KUR’ÂN NEDEN CEMÂAT, TÂRÎKATLARA BÖLÜNMEYİN DER

 

Kur’ân bizlere, dini layıkıyla anlayan bir bölünme içinde olmaz, der.

Kur’ân bizlere, bölünmeyin, Tevhîd üzere, yani birlik üzere olun, der.

 

Köylerde yaşayanlar genelde cemâat, târîkat bilmezler.

Onlar saf bir inanç içinde, Allah’a inanırlar, ibadetlerini yaparlar ve tarlalarında çalışırlar

 

Ne zaman ki bir târîkata, cemâate gidilse, bir ayrımcılık, bir üstünlük halleri hissedilmeye başlanır.

Buna örnekler verirsek;

Bizden, bizden değil.

Onların yolu doğru değil, bizim yolumuz hidâyet yolu,

Bizim yolumuz şefâat yolu,

Biz gerçek ibadet ediyoruz, onların ki doğru değil, onlar şeytana uyuyor.

Şeriatlı, şeriatsız.

Onlar İslam dışı.

Onlar cehennemlik, gibi onlarca kendi gibi olmayanları dışlayan ve kendilerini yüce gören sözlere rastlıyoruz.

 

Hatta kendi şeyhlerini o kadar yüce görüyorlar ki, adeta Allah yerine koyuyorlar. Allah’ı anmaktan çok şeyhlerini anıyorlar, övüyorlar, Allah’a ait nitelikleri şeyhlerine isnat ediyorlar.

 

Kur’ân bizlere bölünmenin tehlikelerini, târîkat,cemâtlere ayrılmanın tehlikelerini bir çok ayette ortaya koyuyor.

 

Rûm Sûresi 32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn

 

Meâli: Onlar dini bölen kimselerden oldular ve bütün hepsi târîkatlara, mezheplere, cemâatlere bölündüler. Her zümre kendi inançlarıyla avunup övündü.

 

Mü’minûn Sûresi 53- Fakat onlar aralarında hakikatler hakkında bölündüler. Mezheplere, târîkatlara, cemâatlere ayrıldılar. Her zümre kendi inançlarıyla avunup övündü.

Kur’ân’da; Kasas Sûresi 3 ayette, firavunun halkını cemâatlere böldüğünü, Tâ-Hâ Sûresi 63 de ise kendi târîkatını yani kendi yolunu yüce gördüğü belirtiliyor (Tâ-Hâ 63..ve yezhebâ bi tarîkatikumul muslâ)

 

Kur’ân’ı dikkatlice incelediğimizde, cemâat, târîkat gibi bölünmelerin firavun zihniyetinde olan kişilerden kaynaklı olduğu anlaşılıyor.

 

Çünkü halkı bölmek ve onları birbirine düşürmek, kaos çıkarmak isteyenler kendilerine saltanat yapma planları içinde olanlardır.

 

Aslında târîkat, cemâat kelimeleri, çok özel anmalar taşır.

Târîkat: Târîk kökünden gelir.

Târik: Yol, vasıta, tarz, usûl anlamına gelir

Yani hakikate götüren yol anlamındadır.

 

Kur’an bize her varlığın Allah’a bir yol olduğunu, bir vasıta olduğunu belirtir…

Enam Sûresi 4 de: ….her varlıktan her an sunulan şeyler bir delildir, diyerek bizlere her varlığın hakikatleri gösteren bir vasıta olduğu belirtilir…

 

Cemâat: Cem kökünden gelir. Birlik, beraberlik, topluluk, halkiyat anlamına gelir.

Tüm kâinatta ki tüm varlık bir cemâattir. Tüm varlığı birlik içinde tutanda Allah’tır.

İnsan vücudunda olan sonsuz hücre cemâttir ve tüm hücreleri birlik içinde tutan vücuddur. Vücudun sahibi de Allah’tır

 

Kâmil kişi bilir ki bu kainat Allah’ın cemâatidir, birliğidir, halkiyatıdır..

