TEKVÎR SÛRESİ
-1-
إِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ
İzeş şemsu kuvviret.
İzâ eş şemsu | : olduğu zaman, güneş, zat, ışığın kaynağı, |
kuvviret | : sarıp dürmek, kuşatmak, köreltmek, toplamak, |
1- Zatında bütün her şeyi toplandığı zaman.
-2-
وَإِذَا النُّجُومُ انكَدَرَتْ
Ve izen nucûmun kederet.
ve izâ en nucumu | : yıldız, necm, kısımlar, sıfatlar, parçalar, |
inkederet | : bulanıklaştı, solmak, dağıldı, döküldü, kayboldu |
2- Sıfatlar Zatında kaybolduğu zaman.
-3-
وَإِذَا الْجِبَالُ سُيِّرَتْ
Ve izelcibâlu suyyiret.
ve izâ el cıbalu | : olduğunda, dağlar, büyüklük, gurur, |
suyyiret | : yürümek, ilerleyiş, gitmek, kaybolmak, |
3- Büyüklük, gurur halleri kaybolup gittiği zaman
-4-
وَإِذَا الْعِشَارُ عُطِّلَتْ
Ve izel ışâru uttılet.
ve izâ el ışaru | : gebe deve, en değerli mal, tüm değerler, muaşeret |
uttılet | : bozulmuş, alt üst, salındı, başıboş bırakıldı, atıldı, terk |
4- Kendine nisbet edilen tüm değerler bırakıldığı zaman
-5-
وَإِذَا الْوُحُوشُ حُشِرَتْ
Ve izel vuhûşu huşiret.
ve izâ el vuhuşu | : yabani, vahşi, hayvani hâl, ürkek, korkan, ehil olmayan, tensel boyut |
huşiret | : sıkışmış, bağlanmak, toplanma, bir araya gelme, haşerat |
5- Vahşi haller bağlandığı zaman.
-6-
وَإِذَا الْبِحَارُ سُجِّرَتْ
Ve izel bihâru succiret.
ve izâ el biharu | : deniz, ilmin sonsuzluğu, bilge kimse, kamil, iyi kimse |
succiret | : kaynamak, ateşlenme, yükselmek, gelişme, sarmak, |
6- Kemalât yükseldiği zaman.
-7-
وَإِذَا النُّفُوسُ زُوِّجَتْ
Ve izen nufûsu zuvvicet.
ve izâ en nufusu | : ruh, can, kişi, beden, zat, |
zuvvicet | : eşleştirme, birleştirme, bir olma, zevc etmek |
7- Canlar birleştirildiği zaman
-8-
وَإِذَا الْمَوْؤُودَةُ سُئِلَتْ
Ve izel mevudetu suilet.
ve izâ el mevudetu | : ölüm, benliği öldürme, gömülen, can, masum, ağır zulüm, sevgi, sevimli, çocuk saflığı, Vedud, meveddet |
suilet | : soruldu, sorgulanmak, araştırmak, |
8- çocuk saflığının sevgisiyle sorgulamaya ulaşıldığı zaman.
-9-
بِأَيِّ ذَنبٍ قُتِلَتْ
Bi eyyi zenbin kutilet.
Bi eyyi zenbin | : hangi, neden, neydi, suç, günah |
Kutilet | : yazık etmek, uzaklaştırılmak, atılmak, sıkıntı, öldürmek |
9- Günahlardan uzaklaşıp,
-10-
وَإِذَا الصُّحُفُ نُشِرَتْ
Ve izes suhufu nuşiret.
ve izâ el suhufu | : olduğunda, sayfalar, gerçekler, kayıtlar, yazılı levha, |
nuşiret | : açılmak, neşredilmek, açığa çıkmak, |
10- ve gerçekler açığa çıktığı zaman
-11-
وَإِذَا السَّمَاء كُشِطَتْ
Ve izes semâu kuşitat.
