TÂ-HÂ SÛRESİ Tâ-hâ

 

1- Tâ, Hâ

2- Sana kâinat kitabını ikiliğe düşüp sıkıntılarda kalman için sunmadık.

3- Ancak düşünüp hakikatleri anlaman, tevazu içinde olan kimselerden olman için sunduk.

4- Kısım kısım açığa çıkan her şey, yeri ve sonsuz semâyı halk edendendir.

5- Nuruyla bütün her yeri sarandır.

6- Göklerde ve yerde ne varsa ve onlarda olan her şey ve toprağın altındaki şeyler de hep O’nundur.

7- Senin açıkladığın bilgilerdeki, ya da görünmeyen ve bilinmeyen her şeydeki ilmin sahibi muhakkak ki O’dur.

8- Allah’tan başka bir güç yoktur. İsimlerdeki güzellikler O’nundur.

9- Mûsâ’nın yaşadığı olayların bilgisi sana geldi değil mi?

10- Bir nurun varlığını anladığında, ailesine demişti ki: O nuru anlamak için bekleyin, fark ettiğim o nurdan umarım ki size bir bilgi getiririm ya da o nur üzere bir yol bulurum.

11- 12- Böylece o nura ulaştığında, o kutsal nidayı işitti: Ey Mûsâ! Seni vücudlandıran şüphesiz Benim. Artık dünyaya olan meylini, kendine nispet ettiklerini bırak. Elbette sen, mukaddes bir yol olan birlik yolu üzeresin.

13- Sen Beni bir arayışla aradın. Öyleyse tüm kâinattan vahyolunan şeyi dinle.

14- İlah yoktur, sadece Ben varım, muhakkak ki ben Allah’ım. Bundan sonra Benim kulum olduğunu bil ve her an Bana bağlı olmanın şuuruyla hareket et. Hakikatleri anlama, anma içinde ol.

15- Muhakkak ki hakikati anlayacağın o vakit gelecektir. Aradıklarına karşılık bulmak için, içindeki o gücü anlamaya çalış. Herkes hakikatleri anlamak için gayret göstersin.

16- O hakikatlere inanmayan kimseler ve hevalarına tâbi olanlar, seni hakikatlerin arayışından alıkoymasın, yoksa kendine yazık edersin.

17- Doğru diye bilip taşıdığın o şey nedir ya Mûsâ?

18- Dedi ki: Benim bilip taşıdığımdır, dayanağımdır ve onunla yaşam için gerekli nimetlere ulaşırım, benim için onda başka faydalar da vardır.

19- O bilip taşıdıklarını bırak ya Mûsâ, diye bildirdik.

20- Böylece o bilip taşıdıklarını bıraktı. Artık o yaşamın hakikatini arayan olmuştu.

21- Bildirdik: O hakikatleri ara ve hiç korkmadan arayışına devam et. Görünen âlemin ilk doğduğu kaynağın o hakikatini sana sunacağız.

22- İçindeki seni vareden bağlı olduğun o gücü anla. Diğer delillerimizle fenalardan geçerek o gücü tertemiz bir halde ortaya çıkar.

23- Sen ayetlerimizin yüceliğini anlayıp nurumuz üzere ol.

24- Firavuna git, şüphesiz o büyüklük taslayanlardandır.

24- Meâli 2: “Firavunluğunu yok et, şüphesiz o hâl büyüklük, kibir, taşkınlık, haddi aşma halleridir.”

25- Dedi ki: Rabbim hakikatlerinle gönlümü genişlet.

26- İşleyişini anlamamı sağla.

27- Hakikatlerini anlatmam için konuşmama netlik, akıcılık ver.

28- Sözlerimi anlasınlar

29- Ehlimden bana bir yardımcı kıl.

30- Kardeşim Hârûn’u.

31- Onunla gücümü artır.

32- İşleyişini anlatmamda onu bana ortak kıl.

33- Ki böylece seni daha çok analım.

34- Ve seni daha çok hatırlayalım.

35- Muhakkak ki sensin bize basiret veren.

36- Bildirdik: Ya Mûsâ! Bu arzuladıkların sana verilmiştir.

