MUHAMMED SURESİ

 

-1-

الَّذِينَ كَفَرُوا وَصَدُّوا عَن سَبِيلِ اللَّهِ أَضَلَّ أَعْمَالَهُمْ

Ellezîne keferû ve saddû an sebîlillâhi edalle a’mâlehum.

ellezine keferû : hakikatleri görmemezlikten gelen kimseler,
ve saddû : püskürtmek, alıkoymak, men etmek, engel olmak
an sebîlillâhi : yolunda, yol, büyük cadde, suyolu, Allah
edalle : dalalet, sapmak, boşa çıkar, hakikatlerden ayrılmak
Amâle hum : amelleri, çalışmaları, yaptıkları,

 

1- Hakikatleri görmemezlikten gelenlerin ve Allah yolunda gidenlere engel olmaya çalışanların, çalışmaları boşa çıkar

 

-2-

وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَآمَنُوا بِمَا نُزِّلَ عَلَى مُحَمَّدٍ وَهُوَ الْحَقُّ مِن رَّبِّهِمْ كَفَّرَ عَنْهُمْ سَيِّئَاتِهِمْ وَأَصْلَحَ بَالَهُمْ

Vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti ve âmenû bi mâ nuzzile alâ muhammedin ve huvel hakku min rabbihim keffere anhum seyyiâtihim ve asleha bâlehum.

Ve ellezine âmenû : kim iman ettiler, inanmak, güvenmek
ve amilû es sâlihâti : salih ameller, hayırlı, iyi çalışmalarda olan
ve âmenû bima nuzzile : inandılar, inanan, şeyler, sunulan, verilen, indirilen,
Ala muhammedin : Muhammed’ e,
ve huve el hakku : o, hak, gerçek üzere olan
min rabbi-him : Rab’lerinden
Kefere an-hum : örtülür, silinir, kaybolur, onları
seyyiâti-him : günahları, kötü işleri, kötülükleri, fenaları, onlar
ve asleha : düzelir, ıslah olur, temizlenir,
Bâlehum : zihin, gönül, onların halleri, bale: zihin

 

2- İman eden kimseler ve Salih amellerde olanlar ve Muhammed’in sunduğu hakikatlere inananlar ve Rabbinin hakikatleri üzere olanların fena halleri kaybolur ve onların gönülleri temizlenir.

 

-3-

ذَلِكَ بِأَنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا اتَّبَعُوا الْبَاطِلَ وَأَنَّ الَّذِينَ آمَنُوا اتَّبَعُوا الْحَقَّ مِن رَّبِّهِمْ كَذَلِكَ يَضْرِبُ اللَّهُ لِلنَّاسِ أَمْثَالَهُمْ

Zâlike bi ennellezîne keferûttebeûl bâtıle ve ennellezîne âmenûttebeûl hakka min rabbihim, kezâlike yadribullâhu lin nâsi emsâlehum.

Zalike bi ennellezîne : işte böylece, ise, kim, onlar, böylece olanlar
keferû : hakikatleri örten, görmemezlikten gelen, inkâr eden
İttebeu : tabi olmak, uymak,
el bâtile : asılsız, ilimsiz, batıl, boş, hükümsüz, ifadesiz
ve ennellezîne : onların olmaları
Âmenû ittebeu : iman etmek, inanmak, izlemek, tabi olmak
El hakka min rabbi-him : hak, hakikat, gerçek, Rab’lerinden
Kezalike yadrib Allâhu : işte, vurgular, örnek gösterir, karşılıklı, Allah
li en nâsi emsal hum : insanlara, misal, emsal, durum, örnek, onlar

 

3- Hakikatleri görmemezlikten gelip örtenler ise, asılsız şeylere uyanlardır. Rabbinin hakikatlerine uyanlar ise, iman eden kimselerdir. İşte Allah, insanlar için onların durumlarını vurgular.

 

-4-

فَإِذا لَقِيتُمُ الَّذِينَ كَفَرُوا فَضَرْبَ الرِّقَابِ حَتَّى إِذَا أَثْخَنتُمُوهُمْ فَشُدُّوا الْوَثَاقَ فَإِمَّا مَنًّا بَعْدُ وَإِمَّا فِدَاء حَتَّى تَضَعَ الْحَرْبُ أَوْزَارَهَا ذَلِكَ وَلَوْ يَشَاء اللَّهُ لَانتَصَرَ مِنْهُمْ وَلَكِن لِّيَبْلُوَ بَعْضَكُم بِبَعْضٍ وَالَّذِينَ قُتِلُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَلَن يُضِلَّ أَعْمَالَهُمْ

Fe izâ lekîtumullezîne keferû fe darber rikâb hattâ izâ eshantumûhum fe şuddûl vesâk, fe immâ mennen badu ve immâ fidâen hattâ tedaal harbu evzârehâ zalik ve lev yeşâullâhu lentasara minhum ve lâkin li yebluve badakum bi ba badin vellezîne kutilû fî sebîlillâhi fe len yudille amâlehum.

fe iza lekitum : eğer, karşılaştınız, alınan, mütalaa,
ellezine kefer : o kimseler, örten, kabul etmeyen,
fe darbe : vurgulamak, koparmak, çarpmak, vurmak, darbe,
er rikâb : boyunlar, bağlarını, bağlantılarını, gittikleri yer
hattâ izâ eshantumu hum : eğer, oluncaya kadar, güçsüz, zayıf bırakmak, onlar
Fe suddu el vesâka : kuvvetli, tutmak, vurgu, bağ, inandırıcı şey, belge
fe imma mennen badu : ya da, böylece, kimlik, nimetlerimiz, lütuf, sonra,
Ve imma fidâen : ama, ya da, fakat, ödeme, fidye, bedel, karşılık,
hattâ tedaa el harbu : hatta, koymak, bırakana kadar, harp, savaş, mücadele
evzâre-hâ zalike : sona erdi, ağırlıkları, taşıdıkları, bildikleri, o işte bu
Ve lev yeşâu allâh : eğer, şayet, ise, istiyor, ister, Allah
Le entasara : elbette, dağılmak, hakkını almak, başarı, zafer,
minhum : onlarda, kendilerinde,
Ve lakin li yebluve : lakin, tecrübe, sınama, yoklama, düşündürme,
bada-kum bi badin : bazılarınız bazılarınıza, birbirlerinize
vellezîne kutilu : o kimseler, yazık etmek, öldürmek, katletmek,
fî sebîli Allâhi : Allah’ın yolunda, Allah’ın hakikatleri için
fe len yudille : artık, böylece, kaybolmaz, sapmaz,
amel hum : amelleri, çalışmaları, gayretleri, onlar

