FÂTIR SURESİ

 

-1-

الْحَمْدُ لِلَّهِ فَاطِرِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ جَاعِلِ الْمَلَائِكَةِ رُسُلًا أُولِي أَجْنِحَةٍ مَّثْنَى وَثُلَاثَ وَرُبَاعَ يَزِيدُ فِي الْخَلْقِ مَا يَشَاء إِنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ

Elhamdu lillâhi fâtırıs semâvâti vel ardı câilil melâiketi rusulen ulî ecnihatin mesnâ ve sulâse ve rubâa yezîdu fîl halkı mâ yeşâu innallâhe alâ kulli şeyin kadîr

el hamdulillah : tüm niteliklerin sahibi, sıfatların, tecellilerin, Allah
fatır : yaratan, vareden, vücuda getiren,
El semavat ve el ard : sema, gök, ulvi âlem ve yer
Caili : kaplayan, saran, kılan, yapan, tutan, sahibi olan,
el melâiketi : kuvvet, kudret, her varlıktaki güç, melekler,
Resul : gösteren, hakikati gösteren, irsal eden, açığa çıkaran,
uli : ulu, yüce, sahip,
ecnihatin : taraf, kanat, vücuda bağlı, kısım, cenah, her yer
Mesna : ikişer, tekrarlanmış, sağlamlaştırılmış, kuvvetlendirilmiş, süreç
ve sulase : sels, üçer, birleştirerek, akıcı, düzgün,
ve ruba : dört, Rab, Rabbe dönmek, Rab şuuru, vücudlandıran
yezid : daha fazla, çok, arttırmış, artmış, ziyade, çoğalmış
fi el halakı : halkıyat içinde, varoluş, halk oluş
ma yeşau : şey, ne, değil, istek, isteyen, irade
İnne allah : muhakkak ki Allah,
ala kulli şeyin kadir : bütün her şeydeki kudrettir.

 

1- Allah; varlıktaki tüm niteliklerin sahibidir, göklerde ve yerdeki her varlığı var eden ve her varlıktaki gücün sahibidir. Her varlıkta, her tarafta yüceliğini gösterir. Varlığı belli bir süreçte birlik üzere vücudlandırır. Ne irade ederse onu halk eder ve çoğaltır. Muhakkak ki Allah bütün her şeydeki kudrettir.

 

-2-

مَا يَفْتَحِ اللَّهُ لِلنَّاسِ مِن رَّحْمَةٍ فَلَا مُمْسِكَ لَهَا وَمَا يُمْسِكْ فَلَا مُرْسِلَ لَهُ مِن بَعْدِهِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ

Mâ yeftehillâhu lin nâsi min rahmetin fe lâ mumsike lehâ, ve mâ yumsik fe lâ mursile lehu min badih ve huvel azîzul hakîm

Ma yeftehi Allah : açmaz, açık, sunmaz, vermez, Allah
li en nasi min rahmetin : insanlar için, insanlara, rahmet
Fe la mumsike leha : böylece, yok, engelleyecek, tutacak olan, onu
ve ma yumsik : şey, ne, tutacak değil, kısmak,
Fe la mursile lehu : sonrada, yok, gönderen, irsal eden, onu
min badi-hi : ondan sonra
ve huve el azizu : o, tüm değerlerin yüce sahibi, sıfatların sahibi,
el hakim : hâkim olan, hüküm hikmet sahibi

 

2- Allah insanlar için rahmetten başka bir şey sunmaz. Öyle ki onu engelleyecek yoktur ve onu tutup ondan sonra onu gönderecek de yoktur. O tüm değerlerin yüce sahibidir, tüm varlığa hâkim olandır.

 

-3-

  يَا أَيُّهَا النَّاسُ اذْكُرُوا نِعْمَتَ اللَّهِ عَلَيْكُمْ هَلْ مِنْ خَالِقٍ غَيْرُ اللَّهِ يَرْزُقُكُم مِّنَ السَّمَاء وَالْأَرْضِ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ فَأَنَّى تُؤْفَكُونَ

Yâ eyyuhen nâsuzkurû nimetallâhi aleykum hel min hâlikın gayrullâhi yerzukukum mines semâi vel ard lâ ilâhe illâ huve fe ennâ tûfekûn

ya eyyuha el nas  : ey insanlar,
uzkuru : anmak, anlamak, hatırlamak, zikirde olmak,
nimete Allah aleykum : nimet, sıfat, nitelik, Allah, sizdeki
Hel min halikın : var mı, bir yaratıcı, halk eden,
Gayr Allah : başka, Allah,
yerzuku-kum : rızık, nimet, lütuf, sıfatlandıran, siz,
min es semai ve el ard : semada, gökte ve yerde,
la ilahe illa huve : yok, ilah, var, o
Fe enna tufekune : öyleyse, nasıl hakikatleri bırakıp dönersiniz

 

3- Ey insanlar! Allah’ın sizdeki sıfatlarını anlayın. Allah’tan başka yaratıcı olan var mı? Sizdeki, göklerde ve yerde olanlardaki sıfatların sahibidir. O’ndan başka güç yoktur. Öyleyse nasıl olur da hakikatleri bırakıp kendi cehaletinize dönersiniz.

 

-4-

وَإِن يُكَذِّبُوكَ فَقَدْ كُذِّبَتْ رُسُلٌ مِّن قَبْلِكَ وَإِلَى اللَّهِ تُرْجَعُ الأمُورُ

Ve in yukezzibûke fe kad kuzzibet rusulun min kablik ve ilâllâhi turceul umûr

ve in yukezzibu ke : eğer, seni yalanlıyorlar, yalanlayanlar,
Fe kad kuzzibet : artık, oldu, yalanlama
Resulun min kabli ke : resul, hakikati gösteren, senden önce
ve ila Allâh turceu el emr : Allah’a, döner, döndürülür, işler, işleyiş,

 

4- Seni yalanlayabilirler. Senden önceki hakikatleri gösterenleri de yalanlayanlar oldu. Bütün işleyişi her an döndüren Allah’tır.

 

-5-

 يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا وَلَا يَغُرَّنَّكُم بِاللَّهِ الْغَرُورُ

Yâ eyyuhen nâsu inne vadallâhi hakkun fe lâ tegurrennekumul hayâtud dunyâ ve lâ yegurrennekum billâhil garûr

yâ eyyuhâ el nas : ey insanlar
İnne vade : muhakkak, söz, bir şeyi yapmak, açığa çıkan, tecelli,
Allah hakkun : Allah, hakikat, gerçek, hak, doğru olan,
Fe lâ tegurrenne kum : öyleyse, sakın sizi aldatmasın
el hayâtu ed dunyâ : dünya hayatı, yaşam,
ve lâ yegurrenne kum : yok, aldatmak, siz, sizi aldatmasın
bi Allah el garur : Allah ile, aldatıcılar, ego, benlik, gurur,

 

5- Ey insanlar! Muhakkak ki hakikat, Allah’tan açığa çıkan tüm varlıktır. Bundan sonra dünya hayatı sizi aldatmasın ve aldatıcılar sizi Allah ile aldatmasın.

 

-6-

إِنَّ الشَّيْطَانَ لَكُمْ عَدُوٌّ فَاتَّخِذُوهُ عَدُوًّا إِنَّمَا يَدْعُو حِزْبَهُ لِيَكُونُوا مِنْ أَصْحَابِ السَّعِيرِ

İnneş şeytâne lekum aduvvun fettehızûhu aduvvâ innemâ yedû hızbehu li yekûnû min ashâbis seîr

İnne el şeytan : şüphesiz, şeytan, şeytani haller, kötülük halleri
lekum aduv : size, düşman,
Fe ittehızû hu : bundan sonra, edinin, sığınma, edinmek, o,
aduvva : düşman, düşmanlık,
İnnema yedu : ancak, davet, çağrı, götürme,
hızbe hu : gurup, taraf, bölünmek,
Li yekunu : olması için,
min ashab : ehli, halk, sahip, sahip olma,
el sair : öbürü, öteki, ötekileştirmenin cehaleti,

 

6- Şüphesiz şeytani hâlleriniz sizin düşmanınızdır. Bundan sonra o hâllerinizi düşman edinin. O şeytani hâlleriniz sizi, sadece ötekileştirmenin cehaletine sahip olmanıza yol açar, böylelikle bölünmeye götürür.

