KÂBE NEDİR

Allah insanı kendinden var etti, kendini ona gizledi, ama insan Allah’ı kendinde aramadı.

Lâkin insan, taştan duvardan yapılan eve “burası Allah’ın evi” dedi, O’nu orada aradı, oraya koştu, kendine koşmadı.

Taştan duvardan yapılan evin etrafında dolandı, kendi vücud evinin ne olduğunu anlamak için, bir ilim irfân içinde kendi vücudunun etrafında dolanmadı.

İnsan, sadece inandı, aslını hiç sormadı.
İnsan, sadece yöneldi, yöneldiği ne bilmedi.
İnsan, birileri koşup gitti diye koşup gitti, gittiği yerde koşup gittiği ile buluşmadı.
İnsan, yaşadığı toplumu ne yaptıysa onu yaptı, neye inandıysa ona inandı.
İnsan, hiç şahit olmadan inandı.
İnsan, Allah nedir sormadı, aramadı, şahit olmadı.
İnsan, masumiyetinden dolayı sadece inandı, birilerinin Allah ile başlayan sözlerine eğildi ve inandı.

İnsan, Kâbe’yi, Mekke’de ki Hazreti İbrâhîm’in taştan,tahtadan yaptığı ev sandı.
Oraya “Beytullah” yani “Allah’ın evi” dedi.

Oysa Allah’ın kendi beden evinde olduğunu hiç anlamadı.

Peki neydi Kâbe?

Mekke’deki kâbe Allah’ın evi miydi?

“Beytullah” Allah’ın evi demek ise, Kâbe Allah’ın evi mi?
Yâni Allah o evin içinde mi?

Taştan duvardan yapılan ev, Allah’ın evi olabilir mi?

Allah insanı inşa etti, insan taştan ev inşa etti, Allah’ı kendinde değil orada aradı.
Oraya koştu, kendine koşmadı.
Orada dolandı, kendi vücud evinde dolanmadı.

Kâf Sûresi 16:
..”ve nahnu akrebu ileyhi min hablil verîd”
“Biz ona şah damarından daha yakınız”

Kâbe’ye “Beytullah” dediler, yani “Allah’ın evi”
Camilere de “Allah’ın evi” dediler.
Peki Allah o evlerin içinde miydi?

Peki böyle denilmesinden maksat nedir?
Allah o evin içinde midir?

Hem denilir ki; İslâm’ın en önemli ibadetlerinden biri Hacc’tır. Hicretin 9. yılında farz kılınmıştır, denir.

Hem de denilir ki; Hacc Hazreti İbrâhîm’den beri gelen bir ibadettir.
Hatta derler ki; müşriklerin en önemli ibadeti de Hacc’tır.

Peki nedir bunun hakikati?

Araştırdığımızda anlıyoruz ki; Hacc Hazreti Muhammed’den önce de vardı.
Hatta Çağrı filminin ilk başlangıcında bu konu işlenir.

Tarihi bilgilerde rastlıyoruz ki;

Hazreti Muhammed amcası Hazreti Hamza’ya: “Amca orası Allah’ın evi değil” der.
Elini Hazreti Hamza’nın kalbine koyarak: “Amca Allah’ı arayacaksan onu kendi vücud evinde ara” der.

Hazreti Hamza: “Yeğenim sen ne diyorsun eğer böyle söylersen, sana zulmederler, seni buradan kovarlar, seni öldürmeye kalkarlar, toplum yüzyıllardan beri oraya Allah’ın evi der, sakın bunu her yerde söyleme” der.

Hazreti Hamza çöllerde yalnız kaldığında bu konuyu çok düşünür.
Yeğeninin söyledikleri kulaklarında, kalbinde çınlar durur.

Efendimiz Hazreti Muhammed ve arkadaşlarını Kâbe’nin kenarında sıkıştırdıklarında, Hazreti Hamza gelir.
Amr bin Hişam: “Senin Muhammed’in yalancının biri” der.
Hazreti Hamza: “Konuşturmadınız ki, dinlemediniz ki, hangisi gerçek hangisi yalan konuşmadan bilinemez ki” der.
Amr Bin Hişam: “Muhammed yalancı sahtekar” deyince,
Hazreti Hamza yayı ile Amr Bin Hişam’a vurur.

Ve Hazreti Hamza , Efendimize döner ve tarihi o sözü söyler: “Geceleri çölde tek başıma kaldığımda anladım, Allah o kadar büyüktür ki dört duvar arasına sığmaz”

Evet Hazreti Hamza çölde yalnız kaldığında yeğeninin söylediklerini çok düşündü ve Kâbe’nin ne olduğunu anladı.