 

4- Eğer, hakikatleri kabul etmeyen kimselerle karşılaşıp mütalaaya girerseniz, onların bağlandıkları şeylerin ne olduğunu onlara anlatın ve onları nasıl zayıf bıraktığını onlara vurgulayın. Böylece onlara inanacağı hakikatleri delilleriyle sunun, sonra onlara onlardaki nimetlerimizden bahsedin. Onlar kendi cehalet bilişlerinin savaşını bırakıncaya kadar, onlara hakikatlerden istedikleri karşılıkları verin. Eğer onlar, Allah’ı anlamada istekli olurlarsa elbette başarıya ulaşırlar. Birbirinizi hakikatleri anlamak için düşünceye sevk edin. Allah’ın hakikatleri yolunda ölenlerin çalışmaları kaybolmaz.

 

-5-

سَيَهْدِيهِمْ وَيُصْلِحُ بَالَهُمْ

Seyehdîhim ve yuslihu bâlehum.

se-yehdî-him : onlar, yol gösteren, kılavuz, rehber, hidayete
ve yuslihu : ıslah, temizlenen, uygun,
bâle-hum : zihin, anlayış, gönül, onların hallerini

 

5- Onlar doğru yolu bulanlardır ve onların gönülleri temizlenenlerdir.

 

-6-

وَيُدْخِلُهُمُ الْجَنَّةَ عَرَّفَهَا لَهُمْ

Ve yudhıluhumul cennete arrefehâ lehum.

ve yudhılu-hum : dâhil olur, girer, içinde, onları halleri
el cennete : cennet, huzur, zevk, rahatlık,
arrefe-hâ : arif oldu, bildirdi, bilen, tanıttı, tanımlayan
lehum : onlara

 

6- Onlar hakikatlere arif olmuşlardır ve onlar huzur içindedirler.

 

-7-

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِن تَنصُرُوا اللَّهَ يَنصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ

Yâ eyyuhellezîne âmenû in tensurûllâhe yensurkum ve yusebbit akdâmekum

yâ eyyuhâ ellezine amenu : Ey İman eden, O inanan, o güvenen
İn tensuru Allah : eğer, ise, yardım, desteklemek, kabul etmek, galip,
yensur-kum : yardım eder, destekler,
ve yusebbit : kanıtlamak, sağlamlaştırmak, sabit kılmak, ispat,
akdâme-kum : ayaklarınız, gittiğiniz yol, hedefe yönelmek, daha ileri

 

7- Ey iman edenler! Eğer siz yardımlaşır ve gittiğiniz yolda kanıtlarla hareket ederseniz, Allah’ın yardımını bulursunuz.

 

-8-

وَالَّذِينَ كَفَرُوا فَتَعْسًا لَّهُمْ وَأَضَلَّ أَعْمَالَهُمْ

Vellezîne keferû fe tağsen lehum ve edalle a’mâlehum.

Vellezîne keferü : hakikatleri kabul etmeyen, örten kimseler
Fe tagsen lehum : işte, artık, sefil olmak, helak olmak, kaybeden, onlar
Ve edalle : sapmak, yoldan çıkmak, boşa çıkmak,
amel hum : yoldan çıkmak, boşa çıkmak, amel, çalışma, onlar

 

8- Hakikatleri kabul etmeyen kimseler ise, işte onlar kendilerine yazık ederler ve onların amelleri boşa çıkar.

 

-9-

ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ كَرِهُوا مَا أَنزَلَ اللَّهُ فَأَحْبَطَ أَعْمَالَهُمْ

Zâlike bi ennehum kerihû mâ enzelallâhu fe ahbeta a’mâlehum

Zâlike bi enne hum : işte bu, işte ondan, olduğundan,
kerihû : çirkin, kötü, nefret, hor, hakir
mâ enzel Allahu : şey, ne, değil, verdiği, indirmek, sunduğu, Allah
fe ahbeta : boşa çıkardı, hayal kırıklığı, umduğunu bulamama
a’mâle-hum : çalışmaları, amelleri

 

9- İşte bu onların Allah’ın var ettiği şeyleri hor gördüklerindendir. Böylece onlar çalışmalarında umduklarını bulamazlar.

 

-10-

أَفَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَيَنظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ دَمَّرَ اللَّهُ عَلَيْهِمْ وَلِلْكَافِرِينَ أَمْثَالُهَا

E fe lem yesîrû fîl ardı fe yenzurû keyfe kâne âkıbetullezîne min kablihim, demmerallâhu aleyhim ve lil kâfirîne emsâluhâ.

e fe lem yesîrû : yürümezler mi, dolaşmazlar mı? Bakmazlar mı?
fîl ardı : dünyada, yeryüzünde
fe yenzurû : görülür, görülme, görerek
keyfe kane : nasıl oldu
âkibetu ellezîne : onların sonu, sonucu
min kabli-him : onlardan öncekilerin
Demmer allâhu : yok sayan, dumur, körelme, helak, Allah,
aleyhim : onları, kendilerinde
ve lil kâfirîne : örtenler, hakikati görmemezlikten gelenler, kafirler
emsâlu-hâ : onun gibi, onun benzeri, eşi, durumu,

 

10- Onlar yeryüzünü dolaşıp ta bakmazlar mı? Onlardan önceki o hallerde olanların akıbetleri nasıl oldu görmezler mi? Kendileri gibi onlarda Allah’ı yok saydılar ve hakikatleri kabul etmeyen kimselerden oldular.

 

-11-

ذَلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ مَوْلَى الَّذِينَ آمَنُوا وَأَنَّ الْكَافِرِينَ لَا مَوْلَى لَهُمْ

Zâlike bi ennallâhe mevlellezîne âmenû ve ennel kâfirîne lâ mevlâ lehum

Zâlike bi enne Allah : işte bu, o, doğrusu, olduğu, muhakkak, Allah,
Mevla : efendi, yakın, sahip, yardımcı, hizmetçi, terbiye eden
Ellezine âmenû : inananlar, iman edenler, güvenenler
ve ennel kâfirîne : ve o örtenler, kâfirler, hakikati görmeyenler
lâ Mevlâ lehum : yok, efendi, sahip, malik, yardımcı, hizmet eden,

 

11- İman eden kimseler, vücudlarının sahibi olan efendilerinin Allah olduğunu bilirler. Hakikatleri görmemezlikten gelenler ise, vücudlarının sahibi olan efendilerinin Allah olduğunu bilemezler.

