KIYÂME SÛRESİ
-1-
لَا أُقْسِمُ بِيَوْمِ الْقِيَامَةِ
Lâ uksimu bi yevmil kıyâmeh
Lâ uksimu | : yok, sağlamlık, noksansız, kasem, şüphesiz, mükemmel |
bi yevmi el kıyamet | : ölüm vakti, yaşamın sonu, diriliş, ayakta tutan |
1- Şüphesiz, yaşamınızın sonu gelecektir.
-2-
وَلَا أُقْسِمُ بِالنَّفْسِ اللَّوَّامَةِ
Ve lâ uksimu bin nefsil levvâmeh
ve lâ uksimu | : yok, sağlamlık, noksansız, kasem, şüphesiz, mükemmel |
Bi en nefsi | : ile, kendinde, nefs, kişi, kendisi, öz, |
el levvâmeti | : arayan, araştıran, kendini anlamaya çalışan, kınayan, |
2- Şüphesiz, kendini anlamaya çalışan insan hakikatlere ulaşacaktır.
-3-
أَيَحْسَبُ الْإِنسَانُ أَلَّن نَجْمَعَ عِظَامَهُ
E yahsebul insânu ellen necmea ızâ meh
E yahsebu el insane | : sanıyor, sanmak, hesap ediyor mu? İnsan, |
Ellen necmea | : olmaz, toplamamız, birliğimiz, bir arada tutmak, |
ızâme-hu | : kemik, büyük iş, yücelik, sağlamlık, o beden kemikleri |
3- İnsan, o bedenindeki kemiklerini bir arada tutanın Biz olmadığını mı sanıyor?
-4-
بَلَى قَادِرِينَ عَلَى أَن نُّسَوِّيَ بَنَانَهُ
Belâ kâdirîne alâ en nusevviye benâ neh
Belâ kadirine | : evet, bilakis, doğrusu, güçlü, kudret, kadir, |
Ala en nusevviye | : için, hazır, düzenlememiz, bir, eşit, doğru, normal, apaçık |
Benana hu | : parmakları, kendileri, parmak uçları |
4- Bilakis onun parmak uçlarını bile düzenlememiz kudretimizin işaretidir.
-5-
بَلْ يُرِيدُ الْإِنسَانُ لِيَفْجُرَ أَمَامَهُ
Bel yurîdul insânu li yefcure emâmeh
Bel yuridu el insane | : hayır, bilakis, doğrusu, istek, irade, ister, o insan |
Li yefcure | : fücur, fenalarda kalmak, haktan döner, günahta kalmak |
emâme-hu | : önünde, öncesi, ileride, öncelikle, imam, o |
5- Doğrusu insanın hâli öncelikle fenalarda kalmaya isteklidir.
-6-
يَسْأَلُ أَيَّانَ يَوْمُ الْقِيَامَةِ
Yeselu eyyâne yevmul kıyâmeh
yeselu | : sormak, aramak, araştırmak, sorar, |
eyyane | : ne zaman, nasıl, ne, |
bi yevmi | : gün, zaman, her an, gelip geçen zaman, son günü, |
el kıyameti | : diri olan, diriliş, ayakta tutan, canlanmak, yaşam, |
6- Yaşamının sonuna kadar hakikatlerin ne olduğunu sorup araştırmalı.
-7-
فَإِذَا بَرِقَ الْبَصَرُ
Fe izâ berikal basar
Fe iza berika | : böylece, sonra, yıldırım, şimşek, hayrette kalmak, |
El basaru | : kalbi görüş, varlığın hakikatini her yönden görmek |
7- Böylece varlığın hakikatini her yönüyle görüp anladığında, hayrette kalakalır.
-8-
وَخَسَفَ الْقَمَرُ
Ve hasef el kamer
ve hasefe | : karardı, gölge, kenetlendi, tutuldu, ışığı sönme, kaybolma |
el kameru | : ay, gerçekler, sıfatlar |
8- Sıfatlar Zatında kaybolur.
-9-
وَجُمِعَ الشَّمْسُ وَالْقَمَرُ
Ve cumiaş şemsu vel kamer
ve cumia | : cem, birlik, toplanmak, birleştirildi, bütün |
el şemsu | : zat, aydınlık, güneş |
ve el kameru | : ay, sıfatlar, gerçek, |
9- Zatı ve sıfatları bir bütünlük içindedir.
