KASAS SÛRESİ Kasas

 

1- Tâ, Sîn, Mîm

2- Tüm varlık işaretleriyle apaçık bir kitaptır.

3- İnsanların hakikatleri araştırmaları ve inanan kimselerden olmaları için, Mûsâ ve firavunun haberlerini sana bildiriyoruz.

4- Doğrusu firavun yeryüzünde kendini yüce gördü ve halkını cemaatlere ayırdı. Onların taifelerini güçsüz bıraktı, onların oğullarını boğazladı ve kadınlarını sağ bıraktı. Elbette o fenalık içinde olanlardandı.

5- Yeryüzünde haksızlığa uğrayan kimselerin, nimetlerimizle donatıldığını anlamalarını istedik. Onları önderler olacak şekilde kıldık. Onları tüm tecellilerimizi taşır bir halde düzenledik.

6- Yeryüzünü onlara mekân kıldık. Firavun’a ve hâmân’a ve onlarla birlikte olanlara da nurumuzu sunduk. Fakat onlar sunulan hakikatleri dikkate almadılar.

7- Mûsâ’nın annesine: Onu emzir, eğer onun için çekinirsen artık onu deryaya bırak ve korkma ve mahzun da olma, muhakkak ki onu sana döndüreceğiz ve onu hakikatleri ortaya koyacak bir halde kıldık, diye vahyettik.

8- Böylece firavun ailesi; onlara düşman olacak, firavun’a ve hâmân’a hüzün verecek olan, onu bulup aldılar. Kendilerini güçlü sayanlar için bu yanılgı oldu.

9- Firavunun hükmünde olan dedi ki: Onu öldürmeyelim belki sana da bana da yakın olur, göz aydınlığımız olur, belki bize faydası olur ya da onu evlat ediniriz. İşte onlar hakikatleri fark edenler değillerdi.

10- Mûsâ’nın annesi gönlünde aydınlığı hissetti. Eğer müminlerden olması için kalbiyle Bize bağlılık içinde olmasaydı, neredeyse boş bulunup onu açıklayacaktı.

11- Kız kardeşine dedi ki: Onu izle. Böylece o da uzaktan ve onlara hissettirmeden onu gözlemledi.

12- Onu daha önceden çocuk emziren kadınlardan uzak tuttuk. Kız kardeşi dedi ki: Ben sizin için ona iyi bakacak ve onu iyi yetiştirecek, bir aileyi size göstereyim mi?

13- Böylece onu, asliyetini tanıması ve müşkillerden kurtulması ve hakikatlerin Allah’ın tecellisi olduğunu bilmesi için annesine iade ettik. Fakat onların çoğu bilemiyorlar.

14- O, olgunluk çağına ulaştığında ve kemalâta gelince, o sunduğumuz hükümleri ve ilmi anladı. Tüm özüyle bağlananlara karşılığımız işte budur.

15- O şehire dâhil oldu. Oranın halkı o zaman bir gaflet halindeydi. Sonra orada kavga eden iki kişiyle karşılaştı. Biri kendi tarafından ve biri onun düşmanlarındandı. Onun tarafından olan, onun düşmanına karşı ondan yardım istedi. Sonra Mûsâ ona vurdu. Sonra ortaya çıkan bu hâl şeytani hallerdendir, dedi. Doğrusu o haller apaçık dalalette bırakan hallerdir.

16- Dedi ki: Rabbim! Doğrusu ben nefsime zulmettim. Artık bana bağışlanmayı nasip et. Böylece o mağfirete ulaştı. Muhakkak ki mağfiret eden, tüm varlığı özünden var eden O’dur.

17- Dedi ki: Rabbim! Beni sıfatlarınla sıfatlandırdın. Bundan sonra sûretlerde kalan, fenalarda kalan olmayacağım.

18- Böylece şehirde aydınlık vaktine kadar bekledi, gözlemledi. Sonra, dün yardım isteyen o kimse yine ondan yardım istedi. Mûsâ ona: Doğrusu sen apaçık zalimsin, dedi.