 

-7-

  الَّذِينَ كَفَرُوا لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُم مَّغْفِرَةٌ وَأَجْرٌ كَبِيرٌ

Ellezîne keferû lehum azâbun şedîd vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti lehum magfiretun ve ecrun kebîr

Ellezine keferu : hakikatleri görmemezlikten gelip örtenler,
Lehum azabun şedid : onlara, sıkıntı, eziyet, azap, şiddetli, güçlü,
Ve ellezine amenû : iman edenler
ve amilû es sâlihâti : iyi amel, dosdoğru hakk yolunda çalışanlar
Lehum magfiret : onlara, mağfiret, temizlenmek,
ve ecrun kebir : ecir, mükâfat, karşılık, yüce,

 

7- Hakikatleri görmemezlikten gelip örten kimseler daha fazla sıkıntılardadır. İman edenler ve dosdoğru hakk yolunda çalışanlara ise, mağfiret ve yüce karşılıklar vardır.

 

-8-

أَفَمَن زُيِّنَ لَهُ سُوءُ عَمَلِهِ فَرَآهُ حَسَنًا فَإِنَّ اللَّهَ يُضِلُّ مَن يَشَاء وَيَهْدِي مَن يَشَاء فَلَا تَذْهَبْ نَفْسُكَ عَلَيْهِمْ حَسَرَاتٍ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ بِمَا يَصْنَعُونَ

E fe men zuyyine lehu sûu amelihî fe reâhu hasenâ fe innallâhe yudıllu men yeşâu ve yehdî men yeşâu fe lâ tezheb nefsuke aleyhim haserât innallâhe alîmun bimâ yesneûn

E fe men zuyyine : sonra, kimse gibi midir, süs, sıfat, güzel, değer,
Lehu suu ameli hi : ona, kötü, amelleri, çalışma,
Fe rea hu hasena : böylece, gördü, yaptı, onu, güzel çalışma,
Fe innallahe : artık, muhakkak, Allah,
yudıl : uzaklaşmak, sapmak,
men yeşau : kim, kimse, ister, isteyen,
ve yehdi : yol bulmak, kılavuz, hidayet, kim ister
men yeşau : kim, kimse, ister, isteyen,
Fe la tezheb : artık, gitme, olma, bir yola sapmak, zan,
nefsuke : nefs, senin, kendini,
Aleyhim haseratin : ayrıklarda kalanlar, hasret, hüzün, ikilik,
innallâhe alim : muhakkak, Allah, ilmin sahibi, ilmiyle vareden,
bima yesneun : yaptığınız şeyler, yaptığınız eserler, işleyiş,

 

8- Kötü çalışmaları kendine güzel gelen bir kimse, yararlı güzel çalışmalar yapan kimse gibi midir? Artık isteyen kimse, Allah’ın hakikatlerini bırakıp kendi cehaletine sapar ve isteyen kimse de hidayet bulur. Artık kendini cehaletin yoluna saptırma, ayrılıklarda kalanlardan olma. Muhakkak ki Allah yaptığınız eserlerdeki ilmin sahibidir.

 

-9-

وَاللَّهُ الَّذِي أَرْسَلَ الرِّيَاحَ فَتُثِيرُ سَحَابًا فَسُقْنَاهُ إِلَى بَلَدٍ مَّيِّتٍ فَأَحْيَيْنَا بِهِ الْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا كَذَلِكَ النُّشُورُ

Vallâhullezî erseler rîyâha fe tusîru sehâben fe suknâhu ilâ beledin meyyitin fe ahyeynâ bihil arda bade mevtihâ kezâliken nuşûr

ve Allah ellezi : Allah, ki o,
ersele : gönderdi, yollama, sevk eden, irsal, açığa çıkarma
el riaha : hareket, rüzgâr, esen,
Fe tusiru sehâben : böylece, tesir, hareket, bulutlar,
Sukna hu : sevk, yol alma, o,
ilâ beledin meyyit : belde, ölü, verimsiz toprak, kurak,
fe ahyeyna bihi el arda : sonrada hayat veririz, diriltiriz, onunla, toprak, yeryüzü
bade mevti ha : sonra, nutfeler, öz, ölü, o
Kezalike el nuşur : işte böylece, dağılıp yayılma, neşir, dirilen,

 

9- Allah O’dur ki; rüzgârı açığa çıkarır, sonra da onunla bulutları hareketlendirip kuru toprağa doğru yol aldırır. İşte ondan gelen yağmurla ölü gibi görünen topraktan dirilik veririz. İşte böyledir dağılıp yayılma.

 

-10-

مَن كَانَ يُرِيدُ الْعِزَّةَ فَلِلَّهِ الْعِزَّةُ جَمِيعًا إِلَيْهِ يَصْعَدُ الْكَلِمُ الطَّيِّبُ وَالْعَمَلُ الصَّالِحُ يَرْفَعُهُ وَالَّذِينَ يَمْكُرُونَ السَّيِّئَاتِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ وَمَكْرُ أُوْلَئِكَ هُوَ يَبُورُ

Men kâne yurîdul izzete fe lillâhil izzetu cemîâ ileyhi yesadul kelimut tayyibu vel amelus sâlihu yerfeuh vellezîne yemkurûnes seyyiati lehum azabun şedîd ve mekru ulâike huve yebûr

Men kane yuridu : kim, kimse, oldu, istek, isteyen,
el izzet : izzet sahibi, yüce, ulu, değer, zata mahsus
Fe li allahi : artık, Allah, Allah’ındır,
el izzetu cemian : izzet, yüce, ulu, hepsi, bütün
İleyhi yesadu : ona, yükselir, erişir, ulaşır, ona ait, anlaşılır,
El kelime el tayyibu : söz, kelam, kelime, temiz, güzel konuşmak,
ve el amel el salih : salih amel, dosdoğru hakk yolunda çalışan,
Yerfeu hu : yükselen, yücelik, o
Ve ellezine yemkurune : onlar, kurnazlık, tuzak kurma, hile, çare aramak,
el seyyiat lehum : kötülükler, günah, onlar,
azab şedid : azap, sıkıntı, güçlü, daha fazla
ve mekru : hile, düzen, şeytani haller, çare, karanlık, bulanık,
Ulaike huve yebur : işte o, o boşa gider, yok olur, mahvolan,

 

10- Yüce olmak isteyen kimdir? Bilsin ki bütün yücelik sadece Allah’ındır. Güzel kelimeler O’nun anlaşılmasını sağlar. Hakk yolunda dosdoğru çalışanlar O’nun yüceliğini anlar. Hilelerde, kötülüklerde olanlar ise daha fazla sıkıntılardadır ve işte onlar hileleri ile mahvolur giderler.