-10-
يَقُولُ الْإِنسَانُ يَوْمَئِذٍ أَيْنَ الْمَفَرُّ
Yekûlul insânu yevme izin eynel mefer
Yekûlu el insane | : der, söyler, diyecek, insan |
yevme izin | : gün, vakit, zaman, her an, yetkili olan, |
Eyne | : nerede, nereye, neresi, zaman, an |
el meferru | : kaçış yeri, terk etmek, gidecek yer, firar, |
10- İnsan her an her şeyde yetkili olanı anladığında, başka gidecek yer yok, der.
-11-
كَلَّا لَا وَزَرَ
Kellâ lâ vezer
kellâ | : hayır, değil, bilakis, |
Lâ vezere | : yok, sığınacak yer yok, kapanacak |
11- Hayır, O’ndan başka sığınacak yer yoktur.
-12-
إِلَى رَبِّكَ يَوْمَئِذٍ الْمُسْتَقَرُّ
İlâ rabbike yevme izinil mustekar
ilâ rabbi-ke | : ancak, sadece, Rabbin, sen |
yevme izin | : gün, vakit, zaman, her an, yetkili olan, her zaman |
el mustekarru | : yerleşilecek yer, varılacak, makam, karar kılınacak yer, sağlam |
12- Karar kılınacak yer, her an her şeyde yetkili olan Rabbindir ancak.
-13-
يُنَبَّأُ الْإِنسَانُ يَوْمَئِذٍ بِمَا قَدَّمَ وَأَخَّرَ
Yunebbeul insânu yevme izin bimâ kaddeme ve ahhar
Yunebbeu el insane | : bildirilir, haber verilir, hakikatle bilgilenen, insan |
yevme izin | : gün, vakit, zaman, yetkili olan, her an, her zaman |
Bima | : şeyler, |
kaddeme | : ayak, adım, gelecek, takdim, önder, ilk, öncelik, önünde |
ve ahhara | : sonraki, son, en son, kalan, sonunda, tehir, yapmadığı |
13- İnsan her zaman hakikatlerle bilgilenmeli, önceki ve sonraki şeyleri düşünmeli.
-14-
بَلِ الْإِنسَانُ عَلَى نَفْسِهِ بَصِيرَةٌ
Belil insânu alâ nefsihî basîret
Bel el insane | : doğrusu, bilakis, insan |
Ala nefsi hi | : nefsini, özünü, kendini, o |
basiratun | : basiret, idrak etme, tanıma yeteneği, kalb gözü |
14- Doğrusu insan kendini tanıyabilecek bir yetenektedir.
-15-
وَلَوْ أَلْقَى مَعَاذِيرَهُ
Ve lev elkâ meâzîreh
ve lev elka | : velev ki, ortaya attı, koymak, bırakmak, teslim, rağmen |
Meazire hu | : mazeret, sebep, bahane |
15- Velev ki o mazeretlerini bıraksın.
-16-
لَا تُحَرِّكْ بِهِ لِسَانَكَ لِتَعْجَلَ بِهِ
Lâ tuharrik bihî lisâneke li ta’cele bihî.
lâ tuharrik | : yok, tut, kımıldatma, hareketsiz kalmak, bırakma, sabırlı ol |
bihi lisane ke | : onu, dilini, konuşma dili, söylenen, konuşmak, sen, siz, |
Li tacele bihi | : için, acele etme, hızlandırma, o hakikatler, onu, |
16- Dilini tutsun, o hakikatleri sabırla dinlesin, konuşmak için acele etmesin.
-17-
إِنَّ عَلَيْنَا جَمْعَهُ وَقُرْآنَهُ
İnne aleynâ cem’ahu ve kur’ânehu.
İnne aleyna | : muhakkak, biz, bize ait |
cema-hu | : toplanmış, birleşmiş, bir olan, bütünlük, o |
ve kurâne-hu | : kuran, onun okunması, okunanın idraki, okunan şey, |
17- Muhakkak ki O bir olan ve her varlıktan her an okuyan Biziz.
-18-
فَإِذَا قَرَأْنَاهُ فَاتَّبِعْ قُرْآنَهُ
Fe izâ kara’nâhu fettebi kur’ânehu.
Fe iza karena hu | : artık, okunuşu bize ait, okuduğumuz |
Fe ittebi | : takip et, uygula, uy, tabi ol, dikkatlice takip |
kurâne-hu | : kuran, okunan şey, |
18- O okuduğumuza ulaştığında, artık o okunanı dikkatlice takip etsin.
-19-
ثُمَّ إِنَّ عَلَيْنَا بَيَانَهُ
Summe inne aleynâ beyânehu.
Summe inne | : sonra, muhakkak |
Aleyna beyane hu | : bizim, onun beyanı, açıklanması |
19- Sonra onun açıklaması da Bize aittir.