37- Doğrusu sana daha başka nimetlerde verilmiştir.

38- Hani annene vahyolunan şeyi vahyetmiştik.

39- Onu makamına koymasını, sonra onu akıp gidene bırakmasını. Böylece o akıp giden onu sahile bırakır, Bana düşmanlık eden ve ona düşman olacak olan onu alır. Tüm varlığı gözlemleyerek Beni anlaman, kemalât bulman için, kendi sevgimden sana verdim.

40- Kız kardeşin de ardınca yürümüştü. Böylece dedi ki: Onu emin olarak yetiştirecek olanı size göstereyim mi? Böylece seni annene geri döndürdük. Ki onun gözleri önünde olman ve mahzun olmaması için. Sen bir kişiyi öldürmüştün. Sonra da müşkilli hallerinden Bizde necat buldun ve bir arayışla Bizi arayan oldun. Sonra da Medyen halkı içinde senelerce kaldın. Ya Mûsâ! Sonra da sen hakkın takdirini anlayacak bir hâle geldin.

41- Sen Beni anlayanlardan, anlatacaklardan oldun.

42- Sen ve kardeşin delillerle gidin ve Beni anmak için gevşek davranmayın.

43- Firavuna git, şüphesiz o büyüklük taslayanlardandır.

44- Sonra da ona nezaketle hakikatleri söyle. Umulur ki o varlığın sahibini anlamak için düşünür ya da saygı duyar.

45- Dediler ki: Rabbimiz! Onun bize karşı taşkınlık etmesinden ya da öfkelenmesinden korkuyoruz.

46- Korkmayın, muhakkak ki Ben her an sizlerdeyim, işittirenim ve gördürenim.

47- Böylece ona gidin, sonra da deyin ki: Şüphesiz bizi de seni de vücudlandıranı anlatmak için açığa çıktık. Bundan sonra İsrailoğullarını bizimle beraber gönder ve onlara azap etme. Seni vücudlandıranın sendeki delillerini sana sunmak için geldik ve yol göstericiye tâbi olan kimselerin kurtulacağını bildirmeye geldik.

48- Muhakkak ki yalanlarda kalanların ve hakikatlere yüz çevirenlerin üzerine sıkıntılar olacağı bize bildirildi.

49- Firavun dedi ki: Ya Mûsâ! Sizin Rabbiniz kimdir?

50- Dedi ki: Bizi vücudlandırandır. Ki O’dur bütün her şeyi tecellileriyle halkeden. Sonra da tüm varlıktaki tecellileriyle yol gösteren.

51- Firavun dedi ki: Öyleyse daha önceki nesillerin durumu ne olacak?

52- Dedi ki: Bütün varoluştaki ilim Rabbime aittir. Varlık kitabının içinde hakikatler vardır. Bizleri vücudlandıranda yanlış yoktur ve ihmal yoktur.

53- Ki O’dur sizleri düzenleyen. Yeryüzünü yayan ve orada size yollar veren ve gökten suyu indiren, sonra da onunla farklı türlerde nebatlar ortaya çıkaran.

54- Beslenin ve hayvanlarınızı da besleyin. Muhakkak ki işte bunların içinde düşünüp akıl edenler için ayetler vardır.

55- Sizi oradan ortaya çıkardık ve sizi oraya döndüreceğiz ve sizi oradan ortaya çıkardığımız gibi başkalarını da hep çıkaracağız.

56- Doğrusu ona bütün delillerimizle hakikatleri sunduk. Buna rağmen yalanladı ve atalarının inancında kaldı.

57- Dedi ki: Ya Mûsâ! Bizi etkileyerek topraklarımızdan çıkarmak için mi geldin?

58- Bundan sonra elbette biz de sana daha etkili olanı sunacağız. Haydi, seninle bizim aramızda, bizim de caymayacağımız ve senin de caymayacağın, uygun bir yerde bir buluşma zamanı tayin et.

59- Dedi ki: Sizinle buluşma zamanı bayram günü, her yerin aydınlanıp insanların bir araya toplandığı vakittir.

