BURÛC SURESİ
-1-
وَالسَّمَاء ذَاتِ الْبُرُوجِ
Ves semâi zâtil burûc
Ve el semai | : Ulvi Âlem, gökyüzü, sema, ulviyet, |
Zati el buruci | : sahip, takımyıldızları, burçlar, özellikler, yüce nitelikler |
1- Yüce niteliklere sahip Ulvi Âleme.
-2-
وَالْيَوْمِ الْمَوْعُودِ
Vel yevmil mev’ûd
ve el yevmi | : gün, vakit, her an, |
el mevûdi | : vaat edilen, söz, muayyen, belirli, gerçekleşmek |
2- Her an gerçekleşip durana.
-3-
وَشَاهِدٍ وَمَشْهُودٍ
Ve şâhidin ve meşhûd
ve şâhidin | : şahit olan, görene, bakana, |
ve meşhûdin | : şahit olunan, tanınan |
3- Şahit olana ve şahit olunana.
-4-
قُتِلَ أَصْحَابُ الْأُخْدُودِ
Kutile ashâbul uhdûd
kutile | : öldürüldü, katledildi, helâk, yazık eden, |
ashâbu el uhdûdi | : hendeklerin sahipleri, oluk, yarık, çukur kazan, işkence yapan, |
4- Bir zulüm içinde olan çukur sahipleri kendilerine yazık etmişlerdir.
-5-
النَّارِ ذَاتِ الْوَقُودِ
Ennâri zâtil vekûd
en nâri | : ateş, yangın, yakıp yıkıcı olan, |
Zâti el vakudi | : sahip, ile, yakacak, yakıt, yakıcı haller |
5- Yakıcı hâllere sahip olanlar bir ateş içindedirler.
-6-
إِذْ هُمْ عَلَيْهَا قُعُودٌ
İzhum aleyhâ kuûd
İz hum aleyha | : olduğunda, zaman, onlar, |
kuud | : başarısızlık, oturan, bekleyen, o halde olan, |
6- Onlar olduğu yerde kala kalırlar, hakikatleri anlamada başarısız olurlar.
-7-
وَهُمْ عَلَى مَا يَفْعَلُونَ بِالْمُؤْمِنِينَ شُهُودٌ
Ve hum alâ mâ yefalûne bil muminîne şuhûd
ve hum | : ve onlar, |
alâ mâ yefalûne | : üzerinde, için, şey, ne, değil, yaptıkları, işleyiş, |
bi el muminîne | : müminler, emin olanlar, |
şuhûdun | : tanık, şahit, tanımak, seyretmek, bakmak, bilmek |
7- Onlar, üzerlerinde olan işleyişi anlayamadılar, müminler gibi bilemediler.
-8-
وَمَا نَقَمُوا مِنْهُمْ إِلَّا أَن يُؤْمِنُوا بِاللَّهِ الْعَزِيزِ الْحَمِيدِ
Ve mâ nekamû minhum illâ en yuminû billâhil azîzil hamîd
ve mâ nekamû | : değil, şey, ne, yapamadılar, başaramadılar, intikam |
minhum | : onlardan, onlara, kendilerinde, |
İllâ en yuminu | : den başka, inanmaktan, iman etmekten |
bi allâhi | : Allah’a |
el azizi | : sevgi sahibi, tüm değerlerin yüce sahibi |
el hamîdi | :hamd sahibi, tüm sıfatların sahibi, tecellilerin sahibi, |
8- Onlar, tüm sıfatların sahibi, tüm değerlerin yüce sahibi olan Allah’ı anlamada iman edenler gibi başarılı olamadılar.
-9-
الَّذِي لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَاللَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ
Ellezî lehu mulkus semâvâti vel ard vallâhu alâ kulli şeyin şehîd
Ellezî lehu mulku | : mülkü ona aittir, hükümdarıdır |
es semâvâti | : ulvi âlemin, semalar, gökler |
ve el ardı | : arz, yeryüzü, dünya |
ve allâhu | : ve Allah |
Alâ kulli şeyin | : bütün her şeyde, |
şehidun | : şahit olmak, gerçeği, has olma, her an her yerde hazır olan |
9- Ki O’dur göklerin ve yerin hükümranı olan. Allah bütün her şeyde, her an her yerde hazır olandır.
-10-
إِنَّ الَّذِينَ فَتَنُوا الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ ثُمَّ لَمْ يَتُوبُوا فَلَهُمْ عَذَابُ جَهَنَّمَ وَلَهُمْ عَذَابُ الْحَرِيقِ
İnnellezîne fetenul mu’minîne vel mu’minâti summe lem yetûbû fe lehum azâbu cehenneme ve lehum azâbul harîk
İnne ellezine fetenü | : onlar, hipnotize, ayrılık, karışıklık, kargaşa, kötülük, fitne, |
el muminîne | : mümin olanlar |
ve el muminâti | : müminlik yolunda olanlar |
Summe le yetube | : sonra tövbe etmek, sonra pişman etmedi |
Fe lehum azabu | : onlara, azap, sıkıntı, işkence |
cehenneme | : cehennem, cehaletin yakıcılığı, yakıcı olan, |
ve lehum azabu | : onlar için, azap, işkence, sıkıntı |
el harîkı | : yakıcı, yanış, yangın, ateş, harlayan, gittikçe artan ateş |
10- Mümin olan ve müminlik yolunda olanlara karşı kötülükte bulunanlar, sonrada yaptıklarından pişmanlık duyup dönmeyenler, işte onlara cehennem sıkıntısı ve gittikçe artan sıkıntılar vardır.