-20-
كَلَّا بَلْ تُحِبُّونَ الْعَاجِلَةَ
Kellâ bel tuhıbbûnel âcileh
Kellâ bel tuhıbbune | : hayır, bilakis, seversiniz, aşk |
el âcilete | : hemen, acele, çabuk, derhal, yakın |
20- Lâkin acele etmeyi seviyorsunuz.
-21-
وَتَذَرُونَ الْآخِرَةَ
Ve tezerûnel âhıreh
ve tezerûne | : terk etmek, bırakmak, vazgeçmek, getirmezsiniz |
el âhirete | : son, ahiret, sonunda |
21- Ve sonunda vazgeçiyorsunuz.
-22-
وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَّاضِرَةٌ
Vucûhun yevme izin nâdıreh
vucûhun | : yüzler vardır |
yevme izin | : gün, vakit, zaman, yetkili olan, izin günü, |
nâdıretun | : güzel, parlak, ışıl ışıl, pırıl pırıl |
22- Her an her yerde yetkili olanı anlayan yüzler ışıl ışıldır.
-23-
إِلَى رَبِّهَا نَاظِرَةٌ
İlâ rabbihâ nâzıreh
ilâ rabbi-hâ | : Rabbi |
nâziretun | : idrak etmiş, anlamış, nazar eden, bakan |
23- Rabbini idrak etmiştir.
-24-
وَوُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ بَاسِرَةٌ
Ve vucûhun yevme izin bâsiret
ve vucûhun | : yüzler, gerçekler, |
yevme izin | : gün, vakit, zaman, yetkili olan, izin günü |
bâsiratun | : bulanmış, karıştırmış, anlamamış, çatılmış, asık yüzlü, |
24- Her an her yerde yetkili olanı anlamamış yüzler vardır.
-25-
تَظُنُّ أَن يُفْعَلَ بِهَا فَاقِرَةٌ
Tezunnu en yuf’ale bihâ fâkıreh
tezunnu | : anlar, düşünmek, anlamak, düşündüğünüz, |
en yufale | : fâil olan, işleyen, tüm varlıkta her an işleyen |
bi-hâ fakiretun | : ona, kendisine, zahmet, meşakkat, zulüm, zor |
25- Tüm varlıkta her an işleyeni düşünmek ona zor gelir.
-26-
كَلَّا إِذَا بَلَغَتْ التَّرَاقِيَ
Kellâ izâ belegatit terâkıy
Kellâ iza belagat | : hayır, bilakis, sözle inandırma, söz sanatı, iyi konuşma |
el terâkiye | : dökmek, bağlantı, dayanmak, sundurmak, köprücük kemiği |
26- Bilakis, kendi bağlandığı şeyleri konuşur durur.
-27-
وَقِيلَ مَنْ رَاقٍ
Ve kîle men râk
ve kîle men | : der, söyler, anlatır, öyleydi, olur, kim, kimse, |
rakın | : eğilmiş, arıtılmış, çare bulan, kurtarıcı, başvurulacak |
27- Kurtarıcı sandığı kimseyi anlatır durur.
-28-
وَظَنَّ أَنَّهُ الْفِرَاقُ
Ve zanne ennehul firâk
ve zanne | : zannetti, düşündü, sandı, zanda kalmak, şüphe |
enne-hu el firaku | : onun ayrılığını, ayrılmak, ikilik, |
28- O ikilik içinde, şüphelerde kalır.
-29-
وَالْتَفَّتِ السَّاقُ بِالسَّاقِ
Velteffetis sâku bis sâk
ve ilteffeti | : birbirine karıştı, dolaştı |
el sâku bi el sak | : ayak, bacağı, gittiği yol, bildikleri, doğruları, aslı |
29- Doğru diye bildikleri birbirine karışmıştır.
-30-
إِلَى رَبِّكَ يَوْمَئِذٍ الْمَسَاقُ
İlâ rabbike yevme izinil mesâk
ilâ rabbi-ke | : ancak, için, göre, senin Rabbine |
yevme izin | : gün, vakit, zaman, yetkili olan, izin günü |
el mesâku | : sevk edilecek yer, gidilecek yer, götürülme, varılacak, |
30- Hakikatler için gidilecek olan yer, her an her yerde yetkili olan Rabbindir ancak.
-31-
فَلَا صَدَّقَ وَلَا صَلَّى
Fe lâ saddeka ve lâ sallâ.