60- Böylece firavun döndü gitti. Sonra da o tartışmaya girecek olanları topladı, sonra geldi.

61- Mûsâ onlara dedi ki: Allah hakkında bir şey uydurmayın, yalanları aktarmayın, eğer bunu yaparsanız yazıklar olsun size. Böyle yaparsanız sizler bir azabın içinde kalırsınız ve kim iftira ederse o kaybedenlerden olur.

62- Böylece onlar, kendi aralarında ve kapalı bir şekilde fısıltılı olarak konuşarak istişare yaptılar.

63- Dediler ki: Bu ikisi mutlaka bildikleriyle etkileyen kişilerdir, sizleri etkileyerek yurdunuzdan çıkarmak istiyorlar ve sizin o üstün olan tarikatınızı yok etmek istiyorlar.

64- Artık sizler tartışmak için toplanın, sonra saflar halinde olun ve kim o zaman üstün gelirse zafer onundur.

65- Dediler ki: Ya Mûsâ! Önce sen mi bildiklerini ortaya koyacaksın yoksa biz mi koyalım?

66- Mûsâ dedi ki: Önce siz ortaya koyun. Fakat onların bağlandıkları şeyler ve taşıdıkları, etkilendikleri şeyler, bir hayalden ibaret, duyduklarını aktarmadan ibaret.

67- Sonra Mûsâ nefsinde bir çekinme hissetti.

68- Muhakkak ki sen yüce olanı bilensin çekinme, diye hissettirdik.

69- Sen bildiğin o yüceliği doğruluk içinde sun. Elbette uydurdukları şeylerle tartışıp tesir yapmak isteyenler, uydurdukları şeylerle yakalandılar ve o hallerle tesir etmek isteyenler, nerede olursa olsun başarıya ulaşamazlar.

70- Böylece çevresindeki kimseleri etkileyenler, kendi bildiklerini bırakarak teslim oldular. Dediler ki: Biz Mûsâ ve Hârûn’un anlattığı Rabbe inandık.

71- Firavun dedi ki: Ben size izin vermeden önce ona inandınız. Muhakkak o sizden yücedir ki o bildikleriyle tesir ederek size öğretti. Artık yakında bileceksiniz, sizlerin ellerinizi ve ayaklarınızı ayrı ayrı kestireceğim ve elbette sizleri hurma ağaçlarına astıracağım ve elbette hangimiz azabıyla daha güçlü ve daha kalıcı öğreneceksiniz.

72- Dediler ki: Bize hakikatleri delilleriyle apaçık açıklamaktan başka bir şey için gelmeyen kimseye karşı ve bizi yaratana karşı seni tercih etmeyiz. Sonra varlıktaki işleyişin sahibi olan, varoluşta hüküm sahibi olan sen değilsin. Doğrusu sen de bu dünya hayatından geçer gidersin.

73- Şüphesiz biz, bizi vücudlandırana iman ettik. Yaptığımız hatalarımız için ve insanları etkilemek için bize yaptırdığın çirkin şeylere karşı, Allah bize mağfiret etsin ve Allah hayırlı olandır ve bâki olandır.

74- Şüphesiz kim Rabbine karşı fenalarda kalırsa, artık o cehaletin cehennemindedir. O hallerde ölümü de anlayamaz diriliği de anlayamaz.

75- Kim iyi amellerde olur, mümin olarak O’nun yolunda hareket ederse, işte onlar yüce mertebelere ulaşırlar.

76- Tüm tecellilerin sahibine teslim olmanın huzuruna ulaşırlar, makamlarında bir ilim üzeredirler, devamlı o hallerdedirler. İşte tertemiz olan kimselerin karşılığı budur.

77- Doğrusu Mûsâ’ya: Kullarımla karanlıktan aydınlığa ilerle, onlara hakikatleri vurgula, bilgelik içinde yol al, geçmişinden korkma ve endişelenme, diye hissiyat verdik.

78- Sonra firavun güçleriyle onları takip etti. Böylece bir deryanın varlığı onları sarıverdi. Onlar ise neyle sarılı olduklarını bilemediler.

79- Firavun, kavmini dalalette bıraktı ve hakikate yol gösteremedi.

