VAKIA SÛRESİ

 

-1-

إِذَا وَقَعَتِ الْوَاقِعَةُ

İzâ ve kaatil vâkıah

İzâ vakaati : olgu, olay, gerçekleşen, meydana gelen, açığa çıkan
El vakatu : olgu, olan, gerçekleşen, var olan, açığa çıkan

 

1- Hakikatler açığa çıktıkça açığa çıkar.

 

-2-

لَيْسَ لِوَقْعَتِهَا كَاذِبَةٌ

Leyse li vakatihâ kâzibeh

Leyse li vakati-hâ : değil, olmaz, olgu, olay, gerçekleşen, açığa çıkan, o,
kâzibetun : yalanlayan kimse, yalanlarda kalan,

 

2- Yalanlarda kalanların açığa çıkan o hakikatleri anlaması olmaz.

 

-3-

خَافِضَةٌ رَّافِعَةٌ

Hâfidatun râfiah

Hâfîdatun : azalan, kaybolan, kayıp, endişe, alçaltan, içten dışarı çıkartan, oğul veren, torun veren, gizliden açığa çıkan
rafiatun : kaldıran, yükselten, arttıran, yücelik içinde,

 

3- O hakikatleri anlamada kimileri bir yücelik içindedir, kimileri bir kayıp içindedir.

 

-4-

إِذَا رُجَّتِ الْأَرْضُ رَجًّا

İzâ ruccetil ardu reccâ

İzâ ruccet : olduğu zaman, talep, sarsılmak, geri dönen, uzaklaşan,
El ardu reccen : toprak, yeryüzü, suret, sarsılmak, talep, ricat, uzaklaşan

 

4- Suretlerde kalan hakikatlerden uzaklaştıkça uzaklaşır.

 

-5-

وَبُسَّتِ الْجِبَالُ بَسًّا

Ve bussetil cibâlu bessâ

ve busset el cibalu : dağıtıldı, parçalandı, zarar ziyan, dağlar, büyüklenme,
bessen : zarar ziyan, toz olma, parçalanma

5- Kendini büyük görenler zarar verdikçe zarar verir.

 

-6-

فَكَانَتْ هَبَاء مُّنبَثًّا

Fe kânet hebâen mun bessâ

Fe kanet hebaen : sonra, oldu, kaybetmek, boşaltmak, toz toprak
Munbessen : kaybeden, dağılmak, ufalanma, savaş, azap,

 

6- Sonra kaybettikçe kaybedenlerden olur.

 

-7-

 وَكُنتُمْ أَزْوَاجًا ثَلَاثَةً

Ve kuntum ezvâcen selâseh

ve kuntum ezvacen : siz oldunuz, grup, sınıf, eş, aynı yolda olan,
selaseten : üç, akıcı, açık, kolay, yol

 

7- Sizler hakikatler yolunda gurup gurup oldunuz.

 

-8-

فَأَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ مَا أَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ

Fe ashâbul meymeneti mâ ashâbul meymeneti.

Fe ashâbuel meymenet : sahip, sahip olanlar, sağ taraf, diriliği anlayanlar
Ma ashabu el meymeneti : değil, hayır üzere, dirilik üzere, saygı, himmete kavuşan

 

8- Dirilik idrakine sahip değilken, sonra dirilik idrakine sahip olanlar.

 

-9-

وَأَصْحَابُ الْمَشْأَمَةِ مَا أَصْحَابُ الْمَشْأَمَةِ

Ve ashâbul meşemeti mâ ashâbul meşemeti.

Ve ashabu el meşemet : sahip, diriliği anlamayan, düşük mevki, zararlı,
Ma ashâbu el meşemet : sahip, sahip olanlar, düşük mevki, idraksiz,

 

9- Diriliğin idrakine sahip olamayanlar ve dirilik idrakinden uzaklaşanlar.

 

-10-

وَالسَّابِقُونَ السَّابِقُونَ

Ves sâbikûnes sâbikûn

ve el sâbikûne el sabikune : önden gidenler, ileri, eski, önceki, geçmiş

 

10- Hakikatlerde ilerledikçe, ilerleyenler.

 

-11-

أُوْلَئِكَ الْمُقَرَّبُونَ

Ulâikel mukarrebûn

Ulaike el mukarrebûne : işte onlar, yakınlık, yakınlaşmış, hakka yakın olan,

 

11- İşte onlar Hakk’a yakîn olanlardır.

 

-12-

فِي جَنَّاتِ النَّعِيمِ

Fî cennâtin naîm

Fî cennati : huzur içinde, cennet, bahçe,
en naimi : refah, bolluk, varlığın tecellileri,

 

12- Tüm tecellilerin hakkın olduğunu anlamanın huzuru içindedirler.

 

-13-

ثُلَّةٌ مِّنَ الْأَوَّلِينَ

Sulletun minel evvelîn

Sulletun : gurup, topluluk, çoğu, ümmet,
min el evveline : ilk olanlar, öncekiler, geçmiş, daha önce,

 

13- Hakikat yoluna daha önce dahil olanlar

 

-14-

وَقَلِيلٌ مِّنَ الْآخِرِينَ

Ve kalîlun minel âhirîn

ve kalîlun min el ahirin : birazı, birkaçı, bazısı, bir kısmı, daha sonrakiler.