19- Mûsâ kendilerine düşman olanı yakalamak istediği zaman, o kişi dedi ki: Ya Mûsâ! Dün onu öldürdüğün gibi beni de mi öldürmek istiyorsun? Sen yeryüzünde zorbamı olmak istiyorsun, sen tüm özünle içten samimi olmak istemiyor musun?

20- Şehrin uzağından bir adam koşarak geldi. Dedi ki: Ey Mûsâ! İleri gelenler seni öldürmek için karar veriyorlar, buradan hemen çık, doğrusu ben sana öğüt verenlerdenim.

21- Böylece oradan çekinerek, gözlemleyerek çıktı. Dedi ki: Rabbim! Beni zalim olan bu topluluktan kurtar.

22- Ve Medyen tarafına doğru yöneldi. Umarım ki Rabbimin bana gösterdiği doğru yola ulaşırım, dedi.

23- Medyen’de suya vardığında, orada insanlardan bir topluluğu su alıyor buldu. Onlardan başka iki kadın bekliyordu. Dedi ki: Sizin durumunuz nedir? Dediler ki: Çobanlar çıkıp gitmeden biz su alamayız. Babamız büyük bir kabile reisidir.

24- Böylece onların hayvanlarını suladı. Sonra gölgeye çekilip dedi ki: Rabbim! Bana sunduğun her hayra muhtacım.

25- Sonra onlardan biri, tevazulu bir yürüyüşle ona geldi, dedi ki: Babam bize sulamada yardım ettiğinden dolayı, sana karşılık vermek için seni davet ediyor. Sonra o oraya vardığı zaman, ona nereden geldiğini anlattı. Dedi ki: Korkma sen zalim bir topluluktan kurtuldun.

26- Kızlardan biri dedi ki: Ey babacığım! Onu bir ecirle tut. Senin ecirle tuttuğun kuvvetli, güvenilir kimselerden doğrusu bu daha hayırlıdır.

27- Dedi ki: İşte bu iki kızımdan birini ben sana nikâhlamak istiyorum. Buna karşılık olarak sekiz yıl bana hizmet etmeni, eğer bunu ona tamamlarsan, artık o da sana ait. Ben sana bir zorluk vermek istemem, sen beni inşallah dosdoğru olanlardan bulacaksın.

28- Mûsâ dedi ki: İşte bu seninle benim aramda olandır. Bu belirlenen süreleri güzelce tamamladığımda, artık bana bir zorluk yoktur ve Allah söylediğimiz bütün sözlerin hakikatinde yetkili olandır.

29- Böylece Mûsâ belirlenmiş sureyi tamamladığında, ailesi ile birlikte yol aldı. Sıfatlandırılmış vücudunu ve her tarafı saran o nuru fark etti. Ailesine dedi ki: Bekleyin. Fark ettiğim o nurdan umarım ki bir bilgi size getiririm veya her varlıktaki o nurun hakikatine ulaşırım. Umulur ki sizlerde o bilgilerden yararlanırsınız.

30- Böylece o; bir özden gelen, her yeri kutsallığıyla saran, her tarafta diri olan, her şeyden tecelli eden o nidayı duydu. Ey Mûsâ! Şüphesiz ben, bütün varlığı vücudlandıran Allah’ım.

31- Dayanağın olan o taşıdıklarını, bildiklerini bırak. Böylece o, dayanağı olan o bilip taşıdıklarının bir anlam ifade etmediğini anladı ve kendi anlayışlarından döndü ve geri bakmadı. Ya Mûsâ! Hakikatleri kabul et ve korkma, doğrusu sen emin bir yol üzeresin.