 

-11-

    وَاللَّهُ خَلَقَكُم مِّن تُرَابٍ ثُمَّ مِن نُّطْفَةٍ ثُمَّ جَعَلَكُمْ أَزْوَاجًا وَمَا تَحْمِلُ مِنْ أُنثَى وَلَا تَضَعُ إِلَّا بِعِلْمِهِ وَمَا يُعَمَّرُ مِن مُّعَمَّرٍ وَلَا يُنقَصُ مِنْ عُمُرِهِ إِلَّا فِي كِتَابٍ إِنَّ ذَلِكَ عَلَى اللَّهِ يَسِيرٌ

Vallâhu halakakum min turâbin summe min nutfetin summe cealekum ezvâcâ ve mâ tahmilu min unsâ ve lâ tedau illâ bi ilmih ve mâ yuammeru min muammerin ve lâ yunkasu min umurihî illâ fî kitâb inne zâlike alâllâhi yesîr

ve Allah halaka kum : Allah, sizi yarattı, var etti, halk etti,
min turab : topraktan
Summe min nuftetin : sonra bir nutfeden, damla, bir öz,
Summe ceale kum : sonra, yaptı, kıldı, sizi,
ezvac : tür, eşler, cins, aynı yolda olan, benzer olan,
ve ma tahmilu min unsa : yüklenmez, gebe kalmaz, kadın,
ve la tedau : doğum yapmaz,
illa bi ilmi hi : ancak onun ilmi bir süreciyle ile, ilmi ölçüsüyle,
ve ma yuammer min muammer : yaşam, ömür verilmez, yaşam, ömür verilen
ve lâ yunkasu : azalmaz, eksiltilmez, kısaltılmaz, noksan, nakıs,
min umurihi : ömür, yaşam, yaş, çağ, onun ömrü,
İlla fi kitabin : ancak, kitabın içinde
İnne zalike ala Allah : muhakkak, işte bunlar, Allah’a,
yesirun : kolay, yürüyüş, düzen

 

11- Allah sizi topraktan, sonra da bir nutfeden yaratandır. Sonra sizleri eşler halinde kıldı. Ancak O’nun ilmi bir ölçüsü olmadan kadınlar hamile kalmaz ve doğum yapamaz. Ömür verilen bir kimseye bir ömür daha verilmez ve onun ömrü de kısaltılmaz. Bunlar varlık kitabının içinde vardır. Muhakkak işte bunlar Allah’ın düzenidir.

 

-12-

وَمَا يَسْتَوِي الْبَحْرَانِ هَذَا عَذْبٌ فُرَاتٌ سَائِغٌ شَرَابُهُ وَهَذَا مِلْحٌ أُجَاجٌ وَمِن كُلٍّ تَأْكُلُونَ لَحْمًا طَرِيًّا وَتَسْتَخْرِجُونَ حِلْيَةً تَلْبَسُونَهَا وَتَرَى الْفُلْكَ فِيهِ مَوَاخِرَ لِتَبْتَغُوا مِن فَضْلِهِ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

Ve mâ yestevîl bahrâni hâzâ azbun furâtun sâigun şerâbuhu ve hâzâ milhun ucâc ve min kullin tekulûne lahmen tariyyen ve testahricûne hilyeten telbesûnehâ, ve terel fulke fîhi mevâhire li tebtegû min fadlihî ve leallekum teşkurûn

ve ma yestevi : eşit olmaz, bir olmaz,
el bahrani : deniz, derya, bilgili olan,
Haza azbun furatun : bu, sıkıntı, hoş, eziyet, zor, katı, tatlı
Saigun şerabu hu : makbul, hoşa giden, içecek, fayda, o, diğeri
ve haza milhun ucacun : bu, tuzlu, acı,
ve min kullin tekulune : her birinden, hepsinden, beslenme, yemek, ders,
Lahmen tariyyen : et parçası, içi ve üzeri, dışı-yumuşak, hashas, taze
ve testahricun : çıkarırsınız,
hilyet telbesunha : iyi haslet, güzel takı, süs, zinet, takmak, onu
ve tera : görürsün,
el fulki : sonsuzluk, akıp giden, gemi, taşımak, genler,
fihi mevahire : orada, sürüp giden, yarıp giden, ilerleyen, kendi halinde
Li tebtegu : talep etmek, aramak,
min fadli hi : fazıl, fazilet, erdem, lütuf, o
ve leallekum teşkurune : umulur ki siz, şükür, nimetlerin sahibini bilip teslim etme

 

12- İki derya bir olmaz. Biri makbul bir içecektir, tatlıdır hoştur ve diğeri tuzlu acıdır. Her birinden de gelen şeylerden faydalanırsınız ve her ikisinden de güzel hasletler çıkarırsınız ve her ikisinin de taşıdığı şeylerle sürüp gittiğini görürsünüz. Bütün bunlar O’nun lütuflarını talep etmek içindir. Umulur ki siz nimetlerin sahibini bilip teslim edenlerden olursunuz.

 

-13-

يُولِجُ اللَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَيُولِجُ النَّهَارَ فِي اللَّيْلِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ كُلٌّ يَجْرِي لِأَجَلٍ مُّسَمًّى ذَلِكُمُ اللَّهُ رَبُّكُمْ لَهُ الْمُلْكُ وَالَّذِينَ تَدْعُونَ مِن دُونِهِ مَا يَمْلِكُونَ مِن قِطْمِيرٍ

Yûlicul leyle fîn nehâri ve yûlicun nehâre fîl leyli ve sehhareş şemse vel kamere kullun yecrî li ecelin musemmâ zâlikumullâhu rabbukum lehul mulk vellezîne tedûne min dûnihî mâ yemlikûne min kıtmîr

Yulicu : sokar, birleştirir, ardı ardına
el leyl fi el nehar : gece, gündüzün içine
ve yulicu el nehar fi el ley : sokar, birleştirir, gündüz, gecenin içi
ve sehhar : düzenlenen, yeryüzü, meydan, hüküm içinde,
el şems ve el kamer : güneş ve ay,
Kullun yecr : bütün hepsi, yörünge, akar gider,
li ecel musemmen : belirli süre, belirlenmiş,
Zalikum Allah : işte bu, Allah,
rabbu kum : rabbiniz, vücudlandıran, siz,
Lehu el mulku : onun, mülk,
ve ellezine tedune : ki onlar, tapmak, yönelmek, istemek,
min dunihi : ondan başka,
ma yemlikûne : malik olamaz, sahip değil,
min kıtmir : çekirdek zarı, en küçük

 

13- Birleştirir geceyi gündüzle ve birleştirir gündüzü geceyle. Güneşi ve ayı düzenleyendir, bütün hepsi belirli bir sürede akar gider. İşte Allah sizi de vücudlandırandır. Mülkün hükümranlığı O’nun dur. O’nu bırakıp ta yöneldiğiniz şeyler, bir çekirdeğin zarını bile meydana getirmeye sahip değillerdir.

 

-14-

   إِن تَدْعُوهُمْ لَا يَسْمَعُوا دُعَاءكُمْ وَلَوْ سَمِعُوا مَا اسْتَجَابُوا لَكُمْ وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ يَكْفُرُونَ بِشِرْكِكُمْ وَلَا يُنَبِّئُكَ مِثْلُ خَبِيرٍ

İn tedûhum lâ yesmeû duâekum ve lev semiû mestecâbû lekum ve yevmel kıyâmeti yekfurûne bi şirkikum ve lâ yunebbiuke mislu habîr

İn teduhum : yönelmek, yöneldikleriniz, talep,
la yesmeu : yok, işitmek, işitmezler, duymazlar,
duakum : dua, yönelme, istek, talep, siz,
Ve lev semiu : eğer, şayet, işitseler,
ma istecabu lekum : şey, ne, değil, karşılık, icabet edemezler, size
ve yevme el kıyameti :ölünceye kadar, diriliş günü, hakikat günü
Yekfurûne : hakikatleri görmemezlikten gelen,
bi şirki kum : bir şirk içinde kalmak, ortak koşan, siz
ve la yunebbiu ke : yok, haber, haber veremez, bildiremez, sana,
mislu : benzer, başka,
habir : varlıktan bildiren, haber veren,

 

14- Yöneldiğiniz şeyler sizin taleplerinizi işitmezler. Kaldı ki eğer işitmeleri olsaydı bile size karşılık veremezlerdi. Siz hakikatleri görmemezlikten gelirseniz, ölünceye kadar bir şirk içinde kalırsınız. Tüm varlıktan ilmiyle bildirenden başkası hakikatleri haber veremez.

 

-15-

يَا أَيُّهَا النَّاسُ أَنتُمُ الْفُقَرَاء إِلَى اللَّهِ وَاللَّهُ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَمِيدُ

Yâ eyyuhen nâsu entumul fukarâu ilâllâhi vallâhu huvel ganiyyul hamîd

ya eyyuha el nas : ey insanlar,
Entum el fakir : size, fakir, hiçbir şey size ait değil, varlığından geçmiş
ila Allah : ancak, sadece, Allah’a
Ve Allah huve el ganiy : Allah, o, gani, tüm varlık ona ait, değerler onun
el hamid : hamd sahibi, tüm niteliklerin sahibi,

 

15- Ey insanlar! Hiçbir şey size ait değildir. Ancak Allah’ındır ve Allah tüm varlığın sahibi olandır, tüm niteliklerinin sahibi olandır.

