ZÜMER SURESİ

 

-1-

تَنزِيلُ الْكِتَابِ مِنَ اللَّهِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ

Tenzîlul kitâbi minallâhil azîzil hakîm

tenzîlu : bir şeyin bir miktarının açığa çıkması, indirilen, gelen, her varlık
el kitâbi min Allah : kitap, Allah’tan, Allah’ın
El aziz : tüm değerlerin yüce sahibi, tüm sıfatların yüce sahibi
el alim : ilmiyle var eden, ilmin sahibi

 

1- Ortaya çıkan her varlık; tüm değerlerin yüce sahibi, ilmin sahibi olan Allah’ın bir kitabıdır.

 

-2-

 إِنَّا أَنزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ فَاعْبُدِ اللَّهَ مُخْلِصًا لَّهُ الدِّينَ

İnnâ enzelnâ ileykel kitâbe bil hakkı fabudillâhe muhlisan lehud dîn

İnnâ enzelna ileyke : biz, indirdik, sunduk, verdik, size, sana, işte,
El kitabi bi el hakkı : kitabı, varlık kitabı, hakile, hakikatler,
Fe abudi Allâh : öyleyse, artık, kulluk, Allah
muhlisan : içten samimi olarak, tüm özünle, ihlasla
Lehu el dine : onun, varoluş yasaları, hükümleri, din

 

2- Muhakkak ki Biz, işte o varlık kitabında size tüm hakikatleri sunduk. Bundan sonra tüm özünüzle Allah’ın kulu olduğunuzu anlayın, dinin O’na ait olduğunu bilin.

 

-3-

أَلَا لِلَّهِ الدِّينُ الْخَالِصُ وَالَّذِينَ اتَّخَذُوا مِن دُونِهِ أَوْلِيَاء مَا نَعْبُدُهُمْ إِلَّا لِيُقَرِّبُونَا إِلَى اللَّهِ زُلْفَى إِنَّ اللَّهَ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ فِي مَا هُمْ فِيهِ يَخْتَلِفُونَ إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي مَنْ هُوَ كَاذِبٌ كَفَّارٌ

E lâ lillâhid dînul hâlis vellezînettehazû min dûnihî evliyâ mâ nabuduhum illâ li yukarribûnâ ilallâhi zulfâ innallâhe yahkumu beynehum fî mâ hum fîhi yahtelifûn innallâhe lâ yehdî men huve kâzibun keffâr

e lâ li Allah : değil midir? Allah’a ait,
el dinu : varoluş yasaları, hükümleri, din
el halis : öz, saf, mahsus, halis, has, tertemiz, hilesiz,
ve ellezine ittehazû : onlar, edindiler, sarıldılar,
Min duni evliyâ : Ondan başka, dostlar, evliya
ma nabuduhum : değil, şey, ne, biz, onlara kulluk etmiyoruz
İlla yukarribun : ancak, yakınlık, akraba,
ilâ Allâh zulfa : Allah, makam, yakınlık, yaklaşma, zülüf
inne Allâh yahkumu : muhakkak Allah, hâkim olan, hükmün sahibi,
beynehum : onlar aralarında
Fi ma hum fîhi yahtelifun : değil, onun hakkında, ayrıkta kaldılar, ihtilaf, ikilik
inne Allâhe la yehdi : muhakkak, Allah, yok, yol gösteren, yol bulamazlar
Men huve kazibun : kim, o, yalanlarda kalan,
keffarun : hakikatleri kabul etmeyen

 

3- Varlığın yaratılış yasaları Allah’a mahsus değil midir? Ondan başka evliya edinenler: Biz onlara kulluk etmiyoruz, ancak Allah’a yaklaştırsınlar diye onlara yakın oluyoruz, derler. Onlar aralarında, tüm varlıktaki hâkimiyet sahibinin Allah olduğu hakkında ihtilafa düştüler. Muhakkak ki hakikatleri görmemezlikten gelenler, yalanlarda kalan o kimseler, Allah’a yol bulamazlar.

 

-4-

لَوْ أَرَادَ اللَّهُ أَنْ يَتَّخِذَ وَلَدًا لَّاصْطَفَى مِمَّا يَخْلُقُ مَا يَشَاء سُبْحَانَهُ هُوَ اللَّهُ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ

Lev erâdallâhu en yettehıze veleden lastafâ mimmâ yahluku mâ yeşâu subhâneh huvallâhul vâhıdul kahhâr

Lev erade Allah : şayet, dilek, istek, Allah,
en yettehize : edinmek, istemek, sarılmak,
ve leden : varoluş, doğuş, aklın tercihi, özünü bulmak,
le ıstafa : elbette, tercih, has, seçilmiş, yararlanılmış, anlamak,
mimmâ yahluku : şeyden, şeyler, nesne, var eden, ortaya çıkan
ma yeşau : istemez, dilemez, arzu etmez,
subhane hu : noksan sıfattan münezzeh, tecellilerin sahibi,
Huve Allah el vahid : O Allah, bir, tek, tüm varlıktaki tekliğini gösteren,
el kahhar : idaresi altında tutan, mutlak galip, mutlak hakim olan

 

4- Eğer Allah’ı anlamayı isteselerdi; varoluşun hakikatlerine sarılırlar, elbette yaratılan şeyleri anlamayı tercih ederlerdi, başka bir şey istemezlerdi. Allah O’dur ki, O tüm tecellilerin sahibidir, tüm varlıkta tekliğini gösterendir, tüm varlığı idare edendir.

 

-5-

خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ بِالْحَقِّ يُكَوِّرُ اللَّيْلَ عَلَى النَّهَارِ وَيُكَوِّرُ النَّهَارَ عَلَى اللَّيْلِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ كُلٌّ يَجْرِي لِأَجَلٍ مُسَمًّى أَلَا هُوَ الْعَزِيزُ الْغَفَّارُ

Halakas semâvâti vel arda bil hakk yukevvirul leyle alen nehâri ve yukevvirun nehâre alel leyli ve sehhareş şemse vel kamer kullun yecrî li ecelin musemma e lâ huvel azîzul gaffâr

Halaka : Halkedendir, yaratan, varoluş,
el semavat ve el ard : Ulvi âlem, gökler ve yerleri
bi el hakkı : hak ile
Yukevviru el leyle : örter, döndürür, sarar, gece
Ala en nehâri : gündüzün üzerine
ve yukevviru el nehar : örter, sarar, çevirir, gündüzü
Ala el leyli : gecenin üzerine
ve sehhare el şems : düzen, meydan, ortaya koyan, güneş
ve el kamer kullu yerci : ve ay, hepsi akar gider
Li ecelin musemmen : bir sürede, belirlenmiş
e lâ huve el aziz : yok, değil mi, o, tüm değerlerin yüce sahibi,
el gaffar : mağfiret eden, temizleyen, tertemiz lutufları sunan

 

5- Gökleri ve yerleri hakk ile halkedendir. Geceyi gündüzün üzerine döndürür, gündüzü gecenin üzerine döndürür. Güneş’i ve ay’ı düzenleyendir, bütün hepsi belirli bir zaman diliminde akar gider. Tüm değerlerin yüce sahibi olan, mağfiret eden O değil midir?

 

-6-

خَلَقَكُم مِّن نَّفْسٍ وَاحِدَةٍ ثُمَّ جَعَلَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَأَنزَلَ لَكُم مِّنْ الْأَنْعَامِ ثَمَانِيَةَ أَزْوَاجٍ يَخْلُقُكُمْ فِي بُطُونِ أُمَّهَاتِكُمْ خَلْقًا مِن بَعْدِ خَلْقٍ فِي ظُلُمَاتٍ ثَلَاثٍ ذَلِكُمُ اللَّهُ رَبُّكُمْ لَهُ الْمُلْكُ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ فَأَنَّى تُصْرَفُونَ

Halakakum min nefsin vâhıdetin summe ceale minhâ zevcehâ ve enzele lekum minel enâmi semâniyete ezvâc yahlukukum fî butûni ummehâtikum halkan min badi halkın fî zulumâtin selâse zâlikumullâhu rabbukum lehul mulk lâ ilâhe illâ huve fe ennâ tusrafûn

halaka-kum : sizi yarattı, halketti, varetti, yarattı
Min nefsin vahidet : bir nefis, öz, öz varlık, tek nefis, bir
Summe ceale minha : sonra, yaptı, kıldı, düzenledi, ondan
zevce ha : eş, çeşit, tür, cins, aynı yolda olan,
ve enzele lekum : sundu, verdi, indirdi, size,
min el enam : tüm varlık, nimet, hareket edebilecek nitelik, halk,
Semâniyete : sekiz, fiyat, nitelik, değerler, işitirek, dinleyerek,
ezvac : eş, tür, denk, çeşit, cins, aynı yolda olan, birlik
yahlukukum fi butun : sizi yaratır, içinden, batınlardan
ummehâti-kum : sizin anneleriniz, asliyetleriniz
Halkan min badi halkın : Halketme, den sonra, halketme, yaratma,
Fi zulumâtin selasin : içinde, karanlıklar, üç karanlık dönem, üç
Zâlikum Allah : işte bu, Allah
Rabbu kum : rabbiniz, sizi vücudlandıran,
lehu el mulku : odur, mülkün sahibi, hükümran
Lâ ilahe illa huve : ilah yoktur, o vardır
fe enna tusrafun : böylece nasıl olurda taşkınlık yapar, benlik isnat etme

 

6- Sizi tek bir nefisten yarattı. Sonra ondan çeşit çeşit düzenledi ve size tüm varlıktan çeşit çeşit değerler verdi. Analarınızın karnında, üç karanlık dönem içinde yaratılıştan yaratılışa geçirerek sizi yarattı. Sizi vücudlandıran Allah işte budur. Mülkünde hükümran olan O’dur. O’ndan başka güç yoktur. Böylece nasıl olur da taşkınlık yapar benlik isnat edersiniz.

 

-7-

إِن تَكْفُرُوا فَإِنَّ اللَّهَ غَنِيٌّ عَنكُمْ وَلَا يَرْضَى لِعِبَادِهِ الْكُفْرَ وَإِن تَشْكُرُوا يَرْضَهُ لَكُمْ وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى ثُمَّ إِلَى رَبِّكُم مَّرْجِعُكُمْ فَيُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ إِنَّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ

İn tekfurû fe innallâhe ganiyyun ankum ve lâ yerdâ li ıbâdihil kufr ve in teşkurû yerdahu lekum ve lâ teziru vâziretun vizra uhrâ summe ilâ rabbikum merciukum fe yunebbiukum bimâ kuntum tamelûn innehû alîmun bi zâtis sudûr

İn tekfuru : eğer, ise, hakikati örtmek,
fe inne Allah : muhakkak, Allah,
ganiy ankum : gani, zenginlik, değer, tüm varlığın sahibi, sizin,
ve la yerda li ibadihi : yok, razılık, hoşnut, huzur, kul, o,
el kufr : hakikati örten, görmemezlikten gelen,
ve in teşkuru : teşekkür, nimetleri sahibine teslim etmek,
yerdahu lekum : ondan razı, size,
ve la teziru vaziretun : yüklenmez, taşıyıcı, yardımcı
Vizra uhrâ : yük, ağırlık, sığınma, diğer,
Summe ilâ rabbikum : sonra, ancak, Rabbiniz, sizi vücudlandıran
merciu kum : kaynak, merkez, dönüş, merci, aslınız, siz,
Fe yunebbiu-kum : böylece size haber verir, bildirilir,
Bimâ kuntum talemun : yaptığınız şeylerin
İnne hu alim : muhakkak, o, ilmiyle var eden, ilmin sahibi,
bi zati el sudur : sahip, gönül, kalb,

 

7- Eğer hakikatleri görmemezlikten gelir örterseniz, muhakkak ki sizdeki ve tüm varlıktaki değerlerin sahibinin Allah olduğunu anlayamazsınız. Hakikatleri görmemezlikten gelenler O’nun kulu olduğunu anlayamazlar, huzur bulamazlar. Eğer nimetlerin sahibini bilip teslimiyet içinde olursanız, size O’nun rızasına ulaşmak vardır. Bir başkasının yükünü bir başkası taşıyamaz. Sizin kaynağınız sizi vücudlandırandır ancak. Yapmış olduğunuz şeylerden hakikatlerin incelikleri size bildirilir. Muhakkak ki O ilmin sahibidir, gönüllerin sahibidir.