32- İçindeki seni var eden gücü anla. O gücü fenalardan geçerek tertemiz ortaya çıkar ve senin üzerindeki sıfatların bağlandığı yer olan, asliyetine dön. Böylece Rabbinin bu kanıtlarıyla firavuna ve onun ileri gelenlerine git. Doğrusu onlar cehaletlerine sapan kimselerden oldular.

33- Dedi ki: Rabbim! Ben onlardan birini öldürdüm, bu yüzden beni öldürmelerinden korkarım.

34- Kardeşim Hârûn’u da benimle gönder. Onun konuşması benden daha açıklayıcıdır, beni tasdik eder, yardım eder. Beni yalanlamalarından korkarım.

35- Seni kardeşinle destekleyip daha güçlü kıldık, siz delillerimiz üzeresiniz. Böylece siz delillerimiz üzere olduğunuz müddetçe, orada sizi alt edemezler ve kim sizinle birlikte hakikatleri takip ederse o başarılı olur.

36- Böylece Mûsâ, apaçık delillerimizle onlara geldiğinde: Bu aldatmadan başka bir şey değildir, uydurulmuştur. Biz daha önceki atalarımızdan böyle bir şey işitmedik, dediler.

37- Mûsâ dedi ki: İlmin sahibi Rabbim’dir. O’na ait olan hakikatlerin gösterildiği yola kim uyarsa ve kim O’nu anlayan olursa, sonunda onun güzel bir yurdu olur. Muhakkak ki zalimler felah bulamazlar.

38- Firavun dedi ki: Ey ileri gelenler! Sizin için başka bir ilah bilmiyorum. Ya hâmân! Artık nemli toprağı kurutmak için ateş yak. Sonra da bana yüksek bir kule yap, umarım ki Mûsâ’nın ilahına ulaşırım ve ben zannederim ki o bir yalancı.

39- O ve onun taraftarları, yeryüzünde hakikatlerin dışına çıkarak kibirlendiler ve onlar zanlarda kalarak asliyetleri olan Bizi anlayamadılar.

40- Böylece o ve onun taraftarları, Bizi anlayamayıp kendi cehaletlerine sarıldılar. Böylece onlar, Bizi inkârları sebebiyle kendi kibirlerinde boğuldular. Artık zalimlerin akıbetleri nasıl olur anla.

41- Onlara hakikatleri sunduk. Fakat onlar ateşe davet eden imamlarına uydular. Artık o halde olanların ölünceye kadar yardımcıları da olmaz.

42- Onlara, Bize tâbi olmalarını bildirdik. Fakat onlar yaşamlarında Bizi idrak edemeyip rahmetten mahrum kaldılar ve onlar ölünceye kadar fena hallerde oldular.

43- Doğrusu Mûsâ sunduğumuz kitabı anlayanlardandı. İnsanlara verilen şuur: Tüm varlık kitabından hakikatlere yol bulsunlar ve rahmet bulsunlar, önceki nesiller gibi Bizi anlamaktan uzaklaşmasınlar, kendilerine yazık etmesinler, diyedir. Umulur ki onlar hakikatleri anlamak için düşünürler, ulaştıkları hakikatlerle bu âleme bakarlar.

44- Mûsâ işleyişin Bize ait olduğunu ve tüm varlığın takdirimizle açığa çıktığını anladığı zaman, sen şahit değildin ve yanında da değildin.

45- Lâkin Biz nesiller oluşturduk. Böylece onların hikâyeleri yıllardan beri okunmaktadır. Ve sen Medyen halkı içinde bulunup, ayetlerimizi onlara okuyan değildin. Fakat onlara da hakikatlerimizi anlatan vardı.

46- Mûsâ nidamızı işittiğinde, sen sıfatlarla donatılmış bir vücuda sahip değildin. Ancak bunlar, senden önce kendilerine hakikatler için çağrı yapan biri gelmemiş kimseleri, Rabbinin rahmetiyle uyarman içindir. Umulur ki onlar hakikatleri anlamak için düşünürler, ulaştıkları hakikatler ile bu âleme bakarlar.

