GÂŞİYE SURESİ

 

-1-

هَلْ أَتَاكَ حَدِيثُ الْغَاشِيَةِ

Hel etâke hadîsul gâşiyeh

Hel eta ke : mi, geldi, verildi, sunuldu, sen
hadîsu : hadise, söz, olay, konuşmak, aktarılan söz, haber, bilgi
el gâşiyeti : suretleri tutan, ezici, afet, salgın, her yeri saran, perde, örtü

 

1- Tüm suretleri tutanın bilgisi sana geldi değil mi?

 

-2-

وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ خَاشِعَةٌ

Vucûhun yevmeizin hâşiah

vucûhun : yüzler, gerçekler,
yevme izin : gün, vakit, her zaman, her yerde yetkili olan,
hâşiatun : yorgun, bitkin, boynu eğik, kaybetmiş, alçak gönüllü

 

2- Hakikatleri anlamamış, boynu eğilmiş yüzler vardır o vakit.

 

-3-

عَامِلَةٌ نَّاصِبَةٌ

Âmiletun nâsıbeh

âmiletun : çalışma, amel eden, iş yapan
nâsıbetun : dökülen, yorgun olan, bir işi anlamada başarılı olamama

 

3- Çalışmalarında başarılı olamamışlardır.

 

-4-

تَصْلَى نَارًا حَامِيَةً

Teslâ nâren hâmiyet

teslâ : yaslanırlar, bağlanırlar, atılırlar, durumları, sarmak, o hâli taşımak
nâren : ateş, yakıp yakıcı,
hâmiyeten : koruyucu, çok sıcak, kızgın, saran, koruma, şiddetli öfke

 

4- Kızgınlık dolu, yakıp yıkıcı hâlleri taşırlar.

 

-5-

تُسْقَى مِنْ عَيْنٍ آنِيَةٍ

Tuskâ min aynin âniyet

tuskâ : sulanan, içirilir, sulanır, beslenir, ummak, istemek
min aynin : gözler, benzer haller, pınardan, bakışlar, aynı şeylerden
âniyetin : kaynar su, beslendiği yer, geldiği yer, çıkıp durması,

 

5- Hep o aynı hâllerden beslenirler.

 

-6-

لَّيْسَ لَهُمْ طَعَامٌ إِلَّا مِن ضَرِيعٍ

Leyse lehum taâmun illâ min darî’

Leyse : değil,
Lehum taâmun : onlar, gıda, yiyecek, beslenmek, yarar, çıkar, fayda
İlla min darîın : zarar, kayıp, kötü sonuç, pis kokulu dikenli ağaç

 

6- Onların çıkarları hep kötü hâllerden başka bir şey değildir.

 

-7-

لَا يُسْمِنُ وَلَا يُغْنِي مِن جُوعٍ

Lâ yusminu ve lâ yugnî min cû

lâ yusminu : yok, besin, beslenemez, beslemez, faydalanmak
ve lâ yugnî : yok, fayda verir, savar, gideremez, fayda bulmaz,
min cûın : açlık, faydalanamama,

 

7- Çevrelerine faydaları da yoktur ve hakikatlerden faydalanamazlar da.

 

-8-

وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَّاعِمَةٌ

Vucûhun yevmeizin nâımeh

vucûhun : yüzler, vech, gerçekler,
yevme izin : o gün, o vakit,
nâımetun : naim olan, tertemiz, güzel, parlak, bolluk, huzurlu

 

8- O gün yüzler vardır hakikatlere ulaşmanın güzelliği içindedir.

 

-9-

لِسَعْيِهَا رَاضِيَةٌ

Li sa’yihâ râdiyeh

li sayi-hâ : arama, arayıp bulan, onun çalışmaları,
râdiyetun : memnun, mutlu, razı olan, razı, huzurlu

 

9- Gayretlerinin karşılığını almanın huzuru içindedir.

 

-10-

فِي جَنَّةٍ عَالِيَةٍ

Fî cennetin âliyeh

Fiy cennetin : huzur içinde, içlerinde cennet,
aliyetin : âli, yüce, yüksek, ulu,

 

10- Yüce makamların huzuru içindedir.

 

-11-

لَّا تَسْمَعُ فِيهَا لَاغِيَةً

Lâ tesmeu fîhâ lâgıyeh

lâ tesmeu : işitmezsin, duyamazsın
fî-hâ lagiyeten : orada, boş söz, boş şey

 

11- Orada boş söz işitemezsin.

 

-12-

فِيهَا عَيْنٌ جَارِيَةٌ

Fîhâ aynun câriyeh

fî-hâ aynun : orada, aynı, gözler, pınar, bakışlar, seyir, birlik, benzer
câriyetun : hep, devam eden, cereyan eden, geçerli olan,

 

12- Orada devamlı hakikatlerin seyri vardır.

 

-13-

فِيهَا سُرُرٌ مَّرْفُوعَةٌ

Fîhâ sururun merfûat

fî-hâ sururun : orada vardır oturma yerleri, tahtlar, kanepe, makam
merfûatun : yükseltilmiş, yüksek

 

13- Orada yüksek makamdadırlar.