ve izâ es semau | : ulvi âlem, gök, sema |
kuşitat | : sıyrılıp açılmak, kazınmak, |
11- Ulvi Âlem sıyrılıp açıldığı zaman
-12-
وَإِذَا الْجَحِيمُ سُعِّرَتْ
Ve izel cahîmu su’ıret.
ve izâ el cahimu | : azmış, sapmış, sıfatları kendine nisbet etmek |
suıret | : karşılığı verilme, değerlendirmek, suret, dış boyut |
12- Sıfatları kendine nisbet etmenin o cehalet halleri bırakıldığı zaman
-13-
وَإِذَا الْجَنَّةُ أُزْلِفَتْ
Ve izel cennetu uzlifet.
ve izâ el cennetu | : cennet, huzur, zevk, bahçe, |
uzlifet | : yaklaştırmak, yaklaşmak, yakın olmak, |
13- Huzura yaklaşıldığı zaman,
-14-
عَلِمَتْ نَفْسٌ مَّا أَحْضَرَتْ
Alimet nefsün mâ ahdaret.
Alimet nefsun | : bilmesi, bilecek, öğrendi, nefisler, kişiler, insan, |
Ma ahdaret | : ne getirdi, getirmedi, taşıdığı, yokluk |
14- Nefisler ne taşıdığını bilecek.
-15-
فَلَا أُقْسِمُ بِالْخُنَّسِ
Fe lâ uksimu bil hunnes
Fe la ıksimu | : yok, ant, kasem, yemin, noksansızlık, sağlamlık, gerçek |
bi el hunnesi | : gündüz görünmeyen yıldızlara, hakk zahir halk batın, |
15- Hakk’ın Halkoluşunda gerçeklerden başka bir şey yoktur.
-16-
الْجَوَارِ الْكُنَّسِ
El cevâril kunnes
el cevâri | : akıp giden, yakın cevre, sürüp gitme, yörüngesinde |
el kunnesi | : görünmeyen yıldız, toplama, halk zahir hak batın |
16- Hakk Halkta sürer gider.
-17-
وَاللَّيْلِ إِذَا عَسْعَسَ
Vel leyli izâ asas
ve el leyli | : gece, karanlık, gaflet, cehalet, |
İzâ as ase | : gecenin ağarması, gecenin aydınlanması |
17- Karanlık kaybolup aydınlık ortaya çıktığı zaman
-18-
وَالصُّبْحِ إِذَا تَنَفَّسَ
Ves subhı izâ teneffes
ve es subhı | : ışık saçma, ışıma, sabah, doğuş zamanı, nurun yansıması |
İzâ teneffese | : halk, nefes alma, soluma, hayat verme, canlar, halkiyet |
18- Bütün Halktan Hakk’ın nuru yansıdığı zaman,
-19-
إِنَّهُ لَقَوْلُ رَسُولٍ كَرِيمٍ
İnnehu le kavlu resûlin kerîm
inne-hu le kavlu | : muhakkak, o, söylemesi, sözü, sözler, |
Resulin | : hakikati gösteren, resul, irsal eden, |
kerimin | : asil, cömert, değerli, ikram, fazilet, lütuf, değerler |
19- Muhakkak ki o Resul; elbette ona ikram edilen hakikatlerin sözlerini söyler.
-20-
ذِي قُوَّةٍ عِندَ ذِي الْعَرْشِ مَكِينٍ
Zî kuvvetin ınde zil arşi mekîn
Zi kuvvetin | : sahip, kuvve, bir kuvvet, güç kudret |
İnde zi el arşin | : ait, sahip, taht, makam, bütün her yer, beka makamının sahibi |
mekinin | : oturan, bulunan, yerleşen, şerefli, kararlı, makam sahibi, |
20- Bütün varlıktaki gücün sahibini bilendir. Bütün her yerin sahibine ait hakikatleri bilmede yüksek makam sahibidir.
-21-
مُطَاعٍ ثَمَّ أَمِينٍ
Mutâın semme emîn
mutâın | : bağlıdır, itaat edilen, uyulan, onaylayan, |
semme | : orada, sonra, hep, her an |
emînin | : sır kâtibi, emaneti taşıyan, sekreter, emin, güvenilir |
21- İtaat edilecek olandır, her an hakka bağlılığıyla güvenilir olandır.