47- Kendi yaptıkları şeyler sebebiyle başlarına bir musibet gelenler derler ki: Rabbimiz! Keşke bize gönderdiğin Resulü dinleseydik, senin delillerine uysaydık ve müminlerden olsaydık.

48- Böylece, Bize ait olan hakikatler onlara bildirildiği zaman dediler ki: Mûsâ’ya verilenlerin benzeri ona verilseydi ya. Mûsâ’nın sunduğu hakikatleri önce inkâr etmediler mi? Sonra, bu anlattıklarıyla aldatıcı olandır, dediler ve biz anlatılanların hiçbirini kabul etmiyoruz, dediler.

49-  De ki: Eğer doğru söyleyenlerdeniz diyorsanız, Allah’a ait olan bir kitap getirin, o da onlar gibi hakikatlere ulaştırsın, ona tâbi olalım.

50- Bundan sonra, eğer senin bildirdiğin hakikatlere icabet etmezlerse, artık bil ki onlar sadece kendi hevalarına tâbi olurlar. Kim hakikatleri bırakıp kendi anlayışlarına saparsa, o kendi hevasına tâbi olan, Allah’ın gösterdiği yoldan sapmış olan kimselerden olur. Muhakkak ki zalim kimseler Allah’a yol bulamazlar

51- Gerçek şu ki, hakikatlerin sözlerini onlara ardı ardına ulaştırdık. Umulur ki onlar hakikatleri anlamak için düşünürler, ulaştıkları hakikatlerle bu âleme bakarlar.

52- Tüm varlığı bir kitap olarak sunduğumuzu bilen kimseler; onlardan öncekilerin inandığı gibi inanırlar.

53- Onlara hakikatler bildirildiği zaman: Ona inandık, muhakkak ki o Rabbimizin hakikatleridir, şüphesiz biz de öncekiler gibi barış ve huzur üzere olanlardanız, derler.

54- Onlar fena halleri iyiliklerle önlerler. Onlara verilen nimetlerin sahibini bilip, sahibine teslim ederler. İşte onlara sabretmeleri sebebiyle ecirleri kat kat verilir.

55- Boş bir söz duydukları zaman ondan uzaklaşırlar. Derler ki: Bizim amellerimiz bize ve sizin amelleriniz size, cahillikler bitsin, barış sizinle olsun.

56- Doğrusu sen, sevdiğin kişiyi hidayete erdiremezsin. Ancak isteyen kimseye Allah hidayet verendir ve o ilmin sahibini bilerek hidayete ulaşır.

57- Dediler ki: Seninle beraber olup gösterdiğin yola uyarsak, hep birlikte yurdumuzdan oluruz. Onları tüm değerleri taşıyan, korunur bir halde düzenlemedik mi? Bize ait olan sıfatlarla onları sıfatlandırdık, bütün her şeyiyle ondan faydalandılar. Fakat onların çoğu hakikatleri bilemiyorlar.

58- Niceleri bulundukları yerlerde, yaşamlarını kibirlilik içinde geçirip Bizi idrak edemediler,  helak olup gittiler. Böylece onların meskenlerinde, onlardan sonra gelenlerden çok azı hariç idrak sahibi olamadılar. Sonsuza kadar var olan, kalacak olan Biziz.

59- Rabbin helak eden olmaz. Asliyetlerini ve varoluşu anlamaları için, bulundukları yerlerde Resul onlara delillerimizle hakikatleri açıklar. Biz helak eden değiliz. Ancak kendi cehaletlerinde kalanlar kendilerine zulmederler ve zalimler o hallerde kalanlardır.

60- Size verilenler, dünya hayatında faydalanmanız içindir ve ziynetlerdir. Hayırlı olan ve bâki olan Allah’ın hakikatlerine ulaşmanızdır. Öyleyse hâlâ akıl etmez misiniz?