 

-16-

إِن يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ وَيَأْتِ بِخَلْقٍ جَدِيدٍ

İn yeşe yuzhibkum ve yeti bi halkın cedîd

İn yeşe : eğer, ancak, istek, tasarruf,
yuzhib kum : yok eder, ölüm, giderir, siz,
Ve yeti : getirir, var eder,
bi halkın cedid : halk, oluşturma, yaratım, yeni, yeni bir can

 

16- Sizin ölümünüz ancak O’nun tasarrufundandır ve yeni bir canın meydana gelişi de O’ndandır.

 

-17-

وَمَا ذَلِكَ عَلَى اللَّهِ بِعَزِيزٍ

Ve mâ zâlike alâllâhi bi azîz

ve ma zalike : değil, şey, ne, işte bu, işte tüm varlık,
ala Allah : yüce, aliy olan, şeref, şan, Allah,
bi aziz : yüce, ulu, tüm değerlerin sahibi, temiz olan,

 

17- İşte bunlar, tüm değerlerin sahibi olan Allah’ın yüceliğinden başka bir şey değildir.

 

-18-

وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى وَإِن تَدْعُ مُثْقَلَةٌ إِلَى حِمْلِهَا لَا يُحْمَلْ مِنْهُ شَيْءٌ وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبَى إِنَّمَا تُنذِرُ الَّذِينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُم بِالغَيْبِ وَأَقَامُوا الصَّلَاةَ وَمَن تَزَكَّى فَإِنَّمَا يَتَزَكَّى لِنَفْسِهِ وَإِلَى اللَّهِ الْمَصِيرُ

Ve lâ tezirû vâziretun vizre uhrâ ve in tedu muskaletun ilâ himlihâ lâ yuhmel minhu şeyun ve lev kâne zâ kurbâ innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve ekâmûs salâh ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsih ve ilâllâhil masîr

ve la tezir vaziret : yok, günahını taşımaz,
vizre uhra : yükleri, günah yükü, başka, bir başkası
ve in tedu muskaletun : eğer, ancak, izin, çağırır, yüklü olan, taşıyan,
ila himliha : ancak, onu taşımaya,
la yuhmel minhu şey : yok, taşımak, taşımaz, yük, ondan, bir şey,
ve lev kane za kurba : eğer, şayet, oldu, yakınlık,
İnnema tunziru ellezine : ancak, uyarma, hakikatleri açıklama, sen, onlar
yahşevne rabbe hum : huşu, huzur, tevazu, rableri, onlar,
bi el gaybi : görünmeyen bilinmeyen alem,
ve ekamu el salate : her an salât üzere, hakka bağlılık şuuru,
ve men tezekka : kim temize çıkma, aklama, temizlenmek
Fe innema yetezekka : böylece, ancak, aklama, temizlenmek,
li nefsihi : nefsi için, kendisi için,
ve ila Allah el masir : Allah’adır, dönüş, dönmek

 

18- Bir başkasının günah yükünü bir başkası taşımaz. Eğer günahı taşıyan onu yüklenmesi için birini çağırsa, o ondan hiç bir şey taşıyamaz. Eğer yakın olmak isteyenler varsa, sen ancak onlara hakikatleri açıklayıp uyarabilirsin. Görünmeyen bilinmeyen âlemin irfanında olan kimseler, Rablerine karşı tevazu içindedirler ve her an Hakk’a bağlılık şuuruyla hareket ederler. Kim fenalardan temizlenirse, ancak kendisi için temizlenmiş olur. Dönüş ancak Allah’adır.

 

-19-

وَمَا يَسْتَوِي الْأَعْمَى وَالْبَصِيرُ

Ve mâ yestevîl amâ vel basîr

ve ma yestevi : değil, eşit olmaz, bir olmaz
el ama : hakikat körlüğü olan, hakikati göremeyen,
Ve el basiru : basiret sahibi, hakikati gören,

 

19- Hakikatleri görenle, hakikatleri göremeyen bir olmaz.

 

-20-

وَلَا الظُّلُمَاتُ وَلَا النُّورُ

Ve lez zulumâtu ve len nûr

ve la el zulumat : yok, olmaz, zulüm halleri, karanlık, cehalet
Ve la el nur : yok, olmaz aydınlık, ışık, hakikatlerin kemalatında

 

20- Cehaletin karanlığında olanla, aydınlık üzere olan bir olmaz.

 

-21-

وَلَا الظِّلُّ وَلَا الْحَرُورُ

Ve lez zıllu ve lel harûr

ve la el zıllu : yok, değil, olmaz, gölge, huzur, rahatlık,
ve la el harur : değil, yok, olmaz sıcaklık, yakıcı olan, sıcak rüzgâr

 

21- Hakikatlerin rahatlığında olanla, yakıp yıkıcı hâllerde olan bir olmaz.

 

-22-

وَمَا يَسْتَوِي الْأَحْيَاء وَلَا الْأَمْوَاتُ إِنَّ اللَّهَ يُسْمِعُ مَن يَشَاء وَمَا أَنتَ بِمُسْمِعٍ مَّن فِي الْقُبُورِ

Ve mâ yestevîl ahyâu ve lel emvât innallâhe yusmiu men yeşâu ve mâ ente bi musmiin men fîl kubûr

ve ma yestevi el ahyau : eşit değil, bir değil, diriliği anlayan
Ve la el emvatu : yok, değil, ölüler, idraksiz,
inne allah yusmiu : muhakkak, Allah’tan, işitmek
men yeşau : kim, kimse, ister, isteyen, arzu eder,
Ve ma ente bi musmiin : sen değilsin, sen olamazsın, işittirici
Men fi el kuburi : kimse, kabir, ölü gibi olan, idraksiz

 

22- Diriliğin idrakine ulaşanla, idraksiz olan bir olmaz. Muhakkak ki Allah’ı anlamak isteyen kimse hakikatleri işitir. Sen vücutlarında ölü gibi olan kimselere hakikatleri işittiremezsin.

 

-23-

إِنْ أَنتَ إِلَّا نَذِيرٌ

İn ente illâ nezîr

İn ente illa nezir : sen, sadece, ancak, hakikatlere çağrı yapan, uyarıcı

 

23- Sen ancak hakikatlere çağrı yapan bir uyarıcısın.

 

-24-

إِنَّا أَرْسَلْنَاكَ بِالْحَقِّ بَشِيرًا وَنَذِيرًا وَإِن مِّنْ أُمَّةٍ إِلَّا خلَا فِيهَا نَذِيرٌ

İnnâ erselnâke bil hakkı beşîren ve nezîrâ ve in min ummetin illâ halâ fîhâ nezîr

İnna ersel na ke : muhakkak, gönderdik, açığa çıkmak,  biz, sen,
bi el hakk : hakikat, gerçek, hak
Beşiren : müjde, sevindirici haber, huzur veren bilgi, ümit veren,
ve nezîren : uyarıcı hakikatlere çağrı yapan
ve in min ummetin : eğer, ümmet, aynı inanç düşüncede yol alanlar, topluluk,
İlla hala : ancak, sadece, süresince, döneminde, esnasında,
fiha nezirun : orada, uyarıcı, hakikatleri açıklayıp uyaran

 

24- Şüphesiz sen hakikatlerimizi anlatmak, ümit verip sevindirmek ve uyarmak için açığa çıktın. Eğer bir ümmet kendi cehaletinde kalırsa, orada hakikatleri açıklayıp uyaranlar olur.