80- Ey İsrailoğulları! Siz, tüm düşmanlık hallerine karşı Bizde necat bulanlardan oldunuz ve siz, dosdoğru bir şekilde sıfatlarla donatılmış vücudunuzu, her cihetle Bizim düzenlediğimizi anladınız ve size ilahi hissiyatı ve huzuru sunduk.

81- Bizim sizi nimetlendirdiğimiz şeylerden tertemiz olarak yararlanın ve orada taşkınlık yapmayın, sonra da hiddetli hallerde olmayın. Kim hiddetli hallerde olursa, böylece o kendi hevasında olur.

82- Yaptığı hatalardan pişmanlık duyup dönen kimseler için, Ben elbette mağfiret edenim. İman edenler ve dosdoğru hakk yolunda çalışanlar hep hakk yolundadırlar.

83- Ya Mûsâ! Kavmin hakkında acele etme.

84- Dedi ki: Rabbim! Senin hakikatlerinin gönlüme yerleşmesi için acele ettim, onlar da bu işaretler üzere olsunlar.

85- Senin kavmin senden sonra Bizi anlamayı bıraktı ve sâmirî onları dalalete sürükledi, diye bildirdik.

86- Böylece Mûsâ kavmine öfkeli, üzgün olarak döndü. Dedi ki: Ey kavmim! Size vaad ettiklerim olmadı mı? Rabbinizden güzellikler bulmadınız mı? Size olan sözlerimin yerine gelmesi yoksa uzun mu sürdü? Yoksa siz öfkeli hallerinizi mi istiyorsunuz? Siz Rabbinizi terk edip, sonra da sözlerinizi unutup ayrılıklara mı düşüyorsunuz?

87- Dediler ki: Sana verdiğimiz sözden kendi isteğimizle ayrılan olmadık. Kavmimize sunulan değerleri, o yücelikleri biz taşıdık. Fakat sâmirî, o değerleri bırakmamızı söyledi, sonra da biz onları bıraktık.

88- Böylece onlar, bir tapınma heykeli ortaya çıkarıp, eski cehalet hallerine döndüler. Sonra da dediler ki: İşte sizin ilahınız ve Mûsâ’nın da unuttuğu ilahı budur.

89- Hareket edemeyen, onlara seslenemeyen ve kendine sahip olamayan, onları koruyamayan ve faydası da olmayan şeyi hâlâ bakıp ta görmezler mi?

90- Doğrusu Hârûn da onlara daha önce demişti ki: Ey kavmim! Siz bu şeyde mi çare ararsınız. Muhakkak ki Rabbiniz tüm varlığı rahmetiyle sarandır. Öyleyse anlattıklarıma uyun ve hükümlere itaat edin.

91- Dediler ki: Mûsâ bize dönüp gelinceye kadar, asla ona olan ibadetimizden vazgeçmeyiz.

92- Mûsâ dedi ki: Ya Hârûn! Hakikatleri bırakıp, kendi anlayışlarına saptıklarını gördüğünde, sen neden onlara engel olmadın?

93- Niçin beni takip etmedin? Yoksa Hakk’ın hükümlerini mi unuttun?

94- Hârûn dedi ki: Ey Anamın oğlu! Sakalımı çekme ve saçımı da çekme. Ben, İsrailoğullarının arasında ayrılık çıkardın demenden ve onları gözetlemediğimi söylemenden endişe ettim.

95- Dedi ki: Ya sâmirî! Sen onlara ne vaaz ettin?

96- Dedi ki: Ben onların göremediği şeyleri gördüm. Böylece Resulün izinden çektim kavradım, sonra da onu anlattım. İşte bunu yapmak nefsime hoş geldi.

97- Mûsâ dedi ki: Öyleyse git buradan. Bundan sonra yaşadığın müddetçe sen, bana yaklaşmayın diyeceksin ve muhakkak ki senin sözüne uyanlar da asla başarılı olamayacaklar. Bak ilahına ki, onu sen var ettin, hep ona ibadet ettin. Elbette onu yakacağız, sonra darmadağın edip denize savuracağız.