-22-
وَمَا صَاحِبُكُم بِمَجْنُونٍ
Ve mâ sâhıbukum bi mecnûn
Ve ma sahıbu kum | : değil, şey, ne, arkadaş, yoldaş, eşlik eden, dost, sahip |
Bi mecnunin | : mecnun, deli, çılgın, ne dediğini bilmeyen, |
22- Arkadaşınız ne dediğini bilmeyen değildir.
-23-
وَلَقَدْ رَآهُ بِالْأُفُقِ الْمُبِينِ
Ve lekad reâhu bil ufukıl mubîn
ve lekad | : andolsun, gerçek şu ki, doğrusu, süphesiz, |
rea hu | : gördü, anladı, hakk, Zat, O |
bi el ufuki | : ufukta, her yerde, sonsuzluk, |
el mubini | : apaçık, tecelli eden, aşikâr, apaçık görünen, |
23- Şüphesiz O, her yerde her an tecelli eden Zatı anladı.
-24-
وَمَا هُوَ عَلَى الْغَيْبِ بِضَنِينٍ
Ve mâ huve alel gaybi bi danîn
ve mâ huve | : değil, şey, ne, o |
alâ el gaybi | : gizli âlem, bilinmeyen, görünmeyen alem |
bi danînin | : saklamaz, kendine ayırmaz, esirgemez, gizlemez |
24- O, görünmeyen, bilinmeyen âlemin hakikatlerinin bilgilerini kendine saklayacak değildir.
-25-
وَمَا هُوَ بِقَوْلِ شَيْطَانٍ رَجِيمٍ
Ve mâ huve bi kavli şeytânin recîm
ve mâ huve bi kavli | : şey, ne, değil, o, bu sözler değildir, söyleyemez |
Şeytanin | : kötü hallerde olan, şeytani hallerde olan |
racimin | : atılmış, kovulmuş, uzaklaşmış, |
25- Hakikatlerin sözlerini; hakikatlerden uzaklaşmış, şeytani hâllerde olan kimse söyleyemez.
-26-
فَأَيْنَ تَذْهَبُونَ
Fe eyne tezhebûn
Fe eyne | : o halde, artık, ne, nereye, nasıl, nerede, niçin, |
tezhebune | : gittiğiniz, yönelmek, değerler, gidermek, |
26- Artık gittiğiniz yolun ne olduğunu anlayın.
-27-
إِنْ هُوَ إِلَّا ذِكْرٌ لِّلْعَالَمِينَ
İn huve illâ zikrun lil âlemîn
in huve | : ancak, sadece, o, onun, |
İlla zikrun | : ancak, sadece, zikir, öğüt, hatırlatma, |
li el alemin | : topluluk, herkes için, |
27- O söylenenler herkes için bir hatırlatmadır.
-28-
لِمَن شَاء مِنكُمْ أَن يَسْتَقِيمَ
Li men şâe minkum en yestekîm
Li men şea minkum | : için, kim, kimse, istek, dilek, arzu, sizden |
en yestekîme | : dosdoğru, istikamet üzere olan, |
28- Sizden hakikatleri anlamak isteyen kimse, dosdoğru hakikatlerin yolu üzere olur.
-29-
وَمَا تَشَاؤُونَ إِلَّا أَن يَشَاء اللَّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ
Ve mâ teşâûne illâ en yeşâallâhu rabbul âlemîn
ve mâ teşâûne | : irade sahibi değilsiniz, isteyemezsiniz, |
İllâ en yeşae Allahu | : ancak, sadece, istek, isteyen, irade eden, Allah, |
Rabbul | : vücudlandıran, terbiye eden, şekillendiren, |
alemin | : âlemler, tüm varlık, tüm kâinat, her şey, cümle varlık |
29- Bütün varlığı vücudlandırmada irade sahibi siz değilsiniz, irade sahibi ancak Allah’tır.