MÜ’MİNÛN SÛRESİ Mü’minûn

 

1- Müminler felah bulanlardır.

2- O kimseler; huşu içinde, her an Hakk’a bağlı olma şuurundadırlar.

3- O kimseler; aslı olmayan sözlerden dönmüşlerdir.

4- O kimseler; fâil olanı bilirler, temizlenme içinde olup kendilerindekini paylaşanlardır.

5- O kimseler; ikiliğe düşmekten korunmuşlardır.

6- Onlar, ancak birlik üzeredirler ve onlar kendilerindeki gücün sahibi olmadıklarını bilirler. Muhakkak ki onlar Melâmî’lerden başkası değildir.

7- Bundan sonra kim hakikatlerden geri döner, eski cehalet bilişlerini ararsa, işte onlar adetlerde kalıp haddi aşanlardır.

8- Müminler; emanetlere ve verdikleri sözlere uyanlardır.

9- Müminler; her an, her şeyleriyle Hakk’a bağlılık üzere hareket ederler, o şuurlarını muhafaza ederler.

10- İşte onlar Tevhid ilminin varisleridirler.

11- Halkta Hakk zevki o kimseleri teslim almıştır. Onlar devamlı o haldedirler.

12- Gerçek olan şu ki, insanı akıp gelen bir özden varettik.

13- Sonra onu sağlam bir meskende nutfe olarak düzenledik.

14- Sonra da halkettiğimiz nutfeyi bağlayıp iliştirdik. Sonra bağlayıp iliştirdiğimizi embriyo halinde geliştirdik. Sonra embriyodan kemikler oluşturduk. Sonra da kemiklere etler giydirdik. Sonra da onu vücudlandırdık. Sonunda onu halk olarak çıkardık. İşte Allah en güzel biçimde halkeden, tüm varlığı Zatıyla tutandır.

15- Sonra muhakkak ki siz, belli bir süre sonra elbette ölümü anlayacaksınız.

16- Sonra muhakkak ki siz, ölüm vakti size gelinceye kadar açığa çıkarılan varlığı anlama içinde olacaksınız.

17- Doğrusu kendi bedeninizi nasıl yarattığımızı anlayabilmeniz için yedi makam üzere bakın. Biz boş bir şey yaratan değiliz.

18- Semadan bir ölçü ile suyu indirdik. Böylece yeryüzünde onu tuttuk ve bir yerden bir yere onu yönlendiriyoruz. Elbette bütün her şeydeki kudret Biziz.

19- Böylece onunla bahçeler, hurmalar ve üzümler oluşturduk. Orada meyvelerden bolca yararlanırsınız ve onlardan beslenirsiniz.

20- Ağaçlarda tohumlar gelişir, o vücudlanmış tohumlar bereket taşır ve onlardan beslenmek için katık elde edersiniz.

21- Muhakkak ki hayvanlarda da sizin için dersler vardır. Onlardan gelen sütlerden içersiniz ve onlardan birçok faydalar bulursunuz ve onlardan beslenirsiniz.

22- Onların üzerinde yol alır taşınırsınız.

23- Doğrusu Nûh da kavmine Bizi anlatmak için açığa çıktı. Böylece dedi ki: Ey kavmim! Allah’ın kulu olduğunuzu anlayın, sizin için ondan başka bir ilah yoktur, hâlâ fenalardan sakınmaz mısınız?

24- 25- Kavminden hakikatleri görmemezlikten gelip örtenlerden ileri gelenler dediler ki: Bu sizin gibi bir beşerden başka bir şey değildir, o size hükmetmek istiyor, Allah isteseydi elbette melekler indirirdi, biz önceki atalarımızdan bu konuda bir şey işitmedik, o ancak aklını kaybetmiş bir kişi, bundan sonra onu her an gözlemleyin.

26- Dedi ki: Rabbim! Beni yalanlamaları sebebiyle bana yardım et.

