SÂD SÛRESİ Sâd
1- Yarıp açığa çıkarana. Zikrin sahibi, tüm kâinat kitabından kendini gösterir.
2- Lâkin büyüklük içinde kalanlar hakikatleri görmemezlikten gelirler ve kendilerini Hakk’tan ayrı sanırlar.
3- Onlardan önceki nice nesillerde Bizi anlayamayıp yok olup gittiler. Ne zaman hakikatlere çağrı yapılsa, hemen kendi taptıklarına sığındılar.
4- Kendilerinden onlara hakikatlere çağrı yapan biri geldiğinde şaşırdılar ve hakikatleri görmemezlikten gelip: Bu yalanlarıyla aldatandır, dediler.
5- İlahları bir ilah mı yapmış? Doğrusu bu şaşılacak bir şeydir, dediler.
6- Onların ileri gelenleri hakikatleri dinlemekten kaçtılar ve diğerlerine: Siz de ayrılın ve ilahlarımıza karşı sabırlı olun, elbette sizden istenilen şey budur, dediler.
7- Biz birlikte yaşadığımız topluluklardan böyle bir şey işitmedik, bu ancak sonradan uydurulandan başka bir şey değildir, dediler.
8- Bizim aramızdan bir şeyler anlatmak ona mı verildi, dediler. Bilakis onlar Bizi anlama konusunda şüphe içinde kaldılar. Bilakis onlar kendi zevklerinde, kendi dertlerinde oldular.
9- Yoksa tüm değerlerin yüce sahibi, tüm nitelikleri ihsan eden Rabbinin rahmetini gösteren değerler onlara mı ait?
10- Yoksa göklerin ve yerin ve onlarda olan her şeyin hükümranı onlar mı? Öyleyse varoluşa sebep olanın yüce makamına ulaşsınlar.
11- O anlayışta olanların hepsi, fırkalara bölünüp kaybedenlerden oldular.
12- Onlardan önce de, Nûh’un kavmi ve Âd kavmi ve kibirlere saplanıp kalan firavun da hakikatleri yalanladı.
13- Semûd ve Lût kavmi ve Eyke halkı, işte onlarda ayrılıklarda kaldılar.
14- Onların hepsi de hakikatleri gösterenleri yalanladılar. Böylece hakikatleri anlayamadıklarından dolayı zorluklarda kaldılar.
15- Onlar tüm varlıktaki tek ses olan o kudretli sesi anlayamadılar. Onlar hakikatleri anlamak için az bir zaman da olsa beklemediler.
16- Dediler ki: Rabbimiz! Ölüm vakti gelmeden önce, bizim payımız neyse hemen ver.
17- Onların söyledikleri şeylere karşı sabırlı ol ve hakikatleri an. Kulumuz Dâvûd; kendindeki ve tüm varlıktaki güç sahibini anlamıştı, o hakikatlere yönelen olmuştu.
18- O dağlarda iken her şeyi Bizim var ettiğimizi anladı. Onunla beraber olanlar sabah, akşam hakikatleri anlama içinde oldular.
19- Bütün varlığın O’na geri döndüğünü ve O’nun Ulvîliğinde kaybolduğunu anladı.
20- O sahip olduğu vücudunun Bizim gücümüzle hareket ettiğini anladı ve o sunduğumuz hakikatlerdeki hikmeti anladı ve hakk ile batılı fark etti, hakikatleri konuştu.
21- Rabbine yönelmişken, onun bulunduğu makamın üzerine çıkan, o hasımların haberi sana geldi değil mi?
22- Dâvûd’un yanına geldiklerinde Dâvûd birden onlardan çekindi. Dediler ki: Çekinme! Biz hasım olduk, birbirimize saldırdık, artık sen bizim aramızda hakk ile hükmet ve bize hakikatin yolunu göster, haddi aşma, ancak adil olan yola ilet.