Kâbe; İnsanın vücuduydu.
Kâbe; Cümle kâinat’tı.
Kâbe; Gönüldü.
Kâbe; Muhammed’di, İbrâhîm’di, Mürşid-i Kâmil’di
Kâbe; İlmin kaynağı, rûhun kaynağı, cümle varlığın kaynağı olan, Râhîm sırrı olan Nûr boyutuydu.
Kâbe: “Hû” idi, yâni her yerden kendini gösteren “O”idi.

Onun için bu hakikati anlayanlar hep benzeri sözler söylediler.

Beyazit Bistami: “Kâbe kurulduğundan beri Allah oraya bir kez bile gitmedi, ama benim vücudumdan bir an bile olsa ayrılmadı” der.
Beyazit’e Hocası: “Kâbe benim, beni tavaf et” der.

Mevlana: “Kâbe’den murad gönüldür” der.

Yunus Emre: “Bin kere de varsan Hacca, hepsinden iyice bir gönüle girmektir” der.

Hacı Bektaşi Veli:
“Hararet nardadır sacda değildir, Keramet baştadır tacda değildir”
“Ne arar isen kendinde ara, Kudüs-te Mekke-de Hacc-da değildir” der.

Hacc Hazreti Muhammed’den de önce de yapılan bir ibadetti.

Ebu Süfyan; “din ile ticareti bir arada bulundurmak ne güzel” der.
Bu zihniyet hâlâ devam eder.

Her yıl yüz binlerce kişinin milyar dolar dökerek gittiği Mekke, mânâ boyutuyla yapılan Hacc’mıydı?
Varılan yer Kâbe’miydi?

Oysa Hazreti Muhammed:
“Komşun aç iken, hasta iken, sıkıntısı var iken önce ona koş” dedi.
“Giyeceği, yiyeceği yok iken, işsiz iken, okul ihtiyacı var iken, önce ona koş” dedi.

Peki yaptık mı?
Yapabildik mi?

Yüzbinlerce kişinin döktüğü para ile, her yıl bu ülkede binlerce insana iş, sağlık, eğitim, oluşturulabilirdi.
Hastaneler, okullar, yollar, iş alanları, yapılabilirdi.

Hacc yetmezmiş gibi, bir de “Umre” ziyaretini de farz haline getirdiler.
Onlarca defa giden kişiler var.
Ve birbirlerine “ben 20-25 defa umre yaptım” diyerek hava atan kişiler çoğunlukta.

Şu kadar Umre Hacc yerine geçer, diyerek de, aslı olmayan şeylerle milyonların paralarını çaldılar.

Aynen Ebu Süfyan’ın; “din ile ticareti bir arada bulundurmak ne güzel” dediği gibi, insanların Allah inancını suistimal ettiler.

Oysa bilselerdi ki Umre; Hacc’ın içinde Hacc’dan daha derin bir farzdır.

Oysa bilselerdi ki Umre; kişinin kendi vücudundaki hakikat boyutlarını ziyaret etmektir, orada hakikatlere şahit olmaktır.

İnsanlar Mekke’ye de Medine’ye de gidebilir.
Hazreti Muhammed orada yaşamış, onun hatırası için 2 gün Medine’de 2 gün Mekke’de kalabilir.

Ama Hacc’dan murad Allah’a şahit olma sırrıdır.
Hacc’dan murat kendi vücud evinde hakikatlere şahit olma sırrıdır.

Oraya gidenler bile ne yaptıklarını biliyorlar mı acaba?

İhram nedir, Tavaf nedir, Vakfe’ye durmak nedir biliyor muyuz acaba?
Kâbe’yi 7 kez dönmek nedir?
Sâfa Merve arasını 7 kez koşmak nedir?
Mina’da taşlanan 3 şeytan nedir?
O şeytanları kendimizde bulduk mu acaba?
Hakk’a kurban olduk mu acaba?
Arafat sırrı nedir?
Neden Arafat’ta, öğlen ikindi namazları birleştirilerek sadece farzı kılınır?
Neden Müzdelife’de akşam yatsı namazları birleştirilerek sadece farzı kılınır?

Bunların mânâlarına ulaşabildik mi acaba?

Gecen yıllarda Diyanet işleri başkanına sordular: “Neden Kâbe’yi 7 kez dönüyoruz”
Verdiği cevap: “Bilmiyoruz böyle düzenlemişler” oldu.
Koskoca Diyanet İşleri başkanı bunu bilmiyorsa, halk ne bilsin.

Bugün ki Hacc denilen şey, sadece şekilden, taklitten, özentiden ibaret olan bir şey olabilir mi?

Var sen git oraya, ama bil ki Kâbe senin vücudundur.

Bin kez gitsen oraya, kendi vücuduna dönmediğin müddetçe “Hacc” etmiş sayılmazsın.