 

-14-

وَأَكْوَابٌ مَّوْضُوعَةٌ

Ve ekvabun mevdûat

ve ekvabun : kulpsuz kadeh, bardak, kadeh, küp, gönül kabı
mevdûatun : kazanç, yatırım, edinmek, emanet edilmiş, vadedilmiş

 

14- Gönüllerinde emanet edilmiş hakikatlerin sorumluluğu vardır.

 

-15-

وَنَمَارِقُ مَصْفُوفَةٌ

Ve nemârıku masfûfet

Ve nemârıku : yastıklar, minder, rahatlık,
masfûfetun : istif edilmiş, dizilmiş, sıralanmış, birleşmiş

 

15- Birliğe ulaşmanın rahatlığı vardır.

 

-16-

وَزَرَابِيُّ مَبْثُوثَةٌ

ve zerâbiyyu mebsûsetun

ve zerâbiyyu : halılar, değerler, süsler, göz alıcı, döşek, geniş, zevk hali
mebsûsetun : yayılmış, serilmiş, dağılmış, sakin, duyulmuş, halk

 

16- Halk sırrına ulaşmanın zevki vardır.

 

-17-

أَفَلَا يَنظُرُونَ إِلَى الْإِبِلِ كَيْفَ خُلِقَتْ

E fe lâ yanzurûne ilel ibili keyfe hulikat.

E fe lâ yanzurûne : bakmıyorlar, bakıp ta görmezler mi?
ilâ el ibili : deveye, kendi bedenine, kendi hayvaniyeti, varlığına
Keyfe hulikat : nasıl, yaratılmış, halkiyeti

 

17- İnsanlar kendi bedenlerinin nasıl yaratıldığını hâlâ bakıp ta görmezler mi?

 

-18-

وَإِلَى السَّمَاء كَيْفَ رُفِعَتْ

Ve iles semâi keyfe rufiat.

Ve ila es semâi : sema, gökyüzü, ulvi alem
Keyfe rufiat : nasıl, yükseltilmiş, yücelik

 

18- Gökyüzünün nasıl yükseltildiğine

 

-19-

وَإِلَى الْجِبَالِ كَيْفَ نُصِبَتْ

Ve ilel cibâli keyfe nusıbet.

Ve ilâ el cibâli : dağlara
Keyfe nusıbet : nasıl, dikilmiş, oluşmuş

 

19- Dağların nasıl oluştuğuna.

 

-20-

وَإِلَى الْأَرْضِ كَيْفَ سُطِحَتْ

Ve ilel ardı keyfe sutıhat.

ve ilâ el ardı : arz, yeryüzüne, dünya,
Keyfe : nasıl, ne halde, ne şeklide,
sutıhat : satıh, yayılım, yayıp döşemek, dış yüzü, çatı,

 

20- Yeryüzünün nasıl yayılıp döşendiğine.

 

-21-

فَذَكِّرْ إِنَّمَا أَنتَ مُذَكِّرٌ

Fezekkir innemâ ente muzekkir

Fe zekkir : bundan sonra, artık, zikret, hatırlat, belirtilen
İnnemâ ente : ancak, sadece, sen
muzekkir : hatırlatan, hatıra getiren, zikreden, zikrettiren, zakir

 

21- Artık sen hakikatleri hatırlat. Sen ancak hakikatleri hatırlatansın.

 

-22-

لَّسْتَ عَلَيْهِم بِمُصَيْطِرٍ

Leste aleyhim bi musaytır

Leste aleyhim : değil, sen değilsin, onlara, onların üzerine, karışma
bi musaytırın : zorlayıcı, zorba, davranış, söz hakkı tanımayan

 

22- Onları zorlayacak değilsin.

 

-23-

إِلَّا مَن تَوَلَّى وَكَفَرَ

İllâ men tevellâ ve kefer

İllâ men tevella : ancak, kim döner, eski bilişlerine dönmek
ve kefere : örter, hakikatleri görmemezlikten gelir

 

23- Ancak kim eski cehalet bilişlerine döner ve hakikatleri görmemezlikten gelip örterse,

 

-24-

فَيُعَذِّبُهُ اللَّهُ الْعَذَابَ الْأَكْبَرَ

Fe yuazzibuhullâhul azâbel ekber

Fe yuazzibu-hu  İşte azap, sıkıntı, ceza, acı, kendilerini cezalandır
Allah  Allah
el azâbe el ekber  Azap, sıkıntı, eziyet, acı, büyük,

 

24- işte o kimse, Allah’ı anlamamakla kendini sıkıntıya sokar. Büyük sıkıntı da budur.

 

-25-

إِنَّ إِلَيْنَا إِيَابَهُمْ

İnne ileynâ iyâbehum

İnne ileyna : doğrusu, bize, bizedir,
iyabe hum : geri dönmek, dönüp durma, aslını aramak, onlar

 

25- Doğrusu aslını anlamak isteyenler ise Bize dönerler.

 

-26-

ثُمَّ إِنَّ عَلَيْنَا حِسَابَهُمْ

Summe inne aleynâ hisâbehum

Summe inne aleyna : sonra, muhakkak, doğrusu, bizi,
hisabe hum : hesab, düşünmek, anlamayı hesap etmek, araştırmak,

 

26- Sonra da muhakkak ki onlar Bizi anlamak için araştırırlar.