 

-25-

وَإِن يُكَذِّبُوكَ فَقَدْ كَذَّبَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ جَاءتْهُمْ رُسُلُهُم بِالْبَيِّنَاتِ وَبِالزُّبُرِ وَبِالْكِتَابِ الْمُنِيرِ

Ve in yukezzibûke fe kad kezzebellezîne min kablihim câethum rusuluhum bil beyyinâti ve biz zuburi ve bil kitâbil munîr

ve in yukezzibu ke : eğer, seni yalanlarlarsa
Fe kad kezzebe ellezine : böylece, sonra, oldu, yalanlama,
Ellezine min kablihim : kimseler, onlardan önce,
caet hum : gelen, sunan, onlar,
Resul hum : resul, onlar,
bi el beyyinat : apaçık delillerle açıklamışlardı,
ve bi el zuburi : Zebur, kutsallık, mektup,  her varlıkta olan mektup
ve bi el kitabi : bir kitap, varlık kitabı, hakikatlerin sözleri,
el munir : nurlandırıcı, aydınlatıcı,

 

25- Eğer seni yalanlarlarsa, onlardan öncekilere gelen Resulleri de yalanlamışlardı. Onlar da, her varlığın hakikatleri taşıyan bir mektup olduğunu ve her varlığın aydınlatıcı bir kitap olduğunu apaçık delillerle açıklamışlardı.

 

-26-

ثُمَّ أَخَذْتُ الَّذِينَ كَفَرُوا فَكَيْفَ كَانَ نَكِيرِ

Summe ehaztullezîne keferû fe keyfe kâne nekîr

Summe ehaztu : sonra, fakat, yakalama, aldı, o hallerde kaldı,
ellezine keferu : hakikatleri görmemezlikten gelip örtenler,
Fe keyfe kane : böylece, nasıl, halleri, oldu,
nekir : bilinmemiş olan, belirsiz, bilememiş olan,

 

26- Fakat yalanlarda kalıp, kendi cehalet hâllerine sarıldılar, hakikatleri görmemezlikten gelip örten kimselerden oldular. Böylece hakikatleri bilememiş oldular.

 

-27-

أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ أَنزَلَ مِنَ السَّمَاء مَاء فَأَخْرَجْنَا بِهِ ثَمَرَاتٍ مُّخْتَلِفًا أَلْوَانُهَا وَمِنَ الْجِبَالِ جُدَدٌ بِيضٌ وَحُمْرٌ مُّخْتَلِفٌ أَلْوَانُهَا وَغَرَابِيبُ سُودٌ

E lem tere ennallâhe enzele mines semâi mâen, fe ahrecnâ bihî semerâtin muhtelifen elvânuhâ ve minel cibâli cudedun bîdun ve humrun muhtelifun elvânuhâ ve garâbîbu sûd

e lem tere : görmedin mi? Gördün değil mi?
enne Allah enzele : muhakkak Allah, inzal, gönderdi, indirdi
min es semai maen : semadan, gökten, su
fe ahrecna bihi : böylece çıkardık,
semerat : onunla, ürünler, bitki, meyve
Muhtelif elvanu ha : muhtelif, çeşitli, renklerde
ve min el cibal : dağlardan,
cuded bidun : arasından, yol, akıp giden, yeni, ortaya çıkan, beyaz,
ve humrun : kırmızılık, kırmızı,
muhtelif elvan ha : çeşitli, muhtelif, renklerde
Ve garabibu sudun : yoğun, kapkara, siyah, koyu, kara

 

27- Allah gökten suyu nasıl indirir gördün değil mi? Böylece çeşit çeşit renklerde meyveler çıkarır ve dağlarda da akıp giden suyla yollar oluşur ve kırmızı, açık, koyu, çeşit çeşit renklerde çiçekler oluşur.

 

-28-

وَمِنَ النَّاسِ وَالدَّوَابِّ وَالْأَنْعَامِ مُخْتَلِفٌ أَلْوَانُهُ كَذَلِكَ إِنَّمَا يَخْشَى اللَّهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمَاء إِنَّ اللَّهَ عَزِيزٌ غَفُورٌ

Ve minen nâsi ved devâbbi vel enâmi muhtelifun elvânuhu kezâlik innemâ yahşâllâhe min ibâdihil ulemâu innallâhe azîzun gafûr

ve min en nasi : insanlardan,
ve el devab : hayvanlar, koyunlar, davar, yaşayan,
vel enam : varlık, hareketli olan,
muhtelif elvan hu : çeşitli renklerde,
Kezalik innema : işte böyle, muhakkak
yahşâ Allâh : huşu, tevazu, Allah,
Min abid hi : kullarından, kulluğunu bilen o kimseler,
el ulemâu : hakikatin bilgisine ulaşanlar, bilgi sahipleri, bilginler
inne allâhe aziz : muhakkak Allah, tüm değerlerin yüce sahibi,
gafur : gafur olan, bağışlayan, mağfiret eden,

 

28- İnsanlardan da ve hayvanlardan da ve diğer varlıklardan da çeşitli renklerde olanlar vardır. Muhakkak ki hakikatlerin bilgisine ulaşıp kulluğunu bilen o kimseler, Allah’a karşı tevazu içindedirler. Muhakkak ki Allah tüm değerlerin yüce sahibidir, bağışlayandır.

 

-29-

إِنَّ الَّذِينَ يَتْلُونَ كِتَابَ اللَّهِ وَأَقَامُوا الصَّلَاةَ وَأَنفَقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِرًّا وَعَلَانِيَةً يَرْجُونَ تِجَارَةً لَّن تَبُورَ

İnnellezîne yetlûne kitâballâhi ve ekâmûs salâte ve enfekû mimmâ rezaknâhum sirren ve alâniyeten yercûne ticâreten len tebûr

Inne ellezine yetlune : muhakkak, o kimseler, okurlar, incelerler,
Kitabe Allah : kitap, Allah
ve ekamu el salate : ikame, her an salât üzere olmak, bağlılık şuuru
ve enfek : vermek, infak etmek,
mimma rezak na hu : şeyler, rızk, nitelik, hakikat, incelik, biz, onu
Sirren ve alâniyeten : sır, gizli ve aleni, açık olarak
Yercûne : ümit, umut, arzu, aslı, rica,
ticaret : alış veriş, bilgi alışverişi
len tebure : devamlı, kesilmeyen, hep

 

29- Muhakkak ki tüm varlığın Allah’ın kitabı olduğunu anlayıp onu inceleyen o kimseler, her an Hakk’a bağlılık şuuruyla hareket ederler ve onlar ulaştıkları hakikatlerimizin bilgilerini yeri gelir gizli olarak ve yeri gelir açık olarak infak ederler. İşte onların arzuları; hep hakikatlerin bilgilerinin alış verişinde olmaktır.

 

-30-

  لِيُوَفِّيَهُمْ أُجُورَهُمْ وَيَزِيدَهُم مِّن فَضْلِهِ إِنَّهُ غَفُورٌ شَكُورٌ

Li yuveffîyehum ucûrehum ve yezîdehum min fadlih innehu gafûrun şekûr

Li yuveffiy hum : için, vefa, sevgi bağlılığı, teslim olmak, onlar
ecir hum : karşılık, ecir, onlar,
ve yezide hum : artırır, artış, fazla, onlar,
min fadli hi : fazlı, fazilet, erdemlilik, lütuf,
inne-hu gafurun : muhakkak o, mağfiret eden, tertemiz lütuflar sunan
şekur : şükredilen, nimetlerin sahibi

 

30- Onların her an sevgi, dostluk içinde olmaları, onlara verilen karşılıktır ve onların erdemliliği hep artar. Muhakkak ki O, lütuflarıyla temizleyendir, şükredilecek olandır.

 

-31-

وَالَّذِي أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ هُوَ الْحَقُّ مُصَدِّقًا لِّمَا بَيْنَ يَدَيْهِ إِنَّ اللَّهَ بِعِبَادِهِ لَخَبِيرٌ بَصِيرٌ

Vellezî evhaynâ ileyke minel kitâbi huvel hakku musaddikan limâ beyne yedeyh innallâhe bi ibâdihî le habîrun basîr

ve ellezi evhayna ileyke : ve ki o vahy, bildiren, sunan, hayat veren, sana
min el kitâbi : kitaptan, varlık kitabı,
Huve el hakk musaddik : o, hak, hakikat, tasdik eden, doğrulayan
Lima beyne yedey hi : şeyler, arasında, elleri, kudreti, gücü, o
inne Allah bi abid hi : muhakkak ki Allah, kulları
Le habirun : elbette, her varlıktan bildiren,
basirun : hakikati gösteren,

 

31- Size her varlık kitabından her an hakikatleri bildiriyoruz. O hakikatlere sadık olanlar her şeyde olan o kudreti bilirler. Şüphesiz Allah’ın kullarısınız. Elbette O, her varlıktan her an bildirendir, tüm hakikatleri gösterendir.

