KÂİNATIN SIRLARINA NASIL ULAŞIRIZ
Kâinat nasıl var oldu?
Kâinatın bir kaynağı var mıydı?
Kâinatın kaynağını nasıl anlarız?
İnsanda olan; akıl etme, düşünme, analiz etme, tanıma, geçmişe doğru yolculuk yapma kabiliyetleri, insanı kâinatın sırlarına götürebilir mi?
Kâinat-Evren dediğimiz görünen ve görünmeyen âlemin oluşu ve sırları hepimizin merak konusudur.
Bu âlem görünüyorsa bu âlemi inkar etmemiz mümkün değildir.
Bu âlem varsa bunun muhakkak ki, bir kaynağı vardır?
Nasıl ki ağaç varsa onun kaynağı olan tohum vardır.
Nasıl ki insan, bir sperm ve bir yumurtadan oluşuyorsa ve oradaki yazılı olan bilgilerden şekilleniyorsa, bu âlem de muhakkak ki bir kaynak, bir özden geliyor?
Tâ-Hâ Sûresi 21: “Kâle huzhâ ve lâ tehaf se nuîduhâ sîretehel ûlâ.”
Meâli: “Bildirdik: Görünen âlemin ilk doğduğu kaynağın o hakikatini sana sunacağız.
Gökyüzü ve yeryüzü, insanın gözüne çarpan, bedenine bağlı olan bir yapıdır.
Bu yapı nasıl oluştu, yapı nereden oluştu, nereye gidiyor?
Hep bizlerin merak ettiği bu konular, evren nasıl var oldu sorusunu da getirdi?
Evrenin var oluşu, evrenin kendinde gizlidir.
Nasıl ki ağacın kendinde tohumun açılımı olduğu gibi.
Ağaçta tohum, tohumda ağaç olduğu gibi.
Hakikatleri anlamamız, ancak ve ancak hiç korkmadan düşünmek, araştırmak, analiz yapmakla mümkündür.
İnanç dünyası, hep korku ve emirlerle düşünmeyi araştırmayı yasaklamış, düşünmeyi araştırmayı Allah’ı inkar saymıştır?
Oysa şahit olmadığımız bir Allah’a inanmak inkar değil miydi?
Onun için ayette: “O hakikatleri ara ve hiç korkmadan arayışına devam et.” denmiştir.
Araştırmanın önündeki en büyük engel, şahit olmadığımız bir Allah inancı ve din inancıdır.
Ezan günde 20 kez “Eşhedu” kelimesini bizlere duyurur.
Yani; şahit ol, şahit ol, şahit ol….
Kulların oluşturduğu hiç bir kitap ve hiç bir söz bizi hakikate ulaştırmaz.
Hakikat bizzat varlığın kendinde gizlidir.
Kitaplar ve sözler ancak yardımcı ögelerdir, o da ancak varlığı okumaya başlayana.
Yeryüzünde aklı olan her insan, ki her insanda akıl vardır, hakikat yolunda yol alabilir.
Kâinatın hakikatine adım atabilmemiz için, atalardan Allah adına, din adına öğrendiğimiz tüm bilgileri bir kenara bırakmalıyız.
Hazreti Mûsâ’ya, kutsal tuva dağında nalınlarının ve değneğinin bıraktırılması bu hakikati anlatmak içindir.
Şemsin Mevlana’ya tüm kitapları bıraktırması bunun içindir.
Artık kişi, her varlığı canlı bir kitap bilmeli ve onu okumaya başlamalıdır.
İkra”Oku” ayeti de buna işaret eder.
Ikra: Oku, idrak et, anla, araştır, incele, analiz et,
İnsan aklı, insanı hakikate ulaştıracak ilâhi bir gemidir.
Yeter ki kişi, aklın Cebrail boyutu ile buluşsun.
İnsanın evreni okuyabilmesi için, cebr, matematik, fizik, kimya, biyoloji ilmi ona en büyük yardımı verir.
Evren, bir ışıktan dalgalandı geldi ve her an bir dalgalanmayla çalışıyor.
İnsanın vücudu bir enerji dalgalanması ile her an çalışmakta.
Evreni okumak, kişinin kendi vücudunu okumakla başlar.
Evreni yani kişinin kendini okuyan kişiye”Bilge”denir.