 

-8-

وَإِذَا مَسَّ الْإِنسَانَ ضُرٌّ دَعَا رَبَّهُ مُنِيبًا إِلَيْهِ ثُمَّ إِذَا خَوَّلَهُ نِعْمَةً مِّنْهُ نَسِيَ مَا كَانَ يَدْعُو إِلَيْهِ مِن قَبْلُ وَجَعَلَ لِلَّهِ أَندَادًا لِّيُضِلَّ عَن سَبِيلِهِ قُلْ تَمَتَّعْ بِكُفْرِكَ قَلِيلًا إِنَّكَ مِنْ أَصْحَابِ النَّارِ

Ve izâ messel insâne durrun deâ rabbehu munîben ileyhi summe izâ havvelehu nimeten minhu nesiye mâ kâne yed’û ileyhi min kablu ve ceale lillâhi endâden li yudılle an sebîlih kul temetta bi kufrike kalîlen inneke min ashâbin nâr

ve izâ messe el insan : insana dokunduğunda, isabet ettiğinde,
darr : bir sıkıntı, darlık, müşkül,
Deâ rabbe hu : dua, ister, yönelir, rabbine,
munib ileyhi : ona yönelme, istifade için yönelme, ona
Summe iza havvalehu : sonra, verildiği zaman, kavuştu, o,
nimet : nimet, faydalı olan, ihsan, lütuf,
min-hu nesiye : ondan, kendisinden, unutan,
ma kane yedu : olmadı, olmaz, yönelir, ister, yönelmez,
İleyhi min kablu : ona, den önce
ve ceale li Allah : yaptı, kıldı, etti, Allah,
endaden : eşler, ortaklar, kendine varlık isnat eden
li yudılle an sebili hi : saptırmak için, hakikat yolu,
Kul temetta : de, faydalan, yararlan, meta,
bi kufrike kalilen : hakikatleri örten, az, biraz, azda olsa,
inneke min ashabi : muhakkak ki sen, sahip, arkadaş,
el nar : ateş, yakıp yıkıcı haller,

 

 

8- İnsana bir sıkıntı dokunsa, o sıkıntıdan kurtulmak için hemen Rabbine yönelir. Sonra o bir nimete kavuştuğu zaman unutur, daha önce de yaptığı gibi yönelen olmaz ve o hakikat yolunu bırakır dalalet içinde kalır, Allah’a karşı kendine varlık isnat eden olur. De ki: Yalnızca menfaatleri için yaşayanlar, az da olsa hakikatleri görmeyip örtenler, muhakkak ki yakıp yıkıcı hallere sahiptirler.

 

-9-

أَمَّنْ هُوَ قَانِتٌ آنَاء اللَّيْلِ سَاجِدًا وَقَائِمًا يَحْذَرُ الْآخِرَةَ وَيَرْجُو رَحْمَةَ رَبِّهِ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذِينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ إِنَّمَا يَتَذَكَّرُ أُوْلُوا الْأَلْبَابِ

Em men huve kânitun ânâel leyli sâciden ve kâimen yahzerul âhırete ve yercû rahmete rabbih kul hel yestevîllezîne yalemûne vellezîne lâ yalemûn innemâ yetezekkeru ulûl elbâb

Em men huve : yoksa, kim, kimse, o,
kanitun anae : saygılı olan, itaat eden, her anını, zaman,
el leyli : gece, karanlık, cehaletin karanlığı,
saciden : secde eden, teslim olan, tüm varlığından geçen
ve kaimen : ayakta duran, mevcut olan, diri olan, varlığı tutan,
Yahzeru el ahiret : sakınır, çekinir, korkar, sonundan,
ve yercû rahmete rabbihi : diler, ister, rahmetinden, rabbinin
Kul hel yestevi : de, anlat, söyle, bir olurmu, aynı olurmu,
ellezine yalemu : kimse, bilenle, bilen bir kimse, ilim üzere olan
ve ellezîne la yalemun : kimseler, bilmeyen, ilim üzere olmayan
İnnema yetezekkeru : ancak, tezekkür, hakikati anlayıp o hâl üzere bakma
ûlu el elbâbi : yüce akıl sahipleri, hakk üzere aklını işleten

 

 

9- O kimse ki; her anını saygıyla, itaat ederek geçirir, cehaletin karanlığından kurtulup tüm varlığıyla teslim olur ve tüm varlığı tutanı idrak eder, sonunda kötü hâle düşmekten sakınır ve Rabbinin rahmetini ister. De ki: İlim üzere hareket eden kimseyle, ilim üzere hareket etmeyen kimse bir olur mu? Ancak hakk üzere aklını işletenler, hakikatleri anlayıp o hâl ile bu âleme bakarlar.

 

-10-

قُلْ يَا عِبَادِ الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا رَبَّكُمْ لِلَّذِينَ أَحْسَنُوا فِي هَذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةٌ وَأَرْضُ اللَّهِ وَاسِعَةٌ إِنَّمَا يُوَفَّى الصَّابِرُونَ أَجْرَهُم بِغَيْرِ حِسَابٍ

Kul yâ ıbâdıllezîne âmenûttekû rabbekum lillezîne ahsenû fî hâzihid dunyâ haseneh ve ardullâhi vâsiah innemâ yuveffas sâbirûne ecrehum bi gayri hisâb

Kul ya ibadi : Anlat, ey kulluğunu idrak eden,
ellezine amenu : iman edenler,
İttekû : takva, fenalardan sakınmak, ortak koşmamak,
rabbe kum : rabbiniz, sizi vücudlandıran,
li ellezîne ahsenu : kimseler için, onlar için, en güzel, güzel davranışlar,
Fi hâzihi el dünya : bu, dünyada, yaşamınızda,
hasenet : iyilikler üzere olmak
ve ardu allâhi : arz, yeryüzü, Allah,
vasiatun : genişlik, yayılma, gezin, araştırmak,
innema yuveffa : sadece, vefa, sevgiyle davranma
el sâbirûne ecre hum : sabredenler, karşılıkları,
Bi gayrın hisabın : olmaksızın, hesap, verilenin karşılığı, sonsuz, bitmeyen

 

10- De ki: Ey iman edip kulluğunu idrak edenler! Sizi vücudlandırana karşı fenalara düşmekten kaçının, O’na ortak koşmayın. Güzel davranışlar içinde olan kimselerden olun. İşte bu yaşadığınız dünyada iyilikler üzere olun ve yeryüzünde Allah’ın hakikatleri için yayılın, sadece sevgiyle davranın. Sabredenlere sonsuz karşılıklar vardır.

 

-11-

قُلْ إِنِّي أُمِرْتُ أَنْ أَعْبُدَ اللَّهَ مُخْلِصًا لَّهُ الدِّينَ

Kul innî umirtu en abudallâhe muhlisan lehud dîn

Kul inni emr tu : de ki, ben, emr, işleyiş, tüm varlıktaki işleyiş, hüküm
en abud allah : kul, kulluk, Allah
muhlisan : halis, mahsus, has,
lehu el dine : varlığın yaratılış yasaları, hükümleri, din onun,

 

11- De ki: Allah’ın kulu olduğumu, varlığın yaratılış yasalarının O’na mahsus olduğunu, tüm varlıkta işleyenin O olduğunu anladım.

 

-12-

وَأُمِرْتُ لِأَنْ أَكُونَ أَوَّلَ الْمُسْلِمِينَ

Ve umirtu li en ekûne evvelel muslimîn

ve emr tu : işleyiş, emr, hüküm, yapmak, hareket,
li en ekune : benim olmam, olmakla,
Evvele : ilk, önce, öncelikle,
el muslimîne : barış ve huzur üzere olan, slam,

 

12- Ve öncelikle barış ve huzur üzere olmam hükmedildi.

 

-13-

قُلْ إِنِّي أَخَافُ إِنْ عَصَيْتُ رَبِّي عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ

Kul innî ehâfu in asaytu rabbî azâbe yevmin azîm

Kul inni ehafu : anlat, ben, çekinirim, sakınırım,
in asaytu : karşı çıkmak, isyan, asilik, bende varım demek, rabb,
rabbi : rabbim, beni vücudlandıran, efendim,
azabe yevm : sıkıntı, müşkül, gün, vakit, zaman,
azim : yüce, büyük, kararlı,

 

13- De ki: Beni vücudlandırana karşı kendime varlık isnat etmekten çekinirim, böyle yaptığım zaman büyük sıkıntılarda kalırım.

 

-14-

قُلِ اللَّهَ أَعْبُدُ مُخْلِصًا لَّهُ دِينِي

Kulillâhe abudu muhlisan lehu dînî.

kul Allâh abudu : anlat, de ki, Allah’ın kuluyum
Muhlisan : öz, mahsus, halis,
lehu dini : din onun, varoluş yasaları,

 

14- De ki: Sadece Allah’ın kuluyum, din O’na mahsustur.

 

-15-

فَاعْبُدُوا مَا شِئْتُم مِّن دُونِهِ قُلْ إِنَّ الْخَاسِرِينَ الَّذِينَ خَسِرُوا أَنفُسَهُمْ وَأَهْلِيهِمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَلَا ذَلِكَ هُوَ الْخُسْرَانُ الْمُبِينُ

Fabudû mâ şitum min dûnih kul innel hâsirîne ellezîne hasirû enfusehum ve ehlîhim yevmel kıyâmeh e lâ zâlike huvel husrânul mubîn

fe abud : bundan sonra, kulluk, hizmet,
ma şitum : istemeyin, dilemeyin, arzu etmeyin,
min duni hi : ondan başka,
Kul inne el hasirin ellezine : anlat, de, muhakkak kayıpta olan o kimseler
Hasirû : kaybeden, dalalet, hüsran,
enfusehum : kendi, nefsi, özü, onlar, kendileri,
ve ehli him : yetkili olan, ailesi, yakınları
yevme el kıyameti : ölüm vakti, diriliş, dünyanın sonuna kadar,
E lâ zalike : değil mi, yok, işte bu,
huve el hursan el mubin : o, kayıp, hüsran, dalalet, apaçık,

 

15- Artık kulluğunuzu anlayın, O’nun hakikatlerinden başka bir şey istemeyin. De ki: Muhakkak ki dalalete giden o kimseler, kendilerini ve yakınlarını da ölünceye kadar dalalete sürüklerler. İşte bu apaçık dalalet değil midir?

 

-16-

لَهُم مِّن فَوْقِهِمْ ظُلَلٌ مِّنَ النَّارِ وَمِن تَحْتِهِمْ ظُلَلٌ ذَلِكَ يُخَوِّفُ اللَّهُ بِهِ عِبَادَهُ يَا عِبَادِ فَاتَّقُونِ

Lehum min fevkıhim zulelun minen nâri ve min tahtihim zulel zâlike yuhavvifullâhu bihî ıbâdeh yâ ıbâdi fettekûn

Lehum : onlar, dalalette olanlar,
min fevki him zulel : üstlerinde, üzeri, gölge, gaflet
min en nâri : ateşten, yakıp yıkıcı haller,
ve min tahtihim : altından, bulundukları yer, makam, onlar,
zulel : gölge, gaflet
Zalike yuhavvifu : işte, bu, uyarılan, çekinmek, korku, sakınmak,
Allâhu bihi : Allah, onunla, hakikatlerle,
ibade hu : kulluk, o
Ya ibadi : ey kullarım, ey kulluğunu bilenler,
fe itteku ni : artık, fenalardan sakının ortak koşmayın, bana

 

16- Dalalette olanlar, yakıp yıkıcı hallerde bir gaflet üzeredirler ve onlar bulundukları yerlerde gaflet içinde yaşarlar. İşte, Allah’ın hakikatleri üzere olanlar ve O’na olan kulluğunu bilenler ise, dalalete düşmekten sakınırlar. Ey kullarım! Dalalete düşmekten sakının, Bana ortak koşmayın.