-11-
إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ ذَلِكَ الْفَوْزُ الْكَبِيرُ
İnnellezîne âmenû ve amilus sâlihâti lehum cennâtun tecrî min tahtihel enhâr, zâlikel fevzul kebîr
İnne ellezine amenu | : İman edenler, güvenenler, hakikate yönelenler |
ve amilû es salihati | : dosdoğru hareket eden, iyi insan, |
Lehum cennatun tecri | : onlara, cennet, huzur, vardır, |
min tahti-hâ el enharu | : makamlarında akıp giden bir ilim, |
Zâlike el fevzu | : işte bu, kurtuluş, kazanmak, zafer, |
el kebir | : büyük, yüce |
11- Muhakkak ki iman edenler, dosdoğru hakk yolunda çalışanlar, işte onlara makamlarında akıp giden bir ilim vardır, huzur vardır. İşte büyük kurtuluş budur.
-12-
إِنَّ بَطْشَ رَبِّكَ لَشَدِيدٌ
İnne batşe rabbike le şedîd
İnne bateşe | : muhakkak, yakalama, sert tutuş, tutan, baskı, sarmak |
rabbi-ke | : Rabbin, seni vücudlandıran, |
Le şedidun | : elbette, çok şiddetli, güçlü, sımsıkı, daha fazla, |
12- Muhakkak ki seni vücudlandıran tüm varlığı sımsıkı tutandır.
-13-
إِنَّهُ هُوَ يُبْدِئُ وَيُعِيدُ
İnnehu huve yubdiu ve yuîd
inne-hu | : muhakkak, o, |
huve yubdiu | : o, eşsiz, benzersiz, memba, kaynağı, ilk, başlanğıç |
ve yuîdu | : yeniden, vareden, tekrar, döndüren, her an yaratan, |
13- Muhakkak ki O, her şeyin kaynağıdır ve her an var edip kaynağına döndürendir.
-14-
وَهُوَ الْغَفُورُ الْوَدُودُ
Ve huvel gafûrul vedûd
Ve huve el gafur | : o, mağfiret, temizleyen, tertemiz lütufları sunan, |
el vedudu | : samimi, dostça, dostu, seven, sevgiyle ortaya çıkan, |
14- O lütuflarıyla temizleyendir, sevginin kaynağıdır.
-15-
ذُو الْعَرْشِ الْمَجِيدُ
Zul arşil mecîd
Zû el arşi | : sahip, taht, bütün her yer, makam, |
el mecide | : şanlı, ulu, görkemli, muhteşem, azamet, yücelik sahibi, |
15- Bütün her yeri azametiyle sarandır.
-16-
فَعَّالٌ لِّمَا يُرِيدُ
Faâlun limâ yurîd
feâlun | : fail, işleyen, yapan |
Li ma yuridu | : şey, ne, var olan şey, irade eden, |
16- Fail olandır, varolan her şey O’nun iradesindendir.
-17-
هَلْ أَتَاكَ حَدِيثُ الْجُنُودِ
Hel etâke hadîsul cunûd
Hel eta ke hadis | : sana gelmedi mi? söz, haber, konuşmak, olay |
el cunudi | : askerler, sert, alay, ordu, kuvvetli olan, zorbalık yapan |
17- O zorbalık yapanların hikâyesi sana geldi değil mi?
-18-
فِرْعَوْنَ وَثَمُودَ
Fir’avne ve semûd
firavne | : firavun, kibirli olan, |
Ve semude | : ve semud |
18- Firavun ve Semud’un hikâyesi.
-19-
بَلِ الَّذِينَ كَفَرُوا فِي تَكْذِيبٍ
Belillezîne keferû fî tekzîb
Bel ellezîne keferü | : o örtenler, hakikati görmemezlikten gelip örten, |
Fî tekzibin | : içinde, inkar, tekzip, yalanlama |
19- Doğrusu hakikatleri görmemezlikten gelip örtenler, yalanların içinde kaldılar.
-20-
وَاللَّهُ مِن وَرَائِهِم مُّحِيطٌ
Vallâhu min verâihim muhît
ve allâh | : Allah, el lah, görünmeyen güç, |
min veraihim | : arkası, geçmişi, cehaletleri, mahluk, sırt, taşıdıkları, onlar |
muhitun | : çevreleyen, kuşatan, ihata eden, çevre, kalan, sarılan, |
20- Onlar geçmişteki cehalet hâllerine sarıldılar, Allah’ı anlayamadılar.
-21-
بَلْ هُوَ قُرْآنٌ مَّجِيدٌ
Bel huve kurânun mecîd
Bel huve kuranun | : evet, bilakis, o, bu kuran, okunan şey, kâinat kitabı, |
mecidun | : muhteşem, görkemli, yüce, şerefli, azametli, |
21- Evet, o yüce Kur’ân tüm kâinattır.
-22-
فِي لَوْحٍ مَّحْفُوظٍ
Fî levhın mahfûz
Fi levhin | : içinde, levha, sayfa, yazılı olan, |
mahfuzin | : muhafaza, gizlenen, korunmuş olan, |
22- Tüm hakikatler, varlık sayfalarının içinde muhafaza edilmiştir.