 

14- ve daha sonrakiler,

 

-15-

عَلَى سُرُرٍ مَّوْضُونَةٍ

Alâ sururin mevdûnetin.

Alâ sururin mevdunet : üzerinde, taht, makam, birbirine geçmiş, dokunmuş, sağlam,

 

15- Makamlarda birbirlerine kenetlenmiş bir haldedirler.

 

-16-

مُتَّكِئِينَ عَلَيْهَا مُتَقَابِلِينَ

Muttekiîne aleyhâ mutekâbilîn

muttekiîne : yaslanmış olanlar, kurulanlar, yatan, huzurlu olan,
Aleyhâ mutekabiline : onun üzerine, onun üzerine karşılıklı

 

16- O hakikatler üzere karşılıklı mütalaa ederler.

 

-17-

يَطُوفُ عَلَيْهِمْ وِلْدَانٌ مُّخَلَّدُونَ

Yetûfu aleyhim vildânun muhalledûn

Yetûfu aleyhim : tavaf eder, döner, dolaşır, onların, hareket etmek
Vildânun : genç çocuk, saf, tertemiz doğuş, idrak, kulluk
muhalledûne : ölümsüz olanlar, devamlı, ebedi, sonsuz gençlik

 

17- Devamlı kulluklarının irfaniyeti üzere hareket ederler.

 

-18-

بِأَكْوَابٍ وَأَبَارِيقَ وَكَأْسٍ مِّن مَّعِينٍ

Bi ekvâbin ve ebârîka ve kesin min maîn

bi ekvâbin : kulpsuz kadeh, gönlü tertemiz, takıntısız
ve ebariyka : ibrik, akan, taşır, su kapları, su taşıyan, kaynağından alan
ve kesin min main : kadeh, kâse, akan pınar, ilim, belirli, özel, kaynak

 

18- Gönülleri takıntısız tertemizdir ve kaynağından gelen ilme bağlıdırlar ve gönüllerinde hep o ilmi taşırlar.

 

-19-

لَا يُصَدَّعُونَ عَنْهَا وَلَا يُنزِفُونَ

Lâ yusaddeûne anhâ ve lâ yunzifûn

lâ yusaddeûne an ha : başları ağrımaz çatlak, ikiliğe düşmek yok, sağlam
ve lâ yunzifûne : sarhoş olmazlar, taşkınlık yok, duran, sallanmaz

 

19- Taşkınlık yapmazlar, ikiliğe düşmezler.

 

-20-

وَفَاكِهَةٍ مِّمَّا يَتَخَيَّرُونَ

Ve fâkihetin mimmâ yetehayyerûn

ve fâkihetin : meyveler, idrakli kimseler, yaradılışı anlayan, kamil
Mimma yetehayyerûne : ki, olan, şeyden, arzu ederler, seçmek, fark eden, hayran

 

20- Her şeyi bir kemalât içinde fark ederler.

 

-21-

 وَلَحْمِ طَيْرٍ مِّمَّا يَشْتَهُونَ

Ve lahmi tayrin mimmâ yeştehûn

ve lahmi tayrin : kuş eti, zevk, yüceliği hissetmek,
Mimma yeştehune : şey, olan, ki arzu, canı çekme, istekleri, manaya ulaşma

 

21- Mananın zevkine varırlar.

 

-22-

وَحُورٌ عِينٌ

Ve hûrun înun

Ve hurun : nur, güneş, hak, tertemiz, eksiksiz, pırıl pırıl,
inun : göz, bakış, seyir, yakın, benzer, aynısı, tıpkısı

 

22- Bakışları tertemizdir.

 

-23-

كَأَمْثَالِ اللُّؤْلُؤِ الْمَكْنُونِ

Ke emsâlil luluil meknûn

ke emsâli el lului : sanki, gibi, inci, saf tertemiz
el meknuni : saklı, gizli, korunmuş, muhafaza edilmiş, vücudunun içinde

 

23- Vücutlarının içinde saf tertemiz bir haldedirler.

 

-24-

جَزَاء بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

Cezâen bi mâ kânû yamelûn

Cezâen : karşılık,
bima kanu yamelun : yaptıkları şeyin, çalışmalarının karşılığı

 

24- Yaptıkları şeyin karşılığını alırlar.

-25-

لَا يَسْمَعُونَ فِيهَا لَغْوًا وَلَا تَأْثِيمًا

Lâ yesmeûne fîhâ lagven ve lâ tesîmâ

lâ yesmeûne : yok, işitmek,
fiha lagven : o halde, boş söz, aslı olmayan
Ve la tesimen : yok, günahlarda olan, günahkâr, fenalar,

 

25- Aslı olmayan şeylere kulak vermezler ve fenalarda olmazlar.