 

-12-

إِنَّ اللَّهَ يُدْخِلُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا

 الْأَنْهَارُ وَالَّذِينَ كَفَرُوا يَتَمَتَّعُونَ وَيَأْكُلُونَ كَمَا تَأْكُلُ الْأَنْعَامُ وَالنَّارُ مَثْوًى لَّهُمْ

İnnallâhe yudhılullezîne âmenû ve amilûs sâlihâti cennâtin tecrî min tahtihel enhâr,vellezîne keferû yetemetteûne ve ye’kulûne kemâ te’kulul en’âmu ven nâru mesven lehum

inne allâhe : muhakkak ki, doğrusu, Allah
yudhilu : girer, dâhil eder, koyar
Ellezîne amenu : o iman edenler, inananlar
ve amilû es sâlihâti : Salih amel, iyi amel, iyi çalışmalarda olan
cennâtin : cennetler, huzur, mutluluk, zevk,
Tercî min tahti ha : vardır, akar, mu, mı, orada, altında, makamlarında
el enhâru : akıp, giden, ilim, nehirler
ve ellezîne keferu : o kimseler, örtenler, hakikatleri kabul etmeyen
yetemetteûne : metalanan, kendi çıkarının peşinde koşmak, tadını çıkarmak
ve yekulûne : faydalanmak, yararlanmak, beslenmek, yemek yerler
kemâ tekulu : ayrıca, gibi, yemek yer, beslenmek, fayda, yarar,
el enamu : sığırlar, hayvanlar, varlık, yaratılan,
ve en nâru : ateş, yakıcı, yakıp yıkıcı olan,
Mesven lehum : dinlenme yeri, mekân, orada, o halde, onlar için

 

12- Muhakkak ki iman eden kimseler ve dosdoğru iyi çalışmalarda olanlar huzur içindedirler. Onların makamlarında akıp giden bir ilim vardır. Hakikatleri görmemezlikten gelenler ise, kendi çıkarlarının peşinde koşarlar ve hayvanların yediği gibi yerler ve onlar yakıp yıkıcı hallerdedirler.

 

-13-

 وَكَأَيِّن مِّن قَرْيَةٍ هِيَ أَشَدُّ قُوَّةً مِّن قَرْيَتِكَ الَّتِي أَخْرَجَتْكَ أَهْلَكْنَاهُمْ فَلَا نَاصِرَ لَهُمْ

Ve keeyyin min karyetin hiye eşeddu kuvveten min karyetikelletî ahrecetke, ehleknâhum fe lâ nâsıra lehum

ve keeyyin : ne, nasıl, ne kadar, nice
min karyetin : köy, beldeler, bulundukları yer,
Hiye eşeddu kuvveten : o, şiddetli, daha fazla, kuvvetli, güçlü
min karyeti-ke : senin köyünden, beldenden, bulunduğun yer
Elleti ahrecet-ke : o kimse, o ki seni çıkardı
ehleknâ-hum : helâk, yazık etmek, biz,
Fe la nasıra lehum : artık, yok, yardımcı, onlar

 

13- Bulundukları yerlerde ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar, seni bulunduğun yerden çıkaran o kimseler, Bizi anlayamayıp kendilerine yazık ettiler. Onlar yardımı da yok saydılar.

 

-14-

أَفَمَن كَانَ عَلَى بَيِّنَةٍ مِّن رَّبِّهِ كَمَن زُيِّنَ لَهُ سُوءُ عَمَلِهِ وَاتَّبَعُوا أَهْوَاءهُمْ

E fe men kâne alâ beyyinetin min rabbihî ke men zuyyine lehu sûu amelihî vettebeû ehvâehum.

E fe men kâne : olur mu, diye mi, o zaman kim oldu
Ala beyyinetin : üzere, için, farkında, kanıt, açık belge, delil,
min rabbi-hî : Rabbinin, Rabbinden
Ke men zuyyine : kostümler, süslü kimseler gibi
Lehu suu ameli hi : ona, kötü çalışmaları, kötü amelleri,
vettebeû : takip etmek, tabi olmak, uymak, hareket etmek,
ehvâe-hum : heva, çıkarları, kaprisleri

 

14- Rabbinin apaçık delilleri üzere olan kimse, kendi çıkarlarına göre hareket eden, kötü çalışmaları kendine güzel gelen kimse gibi midir?

 

-15-

مَثَلُ الْجَنَّةِ الَّتِي وُعِدَ الْمُتَّقُونَ فِيهَا أَنْهَارٌ مِّن مَّاء غَيْرِ آسِنٍ وَأَنْهَارٌ مِن لَّبَنٍ لَّمْ يَتَغَيَّرْ طَعْمُهُ وَأَنْهَارٌ مِّنْ خَمْرٍ لَّذَّةٍ لِّلشَّارِبِينَ وَأَنْهَارٌ مِّنْ عَسَلٍ مُّصَفًّى وَلَهُمْ فِيهَا مِن كُلِّ الثَّمَرَاتِ وَمَغْفِرَةٌ مِّن رَّبِّهِمْ كَمَنْ هُوَ خَالِدٌ فِي النَّارِ وَسُقُوا مَاء حَمِيمًا فَقَطَّعَ أَمْعَاءهُمْ