 

-17-

وَالَّذِينَ اجْتَنَبُوا الطَّاغُوتَ أَن يَعْبُدُوهَا وَأَنَابُوا إِلَى اللَّهِ لَهُمُ الْبُشْرَى فَبَشِّرْ عِبَادِ

Vellezînectenebût tâgûte en yabudûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ fe beşşir ıbâd

ve ellezîne icteneb : o kimseler, sakınma, çekinme, ictinab eden,
el tagut : zanlarına tapınma, batıl olan şeylere yönelmek
en yabudû hâ : ona kul olmak
Ve enabu ilâ Allâhi : yöneldiler Allah’a
Lehum el beşr : onlar, müjde, sevindirmek, bildirmek, huzur,
fe beşir ibad : artık, müjde, sevinmek, kulluk,

 

17- Batıl olan şeylere kul olmaktan sakınanlara ve Allah’a yönelenlere, hakikatleri bilmenin sevinci vardır, artık onlar kulluğu anlamanın sevincindedirler.

 

-18-

الَّذِينَ يَسْتَمِعُونَ الْقَوْلَ فَيَتَّبِعُونَ أَحْسَنَهُ أُوْلَئِكَ الَّذِينَ هَدَاهُمُ اللَّهُ وَأُوْلَئِكَ هُمْ أُوْلُوا الْأَلْبَابِ

Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahseneh ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb

Ellezîne yestemiune : o kimseler, işitirler,
el kavl : sözler, anlaşma, sözleşme
Fe yettebiûne ahsene hu : sonra tâbi olan, uyan, en güzel olana
Ulâike ellezine : işte onlar, o kimseler,
hedahum Allah : yol bulurlar, Allah
ve ulâike hum : işte onlar,
ulul el elbab : yüce akıl sahibi, hak üzere aklını işleten, saf akıl sahibi

 

18- Hakikatlerin sözlerini işiten o kimseler, sonra da o hakikatlere en güzel tâbi olanlar, işte onlar Allah’a yol bulurlar ve işte onlar aklını hakk üzere işletenlerdir.

 

-19-

أَفَمَنْ حَقَّ عَلَيْهِ كَلِمَةُ الْعَذَابِ أَفَأَنتَ تُنقِذُ مَن فِي النَّارِ

E fe men hakka aleyhi kelimetul azâb e fe ente tunkızu men fîn nâr

E fe men hakka : değil midir, kim, kimse, hakikat, gerçek,
aleyhi kelime : kendindeki, üzerindeki, kelime, tecelli, hakikatler,
el azabi : sıkıntı, azap, müşkül,
E fe ente tunkızu : kurtarabilir misin, sen,
men fi el nar : kim, kimse, ateşin içinde, yakıp yıkıcı haller içinde,

 

19- Kendi üzerindeki tecellileri görmeyen kimse sıkıntılarda değil midir? Ateşin içinde olan kimseyi sen kurtarabilir misin?

 

-20-

لَكِنِ الَّذِينَ اتَّقَوْا رَبَّهُمْ لَهُمْ غُرَفٌ مِّن فَوْقِهَا غُرَفٌ مَّبْنِيَّةٌ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ وَعْدَ اللَّهِ لَا يُخْلِفُ اللَّهُ الْمِيعَادَ

Lâkinillezînettekav rabbehum lehum gurefun min fevkıhâ gurefun mebniyyetun tecrî min tahtihel enhâr vadallâh lâ yuhlifullâhul mîâd

Lâkin ellezine ittekav : lâkin, kimseler, takva, anlamaya çalışmak,
rabb hum : kendilerini vücudlandıran, rab, onlar,
Lehum gurefun min fevkiha : onlar için, yüksek makam, üstünde, yücelik, o
gurefun mebniyet : yüce, yüksek makam, yapılmış kurulmuş, iç içe
Tercî min tahtina el enhar : vardır, onun altında, makam, nehirler, ilimler
vade Allâh : söz, gerçeği, vaadi, yerine gelşen, Allah,
la yuhlifu : yok, sonsuz, dönmez, iftilaf,
Allah el miad : Allah, vaadi gerçekleşir, müddet,

 

20- Lâkin kendilerini vücudlandıranı anlamak için gayret gösteren ve hakikatlere uygun yaşayan kimseler için yüce makamlar vardır. Onların makamlarında ilim vardır, onlar iç içe geçen o yüce makamlar üzere hareket ederler. Allah’ın sözleri sonsuzdur. Allah’ın sözleri her an gerçekleşir.

 

-21-

أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ أَنزَلَ مِنَ السَّمَاء مَاء فَسَلَكَهُ يَنَابِيعَ فِي الْأَرْضِ ثُمَّ يُخْرِجُ بِهِ زَرْعًا مُّخْتَلِفًا أَلْوَانُهُ ثُمَّ يَهِيجُ فَتَرَاهُ مُصْفَرًّا ثُمَّ يَجْعَلُهُ حُطَامًا إِنَّ فِي ذَلِكَ لَذِكْرَى لِأُوْلِي الْأَلْبَابِ

E lem tere ennallâhe enzele mines semâi mâen fe selekehu yenâbîa fîl ardı summe yuhricu bihî zeran muhtelifen elvânuhu summe yehîcu fe terâhu musferran summe yecaluhu hutâmâ inne fî zâlike le zikrâ li ulîl elbâb

Elem tere : görmedin mi?
enne Allah enzele : Allah, indirdi, sundu,
Min el semâi maen : gökten, rahmeti, yağmur, su,
Fe selekehu yenâbîa : sonra onu sokar, kaynak, pınarlar,
fi el ardı : içine, toprak, toprağa, yeryüzü,
Summe yuhric bi-hi : sonra çıkarır, onunla,
zeran : ekin, bitki, kültür,
muhtelif elvanu hu : çeşir çeşit, renklerde,
Summe yehic : sonra kurur
fe terahu musfere : artık, böylece, onu görürsün, sararmış solmuş
Summe yecaluhu : sonra, onu yapar, kılar, eder,
hutame : darmadağın, çer çöp, dağınıklık,
İnne fi zalike : muhakkak, içinde işte bu
le zikr : elbette, zikr, öğüt, ders, anmak,
li ulil elbab : aklı sahipleri, aklını işletenler için,

 

21- Allah gökten yağmuru nasıl indirir görmez misin? Sonra onu toprağın içine girmesini sağlar. Yeryüzünün içinden onu kaynaklar halinde çıkarır akıtır. Onunla çeşit çeşit renklerde bitkiler verir. Sonra onu görürsün sararmış solmuş, dağılıp gitmiş. Muhakkak ki işte bunların içinde, aklını hakk üzere işletenler için dersler vardır.

 

-22-

أَفَمَن شَرَحَ اللَّهُ صَدْرَهُ لِلْإِسْلَامِ فَهُوَ عَلَى نُورٍ مِّن رَّبِّهِ فَوَيْلٌ لِّلْقَاسِيَةِ قُلُوبُهُم مِّن ذِكْرِ اللَّهِ أُوْلَئِكَ فِي ضَلَالٍ مُبِينٍ

E fe men şerehallâhu sadrehu lil islâmi fe huve alâ nûrin min rabbih fe veylun lil kâsiyeti kulûbuhum min zikrillâh ulâike fî dalâlin mubîn

Efe men şeraha : kim açtıysa, açarsa, anlamak için genişletmek
Allah sadr hu : Allah, gönül, o
Li el İslâmi : barışa ve huzur üzere olmak için
fe huve ala nurin : böylece o, işte o, nuru üzere, aydınlık
Min rabbi-hi : Rabbinin, vücudlandıran,
Fe veylun : artık, vah haline, yazık,
li el kasiyet : katılaşma içinde, kapatmak, uzaklaşmak,
Kulubu hum : onları kalpleri, idrakleri,
min zikri allâhi : zikir, anlamak, anmak, hatırlamak, Allah
Ulaike fi dalalin mubin : işte onlar, apaçık dalalet, yalanlara sapmak,

 

22- Kim gönlünü Allah’ı anlamak için açarsa, o barış ve huzur içinde olur, işte o Rabbinin nuru üzeredir. Kalblerini Allah’ı anlamaya kapatmış olanların ise vah o hâllerine. İşte onlar apaçık bir dalalet içindedirler.

 

-23-

اللَّهُ نَزَّلَ أَحْسَنَ الْحَدِيثِ كِتَابًا مُّتَشَابِهًا مَّثَانِيَ تَقْشَعِرُّ مِنْهُ جُلُودُ الَّذِينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ ثُمَّ تَلِينُ جُلُودُهُمْ وَقُلُوبُهُمْ إِلَى ذِكْرِ اللَّهِ ذَلِكَ هُدَى اللَّهِ يَهْدِي بِهِ مَنْ يَشَاء وَمَن يُضْلِلْ اللَّهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ

Allahu nezzele ahsenel hadîsi kitâben muteşâbihen mesâniye takşaırru minhu culûdullezîne yahşevne rabbehum summe telînu culûduhum ve kulubuhum ilâ zikrillâh zalike hudallâhi yehdî bihî men yeşau ve men yudlilillahu fe ma lehu min had

Allâhu nezzele : Allah, indirdi, sundu, en güzel, sözleri
ahsene el hadis

Kitaben                                                                          

: en güzel, hoş, iyi, sözler, hakikatler, tecelliler

: kitap, hakikatlerin sözler, her varlık bir kitab,

muteşabihen : farklı gibi özü aynı, benzer, uyumlu,
meşaniy : çok, ikişer, farklı, suret ve siretiyle hikmet taşır
Takşaırru : ürperir, sıkıntı hisseder, çekinir,
min culud ellezine : cilt, suret, gizlenen, deri, onlar
Yahşevne   : huşu, huzur duyarlar,
rabbehum : Rablerinden
Summe telinu : sonra, sukünet bulur, iç yüzünü anlama,
culûdu hum : cild, ten, deri, suretler, onlar
ve kulubu hum : kalpler, idrakleri, onlar
ila zikri allah : anmak, hatırlamak, Allah’ın zikri
Zalike hudâ allâh : işte bu, yol bulma, yol göstermek, Allah
bihi men yeşau : onu, o hakikatler, kim, ister, isteyen,
Ve men yudil Allâhu : kim, kimse, uzaklaşan, sapan, Allah
Fe ma lehu min hadin : böylece, artık, o bulamaz, bir yol gösterici

 

23- Her varlığı bir kitap olarak en güzel sözlerle sunan Allah’tır. Farklı gibi görünen şeyler özde aynıdır, suret ve siret olmak üzere iki yönüyle de hikmetler taşır. Suretlerde kalanlar sıkıntılar içindedirler. Suretlerin iç yüzünü anlayanlar ise, Rabbine teslim olmanın huzuru içindedirler ve onların kalbinde ancak Allah’ın zikri vardır. İşte Allah’a yol bulmak isteyen kimseler o hakikatler üzere olur. Fakat kim Allah’ın hakikatlerinden uzaklaşırsa, böylece o bir yol gösterici bulamaz.