61- Varlığı var edişimizi anlamaya çalışan, iyi hallerde olan, sonra da Tevhid üzere olan o kimse, dünya hayatını yalnızca bir meta, bir çıkar sanan kimse gibi midir? Sonra da hakikatler üzere olan o kimse, ölünceye kadar idrak üzere olandır.

62- Çıkar peşinde olanlara her zaman bildirilir: Sizin zanda bulunup Allah’a karşı ortak koştuklarınız nedir?

63- Gerçeği anladıklarında dediler ki: O halde olanların sözlerine inandık. Rabbimiz! Bu boş şeylerle biz hakikatlerden uzaklaştık. Onların peşine düşüp hakikatlerden saptık. Böylece biz azanlardan olduk. Biz onlara kulluk eden de olmadık.

64- Siz, Allah’ın hakikatlerini bırakıp ortak koşan kimselere uydunuz. Öyle ki onlar da hakikatlere davet edilmişlerdi. Fakat onlar da icabet etmediler ve sıkıntılarda kaldılar. Eğer onlar isteselerdi, doğru yolu bulanlardan olurlardı, diye bildirildi.

65- Onlara her zaman nida edilir: Hakikatleri bildirenlerden neden cevap aramadınız?

66- İşte, hakikatleri anlamak için bir arayış içinde olmayanlar, hiç bir zaman bir bilgiye ulaşamazlar.

67- Artık kim fenalarını anlar, o hallerden vazgeçerse ve kim iman eder, dosdoğru hakk yolunda çalışırsa, işte onlar kurtuluşa ulaşırlar.

68- Seni vücudlandıran, ne irade ederse halkeder. Onlara hayırdan başka bir şey dileyen değildir. Allah noksan sıfattan münezzehtir ve ortak koştuklarından yücedir.

69- Seni vücudlandıran, görünmeyen şeylerdeki ve görünen her şeydeki ilmin sahibidir

70- Allah’tan başka güç yoktur. Önce de ve sonra da tüm niteliklerin sahibi O’dur ve hüküm O’nundur ve dönülecek yer O’dur.

71- De ki: Allah’ın sizleri nasıl sıfatlandırdığını bakıp ta görmez misiniz? Ölünceye kadar sürüp giden geceleri düşünmez misiniz? Allah’tan başka size aydınlığı sunacak ilah kimdir?  Hâlâ işitmez misiniz?

72- De ki: Allah’ın sizleri nasıl sıfatlandırdığını bakıp ta görmez misiniz? Ölünceye kadar sürüp giden geceleri düşünmez misiniz? Allah’tan başka size dinleneceğiniz geceleri sunacak ilah kimdir? Hâlâ bakıp ta görmez misiniz?

73- Gecelerin ve gündüzlerin düzenlemesinde, onun içinde dinlenmeniz ve yaratılışın inceliklerini aramanız için, size rahmetler vardır. Umulur ki varlığınızın sahibini bilip teslim edenlerden olursunuz.

74- Çıkar peşinde olanlara her zaman bildirilir: Sizin zanda bulunup Allah’a karşı ortak koştuklarınız nedir?

75- Bütün ümmetleri hakikatleri bilecek şekilde ortaya çıkardık. Bildirdik: Size sunduğumuz delillerle hakikatleri anlayın, böylece gerçek olanın Allah olduğunu bilenlerden olun. Fakat uydurulmuş şeylerde kalanlar, kendi cehalet anlayışlarına saparlar.

76- Kârun Mûsâ’nın kavmindendi. Fakat onlara karşı taşkınlık etti. Ona da değerleri sunduk. Doğrusu o hakikatlere ulaşamadı. Elbette o bildirilenler ona ağır geldi. O cemiyetinde güçlü biri idi. Kavmi ona: Gururlanma, muhakkak ki gururlananların içinde Allah sevgisi yoktur, demişti.