Meselul cennetilletî vuidel muttekûn fîhâ enhârun min mâin gayri âsin ve enhârun min lebenin lem yetegayyer tamuh, ve enhârun min hamrin lezzetin liş şâribîn ve enhârun min aselin musaffâ, ve lehum fîhâ min kullis semerâti ve magfiretun min rabbihim ke men huve hâlidun fîn nâri ve sukû mâen hamîmen fe kattaa emâehum

meselu : misal, durum, benzer, eş, gibi, durumu şöyledir,
el cennet : cennet, huzur, bahçe,
elletî vuide : ki o, hangi vaat, o vaat, sunulan,
el muttekûne : fenalardan sakınan, saygılı, takva sahipleri
fî hâ enharun : orada, onun içinde, nehirler, ilim, akıp giden,
min mâin : sudan, bir ilim
Gayri asinin : başka, değil, olmayan, yozlaşma, çürük, bozulmuş, değişmiş
ve enhâr min leben : ilim, akıp giden, nehir, sütten, beyaz, tertemiz, lekesiz,
lem yetegayyer : değişmedi, kesilmeyen, kokuşmayan, bozulmayan
tamu-hu : tat, his, fayda, lezzet, yarar, taam, o
ve enhâr min hamr : ilim, akıp giden, nehir, şarap, sarhoşluk, aklı örten,
lezzetin : zevk, lezzetli, his, hoş, güzel,
li el şâribîne : içenler için, faydalanan, beslenen,
ve enhârun : ilim, akıp giden, nehir
min aselin : baldan, özü taşıyan, bozulmayan,
musaffen : süzülmüş, bir özden süzülmüş gelmiş
ve lehum : onlar için
fî-hâ min kulli : orada, onun içinde, her şey, bütün, hep,
es semerâti : ürünler, meyveler, verimlilik, fayda, kar,
ve magfiretun : af, bağışlanma, mağfiret vardır
min rabbi-him : Rab’lerinden
Ke men huve halidin : gibi, ise, kimse, o, sürekli, sonsuz
fîy en nâri : ateşin içinde, ateşte
ve sukû : ve sulandılar, içirildiler
Mâen hamimen : kaynar su, kızgın, öfke, cehaletin getirdiği zarar verici haller
fe katta : o zaman, artık, hep, kesmek, parçalamak, ayırmak
emâe-hum : içlerinde, o haller içinde, bağırsakları, onlar,

 

15- Fenalardan sakınan Allah’a ortak koşmayanlara sunulan huzur şöyledir: Onlar hiç yozlaşmadan akıp giden bir ilmin içindedirler ve onların gönüllerinde bozulmamış lekesiz o hakikatlerin ilmi vardır ve cehaleti yok eden o ilmin hakikatlerinden faydalanıp zevk alırlar ve tüm varlığın bir özden geldiğini gösteren o ilmin zevkindedirler. Onlar her zaman hakikatlerden faydalanmanın içindedirler ve onlar Rabbin mağfiretine ulaşmışlardır. Devamlı yakıp yıkıcı haller içinde olanlar ise, öfkeli haller içindedirler, içlerinde hep ayırıcı, zarar verici haller vardır.

 

-16-

   وَمِنْهُم مَّن يَسْتَمِعُ إِلَيْكَ حَتَّى إِذَا خَرَجُوا مِنْ عِندِكَ قَالُوا لِلَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ مَاذَا قَالَ آنِفًا أُوْلَئِكَ الَّذِينَ طَبَعَ اللَّهُ عَلَى قُلُوبِهِمْ وَاتَّبَعُوا أَهْوَاءهُمْ

Ve minhum men yestemiu ileyke, hattâ izâ harecû min indike kâlû lillezîne ûtûl ilme mâzâ kâle ânifâ ulâikellezîne tabaallâhu alâ kulûbihim vettebeû ehvâehum

ve min hum men : onlardan, bazıları, kimseler, dinler, kulak verir,
Yesteminu ileyke : dinler, kulak verir,
Hatta iza harec : hatta, olduğunda, çıktığında, ayrıldığında,
min indi ke : yanından
Kâlû li ellezine : dediler, derler, o kimselere, onlara
ûtû el ilme : verilen, sunulan, ilim, bilim
Mâzâ kale : ne, şey, nasıl, dedi, söyledi
ânifen : az önce, yukarıda, daha önce
Ulâike ellezine : bu kim, işte onlar, işte o kimseler
tabaa allâhu : baskı, mühür, kapalı, örtülü, Allah
alâ kulûbi-him : onların kalplerinde, kalpleri için,
vettebeû : tabî oldular, takip, ardında düşen
ehvâe-hum : hevaları, çıkarları, onlar

 

16- Onlardan bazıları seni dinler gibi görünürler. Senin yanından ayrıldıkları zaman, az önce sunduğu ilimden ne demek istedi ki, derler. İşte o kimseler, kendi çıkarlarına tâbi olduklarından dolayı kalbleri Allah’ı anlamaya kapalıdır.

 

-17-.

وَالَّذِينَ اهْتَدَوْا زَادَهُمْ هُدًى وَآتَاهُمْ تَقْواهُمْ

Vellezînehtedev zâdehum huden ve âtâhum takvâhum

vellezîne ihtedev : o kimseler, ileri gidenler, doğru yolu bulanlar
zâde-hum : artırmıştır, onlar,
huden : hidayet veren, doğru yolu gösteren, hidayet bulan
ve âtâ-hum : verirler, sunarlar, gelecekleri, onlar
takvâ-hum : sakınmak ortak koşmamak, eski haline düşmemek, onlar

 

17- Dosdoğru hakikatlerin yolunda ilerleyenlerin hakikatleri anlamaları artmıştır, hidayet bulmuşlardır ve onlar hakikatleri sunarlar. Onlar fenalardan sakınırlar, Allah’a ortak koşmazlar.

 

-18-

فَهَلْ يَنظُرُونَ إِلَّا السَّاعَةَ أَن تَأْتِيَهُم بَغْتَةً فَقَدْ جَاء أَشْرَاطُهَا فَأَنَّى لَهُمْ إِذَا جَاءتْهُمْ ذِكْرَاهُم                                   ْ

Fe hel yenzurûne illes sâate en te’tiyehum bagteh, fe kad câe eşrâtuhâ, fe ennâ lehum izâ câethum zikrâhum

Fe hel yenzurune : öyleyse, görmek, bakıyorlar mı, gözlüyorlar mı?
İllâ el saate : ancak, vardır, saat, zaman, vakit, an,
en tetiye-hum : gelmesi, sunulması, üzerine gelmesi, onlar
bagteten : ansızın, beklenmedik, aniden, bir anda, çabucak, hızlı
Fe kad cea : artık, böylece, oldu, olur, geldi, sunuldu,
eşrâtu-hâ : alâmetler, işaretler, izler, delil,
Fe enna lehum : artık, böylece, olsunlar, onlar
İzâ caet hum : geldiğinde, sunulduğunda, onlar
zikrâ-hum : zikir, anmak, anlamak, onlar

 

18- Artık hakikatleri anlamak için bakıp ta gözlemlemezler mi? Her an onlara hızlı bir şekilde hakikatler sunulur. Öyle ki hakikatlerin işaretleri her yerden gelir. Artık onlar, onlara sunulan hakikatleri anlasınlar.