27- Böylece ona: Tüm varlıktaki Bize ait olan tecellilere bakmasını ve bildirdiklerimizle hareket etmesini ve tüm varlığın işleyişin Bize ait olduğunu anlayanlardan olup ve bir yücelik içinde aydınlığa ulaşmasını, böylece ikilikten geçip bütün varlığın birlik içinde olduğunu anlamasını vahyettik. Onlardan hakikatlerin sözlerine uyup, hakikatlerin idrakinde ilerleyenler senin ailendir. Tüm varlıktaki Benim hitabımı yok sayıp zalimlikler içinde olanlar ise, muhakkak ki onlar kendi cehaletlerinde boğulup giderler, diye bildirdik.

28- Sen ve seninle birlikte Hakk’a yönelip yol alan kimseler derler ki: Varlıktaki tüm niteliklerin sahibi Allah’tır. Ki O’dur bizi, zalim kimselerden iken kurtuluşa ulaştıran.

29- De ki: Rabbim varılacak yerin kutsallığına beni ulaştır ve sen durulan yerin en hayırlısısın.

30- Muhakkak ki bunların içinde elbette işaretler vardır. Her varlığı, araştırılıp hakikatlere ulaşılacak bir halde sunduk.

31- Önceki ve sonraki tüm nesilleri bedenlendiren Biziz.

32- Böylece onların içinden onlara, Bizi anlatan, hakikatleri gösterenler açığa çıktı. Dediler ki: Allah’ın kulu olduğunuzu anlayın, size O’ndan başka bir ilah yoktur, hâlâ fenalardan sakınmaz mısınız?

33- 34- Hakikatleri görmemezlikten gelen kimselerden ileri gelenler ve sonlarına inanmayıp, Hakk ile bir olduğunu yalanlayanlar, dünya hayatında onları şekillendirip suretlendirdiğimiz halde derler ki: Bu yediğinizden yiyen, sizin içtiğinizden içen, sizin gibi bir beşerden başka bir şey değildir. Eğer siz, sizin gibi bir beşere itaat ederseniz, muhakkak ki siz elbette hüsrana uğrarsınız.

35- Siz öldüğünüzde, toprak ve kemik olduktan sonra, bir diriliğin içinde olacağınızı mı size söylüyor?

36- 37- Yazık, ne yazık şeyler size söylüyor. Sadece dünya hayatında yaşarız ve ölürüz ve bir diriliğin içinde olacak da değiliz.

38- O sadece Allah hakkında bir şeyler uydurandan başka bir kişi değildir ve biz ona inanacak da değiliz, dediler.

39- Hakikatleri açıklayan dedi ki: Rabbim beni yalanlamaları sebebiyle bana yardım et.

40- Muhakkak ki kısa bir zaman sonra pişmanlık duyanlardan olacaklar, diye bildirildi.

41- İşte onlar kendi cehaletlerine sarıldılar, her varlıkta olan Hakk’ın o kudretli sesini anlayamadılar. Öyle ki sunduğumuz hakikatleri anlayamayanlar, bir cehaletin bataklığında sürüklenir giderler, böylece zalim kimseler hakikatleri anlamaktan uzaklaşırlar.

42- Önceki ve sonraki tüm nesilleri bedenlendiren Biziz.

43- Bir ümmet ecelini erkene alamaz ve sonraya da bırakamaz

44- Sonra da ardı ardına hakikatlerimizi gösterenler, Bizi anlatanlar açığa çıktı. Her ümmete hakikatlerimizi gösteren biri geldiğinde onu yalanladılar. Öyle ki Bize tâbi olamadılar, bazısı bazısına tâbi oldu. İnanmayan kavimlerin hakikatlerden nasıl uzaklaştıkları bilinsin diye   onların hadiselerini aktardık.

45- Sonra Mûsâ ve kardeşi Hârûn da delillerimizle Bizi açıklamak için açığa çıktılar ve apaçık delillerle açıkladılar.