23- Onlardan biri dedi ki: İşte bu benim kardeşim. Onun doksan dokuz koyunu var ve benim bir koyunum var. Buna rağmen bana dedi ki: Onu bana ver ve konuşarak bana üstün geldi.
24- Dâvûd dedi ki: Doğrusu senin tek koyununu kendi çok koyunlarına katmak istemekle zalimlerden olmuştur. Zaten çoğu kimse de her şey kendinin olsun ister, birbirlerine haksızlık eder. Ancak iman edenler ve dosdoğru hakk yolunda çalışanlar başka. Ve Dâvûd biraz düşünüp anladı; onlar değildi, muhakkak ki kendisiydi, bizim olanları kendinin demekle imtihan edilenin kendi olduğu. Böylece o hemen Rabbinden bağışlanma istedi ve tüm niteliklerin kime ait olduğunu anladı, teslim oldu ve döndü, yöneldi.
25- Böylece o mağfiretimize ulaştı. İşte böylece o Bize ait olan hakikatlere yakın oldu ve güzelce dönülecek yere döndü.
26- Ya Dâvûd! Sen sunduğumuz hakikatleri anladığında, yeryüzünde ardından gelenlere bu hakikatleri aktar. Artık sen insanlar arasında hakk ile hükmet ve kendi çıkarlarına tâbi olma. Yoksa Allah’ın yolundan kendi cehaletine saparsın. Muhakkak ki Allah’ın yolundan kendi cehaletlerine sapanlar, hakikatleri araştırmayı her zaman unuturlar, onlar daha fazla sıkıntılarda kalırlar
27- Gökleri ve yeri ve onlarda olan her şeyi boş yere halketmedik. İşte hakikatleri görmemezlikten gelenler öyle zannettiler. Yazık ki hakikatleri görmemezlikten gelenler ateştedirler.
28- Hiç, tüm kâinattaki düzenimizi anlayıp iman edip ve dosdoğru hakk yolunda çalışanlar, yeryüzünde fesatlık çıkaranlar gibi olur mu? Hiç, tüm kâinattaki düzenimizi anlayıp, fenalardan sakınıp Allah’a ortak koşmayanlar, hakk’tan dönen, fenalarda kalanlar gibi olur mu?
29- Biz size, her varlığı bir kitap olarak bereketli bir şekilde sunduk. Ondaki delilleri dikkatlice araştırmanız ve hakk üzere aklınızı işletip, ulaştığınız hakikatlerle bu âleme bakmanız ve o hâl üzere yaşamanız için.
30- Dâvûd’a Süleyman’ı bağışladık. O kulluğunu güzelce anladı. Doğrusu o hep hakikate yöneldi.
31- Teveccüh anında ona tüm varlığın geldiği soy, tüm varlığı hareket ettirenin ne olduğu gösterildi.
32- Böylece dedi ki: Ben bir aşk ile aşka bağlandım. Rabbimin zikrine hayrla, hatta sûret âleminin sîretine bağlandım.
33- O kendi cehaletini bırakıp aslına döndü, böylece temizlenmeye başladı. Yönünü başka hiçbir yere döndürmeden yüce olana döndü.
34- Doğrusu Süleyman Bizi anlamak için dikkatice düşündü. O, oluşturduğumuz sûret vücudunun hakikatlerini manevi makam üzere tefekkür etti ve Bize yöneldi
35- Dedi ki: Rabbim bana mağfiret eyle. Bana varlığın içyüzünü anlamayı bahşet. Ben sonradan birlik şuurundan uzaklaşmayayım. Muhakkak ki tüm lütuflar sendendir.
36- Böylece o; bütün her yeri Bizim kapladığımızı anladı. Rüzgârın esip gitmesi gibi, o her varlıktaki işleyişi, her yönden bir huzur içinde hissetti.
37- 38- Ve bütün şeytani hallerde olanlar, büyüklük taslayıp işleyişi kendine nispet edenler ve kendilerine gavslık isnat edenler ve diğer o hallerde olanların hepsi, kelepçeler içinde birbirlerine bağlandılar.