 

-32-

ثُمَّ أَوْرَثْنَا الْكِتَابَ الَّذِينَ اصْطَفَيْنَا مِنْ عِبَادِنَا فَمِنْهُمْ ظَالِمٌ لِّنَفْسِهِ وَمِنْهُم مُّقْتَصِدٌ وَمِنْهُمْ سَابِقٌ بِالْخَيْرَاتِ بِإِذْنِ اللَّهِ ذَلِكَ هُوَ الْفَضْلُ الْكَبِيرُ

Summe evresnel kitâbellezînastafeynâ min ibâdinâ fe minhum zâlimun li nefsih ve minhum muktesid ve minhum sâbikun bil hayrâti bi iznillâh zâlike huvel fadlul kebîr

Summe evresne : sonra, vasiyet, öğüt, varis, bırakmak, miras, sunmak,
El kitab ellezi : kitap, hakikatlerin sözleri, ki onlar, o kimseler
Astafeyna : seçmek, seçicilik verdik, tercih, fark, şuur,
min abidi na : kullarımıza
fe minhum zalim : böylece, onlardan, zulüm, kötülük,
li nefsi hi : kendilerine, nefislerine
ve minhum muktesıd : onlardan, tutumlu, sade, idareli, orta yol, arada
ve minhum sabikun : onlardan, ileri giden, ilerleyen, önde olan
bi el hayrat : hayır da olan, iyi çalışmalarda olan, Salih çalışmalar
bi izni Allâh : yetkili, icazet, Allah’ın izni ile, Allah için,
Zalike huve : işte bu, o,
el fadl : fazilet, erdemlilik, yaratılıştaki tüm nitelik, lütuf,
el kebir : büyük, yüce, değerli, ulu, ulvi,

 

32- Kullarımıza hakk ile batılı fark edecek şuur verdik. Tüm varlığı bir kitap olarak sunduk. Fakat onlardan kimileri nefsine zulmetti ve kimileri de orta bir yol izledi ve kimileri de her şeyde yetkili olan Allah’ı anlayıp, hayırlı çalışmalarda önde gidenlerden oldu. İşte o büyük erdemlilik budur.

 

-33-

 جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا يُحَلَّوْنَ فِيهَا مِنْ أَسَاوِرَ مِن ذَهَبٍ وَلُؤْلُؤًا وَلِبَاسُهُمْ فِيهَا حَرِيرٌ

Cennâtu adnin yedhulûnehâ yuhallevne fîhâ min esâvire min zehebin ve luluâ ve libâsuhum fîhâ harîr

Cennet adn : cennet, huzur, adn, tecellileri anlama,
yedhulune ha : dahil olmak, girmek, o
yuhallevne : halleri, çözüm, anlamışlığın hali,  süslenirler, takarlar
Fi ha min esavir min zeheb : orada, bileziklerden, altın, makamlarının özünü
ve luluen : inciler, saf tertemiz, parıldayan, nurlu, ışıldayan
ve libasu hum : elbise, zahir, dış yüz, onlar,
fi ha harir : orada, ipek, içi dışı bir

 

33- Onlar tüm tecellileri anlamanın huzurundadır. Orada makamların özünü anlamışlığın hâlindedirler ve saf tertemizdirler ve onlar orada suretlerin iç yüzünü anlamanın idrakindedirler.

 

-34-

وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي أَذْهَبَ عَنَّا الْحَزَنَ إِنَّ رَبَّنَا لَغَفُورٌ شَكُورٌ

Ve kâlûl hamdu lillâhillezî ezhebe annel hazen inne rabbenâ le gafûrun şekûr

ve kalu el hamd Allah : dedi, hamd, tüm niteliklerin sahibi, Allah
Ellezî ezhebe anna : ki o, giderir, başka yola sokar, bizden,
el hazen : üzüntü, hüzün, gam, müşkil
İnne rabbena : şüphesiz rabbimiz, bizi vücudlandıran,
le gafur : elbette, mağfiret, lütuflarıyla temizleyen
şekur : nimetlerin sahibi olan, şükredilen

 

34- Derler ki: Tüm niteliklerin sahibi Allah’tır. Ki O bizim müşkillerimizi giderendir.  Muhakkak ki bizi vücudlandırandır. Elbette lütuflarıyla temizleyendir, nimetlerin sahibini bilip şükretmemiz gerekendir.

 

-35-

الَّذِي أَحَلَّنَا دَارَ الْمُقَامَةِ مِن فَضْلِهِ لَا يَمَسُّنَا فِيهَا نَصَبٌ وَلَا يَمَسُّنَا فِيهَا لُغُوبٌ

Ellezî ehallenâ dârel mukâmeti min fadlih lâ yemessunâ fîhâ nasabun ve lâ yemessunâ fîhâ lugûb

Ellezi ehalle na : ki o sevk eden, yerleştiren, biz
Dare  Yurt, ev, oda, kalınan yer, bulunulan yer
el mukameti : donatma, ikamet, yerleşme,
min fadli hi : fazilet, yaratılışa ait nitelik, lütuf, sıfat, erdemlilik
la yemessu-na : yok, olmaz, bize dokunmaz, temas,
fiha nasab : orada, yorgunluk, meşakkat, kurma, ayarlama,
ve la yemes na : yok, olmaz, bize dokunmaz, temas,
Fiha lugub : orada, bıkkınlık, usanç,

 

35- Ki O bizi sıfatlarıyla donatıp vücud evimize yerleştirendir. Orada bize bir meşakkat yoktur ve orada bir bıkkınlık yoktur.

 

-36-

 وَالَّذِينَ كَفَرُوا لَهُمْ نَارُ جَهَنَّمَ لَا يُقْضَى عَلَيْهِمْ فَيَمُوتُوا وَلَا يُخَفَّفُ عَنْهُم مِّنْ عَذَابِهَا كَذَلِكَ نَجْزِي كُلَّ كَفُورٍ

Vellezîne keferû lehum nâru cehennem lâ yukdâ aleyhim fe yemûtû ve lâ yuhaffefu anhum min azâbihâ kezâlike neczî kulle kefûr

ve ellezine keferu : hakikatleri görmemezlikten gelip örten o kimseler
Lehum el nar cehennem : onlar, ateş, yakıcı olan, cehalet, cehennem,
La yukda aleyhim : yok, işleme, yerine getirme, icabet etmek, onlar,
Fe yemut : böylece, bu halde, ölüp giderler
ve la yuhaffefu : hafifletilmez
An hum min azâbi-hâ : onlardan, onun azabından, sıkıntı, eziyet
Kezâlike neczi : işte böyle, biz, ceza, biz, karşılık
kulle kefur : bütün, hakikatleri kabul etmeyenler, örtenler,

 

36- Hakikatleri görmemezlikten gelip örtenler ise cehalet cehenneminin yakıcı hâllerindedirler. Onlarda hakikatlere icabet etmek yoktur. Bu hâlde ölüp giderler. Onların sıkıntılarında bir hafifleme olmaz. İşte böylece hakikatleri görmemezlikten gelip örtenler, Bizi anlamamanın karşılığında bu hâllerde kalırlar.