77- Sana verilen şeylerde Allah’ın hakikatlerini ara. Son anına kadar bulunduğun yerde o hakikatlerle hareket et. Dünyada sana verilen nasipleri unutma ve Allah’ın sana karşılıksız verdiği gibi sen de karşılıksız ver ve yeryüzünde bozgunculuk yapmayı isteme. Muhakkak ki bozgunculuk yapanlarda Allah sevgisi yoktur, denmişti.

78- Kârun: O’nun katındaki ilim sadece bana verildi, dedi. Bu halde olan Allah’ı bilebilir mi? Onlardan önce de o hallerde kalan nice nesiller hakikatleri bilemeyip helak olup gittiler. O kendindeki Hakk’ın gücünü kendine nisbet eden bir kimseydi. Ekseri topluluklar bu hallerde kaldılar ve fenalarda kalanlar fenalarını anlamak için kendilerini sorgulamadılar.

79- Böylece o, kavminin karşısına süsler içinde ortaya çıktı. Dünya hayatının süsünü isteyenler: Keşke kârun’a sunulan şeyler bize de sunulsa, doğrusu o büyük bir servete sahip, dediler.

80- Sunulan ilmi anlayan kimseler ise dediler ki: Vah size! İman edenler için ve dosdoğru hakk yolunda çalışanlar için, Allah’ın hakikatleri daha hayırlıdır. Sabredenlerin dışındakiler o hakikatlere ulaşamazlar.

81- Böylece o, Bizi anlamamanın cehaletine tutuldu kaldı. Allah’a ait hakikatleri bırakıp dünya çıkarında olduğundan dolayı, ona yardım eden de olmadı ve o başarıya ulaşan da olamadı.

82- Daha önce onun bulunduğu yeri temenni etmiş olup, sonra hakikatleri anlayanlar dediler ki: Vah onun gibi olanlara. Meğer bütün kâinatı sıfatlarıyla yayıp döşeyen Allah’mış. Kullarından isteyen kimseler için hakikatlere ulaşmak ve onun varoluştaki takdir sahibi olduğunu anlamak varmış. Eğer Allah’ın bizdeki nimetlerini anlayan olmasaydık, elbette biz de o hallerde olanlar gibi cehaletin kibrine tutulur kalırdık. Hakikatleri görmemezlikten gelip örtenler kurtuluşa ulaşamazlar.

83- İşte bulundukları yerlerde, Bizi anlayıp sonunda kurtuluşa ulaşan kimseler şunlardır: Yeryüzünde üstünlük taslamayanlar ve arabozuculuk yapmayanlar ve son anlarına kadar fenalardan sakınan Allah’a ortak koşmayanlar.

84- Kim iyilikler içinde olursa; böylece o iyi olanlardan olur. Kim fenalar içinde olursa; böylece o kimseler, kötü amellerinden dolayı bir karşılık bulamazlar, çalışmalarında da bir şey elde edemezler.

85-  Muhakkak ki kâinat kitabındaki hakikatleri okumayı sana farz kıldık. Elbette o hakikatler seni dönülecek yere döndürecektir. De ki: Rabbim ilmin sahibidir, hakikatleri arayan kimselere de ve apaçık dalalet içinde olan o kimselere de yol gösterendir.

86- Sen ümitsizlik halinde olma. Sana kitaptan hakikatlerin ulaşması ancak Rabbinin rahmetidir. Bundan sonra sakın sen; hakikatleri görmemezlikten gelenler gibi varlığın dış yüzünde kalanlardan olma.

87- Sana hakikatler sunulduktan sonra, sakın seni Allah’ın ayetlerinden alıkoymasınlar. Sadece, seni ve tüm varlığı vücudlandırana davet et ve sen sakın ortak koşanlardan olma.

88- Allah ile bir olduğunu bil, sakın ilahlar edinme. O’ndan başka bir güç yoktur. Bütün her şey helâk olur, sadece onun Vechî Zâtı kalır. Bütün varlıktaki hüküm O’nundur ve her an aslınız olan O’nunlasınız.