39- Böylece Dâvûd verdiğimiz lütufları anladı. Sonra da hiçbir beklenti içinde olmadan hakikatlere sımsıkı yapıştı.
40- Doğrusu o, Bize ait olan yüce makamlara ulaştı ve güzelce dönüp yöneldi.
41- Kulumuz Eyyûb’ü de an. Hani Rabbine nida etmişti: Şeytani haller, hastalıklar ve müşkiller beni yordu.
42- Gittiğin yolda sağlam hareket et, işte ulaşacağın o hakikatlerle tertemiz olacak ve rahatlayacaksın ve fayda bulacaksın, diye bildirildi.
43- Ona, onun gibi dostlar bahşettik. Rahmetimiz üzere onlarla beraber hareket edenler, onlar gibi hakikatlerin arayışında oldular ve hakk üzere akıllarını çalıştırıp, hakikatleri anlamak, anlatmak üzere oldular.
44- Eyyûb’e bildirildi: Seni gaflete düşüren şeytani hallerden elini çek, sonra o hallerden uzak dur ve ahdini bozma. Doğrusu o sabırlıydı, Bize karşı ilahi bir aşk ile bağlıydı, kulluğunu güzelce yerine getirendi, doğrusu o hep hakka yönelirdi.
45- Kullarımız, İbrâhim’i, İshâk’ı ve Yâkûb’u da an. Onlar da gücün sahibini bilenlerdendi ve hakikatleri idrak edenlerdendi.
46- Doğrusu onlar tüm içtenlikleriyle Bize bağlıydılar. Amelleri hep hakikatler üzereydi. Bulundukları yerlerde hep hakikatleri anarlardı.
47- Doğrusu onlar; hakikatlerimizle hareket eden, iyilikler yolunda olan, güzide kimselerdi.
48- İsmâil, el-Yesa ve Zülkifl’i de an. Onların hepsi iyilikler yolunda olanlardı.
49- Tüm bunlar hakikatler yolunda olanları anmaktır. Muhakkak ki fenalardan sakınan Allah’a ortak koşmayanlar, elbette dönülecek yerin en güzelindedirler.
50- Onlar varlığın hakikatini keşfetmişlerdir, tüm tecellileri idrak etmenin huzuruna ulaşmışlardır.
51- Onlar aradıkları hakikate ulaşmanın rahatlığındadırlar, kesretin hakikatini anlamışlardır ve ilmin zevkindedirler.
52- Ve onlar her an Hakk’ın seyrindedirler, baktıkları her yerde tüm varlığa ayrım yapmadan Hakk ciheti ile bakarlar.
53- İşte bunlar, hakikatleri her an inceleme içinde olduğunuzda, size vaat edilen şeylerdir.
54- Muhakkak bu bitip tükenmeyen Bizim lütuflarımızdır.
55- İşte bu böyledir. Şüphesiz Allah’ı idrak edemeyip putlar edinenler ise, fenalar içinde döner dururlar.
56- Onların bulundukları hâl, yakıp yıkıcı haller içinde olmaktır. İşte o ne kötü bir hâldir.
57- İşte bu onların hiddet hallerini zevk edinmeleri ve kendi var ettikleri cehalet kirliliğinden dolayıdır.
58- Aynı hallerle hareket edip, suretlerde kalan nicelerinin halleri işte hep böyledir.
59- İşte bu guruplar birbirlerini fenalara sürüklerler, saldırgandırlar. Onların samimi dostlukları yoktur. Muhakkak ki onlar yakıp yıkıcı hallerde bulunurlar.
60- Onlar birbirlerine: Bize kötülüğü siz verdiniz, dostluğu yok ettiniz, böylece ne kötü hallerde kaldık, derler.
61- Rabbimiz! Bizi kim bu hallere düşürdüyse, bundan dolayı ateşin içinde kat kat sıkıntılarını arttır, derler.