 

-24-

أَفَمَن يَتَّقِي بِوَجْهِهِ سُوءَ الْعَذَابِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَقِيلَ لِلظَّالِمِينَ ذُوقُوا مَا كُنتُمْ تَكْسِبُونَ

E fe men yettekî bi vechihî sûel azâbi yevmel kıyâme ve kıyle liz zâlimîne zûkû mâ kuntum teksibûn

Efe men yetteki : böylece, gibi midir, kim, kimse, korur, sakınır,
bi vech hi sue : yüzünü, yönünü, gerçek, o, fena, kötülük,
el azabi : sıkıntı, azap, zorluk,
yevm el kıyamet : ölüm vakti, hakikatlerin ortaya çıkışı,
ve kile li ez zalimine : denir, zulüm eden, zalimler için, kötülük,
zuku : tatma, zevk, o halde,
Ma kuntum teksibune : siz değilsiniz, bir şey kazanmak, edinmek,

 

24- Fena hâllerden yüzünü koruyan kimse, ölünceye kadar azap içinde olan kimse gibi midir? Zulmü zevk edinenler için: Siz bir şey kazanmış değilsiniz, denir.

 

-25-

كَذَّبَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ فَأَتَاهُمْ الْعَذَابُ مِنْ حَيْثُ لَا يَشْعُرُونَ

Kezzebellezîne min kablihim fe etâhumul azâbu min haysu lâ yeşurûn

Kezzebe : yalanladı, yalanlarda kaldı
ellezine min kablihim : onlardan önceki kimseler,
Fe eta hum : işte, böylece, kalır, geldi, olur, sıkıntılarda kalır
el azabı min haysu : sıkıntı, azap, bir yer, nerede olursa olsun,
la yeşurune : şuurları yok, kendini çevresini idrak edemeyen,

 

25- Onlardan önce de hakikatleri yalanlayanlar oldu. Kendini ve çevresini idrak edemeyenler, işte onlar nerede olursa olsunlar sıkıntılardadırlar.

 

-26-

فَأَذَاقَهُمُ اللَّهُ الْخِزْيَ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَلَعَذَابُ الْآخِرَةِ أَكْبَرُ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ

Fe ezakahumullahul hızye fîl hayatid dunya ve le azabul ahıreti ekber lev kanu yalemun

Fe ezaka hum : böylece, işte, onlar zevk, tatma,
Allah el hızy : Allah, utanma, alçalma, horluk
Fi el hayâti ed dunyâ : dünya hayatı içinde, yaşantılarında
ve le azabu : gerçekten, elbette, sıkıntı, azap,
el ahiret ekber : sonunda, büyük,
lev kanu yalemun : keşke, eğer, oldu, bilen, ilmin sahibi,

 

26- Böylece onlar zevklere dalarlar, yaşantılarında Allah’ı önemsemezler ve elbette onlar sonunda daha büyük sıkıntılarda kalırlar. Keşke bilenlerden olsalardı.

 

-27-

وَلَقَدْ ضَرَبْنَا لِلنَّاسِ فِي هَذَا الْقُرْآنِ مِن كُلِّ مَثَلٍ لَّعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ

Ve lekad darebnâ lin nâsi fî hâzel kurani min kulli meselin leallehum yetezekkerun

ve lekad darebna : gerçek şu ki, örnek, ortaya koyduk, vurgu, misal,
li el nas : insanlar için, insanlara,
Fi haza el kuran : bu kuran içinde, kâinat kitabı, okunan şey,
min kulli mesel : bütün misaller, hüccet, durumlar, delil,
lealle-hum : umulur ki onlar
yetezekkerune : tezekkür, ulaştıkları hakikatlerle bakmak

 

27- Gerçek şu ki, bu kâinat kitabının içinde bütün delilleri insanlar için ortaya koyduk. Umulur ki onlar varlığın yaratılışını düşünürler, ulaştıkları hakikatlerle bu âleme bakarlar.

 

-28-

قُرآنًا عَرَبِيًّا غَيْرَ ذِي عِوَجٍ لَّعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ

Kuranen arabiyyen gayre zî ivecin leallehum yettekûn

Kuranen : Kuran, kâinat kitabı, okunan her şey,
arabiyyen : anlaşılır bir şekilde,
Gayre zi ivecin : olmayan, eğrilik, kusur, çelişki, yanlış, çarpıklık,
lealle-hum : umulur ki onlar,
yettekune : fenalardan sakınmak hakikatlere uygun yaşamak

 

28- Tüm kâinat kitabı anlaşılır bir şekildedir, içinde bir çarpıklık yoktur. Umulur ki onlar hakikatleri anlamak için gayret gösterirler ve hakikatlere uygun yaşarlar.

 

-29-

ضَرَبَ اللَّهُ مَثَلًا رَّجُلًا فِيهِ شُرَكَاء مُتَشَاكِسُونَ وَرَجُلًا سَلَمًا لِّرَجُلٍ هَلْ يَسْتَوِيَانِ مَثَلًا الْحَمْدُ لِلَّهِ بَلْ أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ

Daraballahu meselen raculen fîhi şurekau muteşakisûne ve raculen selemen li racul hel yesteviyani mesel el hamdulillah bel ekseruhum la yalemûn

darabe Allah : ortaya koyma, örnek, vurgu yapmak, Allah
meselen : misal, örnek,
racul fihi şurekau : bir kiş, adam, onda ortak koşma,
muteşakisune : birbirine eşkıyalık yapma, zarar verme,
ve raculen selemen : bir kişi, adam, barış ve huzur üzere olan,
li racul : bir kişi, adam, ileri gelen,
hel yesteviyan meselen : bir olurmu, bir değildir, mesel, durum,
el hamd li Allah : misal, örnek, Hamd Allaha aitdir
Bel ekseru hum : hayır, fakat, bilakis, onların çoğu,
la yalemune : bilemiyorlar, hakikatleri bilemiyorlar,

 

29- Allah bir misali ortaya koyar: Bir kişi ki, onda ortak koşma var, eşkıyalık yapmak var ve bir kişi ki, barış ve huzur üzere olan bir kişi. Bu misaldeki ikisi hiç bir olur mu? Varlığın tüm niteliklerinin sahibi Allah’tır. Fakat onların çoğu hakikatleri bilemiyorlar.

 

-30-

إِنَّكَ مَيِّتٌ وَإِنَّهُم مَّيِّتُونَ

İnneke meyyitun ve innehum meyyitûn

Inne-ke meyyitun : muhakkak ki sen, ölümlüsün
ve inne-hum meyyitun : muhakkak ki onlar, ölümlü

 

30- Muhakkak ki sen ölümlüsün ve muhakkak ki onlarda ölümlü.

 

-31-

ثُمَّ إِنَّكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ عِندَ رَبِّكُمْ تَخْتَصِمُونَ

Summe innekum yevmel kıyameti ınde rabbikum tahtasımûn

Summe inne kum : sonra gelecek, sonunda, muhakkak siz
yevme el kıyâmeti : ölüm vakti, hakikatlerin ortaya çıkış gün,
İnde rabbikum : katında, ona ait, rabbiniz, sizi vücudlandıran,
tahtasımun : hesaba çekme, ilgili, davalı davacı, kendini sorgulama

 

31- Muhakkak ki sizin ölüm vaktiniz gelecektir. O ölüm vakti gelmeden, sizi vücudlandırana ait olan hakikatler hakkında kendinizi sorgulayın.

 

-32-

فَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّن كَذَبَ عَلَى اللَّهِ وَكَذَّبَ بِالصِّدْقِ إِذْ جَاءهُ أَلَيْسَ فِي جَهَنَّمَ مَثْوًى لِّلْكَافِرِينَ

Fe men azlemu mimmen kezzebe alallahi ve kezzebe bis sıdkı iz caeh e leyse fî cehenneme mesven lil kafirin

Fe men azlemu : işte, böylece, kim, daha zalim,
Mimmen kezep : kimseden, kim, ondan, yalanlayan,
ala Allâh  : Allah hakkında,
ve kezzebe : yalanladı, hakikatler, gerçeği, doğrular,
bi el sıdkı : hakikatler, gerçeği, doğrular,
İz cae hu : oan geldiğinde, sunulduğunda,
E leyse : değil midir?
fi cehennem : derin kuyu, cehaletin cehennemi, yakıp yıkıcı olan,
mesven : yer, mesken, bulundukları hal,
li el kafirin : hakikatleri görmemezlikten gelen, örten,

 

32- Allah hakkında yalan söyleyen ve ona gerçekler sunulduğu hâlde, yalanlayan kimseden daha zalim olan kimdir? Hakikatleri görmemezlikten gelenlerin bulundukları hâl, cehaletin cehennemi değil midir?

 

-33-

وَالَّذِي جَاء بِالصِّدْقِ وَصَدَّقَ بِهِ أُوْلَئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ

Vellezî cae bis sıdkı ve saddeka bihi ulaike humul muttekûn

ve ellezî cae : kim, o kimse, geldi, sundu, verildi,
bi el sıdk : doğru, gerçek, hakikat, sadakatla,
ve sadak bihî : tasdik eder, sadakat, doğru, gerçek, onu, hakikatleri,
Ulâike hum : işte onlar,
el muttekune : fenalara düşmekten sakınan ortak koşmayan

 

33- Kim ona verilenlerin doğruluğuna ulaşır ve onu tasdik ederse, işte onlar fenalara düşmekten sakınırlar, Allah’a ortak koşmazlar.

 

-34-

لَهُم مَّا يَشَاءونَ عِندَ رَبِّهِمْ ذَلِكَ جَزَاء الْمُحْسِنِينَ

Lehum ma yeşaune inde rabbihim zalike cezaul muhsinîn

Lehum ma yeşaun : onlar, şey, ne, değil, istemez,
inde Rabbi him : yanında, katında, ona ait, Rab, vücudlandıran,
Zalike ceazu : işte, karşılık,
el muhsinin : iyi davranışlar, içtenlikle bağlı olan, ihsan sahibi,

 

34- Onlar, kendilerini vücudlandırana ait olan hakikatlerden başka bir şey istemezler. İşte tüm içtenliğiyle Hakk’a bağlı olanların istedikleri karşılık budur.

 

-35-

لِيُكَفِّرَ اللَّهُ عَنْهُمْ أَسْوَأَ الَّذِي عَمِلُوا وَيَجْزِيَهُمْ أَجْرَهُم بِأَحْسَنِ الَّذِي كَانُوا يَعْمَلُونَ

Li yukeffirallahu anhum esveellezî amilû ve yecziyehum ecrehum bi ahsenillezî kanu yamelûn

li yukeffira Allah anhum : örtsün, örter, kaybolur, kurtulur, Allah, onlardan
Esvee ellezi amilu : kötü, fena, yaptıkları, amelleri,
ve yecziye-hum : karşılık, mükâfat, ödül, onlar,
ecre-hum bi ahsen : ecir, karşılık, onlar, en güzel
Ellezî kanu yamelun : ki o, oldu, yapıyorlar

 

35- Onlar düştükleri fenalardan Allah’ı idrak ederek kurtulurlar ve onlar yaptıkları güzel şeylerin mükâfatını alırlar.

 

-36-

أَلَيْسَ اللَّهُ بِكَافٍ عَبْدَهُ وَيُخَوِّفُونَكَ بِالَّذِينَ مِن دُونِهِ وَمَن يُضْلِلِ اللَّهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ

E leysallahu bi kafin abdeh ve yuhavvifuneke billezine min dunih ve men yudlilillâhu fe mâ lehu min had

e leyse Allah : değil midir, Allah
bi kafin abd hu : kâfi, yeter, kulluk, o,
ve yuhavvifûne-ke : seni korkutuyorlar,
bi ellezîne min duni hi : onlar ile, onlardan başka, zanna dayalı şeyler
ve men yudlili Allah : kim, saparsa, dalalete düşerse, uzaklaşırsa, Allah
Fe ma lehu min hadin : böylece, ona olmaz, bir yol gösteren

 

 

36- Allah kuluna kâfi değil midir? O’nu bırakıp ta zanna dayalı şeylere yönelen kimseler, seni kendi vehimleriyle korkutmaya çalışıyorlar. Kim Allah’ın hakikatlerini bırakıp kendi cehaletine saparsa, bundan sonra ona yol gösteren olmaz.