Tüm kâinat Cami, tüm varlık cemâattir.

 

Kur’ân bizlere; târîkatlaşmayın, ceamâatleşmeyin, der…

Yani, Kur’ân bizlere, bölünmeyin, der

 

Çünkü bölünmek, bölmek, şeytanlaşmaktır.

Mücadele Sûresi 19- ….. İşte şeytani hallerde kalan bölendir, bölen ancak şeytani hallerde kalandır. Onlar kaybedenlerdir.

 

Kâinat kitabını okumayı terk eden, yani târîk, cemâat hakikatini başka anlamlara getiren, bölücülük haline getirenler aklını şeytana teslim edenlerdir.

 

Gurur, kibir, benlik, kendini farklı görmek, kötülük yapmak gibi haller, aklımızı hakikatleri düşünmekten uzaklaştırır ve bizleri şeytanlaştırır ve bölünmeye götürür….

 

Bahâeddin Nakşibend Hazretleri, Nakşilik diye bir yol kurmamıştır..

Nakkaş Allah’tır, bu kainatta O’nun nakşıdır diye hep hakikatleri anlatmaya gayret etmiştir..

Maalesef bugün İslam dünyasında onlarca farklı nakşi târîkati vardır…

 

Abdülkâdir Geylânî, Kâdirilik diye bir târîkat kurmamıştır

 

Ahmed er Rüfâi, Rüfailik diye bir yol kurmamıştır..

Mevlana, mevlevilik diye bir yol kurmamıştır…Vs…

O gönül insanları gece-gündüz hakikatleri idrak etmeye çalışmışlar ve hakikati anlamak isteyenlere de yol göstermişlerdir.

Maalesef o kâmil insanlar vefat ettikten sonra, onlar adına yol kurmuşlardır.

Aynı yolda olanlar da birbirlerine girmişler, kendi aralarında onlarca ayrı yola bölünmüşlerdir.

Her biri benim yolum doğru deyip bölünmeye devam etmiştir..

Hazreti Mûsâ’nın Mûsevilik, Hazreti İsâ’nın İsevilik, Hazreti Muhammed’in Müslümanlık diye bir Din kurmadığı gibi…

 

Oysa Hazreti Âdem’den beri İslam vardır.

İslam üzere olana da Müslüman denir

 

Hiç bir Resûl, Nebî bölünmediler.

Hiç bir kâmil kişi bölünmedi.

 

Onlar kâmil insanlardı…

 

Bir bedenin hücreleri gibi Allah yolunda kenetlenmişlerdi…

Tek amaçları vardı: Varoluşu ve Varedeni anlatmak….

 

Her varlığı Hakk’a giden bir târîkat olduğunu anlattılar.

Tüm varlığın birlik içinde cemâat olduğunu anlattılar.

 

Kâmil insanlar Hakk yolunun öğretmenleridir.

Ve aynı zamanda son nefeslerine kadar Hakk kapısında talebedir.

 

Hakk’ı idrak etmek isteyenlere onlar yol gösterirler.

 

Ve derler ki; yol da sensin, yolcu da sensin, aradığın tüm cevaplar senin vücudun kitabında ve her varlıkta yazılıdır.

 

Oku, tenezzül, edep, samimiyet, teslimiyet içinde.

Oku, hiç bir çıkar beklemeden, bir makam beklemeden.

 

Bil ki kişinin bir tek makamı vardır.

O da kulluktur.

Kulluk makamına gelen İnsan olur.

İnsan olana, İslam elbisesi giydirilir.

İslam olan yaşantısında Müslüman olarak yaşar.

Hâl ve yaşantısında da bunu her an gösterir.

 

Evet, Kur’ân birlik üzere olmayı, bölünmemeyi, birbirine yardım etmeyi, birbirini kucaklamayı emreder.

 

Evet, Kur’ân bölünmeyin, fâsıklık içinde olmayın der.

 

Çünkü bölünen şeytanın tuzağına düşer.