 

-19-

فَاعْلَمْ أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَاسْتَغْفِرْ لِذَنبِكَ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مُتَقَلَّبَكُمْ وَمَثْوَاكُمْ

Fa’lem ennehu lâ ilâhe illâllâhu vestagfir li zenbike ve lil mu’minîne vel mu’minât, vallâ hu ya’lemu mutekallebekum ve mesvâkum

Fe alem enne hu : işte, artık, bilin, bunu bilsinler
lâ ilâhe : ilâh yoktur
illâ allâhu : Allah vardır,
vestagfir : af, bağışlanma, mağfiret dile
li zenbi-ke : günahın için, fenalar, günahları için
ve li el mûminîne : müminler, emin olanlar
ve el mûminâti : müminlik yolunda olanlar
ve allâhu yelemu : Allah, bilir, bilgisinde, Allahın ilmi
mutekallebe-kum : yer değiştirme, yol almak, kalkmak, ilerlemek,
ve mesvâ-kum : sizin yurdunuz, varacakları yer, duracakları yer

 

19- Allah’tan başka sığınacak güç yoktur, bu hakikati bilsinler. Fenaları için mağfiret içinde olsunlar. Müminlik yolunda olanlardan olsunlar ve müminlerden olsunlar. Siz, Allah’ı bilin. Bir bilgiden diğer bilgiye ilerleyin ve duracağınız yeri bilin.

 

-20-

وَيَقُولُ الَّذِينَ آمَنُوا لَوْلَا نُزِّلَتْ سُورَةٌ فَإِذَا أُنزِلَتْ سُورَةٌ مُّحْكَمَةٌ وَذُكِرَ فِيهَا الْقِتَالُ رَأَيْتَ الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ يَنظُرُونَ إِلَيْكَ نَظَرَ الْمَغْشِيِّ عَلَيْهِ مِنَ الْمَوْتِ فَأَوْلَى لَهُمْ

Ve yekûlullezîne âmenû lev lâ nuzzilet sûreh, fe izâ unzilet sûretun muhkemetun ve zukire fî hel kıtâlu re’eytellezîne fî kulûbihim maradun yanzurûne ileyke nazaral magşiyyi aleyhi minel mevt, fe evlâ lehum

ve yekûlu ellezine amenu : iman edenlere onlara derler, diyorlar
lev lâ nuzzilet : eğer, için, indirildi, sunuyla, indirilse,
sûretun : sure, nüsha, belge,
Fe iza unzilet : indirildiği zaman, ortaya çıkmak
sûretun : sure, nüsha
muhkemetun : muhkem, hükmü açık olan, yorum gerektirmeyen
ve zukire : ve zikredildi
fîy hâ el kıtalu : kavga içinde, savaş içinde
Raeyte ellezine : kim gördü, onları gördün
fîy kulûbi-him : onların kalplerinin içinde, kalplerinde vardır
maradun : hastalık, maraz
yanzurûne : görmek, bakmak, bakar göremez
İleyke nazara : sen bak, göz önünde bulundurulması, daha dikkatli
el magsiyyi aleyhi : soluk, ilgisiz, diriliğini, parlaklığını kaybetmiş, baygın
min el mevti : ölümden, ölüm halinden, diriliği anlamamış, idraksiz,
Fe evla lehum : daha uygun, benimsemiş, onlar için daha uygun

 

20- İman edenlere derler ki: Bir belge indirilse ya! Belgeler tüm gerçekliğiyle ve zikriyle apaçık ortadadır. Onları görürsün ki; onlar hep bir kavga içinde, kalblerinde bakıp görememe hastalığı, onlar bir idraksizlik içinde, ilgisizlik içindedirler. Onlar o halleri benimsemişlerdir.

 

-21-

 طَاعَةٌ وَقَوْلٌ مَّعْرُوفٌ فَإِذَا عَزَمَ الْأَمْرُ فَلَوْ صَدَقُوا اللَّهَ لَكَانَ خَيْرًا لَّهُمْ

Tâatun ve kavlun marûf fe izâ azemel emr fe lev sadekûllâhe le kâne hayran lehum

tâatun : itaat, uymak, hakikatlere itaat etmek
ve kavlun : söz, sözleşme, anlaşma
ma’rûfun : bilinen, tanınan, maruf, güzel, arif
fe izâ azeme : eğer belirlenmesi, belirlendi, kesinleşti, anlamak,
el emru : iş, emir, hüküm, komut, talimat
Fe lev sadaku Allah : o zaman, eğer, ise, sadakat, onaylama, tasdik, Allah
Le kane hayran lehum : onlar için daha hayırlı oldu, iyi oldu

 

21- Hakikatler üzere olsalardı ve söylenen sözlere arif olsalardı, böylece işleyişi anlayıp, Allah’a bağlılık üzere olsalardı, elbette onlar için daha hayırlı olurdu.

 

-22-

فَهَلْ عَسَيْتُمْ إِن تَوَلَّيْتُمْ أَن تُفْسِدُوا فِي الْأَرْضِ وَتُقَطِّعُوا أَرْحَامَكُمْ

Fe hel aseytum in tevelleytum en tufsidû fîl ardı ve tukattıû erhâmekum

Fe hel : o zaman, artık, öyleyse, öylemi
aseytum : olacak, umulur, beklenir
İn tevelleytum : kabul etmediniz, döndünüz,
en tufsidû : yağma, düzeni bozma, kargaşalık, fesat çıkarma
fîy el ardı : dünyada, yeryüzünde
ve tukattıû : kesmek, koparmak, ayırmak
erhâme-kum : geldiğiniz öz, akrabalarınız, yakınlar, rahim,

 

22- Eğer hakikatleri bırakıp cehalet hâllerine dönerseniz, yeryüzünde bozgunculuk yapar ve geldiğiniz öz ile olan bağlarınızı koparırsınız.