 

-37-

وَمَن يَهْدِ اللَّهُ فَمَا لَهُ مِن مُّضِلٍّ أَلَيْسَ اللَّهُ بِعَزِيزٍ ذِي انتِقَامٍ

Ve men yehdillahu fe ma lehu min mudıll e leysallahu bi azîzin zintikam

ve men yehdi Allah : kim, kimse, yönelen, yol bulursa, Allah
Fe ma lehu min mudıllin : böylece, olmaz, hakikatlerden sapmaz
e leyse Allah : değil midir? Allah
bi aziz : varlığın yüce sahibi,
zintikam : gücünü gösteren, nimetleriyle gücünü gösteren,

 

37- Allah’a yol bulan kimse ise, artık o hakikatlerden sapmaz. Tüm varlığın yüce sahibi, nimetleriyle gücünü gösteren Allah değil midir?

 

-38-

وَلَئِن سَأَلْتَهُم مَّنْ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ لَيَقُولُنَّ اللَّهُ قُلْ أَفَرَأَيْتُم مَّا تَدْعُونَ مِن دُونِ اللَّهِ إِنْ أَرَادَنِيَ اللَّهُ بِضُرٍّ هَلْ هُنَّ كَاشِفَاتُ ضُرِّهِ أَوْ أَرَادَنِي بِرَحْمَةٍ هَلْ هُنَّ مُمْسِكَاتُ رَحْمَتِهِ قُلْ حَسْبِيَ اللَّهُ عَلَيْهِ يَتَوَكَّلُ الْمُتَوَكِّلُونَ

Ve le in seeltehum men halakas semavati vel arda le yekulunnallah kul e fe raeytum mâ tedûne min dûnillâhi in eradeniyallâhu bi durrin hel hunne kaşifatu durrihi ev eradenî bi rahmetin hel hunne mumsikâtu rahmetih kul hasbiyallâh aleyhi yetevekkelul mutevekkılûn

ve le in seelte hum : mutlaka, elbette, eğer, onlara sorsan,
men halaka : kim, yarattı, halketti,
el semâvâti ve al ard : gökleri ve yeri
Le yekûlunne Allah : elbette, Allah derler
Kul efe raeytum : de, söyle, öyleyse gösterin,
Ma tedune : şey, ne, yönelmek, tapındığınız şey,
min duni Allah : ona ait, Allah’tan başka
İn eradeniy Allah : eğer, irade, ben,  Allah
bi darrin : bir darlık, zorluk, sıkıntı, müşkül,
Hel hunne kaşifatu : onlar giderebilirler mi? Açmak, açıklayan,
darri hi : o zorluğu, sıkıntı,
Ev erade ni bi rahmet : ya da, irade, istek, ben, rahmetini
Hel hunne : onlar mı?
mumsikatu rahmet hi : rahmeti engelleyecek, rahmeti tutan,
Kul hasbiye Allâh : de ki, Allah bana yeter,
aleyhi yetevekkel : tevekkül eden, her şeyiyle ona teslim olan,
el mutevekkilun : her şeyiyle ona teslim olmak, güvenmek,

 

38- Eğer onlara: Gökleri ve yeri kim yarattı? diye sorsan, elbette Allah, derler. De ki: Öyle ise gösterin bana, Allah’ı bırakıp ta tapındığınız şeyler neyi yaratmış? Eğer ben, Allah’ın irade sıfatını anlamada bir sıkıntıya düşsem, onlar bu sıkıntıyı kaldırabilirler mi? Ya da onun rahmetini istesem, o rahmete engel olabilirler mi? De ki: Allah bana yeter. Her şeyiyle O’na teslim olanlar tevekkül edenlerdir.

 

-39-

قُلْ يَا قَوْمِ اعْمَلُوا عَلَى مَكَانَتِكُمْ إِنِّي عَامِلٌ فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ

Kul yâ kavmimelû ala mekanetikum inni amil fe sevfe talemûne.

Kul ya kavmi : de ki, ey kavmim, insanlar,
imelu : amel, işleyiş, yapın, çalışın, gayret gösterin,
Ala mekaneti-kum : mekân, mesken, ev, hane, vücud mekanı, yer, siz
İnnî amilun : ben, yapan, çalışıyorum,
Fe sevfe talemun : eğer böyle yaparsanız, yakında, bilirsiniz,

 

39- De ki: Ey insanlar! Siz vücud varlığınızı anlamaya çalışın, ben de çalışıyorum. Eğer böyle yaparsanız hakikatleri bilirsiniz.

 

-40-

مَن يَأْتِيهِ عَذَابٌ يُخْزِيهِ وَيَحِلُّ عَلَيْهِ عَذَابٌ مُّقِيمٌ

Men yetihi azabun yuhzıhi ve yahıllu aleyhi azabun mukîm

Men yeti hi azabun : kim, kimse, gelir, ona, sıkıntı, müşkül,
yuhzihi : alçalır, ayıp, alay etme, önemsememe, o
ve yahıllu aleyhi : girmek, kalmak, çöker, iner, o halde olmak, ona,
azab mukim : sıkıntı, müşkül, devamlı, o halde kalmak,

 

40- Kim ona gelen müşkülü önemsemezse, o devamlı sıkıntıların içinde kalır.

 

-41-

إِنَّا أَنزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ لِلنَّاسِ بِالْحَقِّ فَمَنِ اهْتَدَى فَلِنَفْسِهِ وَمَن ضَلَّ فَإِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَا وَمَا أَنتَ عَلَيْهِم بِوَكِيلٍ

İnna enzelna aleykel kitâbe lin nasi bil hakkı fe men ihteda fe li nefsih ve men dalle fe innema yadıllu aleyha ve ma ente aleyhim bi vekil

İnna enzelna aleyke : biz, indirdik, sunduk, verdik, sana, kendin,
el kitab : kitap, varlık kitabı,
Li el nasi : insanlar için, insanlara,
bi el hakk : hak ile, kendi hakikatlerini, gerçek,
Fe men ihteda : bundan sonra, kim, yol buldu,
fe li nefsi hi : kendisi için, nefsi için, kendi vücud kitabı, o
ve men dalle : kim, ondan saptı, dalalet
Fe ennema yadıllu aleyha : artık, dalâlette olur, kendi zararına
ve ma ente aleyhim : sen değilsin, onlara,
bi vekil : koruyucu, vekil, bakan, sorumlu

 

41- Muhakkak ki Biz; hakikatleri bilmeleri için, sana ve insanlara, her varlığı bir kitap olarak sunduk. Bundan sonra kim kendi vücud kitabına bakıp yol bulursa, bu kendi yararınadır ve kim onu anlamaktan uzaklaşırsa, böylece ancak kendi zararına uzaklaşmış olur. Ve sen onların hallerinden sorumlu değilsin.

 

-42-

اللَّهُ يَتَوَفَّى الْأَنفُسَ حِينَ مَوْتِهَا وَالَّتِي لَمْ تَمُتْ فِي مَنَامِهَا فَيُمْسِكُ الَّتِي قَضَى عَلَيْهَا الْمَوْتَ وَيُرْسِلُ الْأُخْرَى إِلَى أَجَلٍ مُسَمًّى إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ

Allahu yeteveffel enfuse hîne mevtihâ velletî lem temut fî menamiha fe yumsikulletî kadâ aleyhel mevte ve yursilul uhrâ ilâ ecelin musemma inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn

Allahu yeteveffa : Allah, vefat, vefalı, sevgi, tam teslim,
el enfuse : enfus, kendisi, nefs, öz varlığı,
Hine mevti ha : anında, onun ölümü
ve elleti lem temut : o ki, değil, ölmedi, has,
Fi menami ha : içinde, onun uykusu,
fe yumsiku : sonra, böylece, tutar, sarar, sımsıkı tutan,
Elletî kada aleyha : ki o takdir, yerine getirilen, onun,
el mevt : ölüm, nutfe,
ve yursilu : gönderir, getiren, açığa çıkar,
el uhra : başka, son, sonunda, diğer,
ilâ ecelin musemmen : belirli bir zaman içinde,
İnne fi zalike le ayatin : muhakkak bunda ayetler, deliller, işaret,
Li kavmin : kavim için, insanlara, topluluklara,
yetefekkerun : yaratılışı ve ölümü düşünen, tefekkür eden

 

42- O ölüm anında nefsler Allah’a tam teslimiyet içindedir. O uyku hali ölüm gibi değildir. Bedenleri sımsıkı tutan O’dur. Ölüm ki O’nun takdiridir ve belli bir zaman içinde son yerine getirilir. Muhakkak ki yaşamı ve ölümü tefekkür eden insanlara, bunda deliller vardır.

 

-43-

أَمِ اتَّخَذُوا مِن دُونِ اللَّهِ شُفَعَاء قُلْ أَوَلَوْ كَانُوا لَا يَمْلِكُونَ شَيْئًا وَلَا يَعْقِلُونَ

Emittehazû min dûnillâhi şufeae kul e ve lev kanu la yemlikûne şeyen ve la yakılûn

Em ittehazu : yoksa, edindiler, sarıldılar,
minduni Allah : Allah’tan başka,
şufeae : şefaat eden, şefatçi, koruyan, kurtaran, şifa
Kul e ve lev kanu : anlat, de ki, eğer olsa
la yemlukine şeyen : olamayan, güçleri yok, malik, bir şeye
ve la yakılune : yok, akıl, düşünmeyen, akıl etmezler,

 

43- Yoksa Allah’tan başka şefaatçimi edindiler? De ki: Hiçbir şeye malik olamayan ve düşünmeyen şeylere mi döndüler?

 

-44-

قُل لِّلَّهِ الشَّفَاعَةُ جَمِيعًا لَّهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ثُمَّ إِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

Kul lillahi el şefaatu cemia lehu mulkus semâvâti vel ard summe ileyhi turceun

Kul li Allah : Anlat, deki, Allah’a
el şefaat cemia : şefaat, kurtulmak, şifa, tamamen, tümü
lehu mulku : tümü, hepsi, onun mülkünde hükümran olan
el semâvâti ve el ard : semalar, gökler ve yer
Summe ileyhi turceûne : sonra aslınız olan ona döndürüleceksiniz

 

44- De ki: Şefaat tamamen Allah’a mahsustur. Göklerin ve yerin hükümranı O’dur. Sonra aslınız olan ona döndürüleceksiniz.

 

-45-

وَإِذَا ذُكِرَ اللَّهُ وَحْدَهُ اشْمَأَزَّتْ قُلُوبُ الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْآخِرَةِ وَإِذَا ذُكِرَ الَّذِينَ مِن دُونِهِ إِذَا هُمْ يَسْتَبْشِرُونَ

Ve iza zukirallahu vahdehuşmeezzet kulubullezine la yuminune bil ahıreh ve iza zukirellezîne min dunihi iza hum yestebşirûn

ve iza zukire : zikredildiği zaman, anıldığı zaman,
Allah vahde hu : Allah, teklik, birlik, o
İşmeezzet : tiksindi, nefretle ürperdi, rahatsız oldu,
kulub ellezine : o kimselerin kalpleri, idrakleri, anlayışları,
la yuminûne bi el ahiret : inanmaları yok, sonlarına
ve iza zukire ellezine : anıldığı zaman, o kimseler
Min dunihi : ondan başka, o taptıkları
iza hum yestebşirûne : onlar neşelenip sevinirler

 

45- Allah’ın birliğinden bahsedildiği zaman, sonlarına da inanmayan o kimselerin kalbleri rahatsız olur ve o kimseler kendi taptıkları anıldığı zaman sevinirler.