 

-37-

وَهُمْ يَصْطَرِخُونَ فِيهَا رَبَّنَا أَخْرِجْنَا نَعْمَلْ صَالِحًا غَيْرَ الَّذِي كُنَّا نَعْمَلُ أَوَلَمْ نُعَمِّرْكُم مَّا يَتَذَكَّرُ فِيهِ مَن تَذَكَّرَ وَجَاءكُمُ النَّذِيرُ فَذُوقُوا فَمَا لِلظَّالِمِينَ مِن نَّصِيرٍ

Ve hum yastarihûne fîhâ rabbenâ ahricnâ namel sâlihan gayrellezî kunnâ namel e ve lem nuammirkum mâ yetezekkeru fîhi men tezekkere ve câekumun nezîr fe zûkû fe mâ liz zâlimîne min nasîr

ve hum yastarihun : onlar, o hallerde olanlar, feryat, haykırma, çığlık,
Fiha rabbe na : orada, o hallerde, rabbimiz,
ahricna : bizi çıkar, kurtar,
namel el salihan : yapalım, Salih amel, dosdoğru hak yolunda çalışma
gayre ellezî kunna namelu : ondan başka, biz yapmış olduk, başka amellerde
E ve lem nuammir-kum : mi ve yaşam, ömür, size
ma yetezekkeru : değil, şey, tezekkür, varlığın yaratılışını düşünmek
fihi men tezekkere : orada, kim, tezekkür, varlığın yaratılışını düşünmek
ve caekum el nezir : size geldi, hakikatlere çağrı yapan, uyaran,
fe zuku : fakat, sonra, zevk, hissetmek, tat, o halde olmak,
fe ma li el zalim : artık, olmaz, zalimler için
min nasir : bir yardımcı

 

37- O hâllerde olanlar feryat ederler: Rabbimiz! Bizi bu hâllerden kurtar, biz dosdoğru hakk yolunda çalışalım, başka ameller peşinde koşanlardan olduk, derler. Size bir yaşam vermedik mi? Varlığın yaratılışını düşünen kimseler gibi, varlığın yaratılışını düşünenlerden olmadınız. Size hakikatleri açıklayıp uyaranlar geldi. Fakat siz zevklere daldınız. Artık zalimlik içinde olanlar için bir yardımcı da olmaz.

 

-38-

  إِنَّ اللَّهَ عَالِمُ غَيْبِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ إِنَّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ

İnnallâhe âlimu gaybis semâvâti vel ard innehu alîmun bi zâtis sudûr

inne Allah : muhakkak, doğrusu, Allah,
alimu gaybi : ilmin sahibi, ilmiyle vareden, görünmeyen bilinmeyen
el semavat ve el ard : semalar, gökler ve yer, yeryüzü
İnnehu alim : muhakkak ki o, ilmin sahibidir
bi zati el sudur : sahip, gönüller

 

38- Muhakkak ki Allah; gökleri ve yeri, görünmeyen bilinmeyen şeyleri ilmiyle varedendir. Muhakkak ki O, gönüllerdeki ilmin sahibidir.

 

-39-

هُوَ الَّذِي جَعَلَكُمْ خَلَائِفَ فِي الْأَرْضِ فَمَن كَفَرَ فَعَلَيْهِ كُفْرُهُ وَلَا يَزِيدُ الْكَافِرِينَ كُفْرُهُمْ عِندَ رَبِّهِمْ إِلَّا مَقْتًا وَلَا يَزِيدُ الْكَافِرِينَ كُفْرُهُمْ إِلَّا خَسَارًا

Huvellezî cealekum halâife fîl ard fe men kefere fe aleyhi kufruh ve lâ yezîdul kâfirîne kufruhum inde rabbihim illâ maktâ ve lâ yezîdul kâfirîne kufruhum illâ hasârâ

Huve ellezi cealekum : ki o sizi, kıldı, var etti, yaptı, düzenledi, sizi,
Halaife fi el ardı : halife, ardından gelen, mirasçı, yeryüzü, beden,
Fe men kefere : artık, kim hakikatleri görmemezlikten gelir örterse
Fe aleyhi kufru-hu : artık, onun üzerinde, onun küfrü, görmemek, o
ve la yezid : yok, artma, çoğalma,
el kafir kufr hum : kafirlik, hakikatleri örten, örtmesi, küfrü, onlar
İnde rabbihim : yanında, huzurunda, rabbinin,
ila makten : ancak, sadece, öfke, fena haller
ve la yezid el kafirin : yok, artma, çoğalma, hakikatleri örtenler, küfür
Kufru hum : hakikatleri görmemezlikten gelen, onlar
illa hasaren : ancak, hasar, ziyan, hüsran,

 

39- Allah sizi, yeryüzünde kendi sıfatlarını taşıyan bir hâlde var etti. Bundan sonra kim hakikatleri görmemezlikten gelip örterse, böylece o kendi üzerindeki hakikatleri görmemiş olur. Onların hakikatleri görmeyip örtmesi kâfirliklerinden başka bir şeyi arttırmaz. Rablerine ait olan hakikatler karşısında fena hâllerde kalırlar ve bu onların küfürlerini çoğaltır. Onların hakikatleri görmemezlikten gelip örtmeleri onları hüsrana sürükler.

 

-40-

   قُلْ أَرَأَيْتُمْ شُرَكَاءكُمُ الَّذِينَ تَدْعُونَ مِن دُونِ اللَّهِ أَرُونِي مَاذَا خَلَقُوا مِنَ الْأَرْضِ أَمْ لَهُمْ شِرْكٌ فِي السَّمَاوَاتِ أَمْ آتَيْنَاهُمْ كِتَابًا فَهُمْ عَلَى بَيِّنَةٍ مِّنْهُ بَلْ إِن يَعِدُ الظَّالِمُونَ بَعْضُهُم بَعْضًا إِلَّا غُرُورًا

Kul ereeytum şurekâekumullezîne tedûne min dûnillâh erûnî mâzâ halakû minel ardı em lehum şirkun fîs semâvât em âteynâhum kitâben fe hum alâ beyyinetin minh bel in yaıduz zâlimûne baduhum badan illâ gurûrâ

Kul e reeytum : anlat, deki, siz gördünüz mü?
şurekae kum : ortak koştuklarınız, şirk koştuklarınız,
Ellezine tedun : ki onlar, yönelme, çağrı, isteme,
min duni allah : Allah’tan başka
eruni maza halaku : bana gösterin, neyi, yarattı,
min el ard : yeryüzünde,
Em lehum şirk : yoksa, onların var, ortakları,
fi el semavat : sema, ulvi alemde
Em ateyna hum kitaben : yoksa, onlara verdik, sunduk, kitap
Fe hum ala : böylece onlar, için, karşı, üzerlerindeki
beyyinetin minhu : apaçık deliller, kanıt, ondan
Bel in yaıdu el zalimun : hayır, bilakis, vaad etme, söz, zulmetmeyi
Badu hum badan : onlar, bazısı, bazılarına, birbirleri,
illa gurura : ancak, aldatmak, ego

 

40- De ki: Allah’ı bırakıp ta zanna dayalı şeylere yönelip ortak koşanları gördünüz mü? Onların yeryüzünde bir şey yarattığını bana gösterin. Yoksa onların gökyüzünde ortakları mı var? Yoksa onlara sunduğumuz kitaptan, onlar böyle deliller mi buldular? Bilakis zalimlerin sözleri birbirlerini aldatmaktır.

 

-41-

    إِنَّ اللَّهَ يُمْسِكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ أَن تَزُولَا وَلَئِن زَالَتَا إِنْ أَمْسَكَهُمَا مِنْ أَحَدٍ مِّن بَعْدِهِ إِنَّهُ كَانَ حَلِيمًا غَفُورًا

İnnallâhe yumsikus semâvâti vel arda en tezûlâ ve le in zâletâ in emsekehumâ min ehadin min badih innehu kâne halîmen gafûrâ

inne Allah yumsiku : muhakkak, Allah, düzen içinde tutar, sarar, sımsıkı
El semavat ve le ard : sema, gökler ve yer,
en tezul : zail, gelip geçici, dağılma, devamlı olmayan, kaybolan,
ve le in zalet : elbette, eğer, yok, sürüp gitme, sadece, tutar, onlar
in emsek huma : sadece, ancak, tutar, sımsıkı, kavrar, onları
Min ehadin min badi-hi : birliği, birisi, sürüp gitme, sonra, devam, söz, delil,
İnne hu kane halim : muhakkak o, oldu, halim, hoş haller veren, güzellikler
gafur : bağışlayan, lütuflarıyla temizleyen,

 

41- Muhakkak ki Allah, gelip geçici olan göklerde ve yerde olanları, bir düzen içinde tutandır ve elbette onların bir düzen içinde tutuluşu, O’nun birliğinin sürüp gitmesini gösterir. Muhakkak ki O, tüm güzellikleri verendir, lütuflarıyla temizleyendir.

