TÂRIK SÛRESİ

 

-1-

وَالسَّمَاء وَالطَّارِقِ

Ves semâi vet târık

Ve el semâi : ulvi âlem, sema, gökyüzü, beka
ve et târıkı : yansıyan nur, şiddetle vuran, etkileyen, delici ışık, gece gelen

 

1- Ulvi Âlem ve ondan yansıyan nura.

 

-2-

وَمَا أَدْرَاكَ مَا الطَّارِقُ

Ve mâ edrâke met târik

Ve ma edra ke : ne, şey, idrak ettin mi? anladın mı?
Mâ et tariku : şey, ne, etkileyen, yansıyan nur, etkileyen,

 

2- İdrak ettin mi o güçlü nurun ne olduğunu?

 

-3-

 النَّجْمُ الثَّاقِبُ

En necmus sâkıb

el necmu : yıldız, zulmeti delen ışık, aydınlık, ışık, nur,
el sâkıbu : delip geçen ışık, sonsuzluğa akıp giden, hayat taşıyan

 

3- Sonsuzluğa akıp giden içinde hayat taşıyan o ışığı.

 

4-

إِن كُلُّ نَفْسٍ لَّمَّا عَلَيْهَا حَافِظٌ

İn kullu nefsin lemmâ aleyhâ hâfız

in kullu nefsin : bütün nefisler, kişi, bir şeyin zatı, varlıktaki nitelikler
lemma aleyha hafızun : olduğunda, vardır, o, ne, saklayan, koruyan, tutan

 

4- Bütün vücudlar ondan oluşur ve onunla korunur.

 

-5-

فَلْيَنظُرِ الْإِنسَانُ مِمَّ خُلِقَ

Fel yenzuril insânu mimme hulık

Fe li yenzur el insan : baksın, insan, değerlendirmek üzere bakmak, anlamak
mimme halak : neden, incelikleri, yaratılış, halk oluş, varoluş,

 

5- İnsan, yaratılışının inceliklerini değerlendirmek üzere baksın.

 

-6-

خُلِقَ مِن مَّاء دَافِقٍ

Hulika min mâin dâfik

hulika : yaratıldı, halkedildi, varedildi,
Min main : sudan, bir sudan, ilim, damla, hücre, yumurtadan
dafıkın : gömme, ekilen, düz, akan, atılan, dökülen meni,

 

6- Dökülen bir meniyle birleşen yumurtadan yaratıldı.

 

-7-

يَخْرُجُ مِن بَيْنِ الصُّلْبِ وَالتَّرَائِبِ

Yahrucu min beynis sulbi vet terâib

Yahrucu min beyni : çıkar, dışarı, arasından
es sulbi : omurga, katı, sağlam, sert
ve el terâibu : leğen, göğüs, bel kemikleri,

 

7- Sağlam kemikler arasından dışarı çıktı.

 

-8-

إِنَّهُ عَلَى رَجْعِهِ لَقَادِرٌ

İnnehu alâ rec’ıhî le kâdir

inne-hu : muhakkak ki o
alâ recı hi : rucu, iade, aslına dönme, aslı olan, o
Le kadirun : elbette, kadir, kudret, güç, hükmü tatbik eden

 

8- Muhakkak ki o aslı olan kudret sahibine dönecek.

-9-

يَوْمَ تُبْلَى السَّرَائِرُ

Yevme tubles serâir

Yevme : gün, vakit, her an,
tublâ : ortaya çıkan, açıklanan, tablo, sergilenir, beliğ,
el serâiru : sırlar, gizli şeyler, bilinmeyenler

 

9- İnsanın bilemediği hakikatler tüm varlıktan her an sergilenir.

 

-10-

فَمَا لَهُ مِن قُوَّةٍ وَلَا نَاصِرٍ

Femâ lehu min kuvvetin ve lâ nâsır

Fe ma lehu : artık, değil, olmaz, onun, ne var,
Min kuvvetin : kendi, kuvvetli, bir gücü, güçlü, kuvve
ve la nasır : yok, olmaz, yardımcı, üstün, destek,

 

10- Onun kendine ait bir gücü yoktur ve üstünlüğü de yoktur.

 

-11-

وَالسَّمَاء ذَاتِ الرَّجْعِ

Ves semâi zâtir rec

Ve el semai : Ulvi alem, ulviyet, aslı olan, hakikat,
Zati el rec : geri, zatına, aslına, kendi özüne, döner, aslına gider

 

11- Kendi özü Ulvi Âlem’e döner.

 

-12-

وَالْأَرْضِ ذَاتِ الصَّدْعِ

Vel ardı zâtis sad

Ve el ardı zati : yerden gelmek, topraktan gelen, arz, yer, sahip, beden
es sadı : hendek, mezar, çatlak, yarık, toprağa girmek, açıklamak

 

12- Topraktan gelen bedeni toprağa gider.

 

-13-

إِنَّهُ لَقَوْلٌ فَصْلٌ

İnnehu le kavlun fasl

inne-hu le kavlun : doğrusu, o, bu, elbette, söz, anlaşma,
fasl : daha önce verilmiş hüküm, ayıran,

 

13- Doğrusu bu elbette daha önceden verilmiş bir hükümdür.

 

-14-

وَمَا هُوَ بِالْهَزْلِ

Ve mâ huve bil hezl

ve mâ huve : değil, o değil,
bi el hezli : boş söz, anlamsız değildir

 

14- Bunlar anlamsız sözler değildir.

 

-15-

إِنَّهُمْ يَكِيدُونَ كَيْدًا

İnnehum yekîdûne keydâ

İnne hum yekidune : doğrusu, onlar, entrikacı, dolap çeviren, tuzak, aldatma,
keyda : hile, oyun, tuzak, önemsememe, kötülük,

 

15- Doğrusu çeşitli kötülüklerde kalanlar kendilerini aldattılar.

 

-16-

وَأَكِيدُ كَيْدًا

Ve ekîdu keydâ

ve ekîdu : belirsiz, sonunu bilememe
keyden : hile, aldatmak, aldanmak, tuzak, düzen

 

16- Ve sonlarını bilemeyip aldandılar.

 

-17-

فَمَهِّلِ الْكَافِرِينَ أَمْهِلْهُمْ رُوَيْدًا

Fe mehhilil kâfirîne emhilhum ruveydâ

Fe mehhil : mühlet, tarih, vade, bir zaman
el kâfirîne : hakikatleri görmemezlikten gelip örtenler,
emhil-hum : mehil, süre, mühlet, zaman
ruveyden : az, biraz, yakın, az bir zaman

 

17- Öyle ki yine de hakikatleri görmemezlikten gelip örtenlerin, hakikatleri anlamaları için az da olsa zamanları vardır.