 

-46-

قُلِ اللَّهُمَّ فَاطِرَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ عَالِمَ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ أَنتَ تَحْكُمُ بَيْنَ عِبَادِكَ فِي مَا كَانُوا فِيهِ يَخْتَلِفُونَ

Kulillâhumme fâtıras semâvâti vel ardı âlimel gaybi veş şehâdeti ente tahkumu beyne ıbâdike fî mâ kânû fîhi yahtelifûn

Kul Allah humme : anlat, deki, Allah, onları, her şey
fatır : yaratan, vareden, açığa çıkaran,
El semavat ve el ard : gökler ve yer
Alime el gaybi : görünmeyen bilinmeyendeki ilmin sahibi
ve eş şehâdeti : her yerde her an hazır olan,
Ente tahkumu : sen, hüküm sahibisin, hâkim olan,
beyne ibadi ke : arasında, onlarda, kul, sen
Fî mâ kanu fihi : içinde, o şey oldu, onda,
fihi yahtelifune : onlardaki, farklılık, farklı görünüm, ihtilaf,

 

46- De ki: Göklerin ve yerin varedicisi, görünmeyen bilinmeyendeki ilmin sahibi ve her an her yerde hazır olan sensin Allah’ım. Kullarının farklı görünüm içinde olmasında hüküm sahibi olan sensin Allah’ım.

 

-47-

وَلَوْ أَنَّ لِلَّذِينَ ظَلَمُوا مَا فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا وَمِثْلَهُ مَعَهُ لَافْتَدَوْا بِهِ مِن سُوءِ الْعَذَابِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَبَدَا لَهُم مِّنَ اللَّهِ مَا لَمْ يَكُونُوا يَحْتَسِبُونَ

Ve lev enne lillezine zalemu ma fîl ardı cemîan ve mislehu meahu leftedev bihî min sûil azabi yevmel kıyameh ve beda lehum minallahi mâ lem yekûnû yahtesibûn

ve lev enne : eğer olsaydı,
li ellezine zalemu : onlar için, zalimlerin
Ma fî el ardı cemian : yeryüzünde, hepsi
ve misle hu mea hu : onlar kadar, onuna birlikte
le iftedev bihi : mutlaka fidye verirlerdi, hepsini vermek, onu,
min sui el azab : kötü sıkıntıdan dolayı
yevme el kıyâmeti : hakikatlerin ortaya çıktığı gün, ölüm vakti
ve bedâ lehum : ortaya çıktı, zuhur etti, göründü, bütün varlık, onlar
min Allah : Allah’tan
Ma lem yekûnû yahtesibûne : hesap etmiyorlar, hesap etmediler, düşünemiyorlar

 

47- Yeryüzünde olanların hepsi ve bir o kadarı da eğer zalimlerin olsa, ölüm vakti geldiğinde o kötü sıkıntıdan kurtulmak için hepsini verirlerdi ve onlar bütün varlığın ortaya çıkıp görünmesinin Allah’tan olduğunu düşünemiyorlar.

 

-48-

وَبَدَا لَهُمْ سَيِّئَاتُ مَا كَسَبُوا وَحَاقَ بِهِم مَّا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُون

Ve bedâ lehum seyyiâtu mâ kesebû ve hâka bihim mâ kânû bihî yestehziûn

ve bedâ lehum : ortaya çıktı, zuhur etti, göründü, onlar, bütün varlık,
seyyiatu : fenalarda kalmak, kötülük,
Ma kesebu : kazandıkları şeylerde, kazanmadılar, elde edemediler
ve haka bihim : kuşattı, sarıldılar, onları,
Ma kanu bihi yestehziûne : olmadı, onunla alay ediyorlar, önemsemediler

 

48- Ve onlar; ortaya çıkan varlığı anlamaya karşı, fena hallerde kaldılar, hakikatlerden bir şey elde edemediler ve hakikatleri önemsemediler, fena hallere sarıldılar.

 

 

-49-

فَإِذَا مَسَّ الْإِنسَانَ ضُرٌّ دَعَانَا ثُمَّ إِذَا خَوَّلْنَاهُ نِعْمَةً مِّنَّا قَالَ إِنَّمَا أُوتِيتُهُ عَلَى عِلْمٍ بَلْ هِيَ فِتْنَةٌ وَلَكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ

Fe izâ messel insâne durrun deânâ summe izâ havvelnâhu nimeten minnâ kâle innemâ ûtîtuhu alâ ilm bel hiye fitnetun ve lâkinne ekserehum lâ yalemûn

Fe iza mess el insan : dokunduğu zaman, isabet,
El insan darr : insan, darlık, sıkıntı,
deana : yönelir bize, bize dua eder,
Summe iza havvelnâ-hu : sonra verdiğimiz, sunduğumuz, kavuştu, o
Nimeten minna : nimetlerimiz, fayda, yarar, bizden, bizim,
Kale innema utitu hu : der, ancak, sadece, verilen, sunulan, o,
ala ilmin : bilgi, ilim üzerine,
Bel hiye fitnetun : bilakis, doğrusu, o, imtihan, aslını anlamak,
ve lâkin ekserehum : lâkin, fakat, onların çoğu
la yalemun : bilemiyorlar, hakikatleri bilemiyorlar,

 

 

49- İnsana bir sıkıntı dokunduğu zaman, o sıkıntıdan kurtulmak için hemen bize yönelir.  Sonra o nimetlerimize kavuştuğu zaman: Bu bana verilen ancak ilmim sayesindedir, der.  Doğrusu insan, aslını anlayıp bir teslimiyet içinde olmalıdır. Fakat onların çoğu bilemiyorlar.

 

-50-

قَدْ قَالَهَا الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ فَمَا أَغْنَى عَنْهُم مَّا كَانُوا يَكْسِبُونَ

Kad kâlehellezîne min kablihim fe mâ agnâ anhum mâ kânû yeksibûn

Kad kaleha : olmuştu, söyleyen, dedi, o
ellezine min kablihim : onlardan öncekiler,
Fe ma agna anhum : böylece, faydası olmadı, değer, hakikatlere ulaşamadı
ma kanu yeksebun : olmadı, edinmeleri, kazanmaları, yararlanmaları,

 

50- Onlardan önce de böyle söyleyenler oldu. Fakat onlar da edindikleri şeylerin hakikatlerine ulaşamadılar.

 

-51-

فَأَصَابَهُمْ سَيِّئَاتُ مَا كَسَبُوا وَالَّذِينَ ظَلَمُوا مِنْ هَؤُلَاء سَيُصِيبُهُمْ سَيِّئَاتُ مَا كَسَبُوا وَمَا هُم بِمُعْجِزِينَ

Fe esâbehum seyyiâtu mâ kesebû vellezîne zalemû min hâulâi se yusîbuhum seyyiâtu mâ kesebû ve mâ hum bi mucizîn

Fe esabe hum : böylece, isabet, temas, o halde kalmak, onlar,
seyyiat : kötülük, fena haller
ma keseb : edindikleri şey, kazandıkları, elde edemediler,
ve ellezîne zalemu : zalimler, zali kimseler, zarar veren,
Min haulai : bunlardan,
se yusibihum : işte, isabet edecek, o halde kalır, temas, onlar,
seyyiat : kötülük, fena haller
Mâ keseb : kazanmak, yarar, edinmek, elde edemediler
ve ma hum bi mucizin : şey, ne, değil, onlar, kaçışı, kurtuluş, acziyet,

 

 

51- Böylece onlar fena hallerde kaldıklarından dolayı hakikatlerden bir şey elde edemediler ve o kimseler zalimlerden oldular. İşte fena hallerde kalanlar, hakikatlerden bir şey elde edemezler ve onlar acziyetlerini de anlayamazlar.

 

-52-

أَوَلَمْ يَعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَن يَشَاء وَيَقْدِرُ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ

E ve lem yalemû ennallâhe yebsutur rızka li men yeşâu ve yakdir inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yuminûn

E ve lem yalemû : bilemediler, bilmezler mi ki,
Enne Allah yebsutu : olduğu, Allah, genişletir, yayan, büyütür, kolaylık,
el rızka : rızık, fayda, sıfat, nimet,
Li men yeşau : kimse için, isteyen
ve yakdiru : takdir eden, ölçü, kudretiyle var etmesi,
İnne fî zâlike le ayatin : muhakkak, bunda vardır, deliller, işaretler
Li kavmin yuminune : kavimler, kimseler için, inanan, mümin olan

 

52- Bilmezler mi ki Allah, bütün kâinatı sıfatlarıyla yayıp döşeyendir. İsteyen kimseler için hakikatlere ulaşmak ve O’nun varoluştaki takdir sahibi olduğunu anlamak vardır. Muhakkak ki işte bunların içinde inanan kimseler için işaretler vardır.

 

-53-

قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِن رَّحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ

Kul yâ ıbâdiyellezîne esrefû alâ enfusihim lâ taknetû min rahmetillâh innallâhe yagfiruz zunûbe cemîâ innehu huvel gafûrur rahîm

Kul ya ibadi : de ki, söyle, anlat, bilsin, kulluk, kullarım,
ellezine esref : o kimseler, israf etmeyin, haddi aşmayın,
Ala enfusi-him : kendi nefslerinize, kendinize benlik isnat etme
La taknetu : ümit kesmeyin,
min rahmeti allâh : Allah’ın rahmeti,
İnne Allah yagfir : muhakkak, Allah, mağfiret, temizleyen,
el zunub cemia : günahlarınız, fenalarınız, hepsini, bütün
İnnehu huve el gafur : muhakkak ki o, mağfiret, temizleyen,
el rahim : varlığı özünden var eden,

 

 

53- Kullarıma anlat: Haddi aşıp benlik isnat etmesinler. Allah’ın rahmetinden ümit kesmesinler. Muhakkak ki Allah’ın bütün günahlara karşı mağfireti vardır. Muhakkak ki O mağfiret edendir, varlığı özünden varedendir.

-54-

وَأَنِيبُوا إِلَى رَبِّكُمْ وَأَسْلِمُوا لَهُ مِن قَبْلِ أَن يَأْتِيَكُمُ الْعَذَابُ ثُمَّ لَا تُنصَرُونَ

Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en yetiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn

ve enîbû : yönelin, her an hakka yünelmek,
ila rabbikum : sadece, ancak, rabbinize, sizi vücudlandıran,
ve eslimu lehu : teslim olun, barış ve huzur üzere olun, ona
min kabli en yetiye kum : gelmeden önce, önceden, gelse dahi,
el azab : sıkıntı, azap, acı, ızdırap
summe la tunsarûne : sonra, yok, yardım, bulamamak, çaresiz kalmak

 

54- Sadece Rabbinize yönelin. Size sıkıntılar gelmeden önce tüm varlığınızla O’na teslim olun. Sonra çaresizlik içinde kalırsınız.

 

-55-

وَاتَّبِعُوا أَحْسَنَ مَا أُنزِلَ إِلَيْكُم مِّن رَّبِّكُم مِّن قَبْلِ أَن يَأْتِيَكُمُ العَذَابُ بَغْتَةً وَأَنتُمْ لَا تَشْعُرُونَ

Vettebiû ahsene mâ unzile ileykum min rabbikum min kabli en yetiyekumul azâbu bagteten ve entum lâ teşurûn

ve ittebiû ahsene : tâbi olun, uyun, güzel, iyilik,
ma unzile : sunulan şey, bildirilen şey, verilen şey,
İleykum min rabbi kum : size, rabbinizden
Min kabli en yetiye kum : size gelmeden önce
el azâbu bagteten : azap, sıkıntı, ansızın, birden,
ve entum la teşurune : siz, yok, farkında, anlamak, şuurlu olmak,

 

 

55- Ansızın bir sıkıntı size gelmeden önce, Rabbinizden size sunulan o güzel şeylere tâbi olun. Siz, kendinizi ve çevrenizi anlamayı terk etmeyin.