Fe lâ saddaka | : böylece, artık, yok, tasdik edemedi, sadık, doğruluk |
ve lâ sallâ | : yok, kutsamak, temizlenmek, arınmak |
31- Böylece o hâlde olan tasdik edemedi ve temizlenemedi de.
-32-
وَلَكِن كَذَّبَ وَتَوَلَّى
Ve lâkin kezzebe ve tevellâ.
ve lâkin kezzebe | : lâkin, aksine, fakat, yalanladı, yalanlarda kaldı |
Ve tevalla | : kabul etmedi, eski bilişlerine döndü, yüz cevirdi |
32- Aksine, hakikatlere karşı yalanlarda kaldı ve eski cehalet bilişlerine döndü.
-33-
ثُمَّ ذَهَبَ إِلَى أَهْلِهِ يَتَمَطَّى
Summe zehebe ilâ ehlihî yetemettâ.
Summe zehebe | : sonra, gitti, fikre zanna kapılma, ayrıldı |
ilâ ehli-hî | : taraftar, kendi haline, ehline, ailesinin yanına |
yetemettâ | : kibirli, gururlu, çalımlı, bildik, |
33- Sonrada o kendi taraftarlarına, bildik hâllerine kapıldı.
-34-
أَوْلَى لَكَ فَأَوْلَى
Evlâ leke fe evlâ.
Evlâ leke | : ilk, ilk önceki, daha uygun, evvel, evvelki hali |
Fe evla | : daha uygun |
34- Evvelki hâli ona daha uygun geldi.
-35-
ثُمَّ أَوْلَى لَكَ فَأَوْلَى
Summe evlâ leke fe evlâ.
Summe evla leke | : daha sonra sonra, yinede, ilk, ilk önceki hali |
Fe evla | : daha uygun |
35- Daha sonra, yine evvelki hâli ona daha uygun geldi.
-36-
أَيَحْسَبُ الْإِنسَانُ أَن يُتْرَكَ سُدًى
E yahsebul’insânu en yutreke sudâ
E yahsebu | : zannediyor, hesap etti, düşündü |
el insânu | : insan |
en yutreke | : bırakılacağın, bırakmak için, terk etmek için |
suden | : boşuna, boş yere, nafile, başıboş, sorumsuz |
36- İnsan başıboş bırakıldığını mı zannediyor?
-37-
أَلَمْ يَكُ نُطْفَةً مِّن مَّنِيٍّ يُمْنَى
E lem yeku nutfeten min menî yin yumnâ.
e lem yeku | : değil mi, var olmadı mı? |
nutfeten | : öz, yumurta, nutfe, bir damla, zigot |
min meniyyin | : benden, meniden, nufte |
yumnâ | : akıtılan, dökülen, gelen |
37- O, akıtılan bir meniyle birleşen yumurtadan var olmadı mı?
-38-
ثُمَّ كَانَ عَلَقَةً فَخَلَقَ فَسَوَّى
Summe kâne alakaten fe halaka fe sevvâ.
Summe kane | : sonra oldu, vardı, başladı |
alakaten | : alak, ilişmek, yapışmak, alaka, aşk ile, bağlanmak, |
Fe halaka | : sonra, böylece, yaratıldı, halk edildi, |
Fe sevva | : düzenlendi, şekillendi, sıfatlandı, doğruluk, bir, eşit, adil |
38- Sonra ilişip tutuşturuldu, böylece halkedildi, böylece sıfatlandırılıp vücudlandırıldı.
-39-
فَجَعَلَ مِنْهُ الزَّوْجَيْنِ الذَّكَرَ وَالْأُنثَى
Fe ceale minhuz zevceyniz zekere vel unsâ.
Fe ceale | : sonra, böylece, yaptı, kıldı, oluşturdu |
Min hu | : ondan |
El zevceyni | : çift, eş, tür, |
El zekere | : erkek |
ve el unsâ | : ve dişi |
39- Böylece ondan erkek ve dişi olarak eşler oluşturuldu.
-40-
أَلَيْسَ ذَلِكَ بِقَادِرٍ عَلَى أَن يُحْيِيَ الْمَوْتَى
E leyse zâlike bi kâdirin alâ en yuhyiyel mevtâ.
e leyse zalike | : değil mi? işte bunlar, |
bi kadirin | : bir kudret, bir güç, |
Ala en yuhyiye | : hay sahibi, canlılık veren, diriltmek, hayat vermek |
el mevtâ | : ölüm, ölümlülük, ölüm hali, sınırlı olan, |
40- İşte bunlar, ölümü sunan, hayat veren bir Kudret’e ait değil midir?