62- Biz hakikatlerini anlamadık, kâmil kişi olamadık, biz kötülük yolunda olanların sözlerine uyduk, derler.
63- Derler ki: Onlardan alay etmeyi, küçümsemeyi edindik. Yoksa bundan dolayı mı bakışlarımız hakikatlerden saptı?
64- Muhakkak ki işte bunlar gerçektir. Düşmanlık içinde olanlar hep yakıp yıkıcı haller içindedirler.
65- De ki: Ben, sadece hakikatlere çağrı yapan bir uyarıcıyım. Edindiğiniz ilahları bırakın, ancak bir olan, bütün her şeyi tecellileriyle sımsıkı tutan Allah’a iman edin.
66- Gökleri ve yeri ve onlarda olan her şeyi vücudlandırandır. Bütün değerlerin yüce sahibidir, bütün nitelikleri bahşedendir.
67- 68 – De ki: O, tüm varlıktan hakikatlerini bildirendir, işleyişteki karar sahibidir. Siz ondan ayrı değilsiniz.
69-70- De ki: Bilgili kimseler hakikatler hakkında mütalaa ettikleri zaman, benim henüz hakikatler hakkında bir bilgim yoktu. Bana da hakikatler bildirildi. Ben sadece hakikatleri apaçık açıklayıp uyarıyorum.
71- Rabbin bildirdi: Tüm varlıktaki gücün sahibi olduğumu, insanı özümden halkettiğimi anlayın.
72- İnsanı en güzel sıfatlarla düzenledim ve içine ruhumdan üfledim. Artık bu hakikati anlayıp tüm varlığınızla teslim olun.
73- Böylece bütün varlıktaki gücü bir bütünlük içinde anlayan insan; tüm varlığından geçip, bir teslimiyet içinde olur.
74- Ancak, varlığın sûretinde kalıp sîretini görmeyen ise bir teslimiyet içinde olmaz, kibirlilik içinde kalır ve hakikatleri görmemezlikten gelip örtenlerden olur.
75- Bildirildi: Ey sûretlerde kalan! Sen de tüm niteliklerimi taşır bir halde yaratıldın, fakat sen kibirlendin, seni teslim olmaktan men eden şey neydi? Yoksa yücelik sana mı ait?
76- Sûretlerde kalan; benlik içinde kalır, yakıp yıkıcı hallerinden dolayı yaratılışı anlayamaz, kendini diğer yaratılanlardan daha hayırlı görür ve o yaratılanları bir sûret görür ve sîretini göremez.
77- O halde olana bildirilir: Sen varlığın dış yüzünde kaldın, iç yüzünü göremedin. İşte doğrusu sen hakk’tan uzaklaştın.
78- Ve doğrusu sen; yaratma yasalarıyla her an varlığa sahip olanı anlamadın, rahmetten uzaklaştın.
79- O halde olan: Rabbim! Diriliği anlayacağım vakte kadar bana mühlet ver, der.
80- Bildirilir: Doğrusu sen o hakikati anlamayı hep tehir ettin durdun.
81- Ancak zaman, ecel gelinceye kadardır.
82- O halde olan der ki: Bundan sonra bana uyanların hepsi, senin değerlerini kendilerine nisbet edip, elbette hakikatlerden uzaklaşacaklardır.
83- Ancak onlardan tüm özü ile hakikatlere bağlı olup, senin kulun olduğunu anlayanlar hariç.
84- Bildirildi: İşte doğru olan ve söylenen hakikat budur.
85- Senin gibiler ve sana tâbi olanların hepsi, şüphesiz cehaletin cehenneminde kalanlardır.
86- De ki: Ben sizden hiçbir ücret istemiyorum ve bir şey iddia edip karşılık da bekleyecek değilim.
87- Bu bütün insanlar için sadece hakikatleri hatırlatmaktır.
88- O bildirilen hakikatleri bir zaman sonra elbette öğreneceksiniz.