HEVÂNA GÖRE İNANDIĞIN TANRIYI YOK ET

 

Hangi Allah’a inanıyoruz?

 

Anne babamızdan miras olarak öğrendiğimiz, asla şahit olmadığımız bir Allah’a mı?

Yoksa kendimizde ve her varlıkta şahit olduğumuz sonsuz güç olan bir Allah’a mı?

Kur’ân buna en güzel cevabı veriyor.

 

Zuhruf Sûresi 22- Bilakis, dediler ki: Biz atalarımızı bir inancın yolu üzerine bulduk ve biz onların gösterdikleri yol üzere, onların adetleri üzere oluruz.

 

Hepimiz ne yazık ki, atalarımızdan miras gelen bir inancın getirdiği bir tanrıya inanıyoruz.

Her çocuk, hangi ailede doğmuşsa, inancı da o ailenin inancına göre oluyor.

Tanrı inancı, din inancı, ibadetleri, cennet cehennem yorumları oraya kimin gireceği hep aileden gelen inanç mirasına göre oluyor.

Tanrı adına, din adına yaptığı yorumlar hep aileden gelen inanca göre oluyor.

Ve tabii ki bu inanç, diğer farklı olan inançlara uymuyor, çünkü her çocuk hangi ailede doğmuşsa inancı da ona göre oluyor.

 

İşte kişi, kendi hayalinde kendi hevâsına göre inandığı tanrıyı yok etmeden, kendine dönmeden, kendini ve varlığı okumadan Allah hakikatine ulaşamıyor.

Aileden gelen miras olarak öğrendiğimiz tanrı inancımızı, yani kendi hevâmıza göre var olduğunu düşündüğümüz tanrıyı yok etmeliyiz.

 

Yoksa Allah denilen ilâhî güçle hiç tanışamayız.

Furkan Sûresi 43: E raeyte men ittehaze ilâhehu hevâ….

Casiye Sûresi 23: E fe raeyte men ittehaze ilâhehu hevâ….

 

Meâli: Hevâsını ilah edinen kimseyi gördün mü?

Hevâ; Hava kelimesinden gelir, boşluk, boş olan, iki şeyin arasındaki uzaklık, batıl olan, aslı olmayan şeye yönelmek, düşmek, nefsin batıl olan zarar vermeye yönelik istekleri, gibi anlamlara gelir.

 

Hevâsını tanrı edinmek; kendi yetiştiği aileden gelen bilgilere dayalı olarak zannına göre oluşturduğu hayali bir tanrıya inanmak anlamındadır.

 

Her inanç kendi atalarından miras kalan bir tanrıya inanır.

 

Her inanç, inandığı tanrıyı kendi yanında görür, o tanrıya, kendi inancında olanları destekler, onları cennete alır, diğerlerini cehenneme atar diye inanır.

Her inanç, kendini seçilmiş, farklı görür.

Gerçek inananın yalnızca kendi inanç grubu olduğuna inanır.

 

Kişi hakikati arıyorsa, ailesinden gelen tanrı inancını, din inancını, ibadet inancını bir kenara bırakmalı ve hakikatin ne olduğunu araştırmalıdır.

 

İnsan, din adına anlatılan bâtıl şeylere yani aslı olmayan şeylere yani hurâfelere yönelmemelidir.

Yani hevâsına göre hareket etmemelidir.

 

İnsanları, inançlarına göre, cinsiyetlerine göre, mesleklerine göre, renklerine göre, milletlerine göre ayırma dönemini bitirmelidir.

 

İnsanlar birbirlerini; dinsiz, cehennemlik, kâfir gibi görme zulümlerini bitirmelidir.

 

Hazreti Mûsâ, ayrı bir din mi kurdu?

Hazreti İsâ ayrı bir din mi kurdu?

Hazreti Muhammed ayrı bir din mi kurdu?

 

Hayır, o yüksek beyinler, o kâmil insanlar, kendini bilmeyi, varlığı okumayı, tüm varlığın birbiriyle ortak bağlarını görmeyi ve sonuçta, her varlıkta olan ve tüm kâinatı tutan ilâhî kudreti anlamayı tavsiye ettiler.

Onlardan gelen hakikatleri neden unuttuk ya da anlamlarını değiştirdik.

Neden bu öğütleri unuttuk.

Elbette unutmayanlar da vardır, tertemiz sulplerden yetişenler de vardır. Kâdim emanete aşkla bağlı olanlar da vardır.

 

Neden insanlar ayrı ayrı inançlara bölündü ve neden birbirlerini kâfir görüp cehennemlik ilan ettiler, çok iyi düşünmek gerekir.

 

Benim dinim diyerek bölünenler, yetmiyor kendi aralarında cemaat, tarikat, mezhep gibi ayrı yollara bölünüyorlar.

Yetmiyor her bir cemaat, tarikat bile kendi aralarında onlarca ayrı yollara bölünüyorlar.

 

Bizleri var eden Allah’mı bunu istiyor?

Her bir inancın Allah inancı bile farklı farklı.

 

Hep bunlar aileden, toplumdan miras kalan bilgilere göre oluyor.

 

Peki gerçek nedir?