98- Ancak sizin ilahınız Allah’tır, ilah yoktur, O vardır, O bütün her şeyi ilmiyle kuşatandır.

99- Geçmiş olanların haberlerini işte böyle sana aktarıyoruz ve sana tüm varlıktan Bize ait olan hakikatleri sunuyoruz.

100- Kim hakikatlerden yüz çevirirse, muhakkak ki o ölünceye kadar bir vebal içinde olur.

101- O halde olanlar devamlı o hâlin içindedirler ve onlar ölünceye kadar o kötü hâli taşırlar.

102- Sûretlerin içinde her an üfleyip duran O’dur. Fenalarda kalanlar, birliğin Bize ait olduğunu hiçbir zaman anlayamazlar.

103- Sûretlerde kalıp şüphe içinde kalanlar; ancak guruplaşırlar, dedikodular içinde kalırlar.

104- Söyleyip konuştukları şeylerdeki ilmin sahibi Biziz. Onların benzerleri de o yolda vakitlerini ancak sûretlerde kalıp şüpheler içinde geçirdiler.

105- Sana büyüklük taslayanları soruyorlar. De ki: Onlar kendilerini vücudlandıranı anlayamazlar, yıkılıp giderler.

106- Böylece onlar, boş bilgisiz bir halde hakikatlerden uzaklaşırlar.

107- O hallerde kalanları hakikatleri arar göremezsin, doğru hareket etmezler ve onlar büyüklük taslama hallerini bırakmazlar.

108- Çağrıya tâbi olanlar ise, her zaman doğruluk içindedirler. Bütün her yeri rahmetiyle saranın dışında ki tüm sesler kısılır, artık gizli bir seslenişin dışında bir şey işitemezsin.

109- O vakit rahmetiyle her yeri sarandan başkasının; yetkisi, şefâati, faydası yoktur. Ve verdiği söze uyanlarda bir huzur vardır.

110- Onların önlerinde olan ve arkalarında olan her şeydeki ilmin sahibi O’dur ve O’ndan başka ilmiyle her yeri kaplayan yoktur.

111- Bütün yüzleri tutan, diri olandır, bütün varlığı diriliği ile tutup sürüp gidendir. Zulüm hallerini taşıyan kimseler ise bu hakikati anlayamazlar.

112- Her kim Sâlih amelde olup ve o müminlerdense, artık o zalimlerden korkmaz ve kaybeden olmaz.

113- İşte, kâinat kitabını anlaşılır bir şekilde sunduk ve açığa çıkardığımız her şeyin içinde gerçeği sunduk. Umulur ki onlar fenalardan sakınır, ortak koşmazlar. Böylece onlar, hakikatleri anlama, anma üzere olurlar.

114- Gerçek olan Allah’tır, tüm kâinatı idare edendir, her varlıkta varolandır. Kâinat kitabını anlamak için acele etme, sana her varlıktan bildirdiğimiz hakikatleri anlamaya gayret göster ve Rabbim benim ilmimi arttır, de.

115- Gerçek olan şu ki, doğmadan önce Âdem’in bedenine tüm hakikatlerimizi yazdık. Fakat o kendine bakmayı unuttu ve Bizi anlamada kararlı olamadı.

116- Âdem’e; tüm varlıktaki gücü anla, tüm varlığınla bir teslimiyet içinde ol, diye bildirdik. Böylece o tüm varlığıyla teslim oldu. Ancak, varlığın dış yüzünde kalıp iç yüzünü göremeyen, tüm varlıktaki gücü anlayamayan ise, teslim olmaktan kaçınır.

117- Ey Âdem! Şüphesiz o haller senin ve eşinin düşmanıdır. Sakın o haller sizi hakikatlerin huzurundan ayırmasın, yoksa ikiliğe düşenlerden olursunuz, diye bildirdik.

118- Muhakkak ki senin için o huzurda bir sıkıntı yoktur ve surette kalmak yoktur.

119- Muhakkak ki o huzurda başka bir isteğin olmaz ve cehaletin sıkıntısı yoktur.