 

-23-

أُوْلَئِكَ الَّذِينَ لَعَنَهُمُ اللَّهُ فَأَصَمَّهُمْ وَأَعْمَى أَبْصَارَهُمْ

Ulâikellezîne leanehumullâhu fe esammehum ve amâ ebsârehum

Ulâike ellezine : işte onlar, o kimseler
leane-hum allâhu : lanet, rahmetten uzaklaşmak, düşmek, Allah,
fe esamme-hum : sağır, kulakları vardır duymazlar
ve amâ : körlük, hakikat körlüğü, görememe,
ebsâre-hum : gözleri, onların

 

23- İşte o hâlde olan kimseler Allah’ı anlayamayıp rahmetten uzaklaşmışlardır. Öyle ki onların kulakları vardır hakikatleri duyamazlar ve gözleri vardır hakikatleri göremezler.

 

-24-

أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ الْقُرْآنَ أَمْ عَلَى قُلُوبٍ أَقْفَالُهَا

E fe lâ yetedebberûnel kur’âne em alâ kulûbin akfâluhâ

E fe lâ yetedebberûne : tedebbür etmezler, düşünüp taşınmak, araştırmak
el kurâne : kâinat kitabı, ilahi sözler, okunan şeyler,
em ala kulûbin : yoksa, kalpleri
akfâlu-hâ : kilitleri, kapalı,

 

24- Onlar, kâinat kitabına bakıp hakikatleri anlamak için düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri kilitli mi?

 

-25-

إِنَّ الَّذِينَ ارْتَدُّوا عَلَى أَدْبَارِهِم مِّن بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمُ الْهُدَى الشَّيْطَانُ سَوَّلَ لَهُمْ وَأَمْلَى لَهُمْ

İnne ellezîne erteddû alâ edbârihim min ba’di mâ tebeyyene lehumul hudeş şeytânu sevvele lehum ve emlâ lehum

İnne ellezine : doğrusu, onlar, o kimseler,
erteddû : geriye dönmek, eski elbisesini giymek, eski biliş,
alâ edbâri-him : ayrıldılar, arkalarına, ayrılış
min badi : uzaklaşmak, sonra
mâ tebeyyene lehum : onlara gösterilen, bulunan, beyan olan, açıklanan,
el hudâ : huda, yol gösteren,
eş şeytânu : şeytan, kötülük halleri
Sevvele lehum : uzaklaştırdı, sürükledi, ulaştırdı
ve emlâ lehum : dikte, sürüklemek, yazdırmak, yönelmek, onlar

 

25- Doğru yol gösterilip, hakikatler açıklandıktan sonra, eski cehalet bilişlerine dönenler şeytani hâllere sürüklenirler ve o hâllerde kalırlar.

 

-26-

ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ قَالُوا لِلَّذِينَ كَرِهُوا مَا نَزَّلَ اللَّهُ سَنُطِيعُكُمْ فِي بَعْضِ الْأَمْرِ وَاللَّهُ يَعْلَمُ إِسْرَارَهُمْ

Zâlike bi ennehum kâlû lillezîne kerihû mâ nezzelallâhu senutîukum fî ba’dil emr, vallâhu ya’lemu isrârehum

zâlike bi enne hum : işte, işte böylece, bu sebeple,
kâlû lillezine kerihu : dediler onlara kerih, kötü görmek, iğrenç, hor
ma nezzele allâhu : indirdiği şey, ortaya çıkan, varettiği şey, Allah
se-nutîu-kum : itaat edeceğiz, söz dinlemek, uymak, siz,
Fiy badi el emri : uzak, sonra, bazı, işler, hükümler,
ve Allâhu yalemu : Allah, bilir, bilen,
isrâre-hum : esrar, gizli hikmet, mana, bilinmeyen, onlar

 

26- İşte o hâllerde olanlar, Allah’ın var ettiği şeyleri hor görürler. İtaat eder gibi görünürler, fakat onlar işleyişi anlamaktan uzaktırlar ve onlar Allah’ı bilenlerden, manalara ulaşanlardan değillerdir.

 

-27-

فَكَيْفَ إِذَا تَوَفَّتْهُمْ الْمَلَائِكَةُ يَضْرِبُونَ وُجُوهَهُمْ وَأَدْبَارَهُم

Fe keyfe izâ teveffethumul melâiketu yadribûne vucûhehum ve edbârehum

Fe keyfe iza : artık, o zaman, işte, nasıl, olduğunda,
teveffet-hum : insan zihni, şuur idrak merkezi, ölüm, can vermek,
el melâiketu : güçleri, melek, her varlıktaki güç, kuvve
yadribûne : vurgu, vurgulamak, darbe, vurmak
vucûhe-hum : yüzleri, kendi gerçeği, onlar,
ve edbâre-hum : sırtları, geçmişleri, arka, onlar, eski biliş

 

27- Onlar kendilerini tutan kuvveyi, kendi zihinlerinin nasıl çalıştığını düşünmezler mi? Onlara kendi gerçekleri vurgulanır, fakat onlar geçmiş bilişlerinde kalırlar.

 

-28-

ذَلِكَ بِأَنَّهُمُ اتَّبَعُوا مَا أَسْخَطَ اللَّهَ وَكَرِهُوا رِضْوَانَهُ فَأَحْبَطَ أَعْمَالَهُمْ

Zâlike bi enne hum ettebeû mâ eshat Allâhe ve kerihû rıdvânehu fe ahbeta a’mâlehum

zâlike bi ennehum : işte bu sebeple, çünkü, işte onların olması
ettebeû : tabi oldular, uydular
ma eshat : şey, ne, değil, kızmak, öfkelenmek, hoşnutsuz,
Allah ve kerihû : Allah, kerih görmek, çirkin, hor, hakir, kötü
rıdvâne-hu : onun rızası, hoşnutluğu, memnuniyet,
fe ahbeta : hayal kırıklığı, umduğunu bulamamak, boşa çıkarmak
amâle-hum : onların amelleri, çalışmaları

 

28- İşte onlar öfkelerine tâbi olurlar. Allah’ı ve O’nun rızasını kerih görürler. Böylece onlar çalışmalarında umduklarını bulamazlar.

