HAZRETİ MUHAMMED OKUMA YAZMA BİLMİYOR MUYDU?

 

Ümmî ne demektir?

 

Cum’a Sûresi 2: Huvellezî bease fîl ummiyyîne resûlen minhum yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn

 

Meâli: Onların içinden hakikatleri gösteren biri, anasından doğduğu saflığın halinde hakikatleri anlatmak için ortaya çıktı. O, hakikatleri delilleriyle açıklayıp anlattı. Onlara arınıp temizlenmeyi ve onlara her varlığın bir kitap olduğunu ve her varlıkta ince hikmetler olduğunu öğretti. Onlar daha önceden apaçık bir dalalet içinde idiler.

Hemen hemen tüm dini kitaplarda Ümmîlik; Hazreti Muhammed’in, okur-yazar olmadığını belirtmek için kullanılır…

Peki bu doğru mudur?

Ya da burada anlatılmak istenen hakikat nedir?

 

Hazreti Muhammed gerçekten okuma yazma bilmiyor muydu?

Küçük yaşta ticaretin içinde olan biri okuma-yazma, hesap-kitap bilmiyor olabilir mi?

 

Hazreti Muhammed yanına gelenlerle hangi dili konuşuyordu?

 

Mesela onun yanına gelen Selmani Farisi’yle Arapça mı konuşuyordu, Farsça mı konuşuyordu?

Selmani Farisi mi Arapça biliyordu, yoksa Hazreti Muhammed mi Farsça biliyordu..

Hazreti Muhammed’in yanına gelenlerin hepsi Arapça biliyor muydu?

Ya da Hazreti Muhammed, yanına gelenlerin dillerini konuşabiliyor muydu?

Rum diyarından, Suriye’den, Farisi diyarından vs gelenlerle hangi dili konuştu?

 

Hazreti Muhammed’in yanına gelenler hep zeki insanlar mıydı?

Hazreti Muhammed’i adeta cahil gibi kimler, ne niyetle gösterdi?

Hazreti Muhammed’i okuma yazma bilmiyor diyenler ne niyetle bunu dediler.

İşte burada “Ümmî” kelimesi gerçekten ne anlama geliyor bunu iyi analiz etmeliyiz….

 

Ümmi, okuma yazma bilmeyen demek değildir.

 

Ümmi, Üm kelimesinden gelir.

Üm: Ana, Aslı, Kaynağı, Anasından geldiği gibi kalmış, demektir

Ümmi, annesinden geldiği saflıkta olan demektir.

Hazreti Muhammed’in insanlara aktardığı bilgiler, kitaplarda yazan ya da kişilerden duyduğu bilgiler değildi..

Onun aktardığı bilgiler; Allah’tan onun gönlüne sunulan ilahi bilgilerdi.

O güzel insanın gönlü, Anadan doğduğu saflıkta bir bebek kadar temiz bir gönüle sahipti.

O güzel insan bizlere; kitaptan okuduklarını, kişilerden duyduklarını değil, kâinat kitabından Okuduklarını aktardı…

Hazreti Muhammed bir gün sahabiye soruyor: Size Allah’a en yakın olanı göstereyim mi?

Sahabi birbirine bakıyor, acaba kimi gösterecek diye.

Hazreti Muhammed bir annenin kucağından aldığı çocuğu getiriyor ve diyor ki: İşte Allah’a en yakın olan budur.

 

Burada anlatılmak istenen hakikat, çocuk saflığına gelebilmektir

Çünkü bebekte; gurur kibir, ayrımcılık yoktur. Büyük görmek, küçük görmek, kötülemek, zarar vermek, dedikodu, fitnelik, hasetlik yoktur…

 

Allah’ın kainattaki vahy sistemine ulaşmak ancak ve ancak tertemiz gönlü olana, çocuk saflığında olana nasib olur…

Hazreti Mûsâ ya Tuva-da nalınlarını çıkar, asanı bırak demekteki hikmet, çocuk saflığına gel demektir..

 

Hazreti Muhammed devrin en zeki insanıydı, en güzel gönüllü insanıydı, tertemiz bir gönüle sahipti, bir bebek misali masum bir gönüle sahipti…Yani “ÜMMΔ idi..

Ve çevresindeki kültürleri, dilleri çok iyi biliyordu.

 

Ona, Ummi denilmesindeki hikmet, anasından doğduğu saflıkta bir gönüle sahip olması tertemiz halleri taşıdığından dolayı idi

O bizlere kendi hevasından asla konuşmadı..

Hep “VAHY” sisteminden aldığı hakikatleri aktardı..

Necm Sûresi bizlere bu hakikati çok muhteşem sunuyor..

Bir kişinin kainattaki Vahy sistemini “OKU” masına en büyük engel; gönlündeki gurur, kibir, bilmişlik, ayrımcılık, zarar vermek,dedikodu, birinin arkasından çekiştirmek, mal-mülk, şan-şöhret, dünya menfaati gibi halleridir….

 

Onun için “Ümmî” kelimesi; annesinden geldiği saflıkta olan demektir.

Resul ve Nebiler bir çocuk saflığında tertemiz gönül taşıdıklarından dolayı onlara “Ümmî” lakabı verilir…..

 

Necm Sûresi bu hakikati bizlere çok muhteşem bir şekilde sunar…

 

NECM SÛRESİ

 

1- Varolan her şeyden yansıyan nur O’nu gösterir.

2- 3- Arkadaşınız hakikatleri bırakıp kendi anlayışına sapmadı ve ayartılmadı ve hevâsından konuşmadı.

4- O, sadece hakikatleri konuştu ve konuştuğu hakikatler diri olana ait olan bilgilerdir.

5- Bütün varlığı kudretiyle saran, bütün varlığı tecellileriyle tutan, ilmin sahibi olan O’dur.

6- Bütün her şeyde kendini gösteren Zât’tır, bütün her şeyi sonsuz nitelikleri ile kaplayandır.

7- 8- 9- Ve o, bütün her yerdeki Ulvîliğe yöneldi, sonra yaklaştı, daha da yakınlaştı, öyle ki aynılık derecesinde, hatta daha yakın.

10- Böylece o, ilahi düşüncenin ne olduğunu anladı, kulluğun ilahi düşüncesine ulaştı.

11- Gördüğü şeyi kalbi yalanlamadı.

12- Gördüğü şeyler için o tereddüde düşmedi.

13- Doğrusu o bir tenezzül içinde bütün her yerde hakikatleri gördü.

14- Sidretü’l-Müntehâ’da.

15- Varılacak yer olan huzur O’nun katında.

16- 17- Bütün her şeyi nuruyla kaplayanı, tüm tecellilerin geldiği o yeri anladığında, basireti kaymadı ve ikiliğe düşmedi.

18- Doğrusu o Rabbinin yüceliğini delilleriyle gördü.