 

-56-

أَن تَقُولَ نَفْسٌ يَا حَسْرَتَى علَى مَا فَرَّطتُ فِي جَنبِ اللَّهِ وَإِن كُنتُ لَمِنَ السَّاخِرِينَ

En tekûle nefsun yâ hasretâ alâ mâ ferrattu fî cenbillâhi ve in kuntu le mines sâhirîn

en tekûle nefsun : demesi, der, nefs, kişi, kendisi,
Ya hasrete : uzaklık, ayrılık, özlem, arzu duyma,
alâ mâ ferrattu : aşırılık, ifrat, ileri gitme, kendine varlık isnat etme
Fi cenbi allâhi : yan tarafa ait, uzak durmak, Allah,
ve in kuntu : ben oldum,
le min el sahirin : hakikatleri önemsemiyen, alay eden,

 

56- Kişi kendisi için der ki: Allah’ı anlamaktan uzak durdum, aşırı gidenlerden olup kendime varlık isnat ettim, ayrılık içinde kaldım ve ben hakikatleri önemsemeyenlerden oldum.

 

-57-

أَوْ تَقُولَ لَوْ أَنَّ اللَّهَ هَدَانِي لَكُنتُ مِنَ الْمُتَّقِينَ

Ev tekûle lev ennallâhe hedânî le kuntu minel muttekîn

Ev tekule lev enne : yoksa der, şayet, keşke, olsaydım
Allah hedani : Allah, yönelseydim, hidayet bulmak, yol gösteren,
le kuntu minel muttekin : fenalardan sakınır Allah’a şirk koşmazdım

 

57- Ya da der ki: Keşke Allah’a yönelseydim, elbette o zaman fenalardan sakınır, Allah’a ortak koşmazdım.

 

-58-

أَوْ تَقُولَ حِينَ تَرَى الْعَذَابَ لَوْ أَنَّ لِي كَرَّةً فَأَكُونَ مِنَ الْمُحْسِنِينَ

Ev tekûle hîne terel azâbe lev enne lî kerreten fe ekûne minel muhsinîn

Ev tekule : ya da der,
hine tera el azab : gördüğüm zaman, sıkıntı, ölümün sıkıntısı
lev enne li kerreten : keşke olsa, benim için bir kere daha
Fe ekune : böylece, ben olurdum
min el muhsinîne : tüm özümle iyilikler yolunda

 

58- Ya da ölümün o sıkıntısını gördüğü zaman: Keşke benim için bir kere daha imkân olsa, o zaman ben tüm özümle iyilikler yolunda olurdum, der.

 

-59-

بَلَى قَدْ جَاءتْكَ آيَاتِي فَكَذَّبْتَ بِهَا وَاسْتَكْبَرْتَ وَكُنتَ مِنَ الْكَافِرِينَ

Belâ kad câetke âyâtî fe kezzebte bihâ vestekberte ve kunte minel kâfirîn

Belâ kad caet ke : doğrusu, sunuldu, geldi, vardı, sen, siz,
ayati : delil, işaretlerimiz, ayet,
Fe kezzebte biha : fakat, yalanladınız, görmedin, onu
ve istekberte : kibirlendin, büyüklük tasladın
ve kunte min el kafirine : oldun, hakikatleri görmemezlikten gelip örten

 

59- Doğrusu kendinizde işaretlerimiz vardı. Fakat onları yalanladınız ve kibirlendiniz ve hakikatleri görmemezlikten gelip örtenlerden oldunuz.

 

-60-

وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ تَرَى الَّذِينَ كَذَبُواْ عَلَى اللَّهِ وُجُوهُهُم مُّسْوَدَّةٌ أَلَيْسَ فِي جَهَنَّمَ مَثْوًى لِّلْمُتَكَبِّرِينَ

Ve yevmel kıyâmeti terellezîne kezebû alallâhi vucûhuhum musveddeh e leysefî cehenneme mesven lil mutekebbirîn

ve yevme el kıyâmeti : ölüm vakti, hakikatlerin ortaya çıktığı gün,
Terâ ellezi kezeb : o kimseleri görürsün, yalanlarda kalan,
ala Allah : Allah’a karşı, hakikatlere karşı,
vucuhu hum : onların yüzleri, yönleri,
musveddet : cehaletten kararmış, taslak, halleri, karamsarlık,
E leyse fi cehenneme : değil midir? Cehaletin cehennemi, yakıp yıkıcı olan
Mesven : kaldıkları yer, mekân, bulundukları hal
li el mutekebbirîne : kibirlilik içinde, büyüklük,

 

60- O halde olan kimseleri görürsün ki, onlar ölünceye kadar Allah’a karşı yalanlarda kalırlar. Onların yüzleri bir karamsarlık içindedir. Kibirlilik içinde olanların bulundukları hâl, cehaletin cehennemi değil midir?

 

-61-

وَيُنَجِّي اللَّهُ الَّذِينَ اتَّقَوا بِمَفَازَتِهِمْ لَا يَمَسُّهُمُ السُّوءُ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ

Ve yuneccîllâhullezînettekav bi mefâzetihim lâ yemessuhumus sûu ve lâ hum yahzenûn

ve yuneccî Allah : kurtarır, selamet, necat bulmak, Allah,
Ellezine itteka : fenalardan sakınan kimseler,
bi mefâzeti him : başarılı olan, feyz bulan, aydınlanan, irfan sahibi, kâmil
lâ yemessu-hum : yok, dokunmaz, temas etmez,
el suu : kötülük, fenalık, fena haller,
ve lâ hum yahzenûne : onlar mahzun olmazlar, üzülme, keder,

 

 

61- İrfan sahibi olanlar, fenalardan sakınanlar, Allah’ta selamet bulurlar ve onlar fena hallere temas etmezler ve onlarda kederli haller yoktur.

 

-62-

اللَّهُ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ وَكِيلٌ

Allahu hâliku kulli şeyin ve huve alâ kulli şeyin vekîl

Allâhu haliku : Allah, halkeden, vareden, yaratan
kulli şeyin : bütün her şey, bütün varlık,
ve huve ala kulli şeyin : o, bütün her şey, bütün varlık,
vekil : vekil, koruyan, yetkili, işleyişin sahibi, bakan,

 

62- Bütün varlığı halkeden Allah’tır ve bütün varlığın işleyişinde yetkili olan O’dur.

 

-63-

لَهُ مَقَالِيدُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالَّذِينَ كَفَرُوا بِآيَاتِ اللَّهِ أُوْلَئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ

Lehu makâlîdus semâvâti vel ard vellezîne keferû bi âyâtillâhi ulâike humul hâsirûn

Lehu mekalidu : onun, anahtar, hazine, sırların anahtarı, değer,
el semâvâti ve el ardı : semalar, gökler ve yerin
ve ellezîne kefer : hakikatleri görmemezlikten gelip örtenler,
Bi ayati Allah : ayet, işaret, delil, Allah,
Ulaike hum el hâsirûne : işte onlar, hüsranda olanlar, kaybeden,

 

63- Göklerdeki ve yerdeki değerler O’nundur. Allah’ın ayetlerini görmemezlikten gelenler ise, işte onlar hüsrandadırlar.

 

-64-

قُلْ أَفَغَيْرَ اللَّهِ تَأْمُرُونِّي أَعْبُدُ أَيُّهَا الْجَاهِلُونَ

Kul e fe gayrallâhi temurûnnî abudu eyyuhel câhilûn

Kul efe gayr Allah : de ki, gayrısı namı, zanna dayalı şey, Allah
Temurunni abudu : bendeki onu işleyişi, emir, kul olmuşken
eyyuhe el cahilune : ey cahiller, bilgisizlik, hakikatleri bilmeyenler,

 

64- De ki: Ey hakikatleri bilmeyenler! Allah’ı bırakıp ta zanna dayalı şeylere kulluk etmemi mi emrediyorsunuz?

 

-65-

وَلَقَدْ أُوحِيَ إِلَيْكَ وَإِلَى الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكَ لَئِنْ أَشْرَكْتَ لَيَحْبَطَنَّ عَمَلُكَ وَلَتَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِرِينَ

Ve lekad ûhıye ileyke ve ilellezîne min kablik le in eşrekte le yahbetanne ameluke ve le tekûnenne minel hâsirîn

ve lekad uhiye ileyke : doğrusu, bildirildi, vahy edildi, sana
ve ilâ ellezîne min kablike : onlara, senden öncekilere de,
Le in eşrekte : elbette, eğer, şirk koşarsanız, ortak koşan,
Le yahbetan : heba olur, yazık olur, işe yaramaz,
amelu-ke : çalışmalarınız, amelleriniz
Ve le tekûnne minel hasirin : elbette, olursun, kaybedenlerden, hüsran,

 

65- Doğrusu sana ve senden öncekilere de bildirildi: Eğer ortak koşanlardan olursanız, amelleriniz hiçbir işe yaramaz ve elbette kaybedenlerden olursunuz.

 

-66-

بَلِ اللَّهَ فَاعْبُدْ وَكُن مِّنْ الشَّاكِرِينَ

Belillâhe fabud ve kun mineş şâkirîn

Bel Allah fe abud : öyleyse, artık, yalnızca Allah’a kul ol,
Ve kun min el şakirin : sana verilen nimetlerin sahibi idrak et teslim et

 

66- Öyleyse yalnızca Allah’a kul ol ve varlığının sahibini bilip teslim edenlerden ol.

 

-67-

وَمَا قَدَرُوا اللَّهَ حَقَّ قَدْرِهِ وَالْأَرْضُ جَمِيعًا قَبْضَتُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَالسَّماوَاتُ مَطْوِيَّاتٌ بِيَمِينِهِ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ

Ve mâ kaderûllâhe hakka kadrihî vel ardu cemîan kabdatuhu yevmel kıyâmeti ves semâvâtu matviyyâtun bi yemînih subhânehu ve teâlâ ammâ yuşrikûn

ve mâ kaderû Allah : takdir edemediler, bilemediler, Allah
hakka : hak ile, hakikatini, gerçek, kıymet,
kadri-hi : değer, onun kadri, takdir, şan, güç, kudret, o
ve el ard cemia : yeryüzü, hepsi, bütün, birlik, onun tutuşu, kavrama
kabdatu hu : tutuş, kavrama, o
yevme el kıyameti : gün, dirilik, hakikatlerin ortaya çıkış günü, ölüm vakti
ve el semâvât : gökler, ulvi âlem,
matviyyatun : dürülmüş, toplanmış, yerleştirilmiş, bir arada,
bi yemini-hi : onun eliyle, kudretiyle, sağlam, gücü,
Subhâne hu : noksan sıfattan münezzeh, yüzmek, onunla, o
ve teala : zatıyla yüce olan
amma yüşrikune : yinede ortak koşuyorlar, kendine varlık isnat etmek,

 

67- Allah’ı hakkıyla bilemediler, O tüm varlıktaki kudrettir. Yeryüzünde olanların hepsi kıyamete kadar O’nun tutuşundadır ve gökleri bir arada sapasağlam tutan O’dur. O noksan sıfatlardan münezzehtir ve Zatıyla yüce olandır. Yine de Allah’ın yüceliğinin yanında kendilerine varlık isnad ediyorlar.

 

-68-

وَنُفِخَ فِي الصُّورِ فَصَعِقَ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَمَن فِي الْأَرْضِ إِلَّا مَن شَاء اللَّهُ ثُمَّ نُفِخَ فِيهِ أُخْرَى فَإِذَا هُم قِيَامٌ يَنظُرُونَ

Ve nufiha fîs sûri fe saıka men fîs semâvâti ve men fîl ardı illâ men şâallâh summe nufiha fîhi uhrâ fe izâhum kıyâmun yanzurûn

ve nufiha fi el suri : üfürüldü, surun içine, gönlüne,
fe saıka men : böylece nura tutuldu, sarıldı, sürüklendi, kim, ne
Fi el semâvâti : ulvi âlemin içinden, göklerde,
ve men el ard : kim, ne, yer, yeryüzü, toprak, suret,
İlla men şea Allâhu : ancak, kim ister, anlamak, isteyen, Allah
Summe nufiha fihi uhra : sonra, üfürüldü, onun içine diğer, son, başka
Fe iza hum kıyam : böylece, onlar, dirilik, ayakta tutan,
yanzurune : bakarlar, seyrederler, gözlemlerler,

 

68- Gönlüne hakikatler üflenen kimse, göklerde ne varsa ve yerde ne varsa Hakk’ın nuru ile sarıldığını bilir. Ancak Allah’ı anlamayı isteyen kimsenin gönlüne hakikatler üfürülür.  Böylece onlar, tüm varlığı ayakta tutan o nurun seyrindedirler.