 

-29-

أَمْ حَسِبَ الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ أَن لَّن يُخْرِجَ اللَّهُ أَضْغَانَهُم

Em hasibellezîne fî kulûbihim maradun en len yuhricallâhu adgânehum

em hasibe ellezîne : veya, yoksa, yada, sandılar, zannettiler,
fîy kulûbi-him : kalplerinde, onların kalplerinin içinde,
maradun : maraz, hastalık, cehalet hastalığı
en len yuhrice allâhu : değil, asla, dışarı çıkarmak, hariç, anlamama, Allah
adgâne-hum : gizli kinleri, kötülük halleri, onlar

 

29- O hâllerde olan kimseler, zanlarda kalanlardır, kalblerinde cehalet hastalığı vardır. İçlerinde gizli kin taşıyanlar, Allah’ı asla anlayamazlar.

 

-30-

وَلَوْ نَشَاء لَأَرَيْنَاكَهُمْ فَلَعَرَفْتَهُم بِسِيمَاهُمْ وَلَتَعْرِفَنَّهُمْ فِي لَحْنِ الْقَوْلِ وَاللَّهُ يَعْلَمُ أَعْمَالَكُمْ

Ve lev neşâu le ereynâkehum fe le areftehum bi sîmâhum ve le tarifennehum fî lahnil kavl ve allahu yalemu amâlekum

ve lev neşau : eğer, ise, şayet, istek, dilek, arzu,
le ereynâ ke hum : elbette, göstermek, tanımak, bildirdik, biz, sen, onlar
Fe le arefte hum : böylece, tanıdın, bildin, arif oldun, anladın, onlar
bi sîmâ-hum : özellikleri, simalarıyla, simalarından, nitelik, onlar
ve le tarifenne-hum : ve onları mutlaka tanırsın, bilirsin
fî lahni el kavli : sözlerdeki sözlerden, ima
ve Allâhu yalemu : Allah, bilir, bilen, ilmin sahibi, ilmiyle var eden,
amâle-kum : sizin amelleriniz, çalışmalarınız, gayret,

 

30- Eğer Bizi anlamayı isteselerdi, elbette sen Bizi anlamayı isteyenleri hallerinden tanırdın, özelliklerinden onları bilirdin, söyledikleri sözlerden onları tanırdın. Siz gayret gösterip Allah’ı bilenlerden olun.

 

-31-

وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ حَتَّى نَعْلَمَ الْمُجَاهِدِينَ مِنكُمْ وَالصَّابِرِينَ وَنَبْلُوَ أَخْبَارَكُمْ

Ve le nebluvennekum hattâ na’lemel mucâhidîne minkum ves sâbirîne ve nebluve ahbârekum

ve le nebluvenne kum : biz, imtihan etmek, denemek, dikkatli düşünmek
hattâ naleme : hatta, kadar, biz, bilinceye kadar,
el mucâhidîne : mücahit, gayret gösteren, hakikati anlamak için mücadele
min-kum : sen, sizden, sizler,
ve el sâbirîne : ve sabredenler, sabırla
ve nebluve : biz, çalıştırmak, imtihan, denemek, dikkatlice düşünmek,
ahbâre-kum : haber, bildirilen, siz

 

31- Elbette siz, Bizi bilinceye kadar dikkatlice düşünmelisiniz, Bizi bilinceye kadar hakikatleri anlamak için gayret gösterin ve sabırlı olun ve size bildirilen bilgilerle Bizi anlamak için dikkatlice düşünün.

 

-32-

إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا وَصَدُّوا عَن سَبِيلِ اللَّهِ وَشَاقُّوا الرَّسُولَ مِن بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمُ الهُدَى لَن يَضُرُّوا اللَّهَ شَيْئًا وَسَيُحْبِطُ أَعْمَالَهُمْ

İnnellezîne keferû ve saddû an sebîlillâhi ve şâkkûr resûle min ba’di mâ tebeyyene lehumul hudâ len yedurrûllâhe şey’â, ve seyuhbitu a’mâlehum

inne ellezîne keferu : doğrusu, işte, o örtenler, hakikatleri kabul etmeyen
ve saddû : engellediler, men ettiler
an sebîli allâhi : Allah’ın yolundan
ve şâkkû : ayırmak, sertleşmek, muhalefet ettiler
el resûle min badi : resul, sonra
mâ tebeyyene lehum : bulundu, açıklandı, açıkça belli oldu, onlara, gösterildi
el hudâ : huda, hidayet, yol gösteren,
len yedurrû Allâh şeyen : değil, asla, zarar, sıkıntı, korunma, Allah, şey, bir şey
ve se yuhbitu : heba olur, boşa gider,
amele hum : amel, çalışma, onlar

 

32- Doğrusu hakikatleri görmemezlikten gelenler ve Allah’ın hakikatleri yolunda olanları engellemeye çalışanlar ve hakikatleri açıklayıp yol gösteren resul’e karşı duranlar, Allah’ın hakikatlerinden bir şey anlayamazlar ve onlar amelleriyle boşa hareket ederler.

 

-33-

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ وَلَا تُبْطِلُوا أَعْمَالَكُمْ

Yâ eyyuhellezîne âmenû etîûllâhe ve etîûr resûle ve lâ tubtılû a’mâlekum

yâ eyyuhâ ellezine amenu : ey iman edenler, inananlar, güvenenler
etîû allâhe : Allah’a itaat edin, uyun
ve etîû er resûle : itaat edin, uyun, anlayın, resul
ve lâ tubtilû : yok, batıl olan şeylere uymayın, ziyan etmeyin,
amâle-kum : sizin amelleriniz

 

33- Ey iman edenler! Allah’a itaat edin ve resul’ün anlattıklarına uyun ve çalışmalarınızda batıl olan şeylere uymayın.

 

-34-

إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا وَصَدُّوا عَن سَبِيلِ اللَّهِ ثُمَّ مَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ فَلَن يَغْفِرَ اللَّهُ لَهُمْ

İnnellezîne keferû ve saddû an sebîlillâhi summe mâtû ve hum kuffârun fe len yagfirallâhu lehum

inne ellezîne keferü : muhakkak, doğrusu, örten, hakikatleri kabul etmeyen,
ve saddû : engellediler, men ettiler, karşı koyan,
an sebîli allâhi : Allah’ın yolundan
summe matu : sonra, daha sonra, ardından, öldü, kaybeden, yenilen,
ve hum kuffarun : örtenlerden oldular, hakikatleri kabul etmeyen, kâfir
Fe len yagfire allâhu : böylece, değil, mağfiretten mahrum kalmak, Allah
lehum : onları

 

34- Doğrusu hakikatleri görmemezlikten gelenler ve Allah yolunda olanları engellemeye çalışanlar, sonunda kaybederler ve onlar hakikatleri kabul etmezler. Böylece onlar Allah’ın mağfiretinden mahrum kalırlar.