120- Fakat şeytani halleri ona fısıldadı. Dedi ki: Ey Âdem! Ebedi devam edecek olan ve tükenmeyecek olan saltanatı sana göstereyim mi?

121- Böylece o hallerin tuzağına düştüler. Sonra da onların kusurlu halleri açığa çıktı. Tekrar huzurun koruyuculuğu üzerlerinde olsun diye, bir arayışa koyuldular. Âdem Rabbine karşı ikiliğe düştü, böylece taşkınlık etti.

122- Sonra o seçkin olana, onu vücudlandırana yöneldi, böylece yaptıklarına pişman olup tövbe etti ve Hakk’a yol buldu.

123- Birbirlerine düşmanlık edenlerin hepsi, o hakikatlerin idrakinden düşer. Size mutlaka Benim yolumu gösterecek olan biri gelir. Artık kim Hakk’ın yoluna tâbi olursa, işte o dalalette kalmaz ve ikiliğe düşmez, diye bildirdik.

124- Kim hakikatlerimizi anlamaktan yüz çevirirse, elbette onun ömrü sıkıntılar içinde geçer ve o birliğimizi anlayamaz ve ölünceye kadar hakikatleri anlamada bir körlük içinde kalır.

125- Dedi ki: Rabbim! Ben gören biri olduğum halde, neden senin birliğinin hakikatlerini göremedim.

126- Ayetlerimiz sana tüm varlıktan sunuldu, fakat sen onu görmeyi unuttun ve işte böylece vaktini unutkanlıkla geçirdin, diye bildirildi.

127- Rabbinin ayetlerine inanmayanlara, vaktini boş şeylerde geçirenlere, sonunda kalıcı olan şiddetli sıkıntılar vardır. İşte böyledir onların karşılığı.

128- Hâlâ onlar Hakk’a yol bulamazlar mı? Onlar bulundukları yerlerde dolaşmazlar mı? Daha önceki nesillerden de Bizi anlayamayıp helak olan nicelerini görmezler mi? Muhakkak ki işte bunların içinde, fenalardan sakınıp, aklını işletenler için işaretler vardır.

129- Eğer önceliklerini Rabbinin kelimelerini anlamaya verselerdi, elbette kendilerine gerekli olanı bilirlerdi ve belirli olan vakitlerini hakk üzere geçirirlerdi.

130- Bundan sonra söylenen şeylere sabret. Güneşin doğuşundan önce ve batmadan önce seni vücudlandıranın; tüm nitelliklerin de sahibi olduğunu anla, tecellilerini idrak et. Gecenin her anında ve gündüz vakti de etrafındaki her varlıkta ki tecellileri idrak et. Umulur ki kemalâta ulaşırsınız.

131- Verdiğimiz sıfatlarla, yaşamlarında; şan, makam, çıkar peşinde olan guruplardan bakışını çevir, onların hallerine özenme. Onların halleri sıkıntı halidir. Rabbinin hakikatlerinden yararlanmak daha hayırlıdır ve daha bâkidir.

132- Sana yakın olanlara; her varlıktaki işleyişi, her an Hakk’a bağlı olduklarını ve sabırlı olmayı anlat. Senden bir rızık istemiyoruz, seni de rızıklandıran Biziz. Fenalardan sakınan, Allah’a ortak koşmayanların akıbetleri güzeldir.

 

133- Dediler ki: Rabbinden bir delille bize gelseydi ya. Tüm varlıktan apaçık deliller onlara sunulmadı mı? Öncekiler de o sayfaların içinden ulaştığı hakikatleri aktarmadılar mı?

134- Eğer onlar, Bizi anlayamazlarsa kendilerine yazık ederler. Sonra da bir azapta kaldıklarında, elbette derler ki: Rabbimiz! Biz zelil olmadan ve bir kayıp içinde kalmadan, bir Resul gönderseydin, senin ayetlerine tâbi olsaydık olmaz mıydı?

135- De ki: Hakikatleri arayıp gözlemleyenler gibi siz de arayıp gözlemleyin. Dosdoğru yolda olup hakikatlere ehil olan kimdir ve hakka yol bulan kimdir, belki yakında bilirsiniz.