46- Firavuna ve onun din adamlarına hakikatleri açıkladılar. Fakat onlar kibirlilerdendi ve zorba bir kavimdi.

47- Böylece dediler ki: Bizim gibi olan iki beşere mi inanalım ve onların kavmi bizim kölelerimiz.

48- Böylece onları yalanladılar, sonra kendilerine yazık edenlerden oldular.

49- Mûsâ, tüm varlığı bir kitap olarak sunduğumuzu, hakikatlere yol bulmaları umuduyla onlara açıkladı.

50- Meryemoğlu ve annesi de sunduğumuz ayetleri anlayanlardandı ve onlar Zât makamının yüceliğinin şuuruna vardılar ve öze teslim oldular.

51- Ey hakikatleri açıklayanlar! Tertemiz haller üzere olun, hakikatlerden faydalanın, faydalandırın ve dosdoğru hakk yolunda çalışın, çalışmalarınızda ki ilmin sahibinin Ben olduğumu anlayın.

52- Muhakkak ki siz de o varlıktaki topluluklar gibi bir topluluksunuz. Sizi vücudlandıran Benim. Bundan sonra bana karşı fenalardan sakının ortak koşmayın.

53- Fakat onlar aralarında hakikatler hakkında bölündüler. Mezheplere, tarikatlara, cemaatlere ayrıldılar. Her zümre kendi inançlarıyla avunup övündü.

54- Artık böyle hallerde olanları bırak. Onlar her zaman cehalet, gaflet içindedirler.

55- Onlar mallarıyla ve çocuklarıyla destekleneceklerini, yardım bulacaklarını mı sanıyorlar?

56- Onlar her şeyden bir faydalanma içinde olurlar. Fakat onlar kendilerini ve çevrelerini tanıma içinde olmazlar.

57- Muhakkak bir saygı içinde olan kimseler, onları vücudlandıranın sevgisiyle hareket ederler.

58- O kimseler, onları vücudlandıranın işaretlerine inanırlar.

59- O kimseler, onları vücudlandırana karşı, kendilerine vücud isnat etmezler.

60- O kimseler, vereceklerini her an verirler ve onların kalbleri hep bir heyecan içindedir. Muhakkak ki onlar, ancak onları vücudlandırana teslim olmuşlardır.

61- İşte onlar, hep faydalı olmak için koşarlar ve onlar, o hallerde hep önde olanlardır.

62- Ve onlar, kendi bedenlerini eksiksiz bir şekilde tutanın Bizden başkası olmadığını bilirler. Ancak kapasitelerince hareket ederler. Bize ait olan hakikatleri konuşan bir kitaptırlar. Onlar hiç kimseye kötülük etmezler.

63- Bilakis bir gaflet, cehalet içinde olanların kalbleri bunları anlayamaz ve onlar amellerinde bir çıkar olmadan çalışmazlar.

64- Hatta onlar nimetlerimizle sarılı oldukları halde, bir sıkıntıda yalvarıp bağırarak yardım isterler.

65- Muhakkak ki Bizim yardımımızı anlayamayanların hiçbir zaman yalvarıp bağırmalarının bir anlamı yoktur.

66- Sizlere hakikatlerimiz delilleriyle açıklanmıştı, fakat siz kendi bildiklerinize dönüp gittiniz.

67- Gaflette kalıp ayrılığa düştünüz, o hallerle kibirlendiniz.

68- Onlar hakikatlerin sözlerini hala düşünmezler mi? Yoksa onlara sunulan, önceki atalarından gelen aslı olmayan şeyleri yeterli mi görürler?

69- Yoksa onlar hakikatleri gösterenleri anlayamadılar mı? Bundan dolayı mı onlar inkâr ettiler?

70- Ya da onda bir delilik mi var diye düşünüyorlar? Bilakis onlara hakikatler sunuldu ve onların çoğu hakikatleri kerih gördüler.