 

-26-

 إِلَّا قِيلًا سَلَامًا سَلَامًا

İllâ kîlen selâmen selâmâ

İllâ kilen : sadece, ancak, vardır, söyledikleri, sözleri,
selamen selame : barış barış, selamet, huzur, sulh,

 

26- Sözleri sadece; barış, barış üzeredir.

 

-27-

وَأَصْحَابُ الْيَمِينِ مَا أَصْحَابُ الْيَمِينِ

Ve ashâbul yemîni mâ ashâbul yemîn

ve ashâbu el yemîni : sağlam, diri olan, noksansızlık, sağlam, güçlü, kuvvetli
Mâ ashabu el yemini : değil, sağlam, diri olan, noksansızlık, sağlamlık, doğru

 

27- Diriliğin kemalâtına sahip değilken, diri olanın kemalâtına sahip olanlar

 

-28-

فِي سِدْرٍ مَّخْضُودٍ

Fî sidrin mahdûd

Fî sidrin mahdudin : içinde, gönül, silinmiş, arınmış, düzgün, sedir ağacı

 

28- gönülleri cehaletten arınmış, tertemizdirler.

 

-29-

وَطَلْحٍ مَّنضُودٍ

Ve talhın mendûd

ve talhın : birleşmek, kavuşmak, zamk, bir arada tutan,
mendud : kümelenmiş, bütünlük, birlik,

 

29- Bütün her şeyi bir birlik içinde tutanın idrakindedirler.

 

-30-

وَظِلٍّ مَّمْدُودٍ

Ve zıllin memdûd

ve zıllin : gölge, halkıyat, himaye, yayılmış, halk,
memdud : kümelenmiş, bütünlük, birlik,

 

30- Halkta birliğin zevkindedirler.

 

31-

وَمَاء مَّسْكُوبٍ

Ve mâin meskûb

ve mâin meskubin : ve kaynağından gelen su, ilim çağlayan, akıtılmış, seyr

 

31- Kaynağından gelen ilmin seyrindedirler.

 

-32-

وَفَاكِهَةٍ كَثِيرَةٍ

Ve fâkihetin kesîrah

ve fâkihetin : kâmil, olgun, sevindiren, meyve, anlayışlı, fıkıh bilen,
kesiretin : çokluk, sıklık, halk,

 

32- Kesretin ne olduğunu bilmenin kemalâtındadırlar.

 

-33-

لَّا مَقْطُوعَةٍ وَلَا مَمْنُوعَةٍ

Lâ maktûatin ve lâ memnûah

lâ maktûatin : kesilmeyen, eksilmeyen, tükenmeyen,
ve lâ memnûatin : memnu olmayan, yasaklanmayan, engellenmeyen, men

 

33- Tükenmeyen ve engeli olmayan bir kemalâtın içindedirler.

 

-34-

وَفُرُشٍ مَّرْفُوعَةٍ

Ve furuşin merfûah

ve furuşin merfuatin : döşekler, makam, yükseltilmiş, mevki, yüksek, yüce

 

34- Yüksek makamların zevkindedirler.

-35-

إِنَّا أَنشَأْنَاهُنَّ إِنشَاء

İnnâ enşenâ hunne inşâ

İnna enşenâ hunne : bizim, inşa ettik, mevcudat, var etmek, kurmak, onlar
inşâen : inşa, yaratılış, oluşturma, var etme, vücut, mevcut,

 

35- Muhakkak ki mevcudat, Bizim mevcudatımızdır.

 

-36-

فَجَعَلْنَاهُنَّ أَبْكَارًا

Fe cealnâ hunne ebkârân

Fe cealna : böylece, öyle ki, yaptık, kıldık, düzenledik, sunduk,
Hunne ebkaren : onlar, olanlar, var olan, tertemiz, dosdoğru, olarak, bakir

 

36- Öyle ki var olan her şeyi tertemiz kıldık.

 

-37-

عُرُبًا أَتْرَابًا

Uruben etrâbâ

ve uruben : göz alıcı güzellikler, güzellikler,
etrâben : eşit, benzerlik, birlik içinde, aynı olan, benzer

 

37- Bir birlik içinde aynı güzellikleri taşır bir halde.

 

-38-

لِّأَصْحَابِ الْيَمِينِ

Li ashâbil yemîn

Li ashâbi el yemîni : için, sahip, sağlam, noksansızlık, diri olan, güçlü, sağ

 

38- Diri olanın kemalâtına sahip olmanız için.

 

-39-

ثُلَّةٌ مِّنَ الْأَوَّلِينَ

Sulletun minel evvelîn

Sulletun min el evvelin : gurup, topluluk, cemaat, ilk olanlar, öncekiler,

 

39- Evvelki hakikatlere uyan topluluklar

 

-40-

وَثُلَّةٌ مِّنَ الْآخِرِينَ

Ve sulletun minel âhırîn

ve sulletun min el ahirin : gurup, topluluk, sonrakiler

 

40- ve sonraki topluluklar gibi diri olanı anlamanız için.