Nasıl ki tohumun içinde bir dalgalanma başladı ve oradan ağaç açığa çıktıysa, bu evrende bir kaynağın dalgalanmasıyla açığa çıkmaya başladı.
Ve halen de bu dalgalanma hiç kesilmeden olmaktadır.
İşte yaratılmış bu âlem, yaratıcısını da içinde saklıyor.
Bu evren, ışığın dalgalanmasından oluşup geldi.
O dalgalar tüm sırları içinde taşıyor.
O dalgalarda ki mesajlara ulaşabilirsek, var oluşun ve var edenin tüm sırları bir bir açılacaktır.
Işıkta ki mesajlara ulaşmamız için, ışık boyutuna ışık olarak geçmeliyiz.
Işık boyutuna geçmemiz içinde ışığın içinden gelen madde boyutunu anlamalıyız.
Madde gemisine binmeliyiz, oradan ışık gemisine geçmeliyiz.
Her varlık kendinden bir dalgalanma ile yaydığı dalgalar nice mesajlar sunmaktadır.
Bu enerji dalgalanmasına, bilge kişiler “Zikrullah, “ذَكَرُْ اللّهَ” demişler.
Zikrullah; tüm kâinatın ve her varlığın, var oluşunun ilk anda ve her anda olmakta olan tınısıdır, sesidir, nefesidir, frekansıdır. melodisidir, kaynayışıdır……..
Evren, zikrullahla işleyip durmaktadır.
Zikrullah sırrına ulaşan, evrenin var oluş sırlarına ulaşır.
Evren ve her varlık bir enerji dalgalanması ile kendine ait olan mesajları sunmaktadır.
Yaratılış; oluş, işleyiş demektir.
Evren her an bir oluş bir işleyiş içindedir.
Kendi vücudumuzdaki her an olan işleyiş gibi.
Kâinatta ki dalgalanmalar, farklı farklı boyutlarda karşımıza çıkmaktadır
Bu boyutlar: Işık, ses, koku, renk, görüntü gibi dalgalanmalardır.
Kişinin vücuduna ve vücudundan akan tüm bu dalgaların yanı sıra; düşünceler, duygular, korkular, istekler de dalgalar halinde etrafına mesajlar yaymaktadır.
Kişinin ten vücudu ve can vücudu vardır.
Candan tene her an olan seslenişle, vücudun ten boyutu işler.
Yani elektirik olmadan, cihazlar çalışmaz.
Ten boyutunda olan her hürlü duygu, düşünce ve eylemlerde vücud dalgalar halinde mesajlar aktarır.
Aslında bir kişi, bir kişiye iyilik ya da kötülük yapmadan önce, kendi vücudundan bu eylem öncesi dalgalanmalar meydana gelmektedir ve bu dalgalarda bilgiler akmaktadır.
Bir kişi bir kişiye kötülük yaptığında bir ömür bununla ilgili dalgalanma devam eder gider.
Duygularımız, öfkelerimiz, düşüncelerimiz, planlarımız hep dalgalar halinde vücuddan yayılmaktadır.
Bu yayılma ışığın içinde, ses, renk, koku, boyutlarıyla kendini göstermektedir.
Nasıl ki mutfakta bir şey pişse, kokusundan gelen dalgalanma ile onun ne olduğunu bildiğimiz gibi.
Gelecek nesiller, bu dalgalanmalardan etrafa akan mesajları okuyabileceklerdir.
Bir kişi kötü bir şey düşünce bile, vücudu bunu dalgalarla etrafına yaymaktadır.
İşte evrende ki her varlık bir dalgalanmayla oluşmuştur ve dalgalanma ile sürüp gitmektedir.
Evren kaynağından gelen bir ses boyutu ile var olmuş ve her an olan seslenişle işleyip durmaktadır.
O sesteki mesajları okumak, evrenin sırlarına yakın olmaktır.
Kâf Sûresi:
41- Seslenenin seslenmesine yakın gelinceye kadar her an kulak verin.
42- Her an her varlıktan Hakk’ın seslenişini işitin. İşte o zaman, enfüsten âfaka olan çıkışı anlarsınız.
İşte evreni okumak, oradaki dalgalanmayı okumaktır.
Bilge kişiler bu Kâinatın kaynağına, özüne, ve ondan açığa çıkan sisteme Allah demiş olabilirler mi?