71- Eğer hakikatlere tâbi olsalardı; elbette gökleri ve yeri ve onlarda olan her şeyi varedeni anlarlar, onların asılsız bilişleri dağılıp giderdi. Bilakis onlara zikrin ne olduğunu sunduk. Fakat onlar kendilerindeki zikirden yüz çevirdiler.

72- Yoksa onlardan bir karşılık istediğini mi sanıyorlar? Seni vücudlandıranın karşılığı daha hayırlıdır ve O hayırlısıyla rızıklandırandır.

73- Muhakkak ki sen, elbette onları dosdoğru hakkın yoluna davet ediyorsun.

74- Doğrusu o kimseler sonlarına inanmazlar, hakikatlerin yolunu gösteren kâmil insanlara inanmazlar

75- 76- Her ne kadar onları özümüzden var etsek de ve tüm niteliklerle onları ortaya çıkarsak ta, onlar bu hakikatleri görmezler. Onlar azgınlıklar içinde oyalanırlar ve elbette o hallerde bulunmada ısrar ederler ve alçakgönüllü olmazlar, kendilerini vücudlandıranı anlamaya çalışmazlar. Doğrusu Bizi anlayamayanlar sıkıntılarda kalırlar.

77- Hatta şiddetli sıkıntılara sahip iken kurtulmaları için onlara kapılar açtığımız halde, yine de onlar ümitsizlik içinde olurlar.

78- Sizi vücudlandıran, işitme ve görme ve idrak şuuru veren ki O’dur. Sizdeki sıfatların sahibini bilip teslim etmede ne kadar da zayıf davranıyorsunuz.

79- Ki O sizi yeryüzünde çoğaltıp yayandır ve her an O’nun birliğindesiniz.

80- Ki O hayat verendir ve sınırlandırandır. Geceyi ve gündüzü farklı kılandır. Hâlâ düşünüp akıl etmez misiniz?

81- Bilakis onlar, öncekilerin söyledikleri şeylerin benzerini söylüyorlar.

82- 83- Dediler ki: Öldüğümüz zaman ve toz toprak olduktan ve dağılıp gittikten sonra mı dirilik içinde olacağız? Doğrusu bize ve bizden önceki atalarımıza da bunlar söylendi. Bunlar ancak öncekilerin efsaneleridir.

84- De ki: Eğer biliyorsanız söyleyin, yeryüzü kimindir ve orada olan her şey kimindir?

85- Onlar derler ki: Allah’ındır. De ki: O halde varoluşu derin düşünüp o hakikatlerle bu âleme bakmaz mısınız?

86- De ki: Vücudlandıran kimdir, yedi ulvî makamın sahibi kimdir ve bütün her yeri yüceliği ile kaplayan kimdir?

87- Onlar derler ki: Allah’tır. De ki: O halde fenalardan sakınmaz mısınız?

88- De ki: Eğer biliyorsanız söyleyin: Bütün her şeyi idare eden güç ve bütün her şeyi himaye eden ve himayeye muhtaç olmayan kimdir?

89- Onlar derler ki: Allah’tır. De ki: Öyleyse nasıl olur da aldatılırsınız?

90- Doğrusu onlara hakikatleri sunduk, ancak onlar yalanlarda kaldılar.

91- Allah çocuk edinmemiştir ve onunla beraber bir ilah olmadı. Öyle olsaydı, bütün ilahlar birbirlerine yaratılan varlık hakkında yücelik taslarlardı. Allah; noksan sıfattan münezzehtir, hiçbir şekilde vasfedilemez.

92- Görünmeyen bilinmeyen âlemi varedendir ve her an her yerde hazır olandır. Ortak koştukları şeylerden yüce olandır.

93- De ki: Rabbim! Açığa çıkan şeylerin hakikatlerini bana göster.

94- Rabbim! Zalim kimselerin hallerinde kalanlardan olmayayım.