 

-69-

وَأَشْرَقَتِ الْأَرْضُ بِنُورِ رَبِّهَا وَوُضِعَ الْكِتَابُ وَجِيءَ بِالنَّبِيِّينَ وَالشُّهَدَاء وَقُضِيَ بَيْنَهُم بِالْحَقِّ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ

Ve eşrekatil ardu bi nûri rabbihâ ve vudıal kitâbu ve cîe bin nebiyyîne veş şuhedâi ve kudıye beynehum bil hakkı ve hum lâ yuzlemûn

ve eşrekati el ard : parladı, aydınlandı, arz, yeryüzü,
bi nûri rabbihâ : nuru ile, aydınlık, rahmeti, Rabbinin
ve vudıa el kitabe : konuldu, sunulur, kitab, varlık kitabı,
ve cîe : getirildi, verildi, sunuldu,
bi el nebiyyin : nebiler, haberler, bilgiler,
ve el şuhedâi : şahitler, bilenler,
ve kudıye : takdir, hüküm, tamamlanma, yerine getirme, anlama,
beynehum bi el hakk : onlarda, aralarında, hakk, hakikatler, gerçek,
ve hum lâ yuzlemûne : onlar, yok, zulüm, haksızlık yoktur

 

69- Yeryüzü Rabbinin nuru ile aydınlanır ve her varlık bir kitap olarak ortaya konur ve hakikatlerin haberleri her varlıktan sunulur ve bilenlerden olun, denir. Hakk üzere hareket edenler hakikatleri anlarlar ve onlarda zulmetme yoktur.

 

-70-

وَوُفِّيَتْ كُلُّ نَفْسٍ مَّا عَمِلَتْ وَهُوَ أَعْلَمُ بِمَا يَفْعَلُونَ

Ve vuffiyet kullu nefsin mâ amilet ve huve alemu bimâ yefalûn

ve vuffiyet : yürütülen, ödendi, buldu,
kullu nefsin : herkes, her kişiye, bütün nefisler
ma amilet : şey, ne, değil, yaptı, amel etti, çalıştı,
ve huve alemu : o, Allah, bilir, ilmin sahibi, ilmiyle var eden,
bima yefalun : yaptığı şeyleri, fail olan, işleyen

 

70- Herkes yaptığı şeylerin karşılığını bulur. Fail olan, ilmin sahibi olan Allah’tır.

 

-71-

وَسِيقَ الَّذِينَ كَفَرُوا إِلَى جَهَنَّمَ زُمَرًا حَتَّى إِذَا جَاؤُوهَا فُتِحَتْ أَبْوَابُهَا وَقَالَ لَهُمْ خَزَنَتُهَا أَلَمْ يَأْتِكُمْ رُسُلٌ مِّنكُمْ يَتْلُونَ عَلَيْكُمْ آيَاتِ رَبِّكُمْ وَيُنذِرُونَكُمْ لِقَاء يَوْمِكُمْ هَذَا قَالُوا بَلَى وَلَكِنْ حَقَّتْ كَلِمَةُ الْعَذَابِ عَلَى الْكَافِرِينَ

Vesîkallezîne keferû ilâ cehenneme zumerâ hattâ izâ câuhâ futihat ebvâbuhâ ve kâle lehum hazenetuhâ e lem ye’tikum rusulun minkum yetlûne aleykum âyâti rabbikum ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ kâlû belâ ve lâkin hakkat kelimetul azâbi alel kâfirîn

Vesika : sürülme, sevk olan, götüren hal, sıkıntı,
ellezine keferu : hakikatleri görmemezlikten gelen, örten,
ilâ cehenneme : cehenneme, cehaletin cehennemi, yakıp yıkıcı haller
zumeran : zümre zümre, topluluk,
Hattâ iza cau ha : hatta, geldiği zaman, ona
Futihat ebvâbu-hâ : açıldı, ortaya koyan, hakikatler, onun kapıları
ve kâle lehum hazenetu ha : dedi, onlara, koruyucular, değerler,
E lem yetikum : gelmedi mi, size,
resul minkum : resul, hakikati gösteren, sizden, içinizden,
Yetlûne aleykum : okuyan, açıklayan, size, sizdeki
ayat rabbikum : ayet, işaret, delil, rabbiniz,
ve yunzirûne-kum : uyaran, hakikatleri açıklayan, siz
likae : karşılaşma, buluşma, tevhid, birlik,
yevmi-kum haza : gün, an, zaman, vakit, siz, bu, o, şu
kalu bela : dediler, evet,
ve lâkin hakkat : lakin, hak, hakikat, gerçek,
kelimet el azab : kelime, hakikatlerin sözleri, sıkıntı, azap,
Ala el kâfirîne : üzerine, hakikati görmemezlikten gelip örtenler

 

71- Hakikatleri görmemezlikten gelenler, topluluklar halinde cehaletin cehennemine sürüklenirler. Hatta onlara hakikatleri ortaya koyan biri geldiği halde, o hallerde kalırlar. Onlara o değerleri sunan der ki: Size, sizin içinizden Rabbinizin ayetlerini apaçık açıklayan ve sizin her an bir birlik içinde olduğunuzu açıklayıp uyaran bir Resul gelmedi mi? Derler ki: Evet, fakat biz, bize anlatılan kelimelerin hakikatlerini anlayamadık, sıkıntılarda kaldık, hakikatleri göremedik.

 

-72-

  قِيلَ ادْخُلُوا أَبْوَابَ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَا فَبِئْسَ مَثْوَى الْمُتَكَبِّرِينَ

Kîledhulû ebvâbe cehenneme hâlidîne fîhâ fe bise mesvel mutekebbirîn

Kile udhulu ebvabe : denildi, dahil olun, girin, kapılardan, kapı kapı dolaşmak,
Cehenneme : cehennem, cehaletin cehennemi, yakıp yakıcı haller
halidine fiha : devamlı, edebdi, orada, o halde
fe bise mesvâ : işte, artık, ne kötü, kalınacak yer, bulunulan hal,
el mutekebbirîne : kibirlenenler, büyüklenenler

 

 

72- Onlara bildirildi: Cehaletin cehenneminde devamlı o haller içinde dolaşır durursunuz. İşte kibirlenenlerin bulundukları hâl ne kötüdür.

 

-73-

وَسِيقَ الَّذِينَ اتَّقَوْا رَبَّهُمْ إِلَى الْجَنَّةِ زُمَرًا حَتَّى إِذَا جَاؤُوهَا وَفُتِحَتْ أَبْوَابُهَا وَقَالَ لَهُمْ خَزَنَتُهَا سَلَامٌ عَلَيْكُمْ طِبْتُمْ فَادْخُلُوهَا خَالِدِينَ

Vesîkallezînettekav rabbehum ilel cenneti zumerâ hattâ izâ câuhâ ve futihat ebvâbuhâ ve kâle lehum hazenetuhâ selâmun aleykum tıbtum fedhulûhâ hâlidîn

Vesîka : sevkedildi, sürülme, sevk olan, götüren hal, sıkıntı
ellezine ittekav : fenalardan sakınan şirk koşmayan
Rabbe hum : onların Rabbi, vücudlandıran,
ila el cenneti : cennet, huzur,
zumeran : zümre zümre, topluluk,
hatta iza cau ha : hatta, geldiğinde, sunulduğunda, oraya
ve futihat ebvabuha : ortaya çıktı, hakikatler, kapılar açıldı
Ve kale lehum hazenet hâ : dedi, onlara, değerleri sunan, koruyucuları, o
Selâmun aleykum : barış sizinle olsun
Tıbtum : siz temizlendiniz
fe udhulû hâ : öyleyse, girin, dahil olun, o hallerde olun,
halidin : devamlı olarak, sürekli

 

73- Rabbine karşı fenalardan sakınan, şirk koşmayan o kimseler; topluluklar halinde huzur içinde olurlar. Onlara hakikatleri sunan biri geldiğinde, onlar hakikatleri anlamak için gayret gösterirler. Onlara o değerleri sunan der ki: Barış ve huzur sizinle olsun, siz temizlendiniz, artık devamlı o hallerde olun.

 

-74-

وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي صَدَقَنَا وَعْدَهُ وَأَوْرَثَنَا الْأَرْضَ نَتَبَوَّأُ مِنَ الْجَنَّةِ حَيْثُ نَشَاء فَنِعْمَ أَجْرُ الْعَامِلِينَ

Ve kâlûl hamdu lillâhillezî sadakanâ vadehu ve evresenel arda netebevveu minel cenneti haysu neşâ fe nime ecrul âmilîn

ve kâlû : dediler,
el hamdu li Allah : tüm nitelikler, incelikler, varlığın nitelikleri, Allah
Ellezi sadaka-nâ : o ki, doğru olan, sadık, sadakat, doğruluk, biz
vade hu : söz, gerçek, vaadi, ortaya çıkan şey, o
ve evrese nâ : varis kılındı, bırakıldı, sunuldu, miras, biz
el arda : toprak, yer, yeryüzü,
Netebevveu : kalırız, o halde bulunmak, orada yaşamak,
min el cennet : cennet, huzur, bahçe,
Haysu neşau : yer, her yer, nerede olursak olalım, isteriz,
Fe nime ecru : böylece, işte, ne güzel, karşılık, ecir, ücret
el amiline : amel eden, çalışanlar,

 

74- O halde olanlar dediler ki: Tüm niteliklerin sahibi Allah’tır, biz sadakatla O’nun gerçeklerine uyarız ve bize sunulan yeryüzünde, nerede olursak olalım isteğimiz huzur içinde yaşamaktır. İşte güzel amellerde olanların karşılığı ne güzeldir.

 

-75-

  وَتَرَى الْمَلَائِكَةَ حَافِّينَ مِنْ حَوْلِ الْعَرْشِ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَقُضِيَ بَيْنَهُم بِالْحَقِّ وَقِيلَ الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

Ve terel melâikete hâffîne min havlil arşı yusebbihûne bi hamdi rabbihim ve kudıye beynehum bil hakkı ve kıylel hamdu lillâhi rabbil âlemîn

ve terâ : görürsün, anlarsın, bakar anlarsın,
el melaikete : kuvve, güç, kuvvet, her varlıktaki güç
haffine : kuşatan, saran, tutan,
Min havli el arşı : etraf, arşın etrafında, bütün her yer,
yusebbihune : efal sıfat zatının tecelileri, yüzen, her şey onun
bi Hamdi : hamd ile, tüm niteliklerin sahibi,
rabbihim : rabbi, onlar, her şey, tüm varlık,
ve kudıye : yerine getirilme, kada, oluş, bütün varlığın işleyişi,
beynehum : onlarda, her şeyde, bütün varlıkta,
bi el hak : bir hak ile, hakikat, doğruluk üzere, gerçek,
ve kile : denildi, denir
el hamd li Allah : tüm nitelikler, incelikler, varlığın nitelikleri, Allah
rabbi : vücudlandıran, var eden, şekillendiren, efendi,
el alem : âlemler, tüm kainat, her şey, bütün varlık

 

75- Bütün her yeri kuşatan, bütün varlığı tutan o gücü görürsün. Rabbin varlıktaki tüm niteliklerin sahibidir, bütün her şey O’nun tecellileridir ve hakikat, bütün varlıktaki işleyiştir ve varlığın bütün nitelikleri, bütün her şeyi vücudlandıran Allah’a aittir.