlardan sonraki nesilleriz, yoksa yaptığımız batıl şeyler yüzünden biz de kendimize yazık ederiz.

174- İşte böylece hakikatleri delilleriyle en ince ayrıntısına kadar açıkladık ve umulur ki onlar asliyetlerini bilir dönerler.

175- Onlara hakikatlerin haberlerini usûlünce her varlıktan okuduk. Ki onlara delillerle o hakikatleri sunduk. Fakat o hakikatlerden ayrıldılar. Böylece şeytani hallerine tâbi oldular, sonra da bir taşkınlık içinde zarar ziyan hallerinde oldular.

176- Eğer Bizi anlamayı isteseydi, elbette o hakikatlerle yüce makamlarımıza ulaşırdı. Fakat o dünyaya meyletti ve o kendi hevâlarına uydu. Artık onun durumu; nefes nefese bir şey taşıyan, ya da onu bırakıp tekrar alıp yine nefes nefese taşıyan köpeğin hâli gibidir. Ayetlerimize karşı yalanlarda kalan o kimselerin halleri işte böyledir. Artık o anlatılan kıssalardan umulur ki onlar hakikatleri araştırırlar, dikkatlice düşünürler.

177- Ayetlerimize karşı yalanlarda kalan kimselerin halleri ne kötüdür ve onlar kendilerine zulmederler.

178- Kim Allah’ı kendine rehber edinirse, böylece o hakikatlere yol bulur ve kim hakikatleri bırakır kendi anlayışına saparsa, bundan böyle işte onlar hüsrana uğrayanlardır.

179- Gerçek olan şu ki; Bizi idrak edemeyen tanıdıklarınızın ve tanımadıklarınızın çoğu, bir cehaletin cehennemi içindedirler. Onların kalbleri vardır, hakikatleri idrak edemezler ve onların gözleri vardır, hakikatlere bakıp göremezler ve onların kulakları vardır, hakikatleri işitemezler. İşte onlar hayvanlar gibidirler, hatta onlar yollarını da bulamayanlardır. İşte onlar kendilerinin ve çevrelerinin farkında olmayanlardır.

180- İsimlerdeki tüm güzellikler Allah’ındır. Artık o isimlerdeki hakikatlerle O’na yönelin ve O’nun isimlerine karşılık gelen hakikatleri anlamayıp, kendi anlayışlarına sapanlara uymayın.

181- Yaratmamızı anlamak isteyen kimselere, hakikatlerle yol gösteren ve adalet üzere olan bir topluluk vardır.

182- Ayetlerimize karşı yalanlarda kalan kimseler, hakikatlerin değerlendirmelerini bilemediklerinden dolayı, onların anlayışları yavaş yavaş azalır.

183- Umulur ki onlar yalanlarda kaldıklarını fark ederler, tüm varlığı sapasağlam tuttuğumu anlarlar.

184- Hiç tefekkür etmezler mi? Onların arkadaşında, ne dediğini bilmemezlik yoktur, o sadece hakikatleri apaçık açıklayıp uyarandır.

185- Bakıp ta görmezler mi? Göklerin ve yerin mülkiyetinde Allah’ın halketmesinden başka bir şey yoktur. Belki onlar ecellerinin yaklaştığını bilirler. Artık bundan sonra hangi söze inanacaklar.

186- Kim Allah’ın hakikatlerinden saparsa, artık ona yol gösteren olmaz. Artık onlar; hiddet, zulüm, taşkınlık hallerinin içinde bocalayıp dururlar.

187- Sana soruyorlar, o saat ne zaman gelecek? De ki: O hakikatlerin ilmi ancak Rabbimin katındandır. Bir vakit içinde ancak O’ndan başkası o hakikatleri ortaya çıkaramaz. Göklerin ve yerin o yoğun hakikatleri size hemen açılmaz. Sanki o bilinmeyenler sana aitmiş gibi soruyorlar. De ki: O hakikatlerin ilmi ancak Allah’a aittir. Fakat insanların çoğu hakikatleri bilemiyorlar.

188- De ki: Benim kendime ait bir gücüm yoktur, koruyamam ve fayda da veremem. Bunlar ancak Allah’ın iradesinden olan şeylerdir. Eğer ben gaybı bilenlerden olsaydım, elbette iyiliklerin çoğalmasını isterdim ve kötülüklerin olmasını istemezdim. Ben sadece hakikatleri tebliğ edip uyaranım ve inanan kimseler için sevindirici haberler verenim.

189- Ki O’dur sizi tek bir nefisten halkeden ve huzur bulmanız için ondan eşler ortaya çıkaran. Böylece o hafif bir yükle yüklenir, sonra da onunla dolaşır, böylece o yük ağırlaşınca, onlar kendilerini vücudlandıran Allah’a yönelip, eğer bize verdiğin nimetleri anlayanlardan olursak iyi kimselerden oluruz, elbette biz nimetlerin sahibini bilip teslim edenlerden oluruz, diye dua ederler.

190- Onlara tertemiz bir evlat sunulduğunda, onlar söylediklerini unutup O’na ortaklar koşarlar. Oysa Allah, ortak koştukları şeylerden yüce olandır.

191- Bir şey yaratamayan ve kendileri de yaratılmış olan şeyleri mi ortak koşuyorlar?

192- Ve onlara yardım için gücü olmayan ve onların kendilerine de yardımı olmayan şeyleri mi ortak koşuyorlar?

193- Eğer onlara yol göstermeleri için çağrı yapsan, size cevap veremezler. Onlarda bir şey arasanız da veya aramasanız da sizin için bir şey değişmez.

194- Muhakkak ki Allah’ı bırakıp ta yöneldiğiniz şeyler de sizin gibi bir kuldur. Öyleyse, eğer siz söylediğinizin doğruluğuna inanıyorsanız onları davet edin, size cevap versinler.

195- Onların yürüyecek ayakları mı var? Yoksa tutacak elleri mi var? Yoksa onların görecek gözleri mi var? Yoksa işitecek kulakları mı var? De ki: Siz, ortak koştuklarınızı hadi davet edin. Artık, Bize karşı yanılgılarda kaldığınızı hâlâ anlamaz mısınız?

196- Muhakkak ki her varlığın bir kitap olarak sunulduğunu anlayan kimseler, Allah’ı dost edinirler ve sâlih kimselerden olup, sorumluluk sahibidirler.

197- O’nu bırakıp ta yöneldiklerinizin size yardım etmeye güçleri yoktur ve onların kendilerine de bir yardımı yoktur.

198- Eğer onları hakikatin yoluna davet etsen işitmezler. Sen onların sana baktığını görürsün, fakat onlar bakıp ta göremezler.

199- Affedin ve işleyişi anlayın ve cehalet hallerinden uzaklaşın.

200- Şeytani halleriniz, sizi hakikatlerden çıkaran bir hâle sürüklediğinde, hemen Allah’a sığının. Muhakkak ki O işittirendir, ilmin sahibidir.

201- Muhakkak ki fenalardan sakınan Allah’a ortak koşmayan kimselere, şeytani hallerden bir hâl isabet etmesi durumunda, hemen hakikatleri hatırlarlar, böylece onlar dikkatli olurlar.

202- Doğru yoldan çıkıp akıl dışı davranışlar içinde olanlar, arkadaşlarını da o hâle sürüklerler, sonra da onlar başarılı olamazlar.

203- Onlara bir delil sunamadığın zaman, sen düzenleyip söylesen olmaz mı derler. De ki: Ben sadece Rabbimden sunulan şeye uyarım. O hakikatler sizi vücudlandırana aittir. Sizin hakikatleri kavramanız, mümin kimselerden olmanız için, bir yol göstermedir ve rahmettir.

204- Hakikatlerin sözleri okunduğu zaman artık onu dinleyin ve düşünüp anlayın. Umulur ki siz merhamete ulaşırsınız.

205- Rabbini; kendi kendine ve gizlice, en içten ve dikkatlice ve bir ses çıkarmadan, sabah ve akşam hiç durmadan ve hiç gaflete düşmeden an.

206- Muhakkak ki bütün tecellilerin Rabbine ait olduğunu bilen o kimseler, O’nun kulu olduğunu bilip kibirlenmezler. Fiil, sıfat, Zâtı’nın tecellilerini idrak ederler ve O’na teslim olurlar.