Kendi vücudundaki hakikat boyutlarını ziyaret etmeden “Umre” yapmış sayılmazsın.

Evet Kâbe insanın kendi vücud şehridir.
O vücud şehrinde ve her varlığın özünde Allah’a şahit olana ne mutlu.

Hacc; Hacca gitmek, Hocaya gitmek yani devrin bilge kişisine gitmek demektir.
Hacc, kişinin kendi aslını arama, kendine dönme, hakikate yönelmek demektir.
Kelime anlamına göre: Mutlak olana yönelmek, kutsal olanı aramak, bilgeye gitmek gibi anlamlara gelir.

Kutsal olan insanın kendi vücudundadır.
İnsanın kendi vücuduna yönelmesi Hacc’dır.

Kâbe: Kıble, kabul, yönelmek, gitmek, buluşmak, istemek gibi anlamlara gelir.

Kâbe’yi Hazreti İbrâhîm yaptı, orası devrin okulu ve Hazreti İbrâhîm’de devrin Mürşid-i Kamil’i idi.

Ona gidenler var oluş hakikatini arayanlar, var edeni arayanlardı.
Yani Allah hakikatini arayanlar o gün Hazreti İbrâhîm’e koştular.
Kur’ân bunu çok güzel bir ifadeyle delillendirir.

Hacc Sûresi 27: “yetû-ke” sana gelsinler.

27: “Allah’ı tanımak için arayışta olan insanlara ilan et. Toplumda ileri gelenler ya da bir zayıflık içinde olanların hepsi, bir tasa içinde inceden inceye araştıranların hepsi sana gelsinler.”

Hazreti İbrâhîm ona gelenlere yardım etti, onları barındırdı, su yiyecek sundu, ihtiyacı olanlara yardım etti.
Ve hakikati arayanlara, gönülleri nisbetince bilgiler sundu.

Kâbe denilen yer o günün bir okuluydu, kendini bilme sohbetlerinin yapıldığı bir yerdi.

Hazreti İbrâhîm’in Allah’ı anlattığı bir merkezdi.

Bir de bugün bir çok kişi, orada yüksek enerji var diye toplumu yönlendiriyorlar.

Onlara sormak gerekir.
Her varlıkta ve her yerde bir enerji yok mu?
Allah’ın ilâhî enerjisi her yeri ihata etmiyor mu?

Madem orada bu kadar büyük bir enerji var, oraya gidip gelenlerin, hangi halleri, hangi davranışları, hangi bilişleri değişiyor.

Yani oraya gidip gelenler, birden Sâlih kimse mi oluyor, çevresine hep faydalı mı oluyor, artık zerre kadar zulüm etmiyor mu?
Ayrımcılık içinde olmuyor mu?
Dedikodu çekiştirmeden uzak mı duruyor?
Dünya malına esir olmaktan mı kurtuluyor?
Küslüğünü, kavgasını, öfkesini mi bitiriyor?
Birilerinin hakkını yemekten vaz mı geçiyor?
Kalp kırmaktan vaz mı geçiyor?
Vs

Orada madem bu kadar yüksek enerji var, yüzyıllardır orada yaşayan topluluklar neden düzelmiyor?
Neden gece gündüz birbirlerini öldürüyor?
Neden hâlâ kadını insan yerine koyulmuyor, seçme seçilme hakları yok, ehliyet alma hakları yok, özgürlük hakları yok, araba sürme hakları yok, nüfus kağıtları bile yok?

Orada yüksek enerji var diyenler, benim ülkemin insanının parasını soyuyor, benim ülkemin milyar dolarlarını yabancı ülkelere çekiyor.
Bugün Mekke ve Medine kimlerin elinde, çok iyi düşünmeliyiz?
Oraları özgür mü esir mi, çok iyi düşünmeliyiz?

İşte şekilde kaldığımız müddetçe, mânâya ulaşamadığımız müddetçe rahmeti ilâhî nedir bilemeyiz.

Kendi vücud evimize Hacc,Umre yapamazsak, Hacc ve Umre hakikatine ulaşamayız.

İşte Kâbe’den murad; kişinin kendi vücuduna dönmesi, kendinde Hakk’a şahit olmasıdır.

Kâbe’ye gitmekten maksat, Bilge kişiye gitmektir.

Kendi vücud şehrinde ve her varlığın özünde Allah’a şahit olanın Hacc’ı mübarek olsun.

Kendi vücud evini Kâbe bilenin, kendi vücud evine Umre yapanın, yani içsel boyutlarını ziyaret edenin Umre’si mübarek olsun.

Kendi vücud evini Kâbe bilenin, kendi vücud evinde Hakk’la Hakk olanın, cümle varlıkta Hakk’ın vechîni seyredenin gönlü mübarek olsun.