Kişi gerçeğe nasıl ulaşacaktır?

Hangi yola gitmeliyiz, hangi inancı takip etmeliyiz?

Kimin tanrısına inanmalıyız?

Nereye yönelmeliyiz, hakikati nerede aramalıyız?

 

Evet, hakikati arayan kişinin, yöneleceği tek şey olmalı kendi vücut kitabı ve varlık kitabı.

 

İnsan kendini ve varlığı okumalı, incelemeli, gözlemlemelidir.

 

Hazreti Mûsâ’ya, kutsal Tuvâ vadisinde nalınlarını ve asasını terk ettirilmenin hikmetini çok iyi düşünmeliyiz.

 

Tâ-Hâ Sûresi:

 

15- Muhakkak ki hakikati anlayacağın o vakit gelecektir. Aradıklarına karşılık bulmak için, içindeki o gücü anlamaya çalış. Herkes hakikatleri anlamak için gayret göstersin.

16- O hakikatlere inanmayan kimseler ve hevalarına tâbi olanlar, seni hakikatlerin arayışından alıkoymasın, yoksa kendine yazık edersin.

17- Doğru diye bilip taşıdığın o şey nedir ya Mûsâ?

18- Dedi ki: Benim bilip taşıdığımdır, dayanağımdır ve onunla yaşam için gerekli nimetlere ulaşırım, benim için onda başka faydalar da vardır.

19- O bilip taşıdıklarını bırak ya Mûsâ, diye bildirdik.

 

Ne güzel işaretler var.

 

Hevâlarına tabi olanlar hakikatin arayışından uzaktırlar.

Yani tanrı inancını aileden gelen bilgilerle taşıyanlar, hakikatleri düşünmeyenlerdir.

 

Kişi aradığı hakikate ulaşmak istiyorsa, aileden gelen bâtıl olan, tüm bildiklerini, inançlarını, ibadetlerini bırakmalıdır.

 

19 ayette bu hakikat ne kadar güzel belirtiliyor.

“Bilip taşıdıklarını bırak”.

Yani bilgi olarak aileden gelen inanç mirasını bırak.

Hakikati, kendinde ve varlıkta ara.

 

Bu kâinattaki her şey bir ayettir. Yani hakikatleri gösteren işarettir.

 

Anlatılan hürafeler, bizi varlık kitabını incelemekten alıkoyarsa asla hakikatlere arif olamayız.

 

Hakikatler bizzat bu kâinat kitabının içindeki varlık sayfalarında vardır, yeter ki oraya bakalım, yeter ki oradan okuyalım, yeter ki gece gündüz orayı araştıralım.

 

İnsana verilen akıl bunun içindir, bakmak, gözlemlemek, araştırmak, düşünmek, insanı gerçeğe ulaştırır.

 

Kişi neden dünyaya yönelik düşünür de, kendi öz hakikatini düşünmez?

Neden başımıza gelen bir şeye isyan eder, o sıkıntıya kendimizi kilitleriz?

Neden dünya çıkarları ile ilgili bu kadar travmalar yaşarız?

Neden başımıza gelen şeyler, bizi hemen üzüntüye, isyana, ümitsizliğe sürükler?

Neden dünya şanına, makamına, parasına gösterişine esir oluruz?

Neden para için birbirimizi yeriz?

Neden birbirimize tahammül edemeyiz, neden birbirimizi yargılar dururuz, kötüler dururuz, arkamızdan konuşur dururuz?

Neden para için mesleklerimizde bile halka zararlı olan şeyler yediririz de vicdanımız bile sızlamaz.

 

Neden bize sunulmuş olan aklı, düşünmeyi, şuuru, var oluşu anlamak için de kullanmıyoruz?

Neden bize sunulmuş bedeni, havayı, toprağı, suyu, ısıyı, ince ince düşünmüyoruz.

Aldığımız bir arabanın, giysinin, eşyanın kıymetini biliyoruz da neden aldığımız bir nefesin kıymetini düşünmüyoruz?

O nefes bize ağaçlardan geliyor. Neden arabamıza, eşyamıza sarılıyoruz da, bir ağaca aynı sevgiyle sarılmıyoruz?

Neden, aciz olduğumuzu anlamıyoruz?

Bir ağaç, kuş, toprak, bitkiler, su, hava, hayvanlar, biz olmadan yaşayabilir.

Ama bizler onlar olmadan, hatta topraktaki bir mineral bile olmadan yaşayamayız.

Kişi içsel huzura ulaşmak istiyorsa, hevâsından kurtulmalıdır, kendine dönmelidir.

Tüm put edindiği dünya çıkarlarından sıyrılmalıdır.

 

Kendi varoluşunu anlamak için tefekkürî bir yolculuğa adım atmalıdır.

 

İşte kişi, hevâsına göre, yani aileden miras olarak gelen tanrı inancını yok etmelidir.

 

Kişi, gün gelir tüm ayrımcılık sunan inançlardan, din, mezhep, tarikat, cemaat ayrımcılığından sıyrılır kendindeki ve tüm varlıktaki tek olan ilâhî gücü anlar ve “Ben bir İnsanım” diyebilirse, İslâm’a yani selamete, yani içsel huzura ulaşır.