 

-42-

وَأَقْسَمُوا بِاللَّهِ جَهْدَ أَيْمَانِهِمْ لَئِن جَاءهُمْ نَذِيرٌ لَّيَكُونُنَّ أَهْدَى مِنْ إِحْدَى الْأُمَمِ فَلَمَّا جَاءهُمْ نَذِيرٌ مَّا زَادَهُمْ إِلَّا نُفُورًا

Ve aksemû billâhi cehde eymânihim le in câehum nezîrun le yekûnunne ehdâ min ihdel umem fe lemmâ câehum nezîrun mâ zâdehum illâ nufûrâ

ve aksemû bi Allah : kasem ettiler, ant, yemin, söz verme, Allah’a,
cehd : çaba, gayret
eymani-him : oların inançları, imanları, güçleri,
Le in ceahum nezir : elbette, onlara geldi, hakikatlere çağrı yapan uyaran
le yekûnunne : mutlaka olurlar
Ehda : yol bulan, yol gösteren,
Min ihda el umemi : bir yolda gidenler, ümmet, bir inançta hareket eden,
Fe lemma caehum : fakat, olduğunda, onlara geldi,
nezîrun : hakikatleri açıklayıp uyaran,
ma zadehum : artmadı, onlar,
illa nufur : ancak, sadece, nefret, sevmeme, isteksizlik

 

42- Onlar inanacaklarına, gayret göstereceklerine, hakikatlerin yolundan gidenler gibi yol bulanlardan olacaklarına dair Allah’a yemin ettiler. Elbette onlara hakikatlere çağrı yapan uyarıcılar geldi. Fakat onlara hakikatleri açıklayıp uyaranlar geldiğinde, onların sadece nefretlerinden başka bir şeyleri artmadı.

 

-43-

اسْتِكْبَارًا فِي الْأَرْضِ وَمَكْرَ السَّيِّئِ وَلَا يَحِيقُ الْمَكْرُ السَّيِّئُ إِلَّا بِأَهْلِهِ فَهَلْ يَنظُرُونَ إِلَّا سُنَّتَ الْأَوَّلِينَ فَلَن تَجِدَ لِسُنَّتِ اللَّهِ تَبْدِيلًا وَلَن تَجِدَ لِسُنَّتِ اللَّهِ تَحْوِيلًا

İstikbâren fîl ardı ve mekres seyyii ve lâ yahîkul mekrus seyyiu illâ bi ehlih fe hel yenzurûne illâ sunnetel evvelîn fe len tecide li sunnetillâhi tebdîlâ ve len tecide li sunnetillâhi tahvîlâ

İstikbaren fi el ard : büyüklenme, kibirlenme, yeryüzünde
ve mekre el seyyii : hileler, sinsilik, düzen, kötülük, fena haller
ve la yahik : ulaşmaz, etki etmez,
mekru es seyyii : hileler, düzen, kötülük, fenalık
İllâ bi ehlihi : ancak, oysa, onun ehli, sahibi,
Fe hel yenzurûne : bundan sonra, artık, bakıp ta görmezler mi?
İllâ sunneten : var, sünnet, yaratılış incelikleri, işleyiş yasaları,
el evvelin : ilk andan beri, evvel, önceki,
Fe len tecide : böylece, işte, asla bulamazsın,
li sunnetillâhi : sünnet, Allah, varlığın işleyiş yasaları, incelikleri,
Tebdilen : değişme, sapma, çarpıklık,
ve len tecide : asla, değil, asla bulamazsın, göremezsin
li sunnetillâhi : Allah’ın sünnetinde, yaratma kanunu, işleyiş yasaları
tahvilen : değişme, dönüştürme, çevirme

 

43- Yeryüzünde kibirlendiler ve hilelerde, kötü hâllerde oldular. Hileler kötülükler ancak sahibinden başkasına ulaşmaz. Artık ilk andan beri var olan, varlığın işleyiş yasalarına bakıp ta görmezler mi? İşte, Allah’ın varlıktaki işleyiş yasalarında asla bir değişiklik bulamazsın ve Allah’ın varlıktaki işleyiş yasalarında asla bir sapma bulamazsın.

 

-44-

أَوَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَيَنظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَكَانُوا أَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةً وَمَا كَانَ اللَّهُ لِيُعْجِزَهُ مِن شَيْءٍ فِي السَّمَاوَاتِ وَلَا فِي الْأَرْضِ إِنَّهُ كَانَ عَلِيمًا قَدِيرًا

E ve lem yesîrû fîl ardı fe yenzurû keyfe kâne âkıbetullezîne min kablihim ve kânû eşedde minhum kuvveh ve mâ kânallâhu lî yucizehu min şeyin fîs semâvâti ve lâ fîl ard innehu kâne alîmen kadîrâ

E ve lem yesiru fi el ardı : gezip bakmazlar mı, ders almazlar mı, yeryüzünde
Fe yenzuru : artık, bakıp görürler, ders alırlar,
Keyfe kane akibet : nasıl oldu, akıbeti, sonucu,
Ellezine min kabli him : onlardan öncekiler,
ve kanu eşed minhum kuvvet : oldu, idi, daha çok, onlardan kuvveti
ve ma kane Allah : olmadı, yoktur, Allah,
li yucize hu : aciz bırakacak, onu,
min şeyin : bir şey
fî es semâvâti ve la fi el ard : göklerde ve yok, yeryüzünde
İnne hu kane alim : muhakkak o, ilmiyle vareden, ilmin sahibi,
kadir : kudret, güç,

 

44- Yeryüzünü dolaşıp ta onlardan öncekilerin akıbetlerinin nasıl olduğunu öğrenip de ders almazlar mı? Onlardan daha güçlü olanlar da oldu. Göklerde ve yerde Allah’ı aciz bırakacak hiçbir şey yoktur. Muhakkak ki O ilmiyle varedendir, kudrettir.

 

-45-

  وَلَوْ يُؤَاخِذُ اللَّهُ النَّاسَ بِمَا كَسَبُوا مَا تَرَكَ عَلَى ظَهْرِهَا مِن دَابَّةٍ وَلَكِن يُؤَخِّرُهُمْ إِلَى أَجَلٍ مُّسَمًّى فَإِذَا جَاء أَجَلُهُمْ فَإِنَّ اللَّهَ كَانَ بِعِبَادِهِ بَصِيرًا

Ve lev yûâhızullâhun nâse bimâ kesebû mâ tereke alâ zahrihâ min dâbbetin ve lâkin yûahhıruhum ilâ ecelin musemmâ fe izâ câe eceluhum fe innallâhe kâne bi ibâdihî basîrâ

ve lev yuahız : eğer, başa çıkma, anlamak ister, sorgular,
Allah el nas : Allah, insanlar,
bima kesebu : sebebiyle, dahil, içeren, yararlansınlar, kazanmak, edinmek
ma tereke : şey, ne, değil, terk etmesin, raf, yüce makam
ala zahriha : zahir, açık, sırt, görünen, üstünde,
min dabbetin : ortaya çıkan varlık, hareket eden, yürüyen,
Ve lakin yuahhıru-hum : lakin, onları tehir eder, erteler, gecikme, geri koyma
ilâ ecelin musemmen : bir zamana kadar, belirlenmiş, ölünceye kadar
Fe iza cae ecelu-hum : artık, geldiği zaman onların eceli, sonu
Fe inne Allah : böylece, muhakkak ki Allah
Kane bi abid hi : oldu, idi, kullarından,
basiren : gören, basiret veren,

 

45- Eğer insanlar Allah’ı anlamak isterlerse, onlara sunulan hakikatleri bırakmasınlar. Apaçık görünen, ortaya çıkan varlıklara baksınlar. Fakat onların bazı şeylerden dolayı bir gecikme durumları olsa bile, ölünceye kadar hakikatleri anlama vakitleri vardır. İşte onların ecelleri gelinceye kadar zamanları vardır. Muhakkak ki Allah kullarına basiret verendir.