 

-35-

فَلَا تَهِنُوا وَتَدْعُوا إِلَى السَّلْمِ وَأَنتُمُ الْأَعْلَوْنَ وَاللَّهُ مَعَكُمْ وَلَن يَتِرَكُمْ أَعْمَالَكُمْ

Fe lâ tehinû ve ted’û iles selmi ve entumul alevne vallâhu meakum ve len yetirekum amâlekum.

Fe lâ tehinû : güçten düşmek, gevşemeyin, çözülmeyin
ve tedû : izin, çağrı, çağırın
ilâ el selmi : ancak, hep, barışa huzura, selamet,
Ve entüm el alevne : siz, yüksek, erdemli, faziletli kişiler
ve Allâhu mea kum : Allah, sizinledir, seninledir, her an sizinle
ve len yetire-kum : asla, değil, terk etmez, eksiltmez, azaltmaz
amâle-kum : sizin amelleriniz

 

35- Sakın hakikat yolunda gevşek davranmayın, hep barışa ve huzura çağrı yapın ve erdemli kimselerden olun. Allah her an sizinle beraberdir ve sizler çalışmalarınızda asla hakikatleri terk etmeyin.

 

-36-

إِنَّمَا الحَيَاةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَإِن تُؤْمِنُوا وَتَتَّقُوا يُؤْتِكُمْ أُجُورَكُمْ وَلَا يَسْأَلْكُمْ أَمْوَالَكُمْ

İnnemel hayâtud dunyâ laibun ve lehv ve in tuminû ve tettekû yutikum ucûrekum ve lâ yeselkum emvâlekum.

İnnemâ el hayatu ed dünya : doğrusu, sadece, ancak, yalnız dünya hayatı
Laibun ve lehvun : oyun ve eğlence
ve in tuminu : eğer, inanmak, iman etmek
ve tettekû : fenalardan sakınmak Allah’a ortak koşmamak
Yuti kum ecir kum : sunulur, verilir, siz, ecir, karşılık, siz,
ve lâ yesel kum : yok, değil, isteyen, soran, arayan, istemez, siz
emvâle-kum : mallarınız, paranız, her şeyiniz, değerleriniz,

 

36- Dünya hayatını sadece bir oyun ve eğlence hâline getirmeyin. Eğer inanır ve fenalardan sakınır, Allah’a ortak koşmazsanız size karşılığı sunulur. Sizler hakikatlerin değerlerini araştırmayı bırakmayın

 

-37-

إِن يَسْأَلْكُمُوهَا فَيُحْفِكُمْ تَبْخَلُوا وَيُخْرِجْ أَضْغَانَكُمْ

İn yes’elkumûhâ fe yuhfikum tebhalû ve yuhric adgânekum

İn yeselkumû-hâ : eğer, ise, isteyen, arayan, sorgulayan, soran, siz, o,
fe yuhfi-kum : böylece, artık, sınırlar, ısrar, çevrili, sarılı, siz
tebhalû : cimri, eksik, kısmak, varlığını teslim etmeyen,
ve yuhric : dışarı, çıkaran, bırakan,
adgâne-kum : zaaf, kötülük, kıskançlık, bencillik, kendine düşkünlük, kin,

 

37- Eğer sizler kendinizi anlamayı bırakırsanız, artık varlığınızı sahibine teslim etmekten kaçınırsınız, cehalete sarılırsınız ve sizler içinizde gizli kin hâlleriyle ortaya çıkarsınız.

 

-38-

هَاأَنتُمْ هَؤُلَاء تُدْعَوْنَ لِتُنفِقُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَمِنكُم مَّن يَبْخَلُ وَمَن يَبْخَلْ فَإِنَّمَا يَبْخَلُ عَن نَّفْسِهِ وَاللَّهُ الْغَنِيُّ وَأَنتُمُ الْفُقَرَاء وَإِن تَتَوَلَّوْا يَسْتَبْدِلْ قَوْمًا غَيْرَكُمْ ثُمَّ لَا يَكُونُوا أَمْثَالَكُمْ

Hâ entum hâulâi tudavne li tunfikû fî sebîlillâh fe minkum men yebhal ve men yebhal fe innemâ yebhalu an nefsih vallâhul ganiyyu ve entumul fukarâu ve in tetevellev yestebdil kavmen gayrekum summe lâ yekûnû emsâlekum

hâ entum haulai : şüphesiz bu, işte böyle
tud’avne : davet, çağrı,
li tunfikû : için, infak etmek, vermek, karşılıksız vermek,
fî sebîlillâhi : Allah’ın yolunda
Fe min-kum men : eğer, o siz, artık sizden bir kısmınız
yebhalu : cimri, vermeyen, yedeklemek, cimrilik eder
ve men yebhal : kim, kimse, cimri, vermeyen, yedeklemek, toplamak,
Fe innemâ yebhalu : ancak, sadece kendine yedekler, cimrilik eder
an nefsi-hî : kendine, kendi nefsine
vallâhu : ve Allah
el ganiyyu : gani, zengin, müstağni
ve entum el fukara : ve siz yoksul fakir, fukara, hiçbir şeyi olmayan, varlığından geçmiş
Ve in tetevellev : eğer, varsayar, siz yüz çevirirsiniz, dönersiniz
yestebdi : değiştirir, değişiklik,
el kavmen gayre kum : kavim, kimseler, kişiler, gayrı, başka, siz,
Summe lâ yekûnû : sonra, yok, olur, olmaz, anlayamaz,
emsâle-kum : benzer, denk, eş, durum, misal, hikaye, siz,

 

38- İşte sizler Allah yolunda infak için çağrılıyorsunuz. Fakat sizler varlığınızı sahibine teslim etmeyen kimselerden oluyorsunuz. Kim varlığını sahibine teslim etmezse, artık o varlığını kendine nisbet eder ve varlığını sahibine teslim edemez. Allah tüm varlığın sahibidir ve sizlerin hiçbir şeyi yoktur. Eğer sizler hakikatlerden yüz çevirirseniz batıl şeylere dönersiniz. Sonra da siz tüm varlıktaki benzerlikleri anlayamazsınız.