95- Sen bize ortaya çıkan her şeyde nurunu gösterensin. Elbette tüm varlıktaki kudret sensin.

96- Kötülüklerimizi güzelliklerinde yok etmemizi sağla. Bize ilminle varlığı anlamamızı sağla.

97- De ki: Rabbim! Şeytani hallerin vesvesesinden sana sığınırım.

98- Rabbim! O hallerde bulunmaktan da sana sığınırım.

99- Hatta o hallerden bir şey içimden bile geçerse, Rabbim beni hemen döndür.

100- Böylece ben; tüm o hallerden uzak olayım, dosdoğru hakk yolunda çalışanlardan olayım. Muhakkak ki o söylenen hakikatlerin sözleri üzere olayım. Ayrılıkla berzahta kalıp geçmiş cehalet hallerine dönenlerden olmayayım. Sadece her an birlik üzere olayım.

101- Suretlerden gönüllere üflenildiğinde, onların aralarında o vakit bir neseb kalmaz ve birbirlerini sorgulamazlar.

102- Bundan sonra kim hakikatleri anlamada bir ölçüye ulaşmışsa, işte onlar felaha erenlerdir.

103- Ve kim hakikatleri anlamada o ölçüde zayıf kalmışsa, işte o kimseler nefislerini anlamada hüsrana uğramışlardır ve hep içlerinde cehaletin cehennemi vardır.

104- Sıkıntılı halleri yüzlerinden belli olur ve onlar bir ızdırap içinde o hallerde kalırlar.

105- Ayetlerimiz size her an her varlıktan okunmuyor mu? Fakat siz o hakikatlere karşı yalanlarda kalıyorsunuz.

106- Dediler ki: Rabbimiz! Şakiliğimiz bize galebe çaldı ve biz hakikatlerden sapan kimselerden olduk.

107- Rabbimiz! Bizi o hallerden çıkar. Öyle ki biz cehalet hallerimizde kaldık, böylece zalimlerden olduk.

108- O hallerde kalanların, hakikatlerimizin kelimelerini söylemeleri olamaz, diye bildirildi.

109- Doğrusu fırkalarda kalan kullarım derler ki: Rabbimiz! İman ettik. Bundan sonra bize mağfiret et ve merhamet eyle ve sen rahmetinle hayırlı olansın.

110- Fakat onlar hakikatleri önemsememe hallerine sarıldılar. Öyle ki o halleriniz, sizin Beni anmanızı unutturdu ve siz önemsemeyenlerden oldunuz.

111- Muhakkak ki sabırlı olanlara her zaman karşılıklar vardır. Muhakkak ki onlar kazananlardır.

112- Yeryüzünde kaç yıl kalırsınız, denildi.

113- Belli bir zaman ya da daha az bir zaman kalırız, dediler. Artık kaç yıl yaşarsanız yaşayın hakikatleri sorup araştırın.

114- Eğer siz az bir zaman kaldığınızı anlayabilseydiniz, gerçekten siz yaşamın değerini bilenlerden olurdunuz, diye bildirildi.

115- Sizi boş yere halkettiğimizi ve doğrusu sizin Bizden ayrı olduğunuzu mu sandınız?

116- İşte Allah; gerçek olandır, hakikatleriyle tüm varlığın sahibi olandır. O’ndan başka güç yoktur, her şeyi vücudlandırandır, bütün her yeri kaplayandır, tüm varlıktan asaletini gösterendir

117- Kim Allah ile beraber, kendi zannına göre hiçbir delili olmayan başka ilahlara yönelirse, işte o kimse, onu vücudlandırana ait olan hakikatleri anlamada bir düşünce içinde olamaz. Muhakkak ki hakikatleri görmemezlikten gelenler felah bulamazlar.

118- De ki: Mağfiretinle beni vücudlandıransın ve tüm varlığı rahmetinle saransın ve sen tüm varlığı özünden hayırlısı ile varedensin.