 

-41-

وَأَصْحَابُ الشِّمَالِ مَا أَصْحَابُ الشِّمَالِ

Ve ashâbuş şimâli mâ ashâbuş şimâl

ve ashâbu eş şimâli : sol, diriliği anlamayan, uğursuz, alçak mevki
Ma ashâbu eş şimâli : hakikati idrak edemeyen, fenalarda kalan

 

41- Dirilik idrakine sahip olamayanlar ve dirilik idrakinden uzaklaşanlar,

 

-42-

فِي سَمُومٍ وَحَمِيمٍ

Fî semûmin ve hamîm

Fi semûmin : içinde zehir, zararlı haller,
ve hamimin : sıcak, yakın, akraba, samimi

 

42- zararlı haller içindedirler ve samimiyetten uzaktırlar.

 

-43-

وَظِلٍّ مِّن يَحْمُومٍ

Ve zıllin min yahmûm

ve zıllin min yahmumin : gölge, gaflet, kara duman, simsiyah,

 

43- Ve cehaletin karanlığındadırlar.

 

-44-

لَّا بَارِدٍ وَلَا كَرِيمٍ

Lâ bâridin ve lâ kerîm

lâ bâridin : serinleme yok, sevgi, rahatlık, hoş olmayan, güzel davranış,
ve la kerimin : yok, asalet, yücelik, cömert, faydalı olan, iyi olan,

 

44- Güzel davranışları yoktur ve iyi hallerden yoksundurlar.

-45-

إِنَّهُمْ كَانُوا قَبْلَ ذَلِكَ مُتْرَفِينَ

İnnehum kânû kable zâlike mutrefîn

inne-hum kanu : muhakkak ki onlar oldular
Kable zalike mutrefine : daha önce, önceden beri, öncekiler, zevk, süs, sefa

 

45- Muhakkak ki onlar da, daha öncekiler gibi kendi zevklerine düşkün olanlardır.

 

-46-

وَكَانُوا يُصِرُّونَ عَلَى الْحِنثِ الْعَظِيمِ

Ve kânû yusirrûne alel hınsil azîm

ve kânû yusirrune : oldu, etti, yaptı, ısrarlı, ısrar eden
Ala el hınsi : haktan batıla yönelen, ahdi bozan, fenalarda kalma,
el azim : büyük, kararlı, ısrarlı,

 

46- Ve onlar haktan batıla yönelmekte ısrar ederler.

 

-47-

وَكَانُوا يَقُولُونَ أَئِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا وَعِظَامًا أَئِنَّا لَمَبْعُوثُونَ

Ve kânû yekûlûne e izâ mitnâ ve kunnâ turâben ve izâ men e innâ le meb’ûsûn

ve kânû yekulune : oldular, diyorlar, söylerler
E iza mitna : öldüğümüz zaman
Ve kunna turaben : biz toz, toprak olunca
Ve izamen : ve kemik
E inna le mebusune : biz mi, dirilecek, diriltilecek, gönderilen, yollanmış

 

47- Derler ki: Biz ölüp toprağa karışınca ve kemik olunca, diriliğe kavuşacak mıyız?

 

-48-

أَوَ آبَاؤُنَا الْأَوَّلُونَ

E ve âbâunel evvelûn

e ve âbâunâ el evvel : ve önceki atalarımız damı

 

48- Önceki atalarımızda mı?

 

-49-

قُلْ إِنَّ الْأَوَّلِينَ وَالْآخِرِينَ

Kul innel evvelîne vel âhirîn

Kul inne el evvelin : de, anlat, muhakkak öncekilerde
Ve el ahirine : muhakkak

 

49- De ki: Muhakkak ki öncekiler de ve sonrakiler de,

 

-50-

لَمَجْمُوعُونَ إِلَى مِيقَاتِ يَوْمٍ مَّعْلُومٍ

Le mecmûûne ilâ mîkâti yevmin malûm

Le mecmûûne : elbette, toplanılmış, toplanma, bütünlük, birlik
ilâ mîkâti : belirlenmiş bir vakit, anlaşıldığında, yer,
yevmin malum : gün, an, bilinen,

 

50- elbette bir birliğin içindedirler, bunu bildiğiniz an o hakikati anlarsınız.

 

-51-

ثُمَّ إِنَّكُمْ أَيُّهَا الضَّالُّونَ الْمُكَذِّبُونَ

Summe innekum eyyuhed dâllûnel mukezzibûn

Summe inne kum eyyuha : sonra, muhakkak siz ey
El dallune : dalalet, hakikati bırakıp sapan,
El mukezzibune : yalanlayanlar, yalanlarda kalanlar,

 

51- Sonra siz, ey hakikatleri bırakıp kendi cehaletine sapıp yalanlarda kalanlar!

 

-52-

لَآكِلُونَ مِن شَجَرٍ مِّن زَقُّومٍ

Le âkilûne min şecerin min zakkumin.

Le âkilûne : elbette, doğrusu, yiyen, çıkarcı, yarar, fayda,
min şecerin : ağaç, soy, hayat ağacı, kollar, geldiği yer, durduğu yer
min zakkûmin : kötü haller, kötü kokan, zakkum ağacı, zehir,

 

52- Elbette kötü, zehirleyici, zarar verici hallerinizle çıkarlarınıza göre hareket edersiniz.

 

-53-

فَمَالِؤُونَ مِنْهَا الْبُطُونَ

Fe mâ liûne minhel butûn

Fe maliune : öyle ki, o zaman, böylece, dolacak
Min ha el butune : ondan, o haller, karınlar, içlerinde, içiniz,

 

53- Öyle ki, içiniz bu hallerle doludur.

 

-54-

 فَشَارِبُونَ عَلَيْهِ مِنَ الْحَمِيمِ

Fe şâribûne aleyhi minel hamîm

Fe şâribûne : sonra, artık, içersiniz, çıkar, beslenme,
Aleyhi min el hamimi : üzerine, kaynar su, yakıcı, zarar verici, öfke,

 

54- Artık o zarar verici hallerinizden beslenir durursunuz.

 

-55-

فَشَارِبُونَ شُرْبَ الْهِيمِ

Fe şâribûne şurbel hîm

Fe şâribûne : öyle ki, artık,  içersiniz, hareket edersiniz,
Şurbe el himi : içmek, azgınlık, kanmayan, susuzluk hastalığı, huy, mizaç,

 

55- O azgınlık halleriyle hareket eder durursunuz.

 

-56-

هَذَا نُزُلُهُمْ يَوْمَ الدِّينِ

Hâzâ nuzuluhum yevmed dîn

Haza nuzulu hum : bu, ziyafet, han, barınak, ağırlanma, hâl, hareket, akmak
Yevme el dini : gün, zaman, din, yol, varlığın yaratılış incelikleri,

 

56- Onlar din yolunda bu hallerle hareket ederler.

 

-57-

نَحْنُ خَلَقْنَاكُمْ فَلَوْلَا تُصَدِّقُونَ

Nahnu halaknâkum fe lev lâ tusaddikûn

Nahnu halaknâ kum : biz, kendimiz, özümüz, halk ettik, yarattık, siz
Fe lev lâ tusaddikûne : hala, eğer, yok, tasdik, onaylama, inanmak, sadakat,

 

57- Sizi kendimizden halkettik. Hâlâ bu hakikati anlamaz mısınız?

 

-58-

أَفَرَأَيْتُم مَّا تُمْنُونَ

E fe reeytum mâ tumnûn

E fe reeytum : görmediniz mi, düşündünüz mü?
Mâ tumnune : meni, hücre, zigot,  sperm ile yumurta

 

58- Sperm ile yumurtanın ne olduğunu hiç düşündünüz mü?

 

-59-

أَأَنتُمْ تَخْلُقُونَهُ أَمْ نَحْنُ الْخَالِقُونَ

E entum tahlukûnehû em nahnul hâlikûn

E entum tahlukûne hû : siz mi onu yaratıyorsunuz, var etme
Em nahnu el halikune : yoksa biz mi yaratıyoruz, var etme,

 

59- Onu siz mi varediyorsunuz, yoksa Biz mi varediyoruz?

 

-60-

نَحْنُ قَدَّرْنَا بَيْنَكُمُ الْمَوْتَ وَمَا نَحْنُ بِمَسْبُوقِينَ

Nahnu kaddernâ beynekumul mevte ve mâ nahnu bi mes- bûkîn

Nahnu kadderna beyne kum : biz, ölçü, takdir, sizleri, sizin aranızda
El mevte : ölüm, nutfe, bir öz taşıyan,
ve ma nahnu bi mesbukine : değil, biz, değil miyiz, uyulması gereken

 

60- Nutfeden sizleri ölçümüzle ortaya koyan Biziz ve uyulması gereken Biz değil miyiz?

 

-61-

 عَلَى أَن نُّبَدِّلَ أَمْثَالَكُمْ وَنُنشِئَكُمْ فِي مَا لَا تَعْلَمُونَ

Alâ en nubeddile emsâlekum ve nunşiekum fî mâ lâ talemûn

alâ en nubeddile : değiştirmemiz, değişiklik,
emsale kum : emsaller, suretler
ve nunşie kum : yaratmamız, inşa, vücutlandırmak, oluşturmak
Fî ma la talemune : bilmediğiniz, düşünüp anlamıyorsunuz?

 

61- Sizlere değişik suretler vermemizi ve sizi vücutlandırmamızı neden düşünüp anlamıyorsunuz?

-62-

وَلَقَدْ عَلِمْتُمُ النَّشْأَةَ الْأُولَى فَلَوْلَا تَذكَّرُونَ

Ve lekad alimtumunneş etel ûlâ fe lev lâ tezekkerûn

ve lekad alimtum : and olsun, doğrusu, bilen, bilirsiniz, siz,
En neşete : oluşum, doğuş, varlık, yaratılış,
el ula : ilk, öncelikle, evvel,
Fe lev la tezekkerune : öyleyse, neden, ulaştığı hakikatlerle bakma

 

62- Doğrusu ilk defa yaratılmış olduğunuzu biliyorsunuz. Öyleyse neden derin düşünüp ulaştığınız hakikatlerle bu âleme bakmıyorsunuz?

 

-63-

أَفَرَأَيْتُم مَّا تَحْرُثُونَ

E fe reeytum mâ tahrusûn

E fe reeytum : siz gördünüz, düşündünüz mü?
Mâ tahrusune : ne, şey, değil, ekilen tohum, ektiğiniz şey

 

63- Düşündünüz mü ektiğiniz şeyleri?

 

-64-

أَأَنتُمْ تَزْرَعُونَهُ أَمْ نَحْنُ الزَّارِعُونَ

E entum tezre ûnehû em nahnuz zâriûn

e entum tezreune hu : siz misiniz, onu yetiştiren
Em nahnu ez zariune : yoksa, biz mi yetiştirip bitiren

 

64- Siz misiniz onu yetiştiren, yoksa Biz miyiz yetiştirip bitiren?

 

-65-

لَوْ نَشَاء لَجَعَلْنَاهُ حُطَامًا فَظَلَلْتُمْ تَفَكَّهُونَ

Lev neşâu le cealnâhu hutâmen fe zaltum tefekkehûn

Lev neşau : eğer, şayet, istek, istesek,
le cealna hu : kıldık, yaptık, düzenledik, o
hutamen : dağınık, enkaz, bozmak, darmadağın, bölünen,
fe zaltum tefekkehûne : o zaman, kalmak, tutulmak, şaşırmak, faydalanmaz,

 

65- Eğer isteseydik onu bozuk yapardık. O zaman tutulur kalırdınız.

 

-66-

إِنَّا لَمُغْرَمُونَ

İnnâ le mugremûn

İnnâ le mugremune : şüphesiz, kaybeden olduk, zarar, ziyan,

 

66- Şüphesiz kaybedenlerden olduk.

 

-67-

بَلْ نَحْنُ مَحْرُومُونَ

Bel nahnu mahrûmûn

Bel nahnu mahrumune : hayır, doğrusu, biz, mahrum, yoksun, anlayamamak,

 

67- Doğrusu biz hakikatleri anlayamayanlardan olduk, diye söylerdiniz.

-68-

أَفَرَأَيْتُمُ الْمَاء الَّذِي تَشْرَبُونَ

E fe reeytumul mâellezî teşrebûn

E fe reeytum : düşündünüz mü, düşünmez misiniz?
El mae ellezi teşrebune : içtiğiniz o suyu

 

68- Siz içtiğiniz o suyu hiç düşünmez misiniz?

 

-69-

أَأَنتُمْ أَنزَلْتُمُوهُ مِنَ الْمُزْنِ أَمْ نَحْنُ الْمُنزِلُونَ

E entum enzeltumûhu minel muzni em nahnul munzilûn

e entum enzeltumu hu : siz mi, onu indiriyorsunuz, vermek,
Min el muzni : bulutlardan
Em nahnu el munzilune : yoksa biz mi indiriyoruz

 

69- Onu buluttan siz mi indiriyorsunuz, yoksa Biz mi indirmekteyiz?

 

70-

لَوْ نَشَاء جَعَلْنَاهُ أُجَاجًا فَلَوْلَا تَشْكُرُونَ

Lev neşâu cealnâhu ucâcen fe levlâ teşkurûn

Lev neşau cealna hu : eğer, biz dilesek, onu yapardık, kılardık
ucucen : acı
Fe lev teşkurune : öyleyse neden şükretmezsiniz, minnettar

 

70- Eğer dileseydik onu acı yapardık. Öyleyse neden şükretmezsiniz?

 

-71-

أَفَرَأَيْتُمُ النَّارَ الَّتِي تُورُونَ

E fe reeytumun nârelletî tûrûn

E fe reeytum : siz düşünmez misiniz, düşündünüz mü?
en nâre elleti turune : ateş ki o yaktığınız, yanan

 

71- Yaktığınız o ateşi hiç düşünmez misiniz?

 

-72-

أَأَنتُمْ أَنشَأْتُمْ شَجَرَتَهَا أَمْ نَحْنُ الْمُنشِؤُونَ

E entum enşetum şeceretehâ em nahnul munşiûn

e entum enşe tum : siz mi inşa ettiniz, kurdunuz, yaptınız, düzenlemek
Şecerete hâ : onun ağacını
Em nahnu el munşiune : yoksa biz mi inşa ettik, yaptık, kurduk

 

72- Onun ağacını siz mi yaptınız, yoksa Biz mi yaptık?

 

-73-

نَحْنُ جَعَلْنَاهَا تَذْكِرَةً وَمَتَاعًا لِّلْمُقْوِينَ

Nahnu cealnâhâ tezkireten ve metâan lil mukvîn

Nahnu cealna ha : biz onu kıldık, yaptık,
tezkireten : hatırlatma, nasihat, ibret
ve metâan : meta, faydalanma, yararlanma, ihtiyaç sahipleri
li el mukvin : ihtiyaç sahipleri, çöl yolcuları, arayışta olan,

 

73- Biz o hakikatleri unutmayasınız ve onlardan ihtiyaçlarınız ölçüsünce faydalanasınız diye bir hatırlatma yaptık.

 

-74-

فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظِيمِ

Fe sebbih bismi rabbikel azîm

fe sebbih : tespih, yüzmek, onda olan, her şey onunla, tecellilerin sahibi
Bi ismi : ismi ile, işaretleri, delilleri,
Rabbike : rabbin, seni vücudlandıran,
el azim : yüce, ulu, kararlı olan, var oluştaki karar sahibi,

 

 

74- Artık varoluştaki karar sahibi olan ve seni vücudlandıran ve tüm varlıkta işaretleriyle kendini gösteren ve tüm tecellilerinin sahibi olan O Zatı idrak et.

 

-75-

فَلَا أُقْسِمُ بِمَوَاقِعِ النُّجُومِ

Fe lâ uksimu bi mevâkiin nucûm

fe lâ uksimu : artık, yok, yemin, sağlamlık, mükemmel, noksansız, gerçek
Bi mevakıı : mevki, her yer,
en nucumi : yıldız, ışık saçan, yansıyan nur, tecelli

 

75- O’ndan başka gerçek yoktur, her yerden O’nun nuru yansır.

 

-76-

وَإِنَّهُ لَقَسَمٌ لَّوْ تَعْلَمُونَ عَظِيمٌ

Ve innehu le kasemun lev talemûne azîm

ve inne hu le kasemun : muhakkak ki o, noksansız, sağlam, mükemmel
Lev talemune : eğer, şayet, bilmek,
azimun : karar sahibi, işleyişteki karar sahibi

 

76- Eğer varlığın işleyişindeki karar sahibini bilirseniz, elbette mükemmel olanın O olduğunu anlarsınız.

 

-77-

إِنَّهُ لَقُرْآنٌ كَرِيمٌ

İnnehu le kurânun kerîm

İnne hu : Muhakkak ki o, tüm varlık, tüm kâinat,
le kuranun kerim : kuranı kerim, okunan, okunmuş, soylu asil, değerli

 

77- Muhakkak ki tüm varlık elbette Kur’ân’ı Kerîm’dir.

 

-78-

فِي كِتَابٍ مَّكْنُونٍ

Fî kitâbin meknûn

Fi kitabin : içinde, kitap, varlık kitabı,
meknunin : korunmuş, gizli, saklı, dizili, görünmeyen

 

78- O varlık kitabının içinde gizli bir âlem vardır.

 

-79-

لَّا يَمَسُّهُ إِلَّا الْمُطَهَّرُونَ

Lâ yemessuhû illel mutahherûn

lâ yemessu hû : yok, dokunmak, temas etmek, hissetmek, anlamak, o
İllâ el mutahharun : tertemiz olanların dışında kimse, saflaşmış, tertemiz

 

79- Ancak tertemiz olanlardan başkası ona temas edemez, onu anlayamaz.

 

-80-

تَنزِيلٌ مِّن رَّبِّ الْعَالَمِينَ

Tenzîlun min rabbil âlemîn

Tenzîlun : indirilme, verme, sunma, gelme, parça parça geliş
min rabbi el alemin : tüm varlığı vücudlandıran, Alemlerin rabbi

 

80- Tüm varlığı vücudlandırandan gelmiştir.

 

-81-

أَفَبِهَذَا الْحَدِيثِ أَنتُم مُّدْهِنُونَ

E fe bi hâzel hadîsi entum mudhinûn

E fe bi hâzâ : o zaman, hâlâ, bu olanları, bunları
El hadîsi : olay, oluşum, varlıktaki olaylar, hadiseler
Entum mudhinune : siz, önemsememe, küçümseme, alay etme, yağcılık,

 

81- Artık siz hâlâ varlığın oluşumunu önemsemeyecek misiniz?

 

-82-

وَتَجْعَلُونَ رِزْقَكُمْ أَنَّكُمْ تُكَذِّبُونَ

Ve tec’alûne rızkakum ennekum tukezzibûn

Ve tecalûne rızka kum : siz, yapıyorsunuz, ediniyorsunuz, rızkınızı, lütuf
Enne kum tukezzibune : sizler yalanlayacak mısınız?

 

82- Size verilen rızıkları yalanlayacak mısınız?

 

-83-

فَلَوْلَا إِذَا بَلَغَتِ الْحُلْقُومَ

Fe lev lâ izâ belegatil hulkûme

Fe lev la iza belagati : artık, eğer, şayet, yok, o halde, ulaşmak, gelmek,
El hulkume : son an, boğaz, ölüm anı,

 

83- Ölüm anı size gelip çatıncaya kadar mı?

 

-84-

وَأَنتُمْ حِينَئِذٍ تَنظُرُونَ

Ve entum hîne izin tenzurûn

Ve entum hine izin : siz, o an, zaman,
tenzurune : bakıp kalma, tutulup kalma

 

84- Siz o an bakıp kalırsınız.

 

-85-

وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنكُمْ وَلَكِن لَّا تُبْصِرُونَ

Ve nahnu akrebu ileyhi minkum ve lâkin lâ tubsirûn

Ve nahnu akrebu ileyhi : biz yakın ona
Min kum : sizden,
Ve lakin la tubsirune : lâkin, göremezsiniz, bakar göremez.

 

85- Biz ona, sizden daha yakınızdır ve lâkin bakar göremezsiniz.

 

-86-

فَلَوْلَا إِن كُنتُمْ غَيْرَ مَدِينِينَ

Fe lev lâ in kuntum gayre medînîn

Fe lev la in kuntum : öyleyse, olmadan, eğer, haydi değil iseniz, siz
Gayre medinine : değil, borçlu, sıkıntı, ceza, hesaba çekilme, sorumlu

 

86- Eğer siz yaşadığınız hayatta sorumlu olmadığınızı düşünüyorsanız,

 

-87-

تَرْجِعُونَهَا إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ

Terciûnehâ in kuntum sâdikîn

Terciûne hâ : onu çevirirsiniz, iade, döndürürsünüz, onu, ölümü
İn kuntum sadikine : eğer iseniz, sadıklar, doğru olan, dosdoğru olanlar

 

87- bunun doğru olduğuna inanıyorsanız, o zaman ölümü geri çevirin.

-88-

فَأَمَّا إِن كَانَ مِنَ الْمُقَرَّبِينَ

Fe emmâ in kâne minel mukarrebîne

fe emmâ in kane : fakat, amma, eğer oldu
min el mukarrebîne : yakîn kılınanlardan, yakînlik, yakınlaşmış,

 

88- Eğer kişi Hakkâl yakîn olanlardan ise;

 

-89-

 فَرَوْحٌ وَرَيْحَانٌ وَجَنَّةُ نَعِيمٍ

Fe revhun ve reyhânun ve cennetu naîm

Fe revhun : rahat, aydınlık, iyi, pak, ferah, huzur,
ve reyhânun : güzel koku, hoş, güzellik, rahmet
ve cennetu naîmin : huzur, zevk, bolluk, bahtiyarlık, tecellilerin sahibini anlama

 

89- Artık ona rahatlık vardır ve hakikatlerin kokusu vardır ve tüm tecellilerin sahibini anlamanın huzuru vardır.

 

-90-

وَأَمَّا إِن كَانَ مِنَ أَصْحَابِ الْيَمِينِ

Ve emmâ in kâne min ashâbil yemîn

Ve emma in kane : fakat, eğer oldu ise
min ashâbi el yemîni : sağlam, noksansızlık, sağlamlık, güçlü, kuvvetli

 

90- Diri olanı anlayanlardan olmuş iseniz;

 

-91-

فَسَلَامٌ لَّكَ مِنْ أَصْحَابِ الْيَمِينِ

Fe selâmun leke min ashâbil yemîn

Fe selamun leke : o zaman selam sana, barış sizinle
min ashâbi el yemîne : sahip, diri olan, noksansızlık, sağlamlık, güçlü, kuvvetli

 

91- artık o diri olanı anlayanlar barış ve huzur üzeredirler.

 

-92-

وَأَمَّا إِن كَانَ مِنَ الْمُكَذِّبِينَ الضَّالِّينَ

Ve emmâ in kâne minel mukezzibîned dâllîn

ve emmâ in kane : amma, fakat eğer oldu ise
min el mukezzibîne : yalanlayanlardan
ed dâllîne : hakikatin dışına çıkanlar, sapanlar

 

92- Eğer hakikatlerden sapıp yalanlarda kalmış iseniz;

 

-93-

فَنُزُلٌ مِّنْ حَمِيمٍ

Fe nuzulun min hamîm

Fe nuzulun : o zaman, inmek, o hallerde olma, o hâle düşmek,
min hamim : yakıp yıkıcı, kaynar su, öfke, hiddet

 

93- o zaman hiddetli, yakıp yıkıcı hallerde olursunuz.

 

-94-

وَتَصْلِيَةُ جَحِيمٍ

Ve tasliyetu cahîm

ve tasliyetu : teslim olmak, yaslanmam,
cahimin : kızgın ateş, azmışlık, cehaletin egosu

 

94-  Ve cehaletin egosuna teslim olursunuz.

 

-95-

إِنَّ هَذَا لَهُوَ حَقُّ الْيَقِينِ

İnne hâzâ le huve hakkul yakîn

İnne haza le huve : muhakkak ki bu elbette o, bu
hakku el yakîni : kesin olarak gerçektir, hakikat

 

95- Muhakkak ki kesin olan o gerçek elbette budur.

 

-96-

فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظِيمِ

Fe sebbih bismi rabbikel azîm

fe sebbih : tespih, yüzmek, onda olan, her şey onunla, tecellilerin sahibi
Bi ismi : ismi ile, işaretleri, delilleri,
Rabbike : rabbin, seni vücudlandıran,
el azim : yüce, ulu, kararlı olan, var oluştaki karar sahibi,

 

96- Artık varoluştaki karar sahibi olan ve seni vücudlandıran ve tüm varlıkta işaretleriyle kendini gösteren ve tüm tecellilerinin sahibi olan O Zâtı idrâk et.