BELED SÛRESİ
-1-
لَا أُقْسِمُ بِهَذَا الْبَلَدِ
Lâ uksimu bi hâzel beled
Lâ uksimu | : yok, kasem, yemin, gerçek, sağlamlık, kutsal, tevhit, diri, |
Bi haza el beledi | : bu, şu, o, belde, ülke, şehir, insanın olduğu yer, beden |
1- İnsanın bedeninde gerçeklerden başka bir şey yoktur.
-2-
وَأَنتَ حِلٌّ بِهَذَا الْبَلَدِ
Ve ente hıllun bi hâzel beled
ve ente hıllun…. hal | : sen, uygun, helal, iyi, çıkmak, çözüm, oturan, durum |
Bi haza el beledi | : bu belde de, bu ülke, o beden, |
2- İşte sen o bedenini iyi tanı.
-3-
وَوَالِدٍ وَمَا وَلَدَ
Ve vâlidin ve mâ veled
Ve validin | : baba, doğurtan, anne baba, mürşidi kamil, |
Ve ma velede | : şey, ne, değil, evlat, doğmuş, oğul, döl, yavru, |
3- Doğurtanı ve doğanı tanı.
-4-
لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي كَبَدٍ
Lekad halaknel insâne fî kebed
Lekad | : andolsun, doğrusu, gerçek olan şu ki |
Halak na el insane | : insan, yarattık, var ettik, biz, kendimiz, |
fi kebedin | : içinde, müşkil, güçlük, sıkıntı, karaciğer ağrısı çeken |
4- Gerçek olan şu ki, insanı kendimizden var ettik. Onun müşkil halleri olacaktır.
-5-
أَيَحْسَبُ أَن لَّن يَقْدِرَ عَلَيْهِ أَحَدٌ
E yahsebu en len yakdira aleyhi ehad
e yahsebu | : sanıyor, olabileceğine inanıyor, düşünüyor |
en len yakdira | : o olmaz, değil, güç, azamet, takdir, gerçekleştirmek, değer, |
aleyhi ehadun | : ona, kendinde, bir kimse, biri tarafından |
5- Yoksa o, kendinde bir gücün varlığının olmadığını mı sanıyor?
-6-
يَقُولُ أَهْلَكْتُ مَالًا لُّبَدًا
Yekûlu ehlektu mâlen lubedâ
Yekûlu ehlektu | : diyor, kırıp tükettim, helak, yazık etme, yıkılma |
Malen lubeden | : mal, varlık, değer, kötü, fena, yığınla, pek çok, çok mal |
6- Diyor ki: Değerleri anlamadım, kendime yazık ettim.
-7-
أَيَحْسَبُ أَن لَّمْ يَرَهُ أَحَدٌ
E yahsebu en lem yerahû ehad
E yahsebu | : sanıyor, olabileceğine inanmak, düşünüyor |
en lem yera hu | : değil, olmaz, o görmediğini, anlamak, hu, hak, |
ehadun | : bir, tek, |
7- O, varlığın birliğini anlayamayacağını mı düşünüyor?
-8-
أَلَمْ نَجْعَل لَّهُ عَيْنَيْنِ
E lem nec’al lehu ayneyn
E lem necal | : öyle değil mi, öyle yapmadık mı, vermedik mi? |
Lehu ayneyni | : ona, gözler, bakış, seyretmek, |
8- Ona gözler verdik değil mi?
-9-
وَلِسَانًا وَشَفَتَيْنِ
Ve lisânen ve şefeteyn
Ve lisanen | : dil, konuşma dili, anlaşabilmek |
Ve şefeteyni | : dudaklar |
9- Dil ve dudaklar.
-10-
وَهَدَيْنَاهُ النَّجْدَيْنِ
Ve hedeynâhun necdeyn
Ve hedey nâ-hu | : yol gösterdik, rehber, sunduk, o, ona |
necdeyni | : iki yol, yollar, |
10- Ona hakikate götüren yollar sunduk.
-11-
فَلَا اقْتَحَمَ الْعَقَبَةَ
Fe laktehamel akabete.
Fe la ıktehame | : artık, yok, girilmedi katlanmadı, geçmedi, aşmadı |
el akabete | : engeller, akabe, dik yokuş, zor iş, müşküller |
11- Artık sizi engelleyecek olan cehaletin o hallerini yok edin.
-12-
وَمَا أَدْرَاكَ مَا الْعَقَبَةُ
Ve mâ edrâke mel akabet
ve mâ edrâ-ke | : ne, şey, değil, anladın mı, idrak ettin mi? sen |
Mâ el akabetu | : engeller, Akabe, dik yokuş, zor iş, müşkül, |
12- O engellerin ne olduğunu idrak ettin mi?
-13-
فَكُّ رَقَبَةٍ
Fekku rekabetin
fekku | : çene, çıkarma, kurtarma, azad etme |
rakabetin | : boyun, köle, esaret, cehaletin esaretinde olmak |
13- Cehaletin esaretinden kurtulmayı anladın mı?
-14-
أَوْ إِطْعَامٌ فِي يَوْمٍ ذِي مَسْغَبَةٍ
Ev ıt’âmun fî yevmin zî mesgabeh
Ev ıtamun | : ya da, beslenme, yarar, doyurma, tamamlama, bilgilenme |
fîy yevmin | : günde, bir gün içinde, vakit, her an, |
Zî mesgabetin | : sahip, boşluk, açlık, eksiklik, yoksunluk, bilgisizlik, |
14- Ya da bilgisizliğe sahip olmaktan kurtulmayı, her an hakikatlerin bilgilerinden yararlanmayı?
-15-
يَتِيمًا ذَا مَقْرَبَةٍ
Yetîmen zâ makrabet.
Yetimen | : yetim, atalarının inançlarından kopan, kimsesiz, |
za makrabetin | : sahip, yakın, akraba, hakikatlere yakın olmak isteyen |
15- Atalarının inançlarından kopmuş, hakikatlere yakın olmayı isteyen birine yardım etmeyi?
-16-
أَوْ مِسْكِينًا ذَا مَتْرَبَةٍ
Ev miskînen zâ metrabet
Ev miskinen | : miskin, fukara, yoksul, çaresiz, bir şey bulmaya çalışan, |
Za metrabetin | : tozlu, yoldan gelmiş, arayış içinde olan, |
16- Ya da hakikatlerin arayışı içinde olan çaresize yardım etmeyi.
-17-
ثُمَّ كَانَ مِنَ الَّذِينَ آمَنُوا وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ وَتَوَاصَوْا بِالْمَرْحَمَةِ
Summe kâne minellezîne âmenû ve tevâsav bis sabri ve tevâsav bil merhamet
Summe kane | : sonra, işte, oldu, |
min ellezîne amenu | : iman eden kimseler, inananlar, güvenenler |
Ve tevâsav | : yardımcı, öğüt, uyarmak, cesaret vermek, tavsiye |
bi es sabrı | : sabrı, |
Ve tevâsav | : yardımcı, öğüt, uyarmak, cesaret vermek, tavsiye |
bi el merhameti | : merhameti, merhamet için, |
17- Sabrı öğütleyenler ve merhameti öğütleyenler, işte onlar iman eden kimselerdir.
-18-
أُوْلَئِكَ أَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ
Ulâike ashâbul meymeneti
Ulâike ashabu | : işte onlar, ashab, sahip, |
el meymeneti | : bereket, verimli, lider, hayır üzere, dirilik, sağ taraf |
18- İşte onlar varlığı diri tutanı anlamışlardır, hep hayr üzeredirler.
-19-
وَالَّذِينَ كَفَرُوا بِآيَاتِنَا هُمْ أَصْحَابُ الْمَشْأَمَةِ
Vellezîne keferû bi âyâtinâ hum ashâbul meş’emet
ve ellezîne keferü | : o örtenler, görmemezlikten gelenler |
bi âyâti-nâ | : ayetlerimizi, işaret, delil, |
Hum ashabu | : onlar, sahiptirler, kendilerine |
el meşemeti | : zarar veren, değersiz, uğursuzluk, musibet, |
19- Ayetlerimizi görmemezlikten gelip örtenler ise zarar verme hâllerine sahiptirler.
-20-
عَلَيْهِمْ نَارٌ مُّؤْصَدَةٌ
Aleyhim nârun musadeh
Aleyhim narun | : onlarda, üzerlerinde, ateş, yangın, yakıp yıkıcı |
musadetun | : yayarlar, kapatılmış, örtülmüş, saçmak |
20- Onların üzerlerinde yakıp